KENDİ HALİNDE BİR DEVLET: ABHAZYA Büyük Ağabeylere Değil, Komşulara İhtiyacı var

Neal Ascherson
Çeviri: Hatko Schamis
İngilizce’sinden Çeviren: Niels Kadritzke
LE MONDE Diplomatique, Ocak 2009

Sınıra doğru yaklaşırken bir kez daha mola veriyoruz. Abhazya’dan aklımızda kalacak son görüntü bu, yolun kenarına dikilmiş elinde kılıcı ve kalkanıyla, sakallı ve haşin bakışlı bir Abhaz savaşçının anıtı. Anıt, on bin insanın öldüğü ve sonunda Gürcü ordusunun ülkeden çıkarılarak ”bağımsız“ Abhazya’nın kurulmasıyla sonuçlanan 1992-93 yıllarındaki savaşın anısına dikilmiş.

(…)

Yakın bir tarihte burada bir tören düzenlenmiş olmalı. Çünkü bu eski savaşçı anıtının ayaklarına bırakılmış solmaya yüz tutmuş çiçek demetlerini ve çelenkleri görebiliyorsunuz ve yine uzun otların arasından güneş ışınlarının etkisiyle parıldayan boş kovanlar, burada bir de saygı atışı yapıldığının kanıtı. Bir tanesini elime aldığımda genç bir Ermeni olan şoförümüz: ‘’Abhaz ordusunun kısa bir süre önce Gürcü ordusundan geri aldığı Kodor Vadisi’nden“ dedi. Boş kovana söyle bir göz attıktan sonra. “M4 mermisi. Bizden değil, Amerikan üretimi. Vadide ele geçirdiğimiz askeri mühimmattan olmalı“ diye de ekledi kendinden emin bir uzman edasıyla..

Gürcü Devlet Başkanı Michail Saakaschwili’nin Güney Osetya’ya saldırı emrini verdiği 8 Ağustos’un üzerinden 10 hafta geçmişti. Saldırı, bildiğimiz gibi Rus Ordusunun Gürcistan’ın batısını ezip gecen ve Tiflis önlerinde duran karşı saldırısına neden olmuştu. Moskova, 26 Ağustos’ta Abhazya ve Güney Osetya’yı bağımsız devletler olarak tanıyarak tüm dünyayı da şaşırttı. Şimdiye kadar yalnızca -henüz bilinmeyen nedenlerle- Nikaragua Rusya’yı takip etti.

Batılı devletler bu ”tanıma“ ile ”Gürcistan’ın toprak bütünlüğü“nün zedelendiğini düşünürken, yine Batılı basın yayın organları da (Abhazya ve Güney Osetya’dan bahsederken. -HS) hala ”ayrılıkçı bölgeler“ terimlerini kullanıyorlar. Kimileri ise, Moskova’nın tavrını zaten varolan bir durumun daha güçlü bir şekilde vurgulanması olarak yorumluyorlar. Çünkü Abhazya ve Güney Osetya zaten en az 15 yıldır ”Gürcistan’ın bir parçası“ değiller ve hatta hiçbir zaman Gürcistan’a ait olmadıklarında ısrar ediyorlar. Bu son savaşla Gürcistan’ın bu iki bölgeden herhangi birinde görülebilir bir gelecekte askeri veya diplomatik yollardan tekrar kontrolü ele geçirme şansı artik sıfıra düşmüştür.

Güney Osetya sonunda büyük ihtimalle Rusya Federasyonu’na ait olan Kuzey Osetya ile birleşecektir. Birçok Güney Osetyalı bunu, kendi içlerindeki Gürcü azınlığı temizledikten sonraki en iyi çözüm yolu olarak görüyorlar. Abhazya için ise durum biraz farklı.

Karadeniz kıyısı olan Abhazya, eğer dünya buna izin verirse, güvenilir ve ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir mini devlet haline gelebilir. Abhazlar kesinlikle bir daha Gürcü egemenliği altına girmek istemiyorlar ama aynı şekilde Rusya’ya ait olmak da istemiyorlar. Ağustos ayındaki savaştan sonra bağımsız bir devlet olma ve modern bağımsız devletler arasında yerlerini alma şansını yakaladıklarını biliyorlar ama burada asil soru, acaba Batılı Devletler ve Rusya buna müsaade edecek mi?

Çoğumuz Abhazya üzerine neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Karadeniz’e 200 km kıyısı olan bu ülke son 15 yıl boyunca uluslararası ilişkilerden izole edilmiş, küçük görülmüş ve yaptırımlarla nefes alamaz hale getirilmişti. Ulaşım yolları kapatılmıştı; Abhazya sahillerine yaklaşan her gemiye ya ateş açılıyor ya da el konuyordu. Ticaret neredeyse durma noktasına gelmişti ve Abhazlar kendi ürettikleriyle, balıkçılıkla ve kaçakçılıkla başlarının çaresine bakmak zorunda kalmışlardı.

Yıllardır Posta Hizmetleri Verilemiyor – Abhazların Kendi Pulları Bile Yok

Son zamanlarda ama bu cehennemin kapısı biraz olsun aralandı. Artık Abhazya’da telefonlaşmak, televizyon izlemek veya internete girmek mümkün. Rus turistler yaz aylarında Abhazya’ya gelmeye başladılar. Narenciye üretimi ve ihracatı ve aynı şekilde sebze, fındık satışları yükseldi. Yabancı yatırımcıların getirdikleri paralarla -bunların çoğu Rusya ve Türkiye’den geliyorlar- savaş sırasında yıkılmış olan şehirler ve oteller yeniden inşa ediliyorlar ama hala posta hizmeti verilmiyor, ne ülke içinde ne  dış dünyayla. Yıllardır hiç kimse üzerinde bir Abhaz pulu olan mektubu eline alamadı, görmedi.

Abhazya Karadeniz’in en güzel sahillerine sahiptir, hatta Kırım sahillerinden de güzeldir Abhazya’nın sahilleri. El değmemiş ormanları Kafkas sıradağlarının içlerine kadar uzanır. Kıyı şeridinde, özellikle de dağların denizle buluştuğu kuzey sahillerinde, insan kendisini 19. yüzyılın; yani henüz Avrupa plütokrasisinin (hükümetle ve siyasi çevrelerle sıkı fıkı zengin elit. -HS) akın etmediği dönemin tropik Fransız Riviera’sında hisseder.

(…)

Yanıtlanması kolay olmayan soru, Abhazların kim olduğu. Binlerce yıldır bu bölgede yaşadıkları ve Kuzey Kafkas dil ailesine ait olan bir Hint-Avrupa dili konuştukları biliniyor. Antik çağda bu verimli sahil şeridi Yunanlılar tarafından kolonileştirilmiş, 19. yüzyıldan beri ise yerli Abhaz ve Wubıh (Çerkes) halkları ile Yunan, Gürcü, Megrel, Yahudi ve Ermenilerden oluşan kozmopolit bir nüfusu var. (1)

1860’li yıllarda bölge Çarlık Rusya’sınca ilhak edildi. Birçok Abhaz Rus işgalinden kaçarak güneye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Karadeniz sahillerine göçtü. Ki, bu nedenle, bugün Türkiye’de Abhazya’da olduğundan daha çok Abhaz yaşamaktadır. Çarlık Rusya’sının işgalinin (Abhazya’yı. -HS) iki önemli sonucu oldu: Birincisi, Ruslar işadamları özellikle sahil şeridinde yatırım yapmaya başladılar ve ikincisi, Batı Gürcistan’dan gelen Megreller Abhazya’ya yerleşmeye başladılar.

Ekim Devrimi’nden sonra Abhazya bir süre için bağımsız Sovyet Cumhuriyeti statüsü kazandı. 1931 yılında ama -kendisi de bir Gürcü olan- Stalin tarafından bölgenin statüsü değiştirilerek Özerk Cumhuriyet seviyesine düşürüldü ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bağlandı. Bu dönemde birçok Abhaz aydını ya yok edilmiş ya da Sibirya’ya sürülmüştür. 1940’larda ise Stalin’in celladı Lawrenti Beria
-kendisi de bir Megrel- binlerce Megrel ve Gürcüyü Abhazya’ya yerleştirmiştir.

(…)

Sovyetler Birliği zamanında Abhazlar Gürcistan içerisinde varlıklarını devam ettirebildiler ama bunu Moskova’nın “böl ve yönet” politikası sonucu sahip oldukları özerkliğe borçluydular. Fakat simdi artık ülkeye politik ve kültürel olarak hakim olmaya çalışan Gürcistan’da bir azınlık olarak yaşama tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı.

Gorbaçov, Mart 1991’de yıkılmadan önce Sovyetler Birliği’ni yeniden örgütlemek için bir referanduma gitmişti. Gürcistan’ın iç bölgelerinde yaşayan Gürcüler referandumu boykot ettiler. Ancak Abhazlar bağımsız bir Gürcistan’da yaşamak pek güvenli görünmediği için büyük bir çoğunlukla Sovyetler Birliği’nde kalma yönünde oy kullandılar ama tercihleri dikkate alınmadı.

Sokak gösterileri ve mitingler örgütlendi ama bir “Federasyon” tarzında örgütlenme üzerine yaptıkları görüşme talepleri sonuçsuz kaldı. Sonra 1992’nin Ağustos’unda, Gürcü Birlikleri ani bir baskınla Abhazya’nın başkenti Suhumi’ye girdiler (Saakaschwili de 2008’in Ağustos’unda Güney Osetya’ya saldırarak aynı hatayı tekrarladı). Savaşı, Kuzey Kafkasya’dan gelen gönüllülerin, bölgenin diğer halklarının (özellikle Ermenilerin) desteği ve Rusya’nın silah desteği ile Abhazlar kazandı ve 1993’te Gürcüleri Abhazya sınırlarının dışına attılar. Bu kanlı savaşta her iki taraf da vahşete varan yöntemlere başvurdu. Sohum ve diğer Abhaz şehirleri Gürcü top atışları altında yerle bir oldu. Hatta Gürcü askerleri Abhaz Ulusal arşivini ateşe verdiler.

(…)

Bu savaşta Abhazlar nüfuslarının neredeyse yarısını kaybettiler. Bugün ülkelerinin efendisi oldular belki ama ülkeleri bir harabeye dönmüş durumda ve yakın bir gelecekte Gürcistan ile barışabileceklerine dair en küçük bir emare dahi yok. Yalnızca büyük rakamlara ulasan Gürcü mülteciler sorununu çözmek bile imkansız gibi görünüyor. Gürcistan, mültecilerin evlerine geri dönme hakları olduğunda ısrar ediyor. Ancak burada sorun, Gürcülerin gerçekten barışçıl niyetlerle evlerine geri dönmek isteyip istemedikleri ve Abhaz yönetimine sadık olup olmayacakları. İntikam alma duygusuyla etnik Abhazları yine baskı altına almaya ve Gürcü egemenliğini yeniden inşa etmeye çalışıp çalışmayacakları.

Bir gün Sohum’dan Ocamcira’ya doğru arabayla yola çıkmıştım. Ocamcira savaştan önce çok az Abhaz’ın yaşadığı bir bölgede yer alıyor…

Eskiden 20 bin kişilik nüfusuyla güzel bir kıyı şehriydi. Bugün burada yalnızca 4 bin kişi yaşıyor. Çukurlarla dolu yolların iki yanındaki küçük, insansız evleri; bahçelerinde hurma ağaçlarını görmek hala mümkün ama evlerin kapıları ve pencereleri hala yarı açık duruyor. Beyaz badanalı tren istasyonu yıkılmış, gişelerin olduğu bölüme yağmur suları dolmuş. Zaferden sonra kimi Abhaz aileleri Gürcülerden kalan evlere yerleşmişler ama bunların da çoğu artık ya tekrardan köylerine dönmüşler ya da iş bulma umuduyla Sohum’a yerleşmişler.

4 yıl önceki Abhazya’ya son gelişimden bu yana özellikle kuzeydeki kasabalar büyük bir gelişim göstermişler. Ana caddeler üzerinde yeni dükkanlar ve café’ler açılmış ama burada, güneyde, hala savaştan sonraki yıkıntı görüntüsü değişmemiş.

Ocamcira’nın sahillerinde demirleyen Rus Karadeniz donanmasına ait bir kruvazör Abhazlarda karmaşık duygulara neden oluyor. Konuştuğum hemen herkes 8 Agustus gecesi televizyonun başından ayrılmadan Gürcü ordusunun Güney Osetya’nın başkenti Tsinvali’yi bombardımana tutmasını izlediğini söyledi. Bir Rus televizyon kanalı saldırıyı canlı aktarmış. Bir kadın söyle diyordu: “Hepimiz yalnızca şunu düşündük: Güney Osetya’dan sonra sıra bize gelecek. Ruslarin müdahale etmesinden sonra ne kadar rahatladığımızı bilemezsiniz. Rus savaş gemileri Sohum sahillerine ulaştıklarında ve Rus uçakları askerleri ile geldiklerinde de ayni şeyi hissettik. Elbette Rusların öncelikle kendi çıkarlarını düşündüklerini biliyoruz ve küçük ülkelerin onlar için hiçbir önemlerinin olmadığını ama o gün Ruslara gerçekten büyük minnet duyduk”.

Sohum’u Moskova’nın Kuklaları Yönetmiyor

Gürcülere göre, Abhazya Kremlin’den gönderilen bir kuklanın yönetimindeki sömürge bir ülke ve Tiflis bu düşünceyi Amerika ve Avrupa’da başarıyla işliyor ama bu vahim bir hata. Vahim; çünkü bu bakış açısı hem Abhazlara ve hem de Gürcülere daha fazla güvenlik ve özgürlük getirebilecek yeni çözüm yollarının önünü tıkıyor.

Rusların kendilerini “olmazsa olmaz” kılmak için kimi adımlar attıkları doğru: Abhazya’nın savunması, ekonomisi, Ruble’nin tedavülde olması ve Abhazların seyahat özgürlüğü konusu ki, cömertçe dağıtılan Rus pasaportları sayesinde Abhazlar en azından Rusya’ya şerbetçe girip çıkabiliyorlar, tüm bunlar Rusya’yı Abhazlar için vazgeçilmez kılıyor ama Abhazya’da bir kukla yönetimden kesinlikle bahsedilemez.

Dört yıl önce Kremlin’in desteklediği Raul Hadcimba, başkanlık seçimlerinde ılımlı rakibi Sergey Bagapsh’a karşı kaybetmişti. Seçimlerden hemen sonra bir grup Hadcimba taraftarı yüksek mahkemeyi basarak seçim sonuçlarını iptal ettirme girişiminde bulundular ama Abhazya’nın küçük demokratik eliti sinirlerine hakim olmayı başardı ve seçmenlerin tercihine saygı duydu. Ruslar da bir sure sonra geri çekildiler ve Bagapsh bugün başkanlık koltuğuna oturmaya devam ediyor.

Abhazlar Rusya’ya bağımlı olmaktan kolay kolay kurtulamazlar, kurtulmak da istemiyorlar; en azından Gürcistan’a karşı kendilerini korumak zorunda oldukları müddetçe ama bu bağımlılığı biraz olsun azaltmak da istiyorlar. Yönetici Abhaz politikacılarının bana ısrarla vurguladıkları gibi öncelikle uluslararası izolasyonu kırmak, Avrupa Birliği ve Türkiye’yle ilişkileri geliştirmek istiyorlar.

Ancak Rusya’nın resmi olarak Abhazya’yı bağımsız bir devlet olarak tanımasından sonra ortaya çıkan durum dış dünya ilişkilerin kurulmasına acaba yarayacak mı? Sohum’dan ve Ocamcira’dan kalkan gemiler direk olarak Trabzon veya İstanbul limanlarına yanaşabilecek ve Abhazlar Türkiye’de alışveriş ve ticaret yapma imkanına kavuşabilecekler mi? Havaalanı yeniden hizmete girdikten sonra tekrar yalnız Rusya ile değil. Ancak Türkiye ve hatta Avrupa ile uçak seferlerine başlanabilecek mi? Bir Bakan Yardımcısı Türkiye ile böyle direk ilişkilerin kurulabilmesi durumunda halen Türkiye’de yaşamakta olan binlerce Abhaz’ın da anavatanlarına dönebileceklerini, bunların nüfus sorunu olan güney bölgelerine yerleştirilebileceklerini iddia etmişti.

Ancak tüm bunların önünde birçok da engel var. Abhaz pasaportu hiçbir ülkede geçerli değil. Yolcuları Rus pasaportu taşısalar bile Abhazya’dan Türkiye’ye gitmek isteyen bir geminin önce Karadeniz’deki bir Rus limanına uğraması, Abhazya’dan geldiğini gizlemesi gerekiyor. Çünkü uluslararası seyahat anlaşmaları ”işgal altındaki“ bölgelerden -ki, Gürcü tarafının tanımına göre bugün Abhazya böyle bir bölge olarak kabul ediliyor- direk seyahatlere izin vermiyor.

Rusya tarafının böylesi gelecek planlarına nasıl baktıkları biliniyor ama Rusya’dan bir ”Njet“ (hayır) gelirse Abhaz tarafının nasıl yanıt vereceğini kimse bilmiyor. Avrupa Birliği’nin Abhazya ile ciddi ilişkiler kurmak istediklerinde, ABD ve Tiflis tarafından yüksek sesle protesto edilecekleri ve AB’nin politik olarak pısırık kalacağı ise aşikar.

(…)

Moskova’nın 26 Ağustos’ta Abhazya’nın bağımsızlığını tanıması büyük ihtimalle Polonya’nın 20 Ağustos’ta ABD ile füze anlaşmasını imzalamasına karşı duyduğu öfkenin de tetiklemesi sonucuydu. Teorik olarak bu adımla Abhazya’nın bağımsızlığı bir gerçeklik olarak biraz daha yakınlaştı ve artik Abhazya’nın kapılarını dış dünyaya açma şansı var. Fakat böyle bir adim kararlılık ve hayal gücü gerektiriyor; istiyor, hem de mümkün olduğunca hızlı bir değişikliği ama politikacılar haddinden fazla dikkatli ve uyuşuk.

(…)

Birçok Abhaz tarihsel fırsatları yakalamada usta olmadıklarını kendileri itiraf ediyorlar. Abhazlar -bunların sayısı bugün yaklaşık olarak 80 bin-  şehirlerin çalışma temposuna ve renkli yaşamına hiçbir zaman ilgi duymamış köylü bir toplum. Sohum’daki Abhaz gençleri bütün gün cafe’lerde oturuyor ve saatlerce cep telefonlarıyla konuşuyorlar. Yeniden inşa isinde çalışanlar çoğunlukla Ermenistan’dan ve Özbekistan’dan gelen ”misafir isçiler“. Kuzey Kafkasya’nın diğer dik kafalı komsu halklarıyla karşılaştırıldıklarında, Abhazlar hiçbir zaman fanatik bir halk olmadılar. Abhazya’da Ortodoks Hıristiyanlar, Müslümanlar ve ”geleneksel“ (ilkel) bir inanışa sahip olanlar birlikte yaşıyorlar…

(…)

Gürcüler de tuzağa düşmüş durumdalar- güney Kafkasya’ya egemen olmak isteyen Rusya ve ABD gibi büyük güçler tarafından kurulan tuzağa. ”Toprak bütünlüğü ve egemenliği“ hakkında ısrar eden ve Güney Osetye ile Abhazya’nın ayrılmasını kabul edemeyen Tiflis, bu kurt kapanının daha da sıkışmasına neden oluyor.

AB ülkeleri ve ABD Tiflis’i ”toprak bütünlüğü ve egemenliği“ konusunda hararetle desteklediler, ama 2008 Ağustos’unda yaşanan faciadan sonra
-Gürcülerin ”toprak bütünlükleri“ni askeri güç kullanarak yeniden sağlamaya yönelik en az üç girişimleri oldu-Avrupa ve Amerika’nın en azından su üç şeyi anlamış olması gerekiyor:

Birincisi, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü askeri yöntemlerle sağlaması mümkün değildir. İkincisi, böylesi girişimlerin aslında tam tersi; istenmedik sonuçları oluyor: Yani Rusya tarafından gelen tehditleri büyüterek, Gürcistan’ın zayıflamasına neden oluyor ve üçüncüsü, Gürcistan’ın gerçekçi olmayan toprak taleplerine destek veren Batı’nın Rusya ile olan çelişkilerinin derinleşmesine neden olmakta. Tiflis’in bu girişimlerinin tek sonucu var, o da Gürcistan’ın ABD’ye askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan daha bağımlı olması.

Gürcistan Politikacılarının Şimdi Kendi ”Oder-Neiße Sorunu“nu Çözmeleri Gerekiyor

Tarihte benim kuşağımın gazetecilerinin hafızalarından hala silinmemiş olan benzeri bir durum var: 50 yıl önce nedenleri ve arka planı üzerine bitmek bilmez tartışmalara, analizler yapılmasına neden olan ”Oder-Neiße Sorunu“…

Neydi bu ”Oder-Neise Sorunu“? İkinci dünya savaşından sonra Polonya, Potsdam Konferansı kararlarına dayanarak (tarihsel olarak Almanya’ya ait olan. -HS) Schlesien, Pommern ve Ostpreußen bölgelerini ilhak etti. Burada yasayan ve henüz Kızıl Ordu’dan kaçmamış olan Almanlar topraklarından sürüldüler. Yaklaşık olarak 8 milyon Alman Bati Almanya’ya sığındı. 1949’dan sonra kurulan Alman Cumhuriyeti bu yeni Doğu sınırlarını tanımayı reddetti. Bonn ”1937 sınırları“nın geçerli olduğunda ısrar ediyor ve dünyanın Almanya’nın ”toprak bütünlüğü’’nün yeniden sağlanmasında sorumluluğu olduğunu iddia ediyordu. Bu topraklardan sürülen Almanların kurdukları güçlü politik örgütlenmeler Alman politikacıları esir almıştı: Bu yeni Oder-Neiße sinirini tanımak politikacılar için intihar ile eş anlamlıydı ve televizyonlarda hava durumu haberleri bu bölgeleri de içerisine alacak şekilde verilmeye devam edildi.

Resmi görüşmelerde Batılı müttefikler Almanya’ya destek vermeye devam ettiler ama özel görüşmelerde bütün İngiliz ve Fransız diplomatlar Almanlara tutumlarının aptalca ve gerçekçi olmadığını söylüyorlardı. Gerçekte tam da buydu müttefiklerin istedikleri: Böyle gerçekleşmesi mümkün olmayan bir talebi ”dogma“ haline getiren bir Alman Devleti. Böylece Almanya Sovyetler Birliği ile kimi sorunlarını görüşemez olmuştu Mesela Almanya’nın NATO’dan çıkmasına karşılık, Doğu Almanya ile yeniden birleşme gibi. Oder-Neiße sınırı ancak 1970 yılında Willy Brandt tarafından tanındı da Almanya içerisine düşürüldüğü bu tuzaktan kurtulabildi.

Gürcistan’ın Willy Brandt’ını görebilecek miyiz acaba? Bu soru Sohum’da gülümsemeyle karşılanıyor. Pek de inanmıyorlar böyle bir şeye. Gürcü politikacıları hala Abhazya’nın Gürcü toprakları olduğunu iddia ediyor ve hala ”Ayrılıkçılığa Karşı Mücadele“den söz ediyor ve Abhazların da davet edildikleri konferanslara katılmayı reddediyorlar ama bu gerçekliği görememe tavrı, tıpkı bir zamanlar Alman Devletini olduğu gibi, Gürcistan’ı da daha bağımlı kılmaktan başka bir işe yaramıyor.

Ruslar, Tiflis’in birbiri ardına sunduğu bu provokasyonlara seviniyor ve bunları Gürcistan’ı daha da sıkıştırmak, diğer küçük Kafkas uluslarını daha sıkı kontrol edebilmek için bahane olarak kullanıyorlar. Gürcü önderleri bu gerçekçi olmayan toprak bütünlüğü konusunda ısrar ettikçe ABD de Gürcistan’ı güvenilir bir partner olarak görmeyecektir.

Tam açık olmayan AB’nin Gürcistan’ı desteklerken ne sözü verdiği. 2008 yılının Ekim ayında AB, Gürcistan’a savaşın zararlarını telafi etmek için toplam 1,1 milyar Dolar yardım sözü verdi ve Gürcistan’ın ”Toprak Bütünlüğü“ne verdiği desteği bir kez daha tekrarladı. Uzun vadede bakıldığında AB, Tiflis için iyi olanı yapmıyor.

Kafkasya’da krizin çözülmesi icin henüz hala çok geç değil. Çünkü Ağustos ayındaki savaş kapattığından daha çok kapıyı da açtı. Sorunun dört asıl tarafının direk görüşmelere başlama cesaretini göstermeleri gerekiyor. Bu, Gürcistan için daha zor olacaktır, çünkü var olan gerçekliği kabul etmek zorunda olanlar onlar. Güney Osetya’ya için yapabilecekleri bir şey yok ama Abhazya’ya adım adım açılmaları mümkündür: Şiddeti reddetme, ekonomik ilişkilerin ve ulaşımın yeniden kurulması, diplomatik boykota son verilmesi ve sonunda defacto-bağımsızlığın Gürcü ve Megrel mültecilerin yeniden Abhazya’ya dönmelerine izin verilmesi karşılığında tanınması gibi. Bütün bunlar Abhazya’nın da Rus kıskacından kurtulmasına yardımcı olacaktır.

İkinci aktör durumundaki AB’nin de böyle bir yakınlaşmayı desteklemesi ve Abhazya ile alt düzeyde de olsa ilişki kurması gerekiyor. Üçüncü aktör olarak Abhazya hükümetinin uluslararası izolasyonu kırmak için eskisinden daha kararlı olması gerekiyor. Dördüncü aktör olan ABD’nin yeni hükümeti ise Güney Kafkasya’da da ”Değişim“ programını uygulamaya koyması ve Gürcü milleyiciliğini artık desteklememesi gerekiyor.

Tüm düşmanlıklara rağmen Abhaz politikacıları Gürcistan’ın geleceğinden büyük kaygı duyuyorlar. Komşularının bir azınlıklar sorunu nedeniyle veya Rusya’nın baskılarıyla çözülmeleri Abhazların korkulu rüyası. En büyük istekleri, yakın tarihte yaşananlara rağmen Abhazya’nın istikrarlı ve gelişen bir Gürcistan ile yakın ilişkiler kurabilmesi: AB, Türkiye ve diğer dünya ülkeleri karşısında ortak çıkarlarla birbirine kenetlenmiş iki komsu Kafkas ülkesi.

Kültürel anlamda ortak birçok yani ve dışarıdan bakanların kolay kolay anlayamayacağı espri anlayışları olan bu iki ülkenin eğer kendilerine bu fırsat tanınırsa yeniden karşılıklı güveni tesis etmeleri mümkündür. Bir Abhaz parlamenteri bana eski bir Gürcü arkadaşını görmek için nasıl Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gitmek zorunda kaldığını anlatmıştı. Otelin resepsiyonunda çalışan bayan pasaportlarını inceledikten sonra biraz şaşırarak ” Neden buradasınız“ diye sormuş? Biraz düşündükten sonra, ” Biz iki sevgiliyiz ve bizim ülkelerimizde buluşmamız mümkün değil, yasak!“ demiş.

(1) Etnik-dile dayalı tanımlar elbette ki önemli ama bazen abartılırlar. Kartwel ve Kuzey Kafkas dilleri (Abhazca ikicisine dahildir) birbirinden bağımsız lehçelerdir. Gürcü dili Kartwel (Güney Kafkas) dil ailesine dahildir. Megreller (Kolhi’lerin devamı olan halk) Gürcistan’ın batısında yaşıyor, kendi diyalektleri olduğu halde çoğunlukla kendilerini Gürcü olarak görüyorlar.