KAFKASYALILAR KONFERANSI

Josef Stalin
Çeviri: İsmail Yarkın
Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Viyana, Ocak 1913

Kartvelist propagandaya göre ne Acarlar diye bir halk ne de Acarca (Acaruli) diye bir dil veya başka kültürel farklılıklar vardır. Oysa aşağıdaki yazısında, kendisi de Gürcü (Kartvel anlamında) olan Josef Stalin (İoseb Cugaşvili), Acarların dinsel, kültürel ve dilsel farklılığını vurgulayarak, bunların Kafkas özerkliği içindeki konumunu tartışmıştır. Ancak genel olarak Kafkas ulusal sorununun çözümünü, “geç kalmış ulusların ve halkların, gelişmiş kültürün genel cereyanı içine çekilmesi”, yani asimile edilmesi olarak görmüş ve bunu, ülke bütünlüğünü sağlama kaygısıyla, pragmatik bir tavırla sözde ilerici, buna karşılık ulusal-kültürel özerkliği gericilik olarak nitelendirmiştir. Acarların dinsel ve kültürel özerkliğini, farklılığını yok etmek, bunu yok saymak isteyen Kartvelist propagandanın temelinde de bu anlayışın bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

KAFKASYALILAR KONFERANSI

Yukarıda, milliyetçilik “salgınına” dayanamayan Kafkasya Sosyal-Demokratlarının bir bölümünün sallantılarından söz etmiştik. Bu sallantılar, söz konusu Sosyal-Demokratların -ne kadar tuhaf görünse de “Bund”un ayak izlerinden yürümeleri ve ulusal-kültürel özerkliği ilan etmiş olmalarında ifadesini bulmuştur.

Tüm Kafkasya için bölgesel özerklik ve Kafkasya sınırları içinde yaşayan uluslar için ulusal-kültürel özerklik bu talep, bu Sosyal-Demokratlar tarafından -geçerken söyleyelim ki, bunlar aynı zamanda Rus tasfiyecilere katılmaktadırlar- böyle formüle edilmektedir.

Bunların tanınmış lideri ünlü N.’yi dinleyelim:

Herkesin bildiği gibi Kafkasya, merkezi bölgelerden, gerek nüfusun ırksal bileşimi bakımından, gerekse toprak ve tarımsal kültür bakımından farklıdır. Böyle bir bölgenin açılması ve maddi gelişimi, bölgesel özellikleri tanıyan, bu bölgenin iklimine ve kültürüne alışkın olan insanların, bölge halkının işgücünü gerektirmektedir. Bu ülkenin gelişimi için bütün yasalar bu bölgede hazırlanmalı ve bölge halkı tarafından uygulanmalıdır. Buna göre bölgesel sorunlar üzerine yasalar çıkarmak, Kafkasya özyönetiminin merkezi kurulunun yetki alanına dahil olacaktır. Böylece Kafkasya merkezinin fonksiyonu, bölgesel toprağın gelişmesini, bölgenin maddi zenginliğini amaçlayan yasalar çıkarmak olacaktır.” (Bkz. Gürcü gazetesi “Çveni Zhovreba” (“Yaşamımız”), 1912, No. 12).

Yani Kafkasya için bölgesel özerklik

N.’nin karmakarışık ve birbirine uymayan gerekçesi göz önüne alınmazsa, vardığı sonucun doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Kafkasya’nın bileşiminin ve yaşam koşullarının özellikleri göz önünde tutulduğunda, Kafkasya’nın genel olarak devletin anayasal çerçevesi içinde etkili olan bir bölgesel özerkliği gerçekten de gereklidir. Bunu N. de reddetmiyor. II. Parti Kongresi’nde, “asıl Rus bölgelerinden yaşam koşulları ve nüfus bileşimi bakımından farklı olan bütün kenar bölgeler için bölgesel özyönetimin tanınmasını” ilan eden Rusya Sosyal-Demokrasi’si de bu durumu kabul etmişti.

II. Kongre’de bu konuyu tartışmaya açan Martov, bunu “Rusya’nın muazzam genişliği ve merkezi yönetiminden edinilen deneyimlerin, bizi Finlandiya, Polonya, Litvanya ve Kafkasya gibi büyük birimler için bölgesel özyönetimin gerekliliği ve amaca uygunluğu sonucuna vardırdığı” ile gerekçelendirmiştir.

Fakat bundan, bölgesel özyönetimin bölgesel özerklik demek olduğu sonucu çıkmaktadır.

Ne var ki N. daha ileriye gider. Ona göre Kafkasya’nın bölgesel özerkliği “sorunun sadece bir yanı”dır.

Şimdiye kadar, bölgesel yaşantının sadece maddi gelişiminden söz ettik. Fakat bir bölgenin iktisadi gelişimi sadece iktisadi faaliyetle olmaz, bunun yanı sıra ruhi ve kültürel faaliyetler de gereklidir”… “Kültürel bakımdan güçlü bir ulus, iktisadi alanda da güçlüdür”… “Ne var ki ulusların kültürel gelişimi ancak milli dilde mümkündür”… “Bunun için anadille bağıntılı tüm sorunlar, ulusal-kültürel sorunlardır. Bunlar halk eğitimi, adliye, kilise, edebiyat, sanat, bilim, tiyatro vb. sorunlardır. Eğer bölgenin maddi gelişimi ulusları birleştiriyorsa, ulusal-kültürel meseleler her ulusu ayrı bir çalışma alanına yerleştirdiği için, ayırıcı nitelikte olur. Birinci türden faaliyet belli bir toprağa bağlıdır”… “Ulusal-kültürel meselelerde durum değişiktir. Bu meseleler belirli bir toprağa değil, fakat belirli bir ulusun varlığına bağlıdır. Gürcücenin kaderi, bir Gürcüyü nerede yaşı­yor olursa olsun aynı biçimde ilgilendirir. Gürcü kültürünün sadece Gürcistan’da oturan Gürcüleri ilgilendirdiğini söylemek büyük bir cahillik olurdu. Örneğin, Ermeni kilisesini alalım. Bu kilisenin işlerinin yürütülmesine, çeşitli bölgelerde ve devletlerde bulunan Ermeniler katılmaktadırlar. Burada toprak hiçbir rol oynamaz. Veya bir Gürcü müzesinin kurulması ile Tiflis’teki Gürcüler kadar, Baku’de, Kutais’de, Petersburg’da oturan Gürcüler de ilgilenirler. Demek ki, tüm ulusal-kültürel meselelerde idare ve yönetimi, bu meselelerle ilgili ulusun kendisine vermek gerekmektedir. Biz Kafkasya’daki milliyetler için ulusal-kültürel özerkliği ilan ediyoruz” (aynı gazete).

Kısaca: Kültür toprak, toprak da kültür olmadığından, ulusal-kültürel özerklik gerekmektedir. N.’nin bu konu yararına söyleyebildiklerinin hepsi budur işte.

Bir kez daha ulusal-kültürel özerkliği genel olarak ele almak istemiyoruz: yukarıda onun olumsuz niteliğinden söz etmiştik. Burada, genel olarak olumsuz ulusal-kültürel özerkliğin, Kafkasya koşullarında daha da saçma ve budalaca olduğunu be­lirtmek istiyoruz.

Bunun nedeni şudur.

Ulusal-kültürel özerklik, az-çok gelişmiş milliyetleri, gelişmiş kültür ve edebiyatları olan milliyetleri şart koşar. Bu önkoşullar olmaksızın söz konusu özerklik tüm anlamını yitirir, anlamsızlaşır. Oysa Kafkasya’da ilkel bir kültürü, ayrı bir dili olan, fakat kendi edebiyatına sahip olmayan bir dolu halk yaşamaktadır ve bu halklar bir de geçiş aşamasında bulunmaktadırlar; kısmen asimile olmakta, kısmen de gelişmektedirler. Ulusal-kültürel özerklik bunlara nasıl uygulanacaktır? Bu halklara ne olacaktır? Bunlar ulusal-kültürel özerklik için şüphesiz önkoşul olan ayrı ulusal-kültürel birliklerde nasıl “örgütlenecek”lerdir?

Ayrı ayrı diller konuşan, fakat kendi edebiyatlarına sahip olmayan Mingrellerin, Abazaların, Acarların, Svanların, Lezginlerin vb. durumları ne olacaktır? Hangi ulusa sayılacaktır bunlar? Bunları ulusal birliklerde “örgütlemek” mümkün müdür? Bunlar hangi “kültür meseleleri” adına “örgütlenecektir”?

Osetlerin ki, bunlardan Trans-Kafkasyalı Osetler Gürcüler tarafından asimile edilmektedir (ancak henüz tamamen asimile olmamışlardır), Ön-Kafkasya’da yaşayan Osetler ise kısmen Ruslar tarafından asimile edilmekte, diğer kısmı ise öz edebiyatlarını yaratarak gelişmektedirler- durumu ne olacaktır?

Bunlar yekpare bir ulusal birlikte nasıl “örgütlenecekler”?

Gürcüce konuşan, fakat Türk kültürüne sahip ve Müslüman Acarlar hangi ulusal birliğe sayılacak? Yoksa onları dini meseleler bazında Gürcülerden ayrı ve diğer kültür meseleleri bazında Gürcülerle birlikte mi “örgütlemeli”? Ya Kobuletler, İnguşlar, İngiloidler?
Bir dolu halkı listeden çıkaran bu özerklik nasıl bir özerkliktir?
Hayır, bu ulusal sorunun çözümü değil, boş bir fantezinin ürünüdür.

Fakat yine de düşünülmezi düşünüp, N.’nin ulusal-kültürel özerkliğinin gerçekleştiğini varsayalım. Nereye varacak, hangi sonuçlan verecektir bu? Örneğin çok düşük okuma-yazma oranı ile her şeye kadir mollaların başı çektiği okulları ile, dinsel inançlarla işlenmiş kültürleri ile Trans-Kafkasya Tatarlarını alalım… Bunları bir ulusal-kültürel birlik biçiminde örgütlemenin, mollaları başlarına oturtmak, onları eti ve kemiğiyle mollalara teslim etmek, Tatar kitlelerin baş düşmanları tarafından manevi köleleştirilmesi için yeni kaleler meydana getirmek anlamına geleceğini kavramak zor değildir.
Fakat Sosyal-Demokratlar ne zamandan beri gericilerin değirmenine su taşıyorlar?

En kötü gericilere kitleleri köle olarak teslim etmeye yarayan, Trans-Kafkasyalı Tatarların bir ulusal-kültürel birlik biçiminde ayrılması Kafkasyalı tasfiyeciler “ilan edecek” daha iyi bir şey bulamadılar mı?

Hayır, ulusal sorunun çözümü bu değildir.

Kafkasya’da ulusal sorunun çözümü ancak, geç kalmış ulusların ve halkların, gelişmiş kültürün genel cereyanı içine çekilmesi doğrultusunda mümkündür. Ancak böyle bir çözüm ilerici olabilir ve Sosyal-Demokrasi tarafından kabul edilebilir.

Kafkasya’nın bölgesel özerkliği tam da bunun için; geç kalmış ulusları genel kültürel gelişim içine çektiği, onlara küçük milliyetlerin tecrit kabuğundan çıkmalarına yardımcı olduğu, onları ileriye ittiği ve gelişmiş kültürün nimetlerinden yararlanmalarını sağladığı için kabul edilebilir olmaktadır. Oysa ulusal-kültürel özerklik tam aksi yönde etki yapmaktadır; çünkü o ulusları eski kabuğu içine kapatır, onları kültürün alt aşamalarında tutar ve daha yüksek kültür aşamalarına varmalarını engeller.

Böylece ulusal özerklik, bölgesel özerkliğin olumlu yanlarını felce uğratır, bunları sıfırlar.

İşte bunun için, ulusal-kültürel özerkliği bölgesel özerklikle birleştiren, N.’nin önerdiği özerkliğin bu karma tipi de işe yaramaz. Doğaya aykırı olan bu kombinasyon, durumu iyileştirmez, bilakis kötüleştirir, çünkü geç kalmış ulusların gelişimini engellemekle kalmaz, aynı zamanda bölgesel özerkliği, ulusal birlik­ler halinde örgütlenmiş ulusların çatışma alanı haline getirir.

Böylece genel olarak işe yaramaz olan ulusal-kültürel özerklik, Kafkasya’da anlamsız gerici bir girişime bürünür!

N.’nin ve onun Kafkasyalı düşünce arkadaşlarının ulusal-kültürel özerkliği işte budur.

(…)