KAF DAĞI’NIN ARDINDAKİ KAFKASYA

Erdoğan Ilgaz

Aktaracağım olaylar neticesinde orta ya çıkan durumu; “halkların farklı coğrafyaların etkisiyle birbirilerine düşman veya dost oldukları”, “coğrafyanın halkları birbirilerine düşman/dost yaptığı” şeklinde değerlendirenler olacaktır. Önceleri doğru bir tespitmiş gibi görünen bu değerlendirme aslında büyük bir yanılgıdır.

İsterseniz olayları/gelişmeleri birlikte paylaşıp değerlendirmemizi daha sonra yapalım. Olaylara konu bölgemiz, tarihi ve doğal güzellikleri bir tarafa, çeşitli olduğu kadar zengin kültürlerin yaşandığı “Kafkasya”dır. Gerçektende Kafkasya gökyüzünü delecek gibi görünen yüksek dağları ve bu dağlar arasındaki yemyeşil ovaların yer aldığı bir bölge olması yanı sıra insani büyüleyen müziği, asaletle dansın nasıl birleştiğini gösteren folklorik dansları, neredeyse köyden köye değişen dilleri ile ender bir bölgedir. İşte tüm bu güzelliklerin bir arada bulunduğu bölgede, geçmişte yaşanan bazı olumsuzlukların devamı niteliğinde bu günde kan ve gözyaşı vardır.

Kafkasya’nın tamamından bahsetmek, -bırakın yazmayı- sanırım günlerce konuşmayı gerektirir. Bu nedenle sadece bir bölgesinden “Osetya”dan bahsedeceğim. Osetya zorunlu göç gibi bir trajik yönü olan olguyla Stalin döneminde tanışmıştır. Stalin’in hastalıklı ruh hali nedeniyle vatanlarını, topraklarını terk etmek zorunda kalan halkların bir bölümü de Osetya’da nasiplerini almışlardır. Acımasız bir diktatörün ruh halini yansıtan uygulamalar neticesinde binlerce insan evlerinden alınarak kilometrelerce uzaklardaki farklı kültürlerin yaşam alanlarına monte edilmek istenmiştir. 1992 yılında başlayan Oset-İnguş çatışması bu kez hayatlarını kurtarmak pahasına yollara düsen insanların “zorunlu göç”ünü ortaya çıkarmıştır. Çatışmaların bittiği düşünülen dönemlerde ülkelerine dönen insanların karşılaştığı zorluklar ise tahmin edilemeyen boyutlarında gerçekleşmiştir. Kendilerini karşılayan eski akrabalarının öteleyici, dışlayıcı tavırları karşısında yaşanan hayal kırıklığı, yokluk, fiziki koşullar gibi zorlukların verdiği acılardan daha fazlasına neden olmuştur.

Ahmet Yusupoviç Pogorov’un “apiam.narod.ru” adlı internet sitesinden alınarak “ajanskafkas.com”’da yayınlanan hüzünlü hikayesi bunları çok güzel anlatıyor. “Ahmet 1929’da Çeçen-Içkerya Assrin Prigorodnii bölgesindeki Moçki-Yurt (şimdiki Çermen) köyünde doğdu. Henüz genç bir delikanlıyken halkıyla birlikte 1944 de Kazakistan’a sürüldü. Okumak yerine aşırı soğuk ve sıcakta kolhozlarda çalışmak zorunda kaldı. Kendisi belki böylece açlıktan korundu ama anne ve babası ayni şeylere dayanamadı: Onlar Kazakistan’da, Moçki-Yurt’taki evlerine geri dönemeden yaşamlarına veda ettiler.

Ahmet Yusuvapiç Kazakistan’da evlenip yuva kurmuştu. 1957’de dönüşe yeşil ışık yakılmasıyla ailesiyle vatanına döndü. Ama diğer İnguşlar gibi kendi köylerine yerleşmesine izin verilmedi, uzun süren mücadelelerinin ardından Prigorodnii bölgesinin Mayski köyünde ikamet hakkı aldı. Ahmet Pusupoviç yeni yerinde ev yaptı, sekiz çocuk yetiştirdi. Ailesini doyurabilmek ve para kazanabilmek için de sıklıkla sezon işçisi olarak sürgün yıllarından bildiği Kazakistan’a gitti. Hayat standardı her geçen gün düşerken Yusupoviç’in evinde fakirlik büyüdü. Büyük çocuklar aileden ayrıldı. Yusupoviç ve eşi Medine Muhtarovna’nın yanında bir tek küçük kızları Aysat kaldı. O da müziğe pek meraklıydı ve el sanatlarıyla ilgileniyordu. Oset-İnguş çatışmasının patlak verdiği 1992 yılı gelip çattığında Mayski köyü olup bitenlerden fazla zarar görmemişti. Ahmet Yusupoviç’in başını çektiği köylüler federal güçlerle erken temasa geçip ateşin Mayski’ye sıçramasını önleyebilmişti. Ama sonradan buraya mülteci akını olunca iş değişti. Nüfus üçe, dörde katlanırken sıkıntılar baş gösterdi.

Mayski’de herkesi etkileyen sıkıntılar derinleşirken bu kez Ahmet Yusupoviç’in ocağına başka bir ateş düştü. 24 Kasım 2007 de Vladikavkaz-Mozdok yolu üzerinde, köy yakınlarında küçük kızı Aysat, askeri birliğe ait zırhlı araç tarafından ezildi. Üç aydır soruşturma devam ediyor ve Vladikavkaz askeri savcılığı suçu ölen Aysat’a yıkarak dosyayı kapatmaya çalışıyor. Nice badirelerin üstesinden gelmiş Ahmet Yusupoviç ise kendini hayata bağlamış ve şimdi yitirdiği kızı için sadece adalet istiyor, ne intikam ne de tazminat. ”Oset ve İnguşlar arasındaki çatışma düzeyine varan gerginliğin yarattığı sonuçların Ahmet Yusupoviç üzerine yansıması gerçekten çok dramatik. Kuzey Osetya’nın Prigorodni bölgesinde yaşayan İnguşlar yaklaşık 8 ay önce hayat endişeleri dolayısıyla Uluslararası toplumlardan yardım talebinde bulunmuştu.

Peki, bu olayın “Türkiye ile ilgisi nedir” ve “Türkiye bu bölgeye barışı nasıl götürecektir?” Kafkasya konusuna biraz vakıf olan herkes bilir ki; değişik zamanlarda gerçekleşen zorunlu ve gönüllü göçlerle Türkiye, tüm Kafkas halklarının doğal bir uzantısı, bir akraba ülkedir. Kafkasya’da bulunan etnik grupların neredeyse hepsinin göçle gelen uzantıları, Türkiye’deki diğer topluluklarla kader birliği yapmışlar, istiklal savaşıyla sınırları kanla çizilmiş bu ülkeye can/kan vermişlerdir. Türkiye’nin Muş, Bitlis, Balıkesir, Manisa, Kayseri, Amasya, Sakarya, Konya vs. illerinde yaşayan ve ülkenin idari yapısında önemli mevkilerde hizmet sunmuş Kafkasya halkları, Türkiye Türklüğünün en önemli unsurlarıdırlar.

Evet, Kafkasya’da çatışma halinde olan İnguş-Oset, Abhaz-Gürcü, Karaçay-Kabardey vs. bütün Kafkas halkları, Türkiye’de et ve tırnak olmuştur. Değil etnik farklılık, oluşturdukları “Ara Üst Kültürel Kimlik” olan “Çerkeslik” altında birlik ve beraberlik içersinde yaşamışlardır. İşte burada dikkate alınması gereken husus coğrafya değil, insanların etrafından toplandığı bir değerin/mananın bulunmasıdır.

Eğer Kafkas halkları Türkiye’de kardeşçe ve birlik içerisinde yaşıyorlarsa, bunun sebebi coğrafi farklılık değil, inanılan/güvenilen, etrafından toplanılan değerlerden oluşturulmuş bir laik-demokratik bir ulus devletin söz konusu olmasıdır. Üniter devlet anlayışı ile bütün kesimlere eşit mesafede imkanlar sunarak, halklar arasında barış ve istikrarı inşa eden Türkiye Cumhuriyeti, bu yönüyle Kafkasya için bir model, bir örnek ülkedir. Bu örneğin Kafkasya’ya anlatılması, açıklanması, gösterilmesi ancak Türkiye’de yaşayan akrabaları vasıtasıyla olabilecektir. Kafkasya’da huzursuz ve gergin bir şekilde yaşayan bu insanlara, Türkiye’de birlik ve beraberlik içersinde nasıl yaşandığı, provokasyonlara nasıl engel olunabilineceği, birlikte hareket etmenin sağlayacağı avantajlar en iyi şekilde ülkemizdeki akrabaları tarafından anlatılmalıdır ki, Kafkasya’da acılar son bulabilsin.