ISHAK MASBAS ile EDEBİYAT VE TARİH ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Adige Mak
Çeviri: CETAO İbrahim

Not: Eleştirmen Halid Tleptserishe, Adige ozanı ve yazarı Masbas Ishak ile edebiyat ve tarih üzerine bir söyleşide bulundu. Aşağıda bu söyleşiyi aktarıyoruz.

Tleptserishe – Şiirlerin üzerine bilimadamları ve eleştirmenler  birçok kitap ve makaleler yayınladılar. Ancak düz yazıdaki başarılarında şiirlerinden daha az değil. 1966 yılından beri birçok roman yazdın.

Bu ilginç romanlarında geçmişte savaş ve barış zamanındaki yaşamı dile getirdin. Romanların psikolojik karakterlerle yüklüydü ve unutulmaz izler bırakıyordu. Son  zamanlarda ise tarih romanlarına yöneldin. Bu alandaki yapıtların bence Adige edebiyatına yeni bir yol açtı. Adigelerin sesini hem Rusya’da hem dışarıda duyurdu. Adige tarihi, yapıtlarında ne zamandan beri yeralmaya başladı?

Masbas – Birçokları tarihi roman yazmaya “Bziyko savaşı” (Türkçe’ye “Bitmeyen Umutlar” adıyla çevrildi) ile başladığımı sanıyorlar. Ancak ben yazmaya başladığım günden beri Adigelerin tarihlerini, Rus-Kafkas savaşları ile uğradıkları felaketi içimden hissetmeden ve düşünmeden bir gün bile geçirmedim. Bununla ilgili olarak da çokça şiirler yazdım. Eski sistem zamanında tarihi gerçekleri çokça yüksek sesle dile getirme olanağımız olmadığı doğrudur. O zamanda arşivlerdeki belgelere serbestçe ulaşıp onlardan yararlanma olanaklarımız da yoktu. Günümüzde gerçekleri daha iyi dile getirebileceğimiz olanaklara sahip olduk.

Tleptserishe – Yazarın gerçekleri tüm çıplaklığıyla yazma sorumluluğu olduğuna inanıyor musun? Çünkü yazar bir bilimadamı değildir. O ne yaparsa yapsın tarihi kendi görüşüne göre anlatacaktır. Örneğin  “Tas Değirmen”, “Han Ceriy”, “İki Esir” adlı romanlarında her ne kadar tarihi belgelerden yararlanmış olsan da yine kendi tarih görüşünü dile getirdin. Bu konuları bir başka yazar ele almış olsaydı bir başka biçimde dile getirmiş olabilirdi.

Masbas – Kuşkusuz öyle. Roman bilimsel yapıt değildir. Romanda yazar insani ve yaşamı kendi gördüğü biçimde dile getirir. Sanatına kendi görüş ve yaklaşımını yansıtamazsa başka yazarlardan ayırdedici bir özelliği kalmaz. Böyle bir yazarda kimseye gerek değildir. Olayın bir diğer yönü daha var. Bin yıl önce ya da yüz elli yıl önce Adigelerin uğraştıkları felaketlerden dolayı ben günümüzde bir başka halkı suçlamak ve ona düşmanlık gütmeyi uygun bulmam. Romanlarımda da önüme böyle bir hedef koymadım. Romanlarımda uğradığımız zulüm ve felaketleri anlatıyorum ama kötü ulus olmadığını, kötülüğün iktidarı ellerinde bulunduranlardan kaynaklandığını da dile getiriyorum. Bunu okuyucuya anlatabilmekte elbette çok kolay bir şey değil.Bu sonucu sağlayan bir çok etken var. Bunların hepsini araştırıp bulmak, birçok kitapları okumak gerekiyor. Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise biz Adigeler de sütten çıkmış kaşık değiliz, birçok hatalı yanlarımız var. Bu görüşlerimi tüm tarih romanlarıma yansıtıyorum. Dikkatli okuyanlar bunu farkedeceklerdir. Üzerine saldırıp öldüreni,  yağma ve talan edeni sevmenin çok zor olduğunu da biliyorum. Romanlarımda uğradıkları felaketlerden dolayı Adigeler adına duyduğum acıyı da hissettirdiğimi sanıyorum.

Tleptserishe – Günümüzde bir çokları yazarın ve edebiyatın insanları eğitmede ve yönlendirmede bir fonksiyonu kalmadığını dile getiriyorlar. Yalnız zaman geçirtmek amaçlı olarak çıkan kitapların sayısını söylemek olası değil. Bugün okunup yarın unutulan kitaplar…

Masbas – Insanı eğitmeyen ve yönlendirmeyen edebiyat bence edebiyat değildir. Bundan yazarın kendi görüş ve düşüncelerini, ideolojisini açık seçik bir biçimde yapıtına yansıtması gerektiğini söylemek istemiyorum. Yazar bizi çevreleyen doğayı ve yaşamı gerçekçi bir biçimde dile getirmeli, yapıtına kendi görüşünü yansıtmalı, okuyucuyu düşündürebilmeli, kendi kaygılarına okuyucuyu da ortak edebilmelidir. İnsanı iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa yönlendirmeyen edebiyata hiçbir gereksinim yoktur. Puskin’i, Lermontov’u, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Çehov’u, Solohov’u bu insani düşünce ve yaklaşımları nedeniyle çokça seviyor ve okuyoruz.

Tleptserishe – İnsanı iyiliğe ve güzelliğe götürmeyi romanlarındaki ana düşünce olarak görüyorum. ”Taş Değirmen”,  “Iki Esir”,  “Han Ceriy”,  “Redad” hep bu ana düşünce ekseninde gelişiyor. Savaş nedeniyle yetim kalmış küçük Adige kız Afips’i ve onun yardımına koşan yaşlı Rus Fedor Anaskevic’i sevmemek ve onlara acımamak olası değil. Aynı biçimde iki ateş arasında kalan ve çektiği acılara yüreği dayanmayarak yaşamını yitiren Han Ceri’nin acılarını da insan paylaşmadan geçemiyor. Kosog prensi Redad’in sorunlarına ortak olmamak ta olanaksız. Bu nedenle edebiyatın insanı iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa götürmesi gerektiği görüşüne aynen katılıyorum.

Masbas – Roman kahramanını sütten çıkmış kaşık gibi göstermek, onu kusursuz olarak  yansıtmakta doğru değil. Benim tarih romanlarımın kahramanları olan Seferbiy Zanoko, Hatirbay Tsey, Han Ceriy ve Redad da kusursuz insanlar değiller. Onlarda birçok hatalar yapıyorlar. Eksiği ve yanlışı olmayan insan yoktur. Romandaki amaç kahramanın iyiliğini ve kötülüğünü ortaya çıkarmak değil, yazarın yapıtına yansıtmak istediği ana düşünceyi okuyucuya anlatabilmektir.

Tleptserishe – Tarihi romanların Adige edebiyatına yeni bir güç kazandırdı. Tarihi roman yazmak kolay olmasa gerek. Seni tarihi roman yazmaya iten nedenler nedir?

Masbas – Doğrusunu söylemek gerekirse son yirmi yıldır yalnız tarih romanları ile uğraşıyorum ancak daha öncede belirttiğim gibi Adige tarihine olan ilgim daha eskilerden başlıyor. Tarihe bu denli yönelmemin bazı nedenleri de yok değil. “Yıllar geçtikçe, akıl da olgunlaşıyor” diyor Platon. Yazarın deneyimi arttıkça ve yazmanın kolaylıklarına erişince neyi nasıl yazacağını da daha çok düşünür oluyor. Ülkesini, toprağını, halkını ve onların tarihlerini daha çok merak ediyor. Büyük küçük her halkın kendine özgü bir tarihi var. Her halk tarihinde birçok olayla karşılaşıyor. Adigelerinde zengin bir tarihleri var. Bizi küçük bir halk olarak kabul ediyorlarsa da ben bunu asla kabul etmiyorum. Halkımız büyük, eski ve ilginç bir halk. Rus-Kafkas savaşları nedeniyle bugün dünyaya dağılmış olarak yaşıyoruz. Ancak bu durum bizim
geçmişimizi, geçirdiğimiz iyi ve kötü günleri bilmememizi gerektirmiyor. Bizde eğer bir ulus isek tarihimizi iyi bilmemiz gerekir. Tarihimizi yalnız kendimiz değil başka halklara da öğretmeliyiz. Adigelerin kim olduklarını, bu toprakların, üstümüzdeki gökyüzünün ve güneşin bizim olduğunu onlara anlatmalıyız. Bu da  yazarların, bilimadamlarının sorumluluğudur. Bunu biz yapmazsak bir başkası gelip bizim adımıza bunlar yapmaz. İşte bu gerekçelerden yola çıkarak Adige tarihinin ardına düştüm.

Tleptserishe – Tarihimiz üzerine bilimdamlarımız birçok çalışma yapmışlarsa da doğruyu söylemek gerekirse ben tarihimizi daha çok senin kitaplarından öğrendim. Halkımızın geçmişini, yaşam biçimi, psikolojisi, iyi ve kötü yanları hep senin tarihi romanlarında açıkça yeralıyor.

Masbas – İnsanların beğenecekleri ve yararlanacakları kitap yazmak kolay değil. Tarih romanı yazmakta hepsinden daha zor. Kendi başından geçmis olanları ve görmüş olduklarını yazmak daha kolay. Böyle durumlarda  olayları daha yakından biliyorsun, kişileri daha yakından tanıyorsun. Düşünerek ortaya çıkardığın kişilikler daha az oluyor.Tarih romanı yazmanın iki güçlüğü var: Bunların birincisi; yazı dilimizin olmayışı nedeniyle tarihi olayları doğrulamaya yarayan belge ve dokümanlarımızın olmayışı. Redad adlı romanımı yazarken bu gereksinmeyi çok yoğun bir biçimde duydum. Burada bin yıl önceki Adigelerin yaşam biçimlerini, insan ilişkilerini, konutlarını, ev eşyalarını, giysilerini, yemeklerini, yemek takımlarını, yaptıkları işleri, çalışma yöntemlerini, üzüldükleri ve sevindikleri olayları, inandıkları dinleri ve tapınma biçimlerini, düğünlerini, cenaze törenlerini, yaralıları tedavi ve evlilik törenlerini tam anlamıyla bilmek gerekiyordu. Ancak bunun için gerekli kaynaklar olmayınca ne yapacaksın?

Tleptserishe – Herhalde kendin düşünerek ve yazarlık sezgilerini kullanarak bulacaksın. Bunun yanında sözlü edebiyat ürünlerinden çokça yararlanacaksın. Eski Adige şarkılarındaki, öykülerindeki  kahramanların kişiliklerinden, giyim kuşam biçimlerinden, silahlarından, evlerinden, toprak işleme ve hayvan besleme yöntemlerinden yararlanmayacaksan benim aklıma başka bir yol gelmiyor.

Masbas – Söylediklerin doğru ancak sözlü halk edebiyatı gerçek tarihi yansıtmıyor.  “Düşünerek uydurma”nın ve “fantazi”nin de romanda bir sınırı olmalı. Romandaki kişilikler geçmiştekine uygun olmalı. Redad adlı romanımı doğruyu söylemek gerekirse kendime karanlıkta el yordamı ile yol açarak yazdım ve bu kitap için çok sıkıntı çektim.

Tleptserishe – Bu roman için yararlanabildiğin ne gibi kaynaklara sahiptin?

Masbas – X.yüzyıl sonlarında ve XI.yüzyıl başlarında Adige boyları olan Kosog, Meot, Zih ve Hakuc’ların yaşadıkları, komşuları olan Hazarların ve Rusiclerin Adigelere saldırdıkları, yağma ve talan yaptıkları, o tarihte Redad’in Kosog prensi olduğu,1022 yılında Adigelerle Rusicler karşı karşıya geldiklerinde iki tarafın ordularının çarpışmaması için kendisinin Rusic prensi Mistislav ile silahsız olarak dövüşmeyi kabul ettiği bilinen tarihi gerçeklerdir. Bu dövüşte galip gelenin yenilenin ülkesini, malını mülkünü, karısını ve çocuklarını elde etme hakkına sahip olduğu konusunda anlaşmışlardı. Ancak Mistislav anlaşmaya uymadı. Dövüşte yenileceğini anlayınca çizmesinin içine sakladığı bıçağı ile Redad’i öldürdü. Onun malına mülküne el koydu, karısını ve çocuklarını esir etti. Adigeleri de vergiye bağladı. Rus kaynaklarında olay böyle anlatılıyor. Redad’in karısının ve iki oğlunun Adigece adlarına kaynaklarda rastlanmıyor.

Tleptserishe – Okurların daha iyi anlamaları için yeni kitabından biraz sözetmek istiyorum. Romanda bin yıl önceki Adigelerin yaşam biçimleri, o zamanki Adige-Hazar ve Adige-Rus ilişkileri, toprak ve mal mülk talanı ve din konusunda aralarında meydana gelen mücadeleler, güçlü olan halkların daha güçsüz ve küçük halkları yönetmek için uğraşmalarından ve daha birçok konudan söz ediliyor. Bizans Imparatorluğu Rusiclere kendi dinini kabul ettirdikten sonra onları Mecusi dininde olan komşu Adigelerin üzerine kışkırtması ve Adigeleri kendi dinlerine girmeleri için zorlamaları konu ediliyor. Mistislav önderliğindeki Rusicler Adige topraklarına saldırıyor, onları vergi vermeye ve kendi dinlerini kabul etmeye zorluyor. Hazarlar da Adigelere rahatlık vermiyor. Tüm bu güçlükleri yenebilmek için düzenli orduya ve silaha gerek duyuluyor. Bunun içinde Adige boylarının birleşip bir ülke biçimine gelmeleri gerekiyor. Ancak Adigeler olarak durumumuz malum. Her boyun, her köyün bir prensi var ve onlar kimsenin yönetimine girmek istemiyor ve Kosog prensi Redad’in birlik çalışmalarına karşı çıkıyorlar. Bu madalyonun bir yüzü. Madalyonun diğer yüzünde ise büyük prens Redad’in yerine göz koyanlar onunla rekabete girişenler var. Nahles ve adamları bu gurupta yer alanları oluşturuyor. Bir diğer tarafta ise kendisini tanri elçisi olarak insanlara kabul ettiren Turab dini gücünü kullanarak Redad’a karşı gizli bir mücadele yürütüyor. Kitaptaki tüm personaj bu üçlü mücadelenin içinde yer alıyor. Tüm bunlar kitabı çekici ve sürükleyici kılıyor.

Masbas – Kitabı okurlara iyice açıklamış oldun. Kitabı okuyacak olanlar bunları daha iyi anlayacaklardır. Ben sözümü daha önce kaldığım yerden sürdürmek istiyorum. Tarih romanı yazmanın iki güçlüğü olduğunu söylemiş ve bunların birini açıklamıştım. İkinci güçlük ise tarihi belge ve dokümanlardan romanda bolca yararlanma gereğidir. Daha önceki romanlarım “Taş Değirmen” ve “Han Ceri” de olduğu gibi bu romanımda da bu tür kaynaklardan çokça yararlandım. Rus Kafkas savaşları üzerine çokça kaynak var. Bunlar Sen-Petesburg, Moskova, Paris, İstanbul, Tiflis, Stavropol, Krasnodar ve başka yerlerdeki müzelerde bulunuyor. Buralardan bolca materyal elde ettim ve onlardan çokça yararlandım. Ancak bu alanda karşılaşılan güçlüklerde az değil. Bunlar materyallerin bulunması ve toparlanması ile ilgili olduğu gibi belgeler arasındaki çelişkilerden de kaynaklanıyor. Aynı olayların ayrı
belgelerde değişik biçimde yer aldığı oluyor. Bu nedenle bir olay doğrulamak için bu kez başka belgelere gereksinim duyuluyor. Aksi takdirde, olayı yanlış ve gerçeğe uygun yansıtamadığını anlayan okur affetmiyor ve yazara güveni kalmıyor. Bu nedenle romanda geçen olayların anlatımında yararlandığım kaynakları da kitapta belirtme gereği duydum. Böyle davranmasaydım da yazdıklarıma Adigeler güvenebilirlerdi ancak ben bunu başka halklardan okurlarım için yaptım. Çünkü onların tarihi gerçekleri ve bugüne kadar toplumdan gizlenenleri iyice bilmelerini istedim. Çünkü onlar Rus-Kafkas savaşları sırasında çarlığın bize yapmış olduğu kötülüklerden habersizdiler.

Tleptserishe – Eski Adige psikolojisini, tavır ve davranışlarını anlatabilmek için nelerden yararlandın?

Masbas – İnsan psikolojisi yaşadığı zamanın olay ve koşullarından mutlaka etkileniyor. Ama hangi çağda olursa olsun insan sonuçta insan olarak kalıyor. Söylemek istediğim insan zeka ve sezgi gücü değil. O da zamana göre daha yüksek ya da düşük bir düzeyde olabiliyor. Sorunlar da zamana ve sosyal yaşama göre değişik olabiliyor. Ancak insan psikolojisinin, tavır ve davranışlarının yaşanılan zaman ne olursa olsun değişmeyen yönleri var. Iyi insan ya da kötü insan olmak gibi. Eskidende cömert, merhametli, dürüst, yiğit, tutarlı, onurlu insanlar vardı. Bu iyi özelliklerin hepsi bir insanda toplanıyordu diyemeyeceğim ama iyi insanda iyi özelliklerin daha çok bulunması gerekiyordu. Aynı biçimde kötü insanda da kötü huylar daha fazla bulunuyor. Korkaklık, tamahkarlık, merhametsizlik, zalimlik, çekemezlik gibi. O nedenle eğer işlemekte olduğun zamanı iyi tanıyorsan o zamanın insan kişiliğini ortaya çıkarmakta o denli zor olmuyor. Birde sanat yeteneğin ve yeterli deneyimin varsa.

Tleptserishe – Redad, Nahles, Turab, Dehaps ve diğerleri hemen gözünün önünde tanıdık birileriymiş gibi canlanıveriyor son romanın Redad’da. Kitapta çokça personaj yeralıyor ve her biri kendi karakterini, tavır ve davranışlarını sergiliyor. Redad akıllı, güçlü, kararlı ve yiğit biri olmasaydı o zamanki Kosogların ve Adigelerin Baş Prensleri olamazdı. Aynı biçimde Nahles ve Turab’da Adigeleri kendi istedikleri gibi yönetme hırsları olmasaydı Redad ile mücadeleye girişmezlerdi. Redad Adigelerin geleceği için uğraşıyorken, diğer ikisi kişisel çıkarları peşindeydiler.

Masbas – Benim eklemek istediğim Nahles ile Turab’in amaçlarına ilişkin olacak: Nahles, Redad’in yerine iktidarı ele geçirmeye çalışıyordu.Turab ise dini kullanarak Adigelere söz geçirmeyi ve Redad’dan daha üstün bir mevkiye ulaşmayı hedefliyordu.

Tleptserishe – Tarih romanlarında unutulmayacak bir çok kişilik ortaya koydun. Hagur Mos, Prens Hacemiko, Zaniko Seferbiy, Tsey Hatirbay, Tram, Horetliko Marcan, Han-Ceriy, Kanitat, Sevay, Bambet, Redad, Nahles, Turab, Dehaps ve başkaları. Bence bunların hepsi ulusal kişilikleri tam olarak yansıtan tipler.

Masbas – Yazarın en başta gelen sorumluluğu halkın yaşam biçimi ile kişiliğini ortaya koyabilmektir. Gogol’u, Solohov’u,Tolstoy’u, Cerase’yi, Alim Ciseko’yu neden severek okuyoruz? Halk yaşamını ve kişilikleri unutulmayacak biçimde gösterebilmelerinden olsa gerek. Bunu başarabilmek için halkını, onun yaşam biçimini, psikolojisini, mantalitesini iyi bilmek ve halka gönülden çok yakın olmak gerekir. Roman kahramanına Adige adı verip, Adige giysisi giydirmekle o, Adige olur mu? Yineliyorum, kahramanı Adige yapabilmek için Adige yüreği taşımak, Adige’nin sevinç ve kederlerini, duygu ve düşüncelerini anlamak gerekir. Adige’nin tavır hareketi ile Rus’un ya da Alman’ın tavır hareketi aynı olamaz. Yazar, Adige tavır ve hareketini, düşünce biçimini romanında ortaya koyabilmelidir.

Tleptserishe – Romanlarındaki kahramanların hepsi amaçlarına ulaşamadan yaşamlarını yitiriyorlar. Onlar ne denli güçlü, yigit ve akıllı olsalar da yaşadıkları zamanın zor problemleri ile başedemiyorlar. Gosovunay, Zaniko Seferbiy, Nekras Tim, Tsey Hatirbay, Fedor Anaskevic, Afips, Redad ve rakipleri Nahles ile Turab bunun örnekleri. Kahramanların yaşamlarını yitiriyorlarsa ve halkları zulüme uğruyorsa romanların trajedi türünde olmuyor mu? Sen bir trajedi yazarı mısın,yoksa bu durum yaşanılan zamandan mı kaynaklanıyor?

Masbas – Olgunlaşmış yazar yaşanılan zamana ters düşen kitap yazamaz. Zamanın havasını solutmayan yapıt başarılı sayılmaz. Bu durum romanda yazarın sözlerinde yeralmasa bile kahramanın tavır ve hareketlerinden, onun psikolojisinden anlaşılır. Ayrıca tarihte rahat ve huzurun uzun sürdüğü dönemler fazla değildir. Her devrin getirdiği bir felaket mutlaka olmuştur. Bu nedenle trajediye belli bir zamana bağlamak zordur. Felaketler hep kötü olayların sonucudur. Çoğunluklada doğrudan insana, onun yaşamına ve ölüm biçimine yöneliktir. Örneğin bir toplum içinde yaşıyoruz ve çevremizde yakınlarımız ve akrabalarımız varmış gibi görünmesine  karşın ben insanı yalnız olarak kabul ederim. Bağırarak doğuyor inleyerek ölüyoruz. Doğmayan canlı olmadığı gibi ölmeyecek canlı da yok. Adige atasözünde belirtildiği gibi  “Beşiği yapılmayan, mezarı kazılmayan insan yok”. Bizi beklemekte olan ölüm de bir trajedi. Bunu umutsuzluk aşılamak için söylemiyorum. Bu bir doğa yasası. Benim tarih romanlarıma gelecek olursak romanlarımın konuları hep felaketler, savaşlar ve halkın yokoluşuna neden olan olaylar. Tarihimiz böyleyse elden ne gelir. Evet bu yüzden romanlarımın trajedi olduğuna kuşku yoktur.

Tleptserishe – Adigelerin baş Prensi Redad ne denli çalıştıysa da halkını birleştiremedi, düşmanlarından koruyamadı ve halkını zamanın gelişmiş komşu halklarının katına ulaştıramadı. Bir şeyler başardıysa bile  zamanın problemleri ile başedemedi, kendiside yaşamını yitirdi. Yani kötülük, zulüm ve hile; insanlığı, güzelliği yenilgiye uğrattı. Adige ülkesinin üzerine gece karanlığı çöktü.

Masbas – Bu olay başımıza gelen felaketlerin başlangıcıdır. Buna karşın Adigeler umutlarını yitirmediler, kendileri de yok olmadılar. Dünya üzerine darmadağın olmuşsak da hala yaşıyoruz. İlginç olan odur ki, Adigelerden çok akıllı, güçlü ve zeki insanlar çıkmıştır  ama onlar kendi halkları ve vatanları için çalışmamışlar kendi güçlü devletlerini kuramamışlardır. Yabancı ulus  ve devletlere hizmet etmişlerdir. Örneğin Adige Memluklar Mısır’da birkaç yüzyıl krallığı ellerinde tutmuşlardır. Roman kahramanımız Redad’in oğlu olup Mistislav tarafından esir alınan Roman’dan türeyen kuşaklar birkaç yüzyıl Rusya’ya hizmet etmişlerdir. Rusya’nın ünlü aileleri olan Lopuhinler, Sarakumovlar, Usakovlar (Amiral Usakov da dahil) Babrovlar, Astafevler, Beleutovlar, Gusevler, Glebovlar, Habarovlar Prens Redad’dan türemişlerdir. Çerkaski olarak anılan Adige prens soyundan kişiler Rusya için unutulmaz hizmetlerde bulunmuşlardır.

Tleptserishe – Geçmişin ve bugünün birbirine sıkıca bağlı olduğunu hep belirtiyorsun. Bunu kanıtlayan bir olayda geçenlerde oldu. Redad romanını henüz bitirmiştin. ORT televizyon kanalında  “Eski Daire” adlı programda Rusya’da halen yaşamakta olan eski asilzadelerin bir toplantısı ele alınmıştı. Bu toplantıya katılan bir kadın soyadının Lopuhin olduğunu ve atalarının eski Kosog prensi Redad’a dayandığını belirtti.

Masbas – Bu haberi öğrenir öğrenmez söz konusu bayan Natalya Vladmirovna ile telefonla görüştüm. Redad üzerine kitap yazdığımı da kendisine söyledim. Çok sevindi ve kitabımı kendilerine gönderdim.

Tleptserishe – Herhalde tarih ilerliyor.

Masbas – Öyle olsa gerek.