HAYATI DOLU DOLU YAŞAMAK

Semra Ademey Gürel
11.02.2006

Kafkasya’ya dönmeyi göze alamayanlara, biraz ürkek bakanlara kızarız. Sanki onlar anavatanını sevmiyormuş gibi algılarız. Oysa hayatın gerçekleri var. Bizler bu gerçekleri görmek ve en sağlıklı şekle sokmak durumunda değil miyiz? Neden bir türlü iki adımımızı dengeli bir şekilde atamayız? Kesinlikle eksik olan bir şeyler var ama ne?

Her geçen gün hayatın içerisinde küçüldükçe küçülüyoruz. Her gün daha iyi olacak diye çabaladıkça daha çok sıkıntılar ile karşılaşıyoruz. Yıllar geçtikçe alışkanlıklar, ihtiyaçlar, beklentiler de hızla, daha bir çıkmaza doğru değişiyor. Barınma, beslenme, sosyal derken her geçen gün ihtiyaçlarımız artıyor ve yeni ihtiyaçları hedef tayin edip onlara doğru koşuyoruz. En azından elimizde olanları korumak için uğraş vermek durumunda kalıyoruz.

Bizler Kafkasya’dan ayrıldığımızda büyük bir çoğunluğumuzun yerleştiği alanlar köylerdi. Çünkü çiftçiliği biliyorduk ve yeni evimizde hayatta kalmak için en iyi bildiğimiz işi yapmak zorundaydık. Yıllarca bu böyle devam etti. O zamanlar sorun yoktu. Çünkü geldiğimiz ülke de tarım ülkesiydi.  Oysa özellikle son elli yıldır böyle mi?

Tarım ülkesi olmaktan çıkıp sanayi ülkesi olma yoluna giren Türkiye’de başta eğitim olmak üzere her geçen gün kişilerde aranan vasıflar değişti. Tarım kazandırırken iki çift öküz ya da bir traktör ne kadar değer ifade ediyor ise şimdi de kişilerin eğitim ve yetenekleri o derece önem taşır oldu. Maalesef şartlar bizim aleyhimize çok değişti. Bizler bu değişimi tabi ki yakaladık fakat yakalarken de zorlandık. Mutlaka değişik sebepleri vardır ama bir gerçek var ki, oda bizim biraz geç kalmış olmamızdır. Etrafımızda ki anne ve babalara dikkat ettiğimizde bütün hayatlarının çocuklarına iyi eğitim aldırmak ve meslek sahibi edebilmek üzere kurulmuş olduğunu görürüz. Bu gayet doğal, çünkü şu anda hayatta kalmanın tek yolu…

İşte bu noktada henüz değişen Türkiye’ye ve dünyaya uyum sağlamaya başlamışken acaba insanlarımız Kafkasya diyerek hayatlarını riske etmekten korkuyor olabilirler mi?

Birçok defa beylerimizin anavatana olan ilgisini duymuşuzdur. Evli olanların bu ilgiyi aynı derecede eşlerinde bulamadıklarına şahit olmuşuzdur. Neden hayatını paylaşan iki insan böyle bir konuda birbirine destek veremez?

Çünkü geç elde edilen yaşamsal düzenlerini bozmak istemezler. Haklı oldukları noktalar var. Zaman maalesef duygusal bir zaman değil. Kafkasya yürekte, en derinlerde fakat aynı derecede de büyük bir bilinmez. En azından büyük çoğunluğumuz için böyle. Bilmiyoruz, gittiğimizde nasıl, ne şekilde, nerede olacağımızı bilmiyoruz.

Dönmek için ahenk yaratılacak ise, adımlar eşit atılacak ise erkeklerin yanında kadınlarda olmak zorundadır. İş hayatından başlayıp, yaşamın bütün zorluklarının içinde yer alan kadınlara bu konuda yardımcı olmak zorundayız. Korkularından arındırmak zorundayız. Yıllarını bu kültüre adamış erkeklerimiz eğer eşlerini yanlarında aynı heyecan ile bulamıyor ise bizim bunları sorgulamamız lazım. Biz kolaycılığa kaçıp, eşine gerekli desteği veremeyen kadını suçlayamayız. Çünkü o bir annedir. Anne psikolojisi ile kadın, çocuğunu ve eşini sıkıntı altına sokmaktan korkar. İşte dengeli adım atmamamızın temel sebebi bu. Yani bilinmezlik. Bizler Kafkasya’yı bilmiyoruz.

Eğer emekli olduktan sonra ya da çocuklarının geleceğini garanti altına aldıktan sonra dönme isteği var ise bunun üzerine eğilmeliyiz. Neden böyle düşünülüyor iyice ortaya koymalıyız. İyice sorgulamaz isek maalesef hep bir yanımız aksak olacak. Bir an önce sorabildiğimiz kadar çok soru sormalıyız, sorana nefret ile bakmamalıyız. Vücuttaki hastalığı bulmaya çalışan bir doktor titizliği ile hastaya sorabildiğimiz kadar çok soru sormalıyız. Eğer soruları soramaz isek hastalığımızın tedavisini de yapamayız.

Dönüşü en çok engelleyen sebeplerden biri olarak görülen eşler arası düşünce birliğini acaba nasıl yaratabiliriz?