GÜRCİSTAN’IN JEOPOLİTİĞİ

Bülent Tütmez
Evrensel Gazetesi, 23 Ekim 2001

Afganistan’a yapılan operasyonun ‘değişik boyutlarıyla’ uzayacak olmasının kesinleşmesiyle birlikte Kafkasya’da da belirgin bir hareketlenme başladı. Rusya’nın 11 Eylül öncesi AGİT aracılığıyla uzlaşma aradığı Çeçenya (İsviçre’de iki taraf arasında gizli görüşmeler yapılmıştı) sorununda, çözümü yeniden ‘terör konsepti’ çerçevesinde anlamlandırmaya başladığı görülüyor. Çeçen-Rus çatışmasıyla birlikte düşünülmesi gereken Abhaz-Gürcü gerginliğinin de bu yeni dönemde Gürcistan yönetimini ‘baskılayacağı’, yine son Abhaz saldırıları ve Rus tacizleriyle beraber açığa çıkmış oldu.

Prof. Dr. Oral Sander bir makalesinde Richardson’un “Büyük Kavgaların İstatistiği” adlı çalışmasına atıfta bulunarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Ülkeleri çevreleyen sınır sayısı ile, karşılaşabileceği sorunlar arasında önemli bir korelasyon bulunmaktadır.” (Sander, O., Turkish Foreign Policy, Winter-93) Söz konusu değerlendirme Türkiye ve Afganistan gibi ülkeler için doğrulanıyor olsa da-; nicel olarak komşu sayısının yanında, ‘komşuların nitelikleri ve çeşitli merkezlere göre koordinat’ gibi iki parametre ile birlikte ele alınmak durumundadır.

İşte Gürcistan bu eklemeyi zorunlu kılan bir ‘istisna’ olarak konumu ve yönelimiyle önem taşıyor. Gürcistan; binlerce yıllık tarihi, kendisine has dili ve çok kültürlü yapısıyla, Kafkasya bölgesinde özel bir öneme sahip. Altın, petrol, ve doğalgaz gibi rezervleri bulunmayan, nükleer silahlardan yoksun bu Kafkas ülkesini stratejik yapan faktör; Gürcistan’ın Hazar Havzası ve Avrasya’ya girişte, AB ve ABD’ye -tabii sadık müttefikleri ile beraber- bir kapı pozisyonunda olması ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile NATO arasındaki ‘en sıcak sınırı’ oluşturması.

Rusya’nın son günlerde artan baskısını ve provokasyonlarını işte bu stratejik boyutla ve Afganistan’a yerleşme stratejisine tepki olarak okumak gerekli. Nitekim Hazar’a Umman Denizi-Pakistan-Afganistan hattıyla ulaştırılacak boru hattı projeleri, (Bu projelerin mühendislik açısından olabilirliği de tartışılmaktadır) kuvvetle muhtemel görünen Bakü-Ceyhan ile birlikte düşünüldüğünde Rusya’nın tamamen ‘devre dışı ve yalıtılmış’ durumda kalabilme riski belirmiştir.

Meşru Müdafaa konseptinin arkasına saklanan ABD’ye karşı ‘meşruluğunu yitirmemek’ için pasif destekle ‘gözlemci’ rolleri üstlenen Rusya’nın, yine ‘teröre karşı savuma retoriği’ çerçevesinde ‘haklı’ olduğunu savunduğu (Gürcistan’ın da Çeçenlere yataklık ettiği savunuluyor) Kafkasya’da etkinliğini artırmaya çabalaması aslında ‘taşları farklı dizmeyi gerektirebilecek’ bir gelişme olarak önemsenilmek durumundadır.

Yoksul halkı ve ülke içindeki ‘itibarı yitik’ bir liderle ayakta kalmaya çalışan Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye ile boru hattı geçiş protokollerini karara bağladıktan sonra rahata ereceğini düşünmüştü. Son gelişmelere hazırlıksız yakalanan (ciddi bir istihbarat organizasyonu kalmamış, kendi Cumhurbaşkanı’nı dahi korumaktan aciz kalan ülkenin aslında sert ve uzun süreli bir savaşı kaldırabilecek askeri gücü de mevcut değil) Gürcistan yönetimi hızlı bir şekilde diplomasi trafiğini başlatarak Dışişleri Bakanı Irakli Menagarişvili’yi Türkiye’ye gönderdi. Konuk bakan ziyaretle birlikte ABD (ABD Dışişleri Bakanlığı “Gürcistan’ın toprak bütünlüğü konusunda hassasız” açıklamasını yaparak, Gürcistan’a sekiz helikopter verileceğini beyan etti) ve Türkiye’nin (İsmail Cem’in “yanında oldukları” mesajıyla birlikte altı helikopter verileceğinin belirtilmesi – Ferai Tınç, Hürriyet, 14 Ekim) açık desteğini alarak ülkesine geri döndü.

Birkaç gün öncesinde ‘provokatif ve işbirlikçi’ bir açıklama yaparak Abhazya’ya uluslararası güç isteyen (gönlünde yatan aslan NATO olmalı) Şevardnadze’nin bir süre önce Georgetown Üniversitesi’ni ziyareti sırasında yaptığı değerlendirme ilginçlik taşıyordu. Şevardnadze Gürcistan’ın rolünü tanımlarken; “Ülkemiz Rusya’nın güneyi değil, Türkiye ve NATO’nun kuzey unsuru olarak düşünülmelidir” (TRT1, 14 Ekim) tespitini yaptı. Bu yönelim, yıllardır vurgulanan ülke siyasetinin ifadesi olmasının yanı sıra, 11 Eylül sonrası yeniden yapılandırma sürecinde Gürcistan’ın beklentisini ortaya koyması bakımından da önem taşıyor. Aynı Şevardnadze’nin Putin ile gizli görüşmeler yaptığının basına yansıması da bir başka yöne dikkat etmemizi sağlayan ve ‘danışıklı dövüşü’ düşündüren bir argüman olarak önemsenilmek durumundadır.

Öte yandan Almanya ve AB’nin Gürcistan üzerinden Avrasya tahtasında manevra yapabileceğinin işaretleri de alınmaya başlandı. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in; “Almanya’nın, tali bir oyuncu olmaktan ibaret olan 2. Dünya Savaşı sonrası rolü kesin olarak sona ermiştir” (Evrensel, 13 Ekim) şeklindeki tarihi açıklaması (Schröder bunu pratik olarak destekleyecek adımları başlatarak NATO’yu devre dışı bırakacak bir Ortadoğu çıkarmasına hazırlanıldığının sinyallerini verdi) artık Almanya’nın, Polonya-Ukrayna-Gürcistan köprüsünün üzerinden yürüyeceğinin ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Bir ayağı olmayan köprünün işlevsiz olacağını bilen Almanya’nın, -küresel bir güç olabilmesinin koşulları bugün için mevcut olmasa da- Rusya ile yakınlaşmasının verdiği rahatlıkla birlikte orta vadede Kafkasya denklemlerine bir yerlerinden eklemlenmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Nihayet “AB’nin ‘acil müdahale gücünün’ aralık ayında devreye alınamamasının AGSK’nın 2003 yılı sonundaki yapılanmasını etkilemeyeceğini” belirten AB Dışişleri Temsilcisi Javier Solana’nın birkaç yıl içinde Kafkasya-Ortadoğu bölgesinde diplomasi yürütmesi ise kimseye şaşırtıcı gelmemelidir.

Not: Ülkemizin ABD’nin kuyruğuna takılmasının gerekçesini belirtmekte zorlanan (NATO’nun işlevsizliği açık olarak görünüyor) Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem’in ‘dost ülke’ tanımı diplomatik düzeyde bir anlam ifade etmiyor. Kahve jargonuyla ülke yönetmede Özal’dan geri kalınmadığı anlaşılıyor.