GELİN (Nıse)

KEÇ-I Süleyman Yavuz

Dün akşamüstüne kadar kısmetini bekliyordu henüz. Çok büyük umutları yoktu belki ama yinede gördüğü ve beğendiği birisiyle evlenmekti dileği. Köyde kendi yaşıtları arasında gönül koyduğu birisi hakkında bir şey bilinmiyordu.

Bazen komşu köylerdeki Çerkes düğünlerinde kendisine paste ah gönderen bir iki kişi olmuştu ama, uzakta, karşıdaki düğün kalabalığı delikanlıları arasında ve gölgeler içinde bir siluet olarak hatırladığı delikanlılardan bir daha ses çıkmamıştı. Köyde birisi ile evlenecek olsa bile hali vakti yerinde birisi olmasını tercih ederdi elbet. Nasılsa aşkından yanıp tutuştuğu yakışıklı bir yoksul da yoktu ortalıkta.

İki akşamdır köyde konaklayan misafirlerin, iki akşam arası gün boyu grup olarak köyden yolcu edilip tekrar neden köye geri döndüğünü anlayabilmiş değildi. Bu aşağı mahallede oluşan hareketli gelgitlerin nedenini bildiği yoktu. O gece annesi ve teyzesi kendisini bir odaya çekip, Köydeki misafirlerin kendisi için orada olduğunu, ve köyden bir thamade eşliğinde misafir thamadelerin gelip onu babasından istediğini bildirdiler. Uzaklarda bir Çerkes köyünden Şuayıp için. Hali vakti yerinde bir aile imiş, askerden gelmiş evlendirilecek oğulları için titiz bir araştırmanın sonunda onu beğenmişler, ailesini ve onu razı edebilmek için büyük bir gelin alma gurubuyla gelmiş, dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı. Ona anlatılan böyle bir şeydi, gerçekler kime lazım? Geleneklere göre kıza da bir sorun demişti babası ve cevabı bekliyordu.

İçini tuhaf bir heyecan kaplayıverdi, içindeki kuşku ve ürküntüyü aşması kendi başına kolay görünmüyordu, sen ne diyorsun anne dedi. İyi bir kısmet olduğunu söylüyorlar kızım dedi annesi, evet tanıdığın gördüğün birisi değil ama ben babanı tanıyordum da ne oldu? Gün yüzümü gördüm, belki böylesi daha hayırlı olur. Kararı  büyüklere bırakmayı düşündü bir an, bırakmasa ne olacaktı zaten, sırada bekleyen taliplerimi vardı. Yinede tedbiri elden bırakmadı. Siz ne diyorsanız öyle olsun anne dedi ve sorumluluğu büyüklere yıktı.

Bu sözü verdikten on beş saat bile geçmeden, kendini iki atın çektiği bu süslü gelin arabasında bulmuş olması onu şaşırtmış, kendisini alıştırmaya vakit bulamadan aileden ayrılıp yadellere gelin gitme fikri, yüreğini burkmuş ve onu göz yaşları içerisinde bırakmıştı. Eksik gelinlik çeyizi, akraba kadınları telaşa sokmuştu ama komşu gelinlik kızların çeyizlerinden alınan ödünç parçalarla, yüz ağartacak, kusursuz bir gelin sandığı hazırlanabilmişti. Damat tarafındaki akrabaların sayısı tam olarak bilinemediği için bazı eksikleri olabilirdi ama oğlan tarafından gelmiş kadınlar, her türlü eksiğin kendileri tarafından kapatılacağına dair yemin billah ediyordu. Üzülecek ve telaş edecek bir durum yoktu.

İstendiği gecenin ertesi günü bütün eksikler tamamlanmış ve görkemli sayılacak bir NISE KIEŞ başarılabilmişti yinede. Arkadaşı ve akrabası kızların oluşturduğu kısa koridoru bütün şarkının bitmesine yetecek bir yavaşlıkta, tadına vararak ve çok yakındakilerin hissedebildiği minik hıçkırıklarla yaylıya doğru yürümüştü. Şarkıya eşlik eden koronun ara vermesiyle yaşlılardan birisi, geline nasihatleri de içeren ‘’Çet fedo uşaşo-Mel fedo uşabo’’ ile başlayan Gelin Duasını okumuştu. Dua biter bitmez mızıka ve koro, sıkılan yirmi şarjör merminin gürültüsü altında hiçbir notayı sektirmeden şarkıyı bitirdiğinde, gelin arabaya bindirilmiş durumdaydı.

Kepazeliğin bini bir para, diye düşündü Elçi. Tırısa kaldırdığı atını komşu Abhaz köyüne doğru sürüyor bir elçi olarak götürdüğü habere lanetler okuyordu. Gerçi elçiye zeval olmazdı ve Çerkes geleneklerinde belki bir çare bulunabilirdi ama gelenekler sökmez ise ve kendisine hakaret edilip ve daha da ileri gidilirde bir arbede çıkarsa, iki köy arasında çıkacak muvazaanın sonu nereye varırdı.

Oysaki, dün akşama kadar her şey ne kadar normaldi. Köy, gelin alıcıları bekliyor ve yapılacak düğünün hazırlıkları içinde hangi misafirin kimin evinde kalacağı planlanıyor, hangi kuzuyu kimin çevireceği hesaplanıp, hangi pilavı en iyi kavuracak becerikli kadınlar aranıyor, yine Turhal’dan davet edilmiş iki yedek Pşınavo bekleniyordu. Bir haftadan beri düğün için komşu köylerden misafir gelmiş genç kızlar sayesinde köy canlanmış, gece sabahlara kadar zexesler yapılıyor, Zuv ninejin tavukları kümesinden birer birer eksiliyor, Hoca efendinin misafir odası revanının altına özenle dizdiği Amasya elmaları sepet sepet aşırılıyordu. İçinde un topakları bırakmadan Paste yapmayı henüz beceremeyen kızlar teyzelerinden yardım istiyor, onlar ise yüksek sesli serzenişlerle gecenin bu saatinde kimin paste istediğini merak ediyorlardı.

Kırkını çoktan aşmış ama ruhundan genç olma hali hiç eksilmemiş Hapiy İhsan, bütün bu karmaşayı büyük bir beceri ile yönetiyor, toplanmış kalabalık içinden yirmi beş yıldır beklediği kısmetinin filiz vermesini bekliyordu. Haftanın başında yirmi kişiyi bulmayan zexesler birkaç gün sonra daha kalabalıklaşmış, odalara sığılmaz olmuştu. Muzip bir Besleney, camiyi zexes mekanı olarak kullanmakta bir sakınca olup olmadığını sormak üzere, Hoca efendiden bir icazet alma  konusunda bir heyet gönderilmesi önerisini ortaya atmış ve Hapiy’i bu görev için ikna etmeyi başarmıştı.

Neredeyse köy uyumaz haldeydi, bütün köyde kolayca yürütülebilir kıymetli yiyeceklerin hangi evlerde bulunduğu gizlice tespit ediliyor, gece geç saatlerde becerikli delikanlılar bu işe salınıyordu. Hoca efendinin kapısını çalan heyet, kapı açıldığı anda Hapiy’i Hoca efendi ile yapayalnız bırakıp sıvışmış, Hoca efendi dinlediği soru karşısında hiddetlenip ZİNE’çe kalfuğe diye küfürler savurarak Hapiy’i kovalamış, o da kendisini yapayalnız bırakıp sıvışan arkadaşlarının peşine düşmüştü küfürler savurarak. Şapsığe Hamid’in samanlık üstündeki çardağından, arkadaşı tarafından aşağı atılan koca bir kabağın altında kalan Koblı baygınlık geçirmiş, kendisini yalayarak uyandıran dev kangal köpeği burnunun dibince görünce, aklını yitire yazmıştı.

Gelin adayı Züryet köyün en güzel kızıydı ve uzaklarda bir köye gelin gitmeyi nasıl olmuşsa kabul etmiş görünüyordu. Elbette içi yanan birisi vardı ve bu bir haftadan beri ortalıkta hiç gözükmemişti. Mırza ile olan aşkı çok yakınları tarafından biliniyordu. Bütün buna rağmen kendisini o uzak köyden birisine vermelerine karşı sessiz kalmış olması, yakın kız arkadaşları arasında hayretle karşılanmış ama yaptıkları kışkırtmalardan Züryet’in renk vermemesi üzerine, durumu kabullendiği sanılmış, sorgulamaktan vazgeçmişti herkes. Belki daha yakışıklıydı yahut daha zengin veya her neyse. Ev içinde hangi fırtınalar kopmuşsa geçmiş, durum dışarıya bir sükunet olarak yansımıştı. Çeyizi zexesler den fırsat bulan kızlar, hala ve teyzeler tarafından tamamlanmaya çalışılıyor, Tokat’tan yazmalar, Amasya’dan seccadeler, iğne oyası dantellerine ekleniyor ve uzaklara bir elçi olarak gönderilecek kızın, onu mahcup durumlara düşürecek herhangi bir eksiğinin kalmaması için canlı bir gayret gösteriliyordu.

Camiden bir mekan olarak umudu kesen gençler, Siyugh  Mecid’in samanlıktan bozma kurluğunu temizleyip zexes mekanına çevirmiş, duvar diplerine atılan kalaslar üzerine kırlentiler ve minderler serip, kurluğun köşesindeki ocağı, mutfak olarak kullanmak üzere düzenlemişlerdi. Golyazı Gubğe de dahil, yirmiden fazla zefakl çalabilen pşınavo Aslanby Turhal’dan ulaşmıştı, Züryet’in köyü terk etmesine sadece iki akşam vardı ve kız tarafının kendi başına olacağı son akşamdı. Şaguj Mecid’in cevizleri de dahil, gönüllü gönderilen onlarca yiyeceğe cebren eklenen kışlık üzüm ve armutlar, kurutulmuş dut ve kuru kayısılar bütün bir gece eğlencesine yetecek gibi görünüyordu. Hapiy İhsan Ta uzaklardan, Suluova’dan gelmiş misafir öğretmen bir kıza şimdiden abayı yakmış durumdaydı ve Thamade olmayı hiç istemediği bir akşamdı.

Koblı’nın intikamının alınması amacıyla Şapsığe Hamid’in sürüsünden yürütülen kuzu, bir sırıkta pişirilirken duyuldu çığlık, güneş doğmak üzereydi ve Annesi, Züryet’i odasında bulamamıştı. Herkes anladı, onu hiçbir yerde aramadı. Açık bırakılmış ve kapatılamamış pencerenin ne anlama geldiğini bütün Çerkes anneleri anlar, bütün Çerkes babaları da.

Komşu Abhaz köyünde konuk olan ve bu gün Züryet’i almaya gelecek olan gelin alıcılara ne denecekti şimdi. Toplanan thamadeler, köye gelip eli boş döneceklerine onları yarı yolda haberdar edip, başka çözümlere fırsat yaratma dileğiyle ve onurlarını tamir etme gayretini göstermeye söz vererek salmışlardı atlı’yı bir elçi olarak. Şok bir durumdu bu ve gelenekler nasıl çözecekti durumu.

Misafirleri sabah gelin almaya erkenden yolcu edip, akşam düğüne katılmak üzere hazırlık yapan Abhaz köylüleri , gelin alayının hemen öğleden sonra hüzünlü bir kırgınlıkla köye geri döndüklerini gördüklerinde, ne yapacaklarını şaşırdılar. Ne diyeceklerini de.

O bütün bunları bilmiyordu. Gelin alayının getireceği Züryet’i bekleyen kocasının uğrayacağı şaşkınlığa da  fazla yorum yapamadı. Önlerinde birbirlerini tanımak ve kabullenmek için uzun yıllar olacaktı nasılsa. Koca ise kocaydı işte ve karıysa karı. Sevgilisine kaçmış Züryet’in yerine o gece gelin edilmiş olduğunu belki de hiçbir zaman öğrenemedi.

Züryet’in aile tarafından affı, babasının ölümünden çok sonra oldu. Mırza’nın hüküm giydiği yıllar boyunca uzak diyarlarda kimseye açmadığı yoksul yalnızlığı üzerine çevre köylerde anlatılanların ne derece gerçek olduğu pek bilinmez ama, yıllar sonra yaşlanmış güzelliği ile çıkıp geldiği ve ihtiyar annesine ölmeden önce gözyaşları içinde sarılabilmeyi becermiş olduğu, anlatıldı durdu bir zaman.

O günden beri Mırza’nın izine rastlayanın olmadığı, söylenir.
Not: Süleyman  Yavuz’un ‘’Gelin adayı ‘’ anektodu üzerine, birlikte, yeniden hikayeleştirilmiş halidir.