GELENEK Mİ, YENİLİK Mİ?

YEMUZ Nevzat Tarakçı
15.03.2008

Yoksa gelenek, yenilik dediğimiz şey mi?

Hayatta kalan, yaşayan cevher mi gelenek?

Yenilik, geleneğin üzerine mi kurulur?

Yeniliği yaşatan da gelenek mi yoksa? 

Doğru mu “Yenilik denen şey, kendini gelenek denen şeye katabiliyorsa yeniliktir” sözü? 

Yenilikçilik, bazı durumlarda “köksüzlük” anlamına da gelir mi?

Sürekliliğin, akıp gelen şeyin, biçim veren özün adı mı olmalı yenilik?  

Mevcudun, kasıtlı ya da cahilce, olduğu gibi sıkı sıkıya korunması ve hiçbir yenileşmeye, değişmeye açık olmamasının adı ne olmalı sizce?  

Gelenek değişir ama değişirken, kendiliğini de korur.

Kökü mâzide olan âti”dir, gelenek.

Değişerek devam etmektir, değişirken özü korumaktır, gelenek.

Korunan, muhafaza edilen mana misyonudur, gelenek.

Dünden çok, yarın demektir gelenek. 

Geleneğin, sözlüklerdeki yaygın tanımı: “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, ananelerdir.” 

“Gelenek; topluluk halinde yaşayan insanların, toplumsal düzenleri, günlük hayatları, birlikte yaşamaya başladıkları günden itibaren tecrübelerin imbiğinden geçen olaylarla kurulan ilişkilerin “anonim” hale gelene kadar denenmesi sonunda ortaya çıkan ve genel kabul gören davranışlardır.”

”Dünden çok yarın, demek olan gelenek, yani muhafaza edilmesi gereken irasyonel değerler sistemi, manzumesi için; dondurucu, tutucu, örtücü, öldürücü gibi tanımlar kullanmak ancak cahilin, cühelanın işidir.” 

Tabii ki, yeniliğe, değişikliğe açık olacaksın fakat kimliğini, özünü muhafaza ederek!

“Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası!” diyerek. 

Yani büyük sevgi zirvesi Mevlâna’nın pergel misali gibi: Bir ayağınız kendi coğrafyanızda sabit olacak, ötekisi ile dünyayı dolaşacaksınız.

Eğer gelenekten kopar, iki ayağınızı da serbest bırakırsanız, önce kendinizden uzaklaşır, sonra büsbütün kopar, yok olursunuz.

“Eğer geleneği devam ettirmek istiyorsak modern olmak zorundayız. Çünkü aslında gelenek ve modernizm birbirinden sanıldığı gibi ayrı şeyler değildir. İkisi birbirini besler, birbirini tamamlar. “ 

“Yaşamayan, hayatiyetini sürdüremeyen bir gelenek, gelenek olmaktan çıkmıştır zaten.” 

Toplumumuzun yazarları, çizerleri, sanatçıları, kendi toplumunun mevcut tarihsel ve geleneksel birikimini, çok iyi tanımak, kavramak ve kullanmak zorundadır.

Aksi takdirde, hem kendine, hem de toplumuna yabancılaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalır.  

Yaptığımız pek çok işte geleneği ( Xabze ) alet ettiğimiz doğru mu?

Doğru mu geleneği suçlu ilân ettiğimiz?  

Herkesin, “Xabze”yi işine geldiği, aklının erdiği biçimde kullandığı, doğru mu? 

Doğru mu, bazen beğenmediğimiz, yadırgadığımız şeyi “gelenek” diye kınadığımız? 

Oysa bilinçli her toplum, geleceğini kurmak için geleneği muhafaza etmek zorunda değil mi? 

Bunun yanında, çağımızda yeri olmayan, (olmaması gereken) belki de topluma ayak bağı olan bazı inanışların, günümüzde de varlığını sürdürmesi, pirim yapması, izah edilebilir bir durum mu? 

Gören var mı tarih sahnesinde,  geleneklerini hepten yok sayarak çağdaş toplum olmuş bir milleti? 

Ya geleneklerine, kendini yenileme fırsatı tanımadan tutucu, muhafazakâr kalarak, modern olmuş bir toplumu gören, bilen, işiten, var mı? 

Anthony Giddens, geleneği, “yaşam hamuru” olarak nitelendirmektedir.

“Gelenek, yüzyıllar boyunca değişmeden gelen bir yapı değildir.” Mutlaka zaman içerisinde kaybolan, tesiri azalan yönlere sahiptir, gelenek.

Geleneğin değişime kapalı olduğunu düşünmek boş bir sözdür. Gelenekler zaman içinde değişim geçirebilir.

Çünkü hiç bir geleneğin, doğduğu andaki şekliyle yaşaması veya yaşatılması mümkün değildir.  

Yaşayamayacağı şartlar oluştuğunda “xabze”ler de değişir, yenilenir, çağa uyarlanır.  

Yaşamaması gerekenlerin inatla yaşatılmaya çalışılması doğru davranış da değildir zaten. 

Geleneğe sahip çıkmakla, tutuculuğun ve bağnazlığın esiri olmak çok farklı şeylerdir! 

 

“Xabze”sini, kimliğini, toplumunu iyi tanıyan, sahip olduğu değerlerin farkına varan gençlerimizin sayısı artarsa işimiz kolay demektir.

Gençlik, geleneğin, gelecekte de yaşatılabilecek kısmını alıp çağa dönüştürebilirse, kuşaktan kuşağa sağlıklı geçişi sağlayabilirse, problem yok demektir.

Aksi takdirde birbirinin dilini anlamayan kuşaklar ve birbirinin dilini reddeden toplumsal kesimler belirir ki bu da değerleri bitirir, yok eder. 

Gelenek mi, geçmiş mi, gelecek mi? 

Binlerce yıllık köklü bir geleneğin yok oluşunu hangi yürekli insan, gönül huzuruyla seyredebilir? 

Ne güzel, ne özel bir davranış, kendini çözmeye çalışmak!

Ne erdemli bir olgunluk, maziyle barışık çağla yarışmak, ufukları aşmak!