ELBRUZ KADAR ÖZÜR DİLİYORUM SENDEN

YEMUZ Nevzat Tarakçı
04.01.2012

Aralık ayının son haftası.

Geniş, nezih bir otel salonu.

Sahnede billur sesi, gür nefesi, harika elbisesiyle zarif bir Çerkes kızı.

Zarafeti ve asaletiyle sahneyi dolduran güzel sanatçının buram buram kültür kokan ezgileri, dalga dalga yayılıyor salona.

Bu şarkılar, titretir gönülleri, kavurur yürekleri.

Zaten, bildiğim kadarıyla beş yüz kişilik salondaki davetlilerin büyük çoğunluğu Çerkes. Bakın, bu gece, muhteşem konserle bu salon inleyecek.

“YA SÖYLEYEN GİTMELİDİR YA DA DİNLEMEYİ BECEREMEYEN “

Konser öncesi, protokol konuşmaları ve seremoni yapılmıştı. Açıkçası ben, programın bu kısmından daha fazla coşku beklemiştim.

Hatta içimden “Sen, biraz sonra konserde gör bakalım coşkuyu.” diyerek iyice konser havasına girmiştim.

Salonda sıra, sıcak yemeklerde, yüzler gülüyor, yemekler tüketiliyor.

Güzel dostlarla paylaştığım masa sahnenin tam karşısında.

Aklıma, ses sanatçısı “Eğe” ye ait olduğunu sandığım şu iadeler takılıverdi.

“Hayatım boyunca katıldığım hiçbir müzikli davette ön masada olmayı tercih etmedim. Çünkü göz temasımın olduğu sanatçıyla, eser icra ederken yemek yeme küstahlığını ya da en hafifinden terbiyesizliğini hoş bulmadım. Yemekli programlarda sahne alırken tek koşulum, yemeğin bitmesidir. Zira sahne, insanının bizzat emeğe saygı beklediği son duraktır. Seyirci ya gaz verir ya da bitirir sanatçıyı.”

“Ön masalardaysan adabı vardır oturmanın, kalkmanın hatta konuşmanın ve bakmanın. Senin en sevdiğim şarkı dediğin yerde biri konuşmaya sohbete başlarsa ya söyleyen gitmelidir ya da dinlemeyi beceremeyen…”

Ya Fazıl Say’ın ifadeleri:

“Saygıyla eğil
Uzun uzun saygıyla
Sevgiyle
İçtenlikle
Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin
Onlar da seni dinlemeye geldi
İçine çek onları
En derinden hissedecek kadar içine çek
‘İyi’ yi hisset…”

KAHREDİCİ İLGİSİZLİK BİZE YALKIŞMADI

Ve işte beklenen an.

İşte sana güzel Çerkes kızının konseri.

Sanatçımız ve müzisyen grubu sahnede.

Performans yüksek, yorumlar harika.

Birinci şarkı, ikinci şarkı…

Az sayıda ses sanatçısı olan bir kültürün temsilcileri elbette sanatçıya eşlik ederek, onu coşkuyla alkışlayarak bu güzel ortamın tadını doyasıya çıkaracaktır.

Ama ne yazık ki böyle olmadı.

Buram buram kültür kokan ezgiler salonu inletirken seyirci, üçerli beşerli salonu terk etti. Yaşlısı ve genciyle kültürel duyarlılığa sahip olduğunu sandığım bu insanlara dilim varsaydı “yorgun gönüller, bitkin ruhlar” derdim. Hatta ilgisizliğin bu kadarına “Yuh be!” diyebilirdim.

Hani, kültür şarkılarla, türkülerle, danslarla yaşardı?

Hani yok oluşun ayak seslerini duyan bizler, bu kültürü birlikte yaşatacaktık.

Hani?

Nereden bakarsanız bakın izahı yapılamayacak bir durum bu.

Olamaz, asla kabul edilemez!

Bir yanda şu profesyonel ses, şu görüntü, şu otantik Çerkes müzikleri, diğer yanda kahredici ilgisizlik.

Peki, nereye, niçin gidiyor bu kalabalık?

Bu mu bizim kültüre, sanata ve sanatçıya verdiğimiz değer?

Bu, yüreğini kültürünün sesiyle besleyen, kültürünün aynası bir genç sanatçıya yapılır mı?

Allah aşkına “Xabze”mizin neresinde var böylesi bir davranış?

Salonda kalan protokolün ve Çerkes olmayan kişilerin Çerkes toplumu ve bu toplumun sanat hassasiyeti (!) karşısında neler düşündüğünü düşünmek bile istemiyorum?

Yoksa “Yemek yemek sanat değil mi kardeşim!” mi diyoruz.

Sizi bilmem ama benim kanım dondu, gelecek adına ümidim tükendi, kahroldum.

Cesaretimi toplayıp sahneye doğru bakıyorum. Sanatçı boşalan salona rağmen var gücüyle yükleniyor o güzelim şarkılara.

Yüreği kan ağlasa da aldığı terbiye ve saygından olsa gerek sanatçının yüzündeki tebessüm hiç eksilmemiş.

Bizim gerçek halimiz bu olamaz!

Bu olamaz kültürümüzün aynası, sevgili kızımıza olan saygımız, kültürel duyarlılığımız!

Sevgili Gülcan, başkalarını bilmem ama ben bu olayı yaşayan biri olarak Elbruz kadar özür diliyorum sizden!

Siz, her şeye rağmen asaletinizi, zarafetinizi koruyarak programınızı bitirdiniz ya binler teşekkürler size.

Çerkes kızı, bu gece gerçekten harikaydı, iyi olmayan ilgisiz olan bizdik.

Bu toplum, bu kültürle yaşayacaksa kültürün her unsuruna sahip çıkmalı değil mi? Diline, müziğine, yazarına-çizerine, sanatına-sanatçısına…

SEN HEP “KÜLTÜRÜM!” DEDİN, “TOPLUMUM!” DEDİN ÇIRPINDIN.

Sevgili Gülcan, sen, sempatik tavırların, şen şakrak halin, altın kalbinle bu kültürün sesi bu toplumun nefesi oldun. Hep doğru yerde durdun, duruşun hep alkış aldı.

Sen “Kültürüm!” dedin, “Toplumum!” dedin, her çağrıldığın yere koşarak gittin. Her gittiğin yerde bilgin, birikiminle dik duruşunla örnek oldun.

Ama galiba biz anlayamıyoruz seni ve senin gibileri.

Biz kendimize, öz değerlerimize gerekli değeri vermezsek nice olur halimiz?

Toplumumuz sanata ve sanatçıya bu kadar mesafeli durursa çöle dönmez mi ruhumuz?

Hani, güzel sanatlar, yüce insanlık duygularını eğitmek ve geliştirmek içindi?

Hani sanat, insan ruhunun en mükemmel şekli almasını sağlayacak bir araçtı?

Hani güzel sanatlar, insanların ruhlarını yükselterek onları erdemli hale getirirdi?

Hani sanat, insanın duygularını inceltir, davranışlarını nazikleştirir, hayatı anlamlandırır ve sevdirirdi?

Yalan mı yoksa bunların hepsi?

Merak ediyorum, Gülcan ALTAN gibi bu kültürün sesi, bu toplumun nefesi olan kaç sanatçımız var?

Peki, kaçımız bu çok az sayıdaki ses sanatçımızın yanında olduk, ona destek verdik, onları yüreklendirdik?

Yok olma tehlikesi yaşayan bu kültür, sanata ve sanatçıya olan bu ilgisizlikle nasıl yaşar?

Program sonunda defalarca festivallerde dinlediğim, TV’lerde izlediğim bu coşkulu ses, kendini kültürüne adamış harika nefes, oldukça mahzundu.

Sevgili Altan, sen sevdiklerine kırgın olamayacak kadar yüreği sevgi dolu birisin. Sanatçı kişiliğine de bu yakıştı.

Bize de kültürümüzün yansıması olan sanata ve sanatçıya daha fazla ilgi yakışır.