”DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK. İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ…” YORUMLARI

Dr. Necdet Hatam

Değerli Arkadaşlar,
16.11.2005

Anavatana dönüş düşüncesinin bende, ulusal bilinçlenme ile eş zamanlı olduğunu söyleyebilirim. Yani lise yıllarımdan beri hep dönüşü düşündüm, dönüşü yaşadım, dönüşü yaşıyorum. Buna karşın önceleri bu sayfaya yazmaya çok sıcak bakmadım… Forum yazılarını izlemeye başladığımda ilk yazı biraz eskimiş, konu da bana göre öyle yanlış bir noktadan başlatılmıştı ki… Dönüş hakkında, dönüş politikası hakkında belki hiçbir şey okumamış genç arkadaşlarımız Anavatana dönüşü o kadar rahat mahkum ediyorlar ki; ne yazayım, ne söyleyeyim deyip acı ile gülümsüyor es geçiyordum. Derken Anavatana Dönüş’ü destekleyen arkadaşlardan yanıtlar geldi. Ancak ben bu yanıtlara karşın sayın Yılmaz Berberoğlu’un kerameti kendinden menkul yargılarını doğru sanmaya başlamasından korktum ve yazmaya karar verdim. Yazının hemen her cümlesi eleştirilebilecekken kimi bölümleri görmezden geldim. Yine de bir hayli uzun yazmak zorunda kaldım. Özür diler okuma sabrını gösterenlere teşekkür ederim.

Dilerseniz, önce yöntem üzerinde duralım biraz:

Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle… Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.

Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları gösterilebilmelidir.

Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü birimi olarak grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar verilmemelidir..

Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de sunulmalıdır.

Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“ gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır ya da dini inancının gereklerini terine getirmeyi yaşamın amacı olarak seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir, gibi daha sayılabilecek bir çok şey.

Şimdi bu görüşler ışığında, sayın Yılmaz Berberoğlu’nun yazısını değerlendirmeye başlayalım:

“DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK… İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ?” denmiş yeni sayfa açılmış. Benim aklıma ilk gelen soru şu: Dönmek ya da Dönmemek diasporadaki her Çerkes’in meselesi olabilir mi? Hepimiz bunu her Çerkes’in meselesi olmadığını, olamayacağını biliriz. Kültürünün yok oluşunun rahatsızlığını duymayan, ulusal kültürel değerlerini yaşatmak geliştirmek gibi bir kaygısı olmayan, var olduğuna var olması gerektiğine inanmayan (ki, çevrenizde yığınla bulabilirsiniz) Çerkes’in meselesi olamaz dönmek ya da dönmemek. Çünkü dönüş; ulusal kültürel değerleri koruyup, geliştirmenin gerekliliğine inananlar için geliştirilmiş bir çözüm önerisidir. Yani bunu tartışabilmek için önce diasporadaki yok oluşun bir entegrasyon değil bir asimilasyon olduğunun bilincinde olacaksınız.

Ülkedeki hakim unsurun değerlerini benimsemenin, entegrasyon olarak adlandırılabilesi için, değerleri yok olan halka da değerlerini koruma ve geliştirme hak ve olanaklarının sağlanmış olduğunu kanıtlayacaksınız. Sizin de verdiğiniz vergilerden oluşan bütçeden sadece hakim unsurun dil ve kültürünün geliştirildiğinin, kendi paranızla asimile edildiğinizin bilincinde olacaksınız. En önemlisi de bu yok oluşa dur deme isteğiniz olacak, bunun için kimi özverilerde bulunmaya hazır olacaksınız. Kısaca inancınız olacak.

Terimleri bilimsel anlamları ile kullanamadığı olgular, gerçekçi boyutları ile görülmediği sürece, girişilecek tartışma sonuçsuz kalmaktan öteye gidemeyecek, sadece sayın Yılmaz Berberoğlu ve benzerlerini rahatlatma aracı olabilecektir, düşüncesini taşıyorum.

“Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin kurtuluşunu geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken” anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını vurgulamaktalar. Herkesin kendi görüşü olacaktır. Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak katılmıyorum.”

Elbette ki bu görüşlere katılmama hakkınız var sayın Berberoğlu. Ancak bir çok arkadaşın belirttiği gibi, kendinizce “asimilasyonu önlemenin en etkin yolunu” da göstermeliydiniz. Bunu yapmıyorsunuz. Katılmadığınız görüşleri sadece eleştirerek puan toplama yöntemi çok eskidi bilesiniz.

“Evet bizler önce burada asimilasyon üzerinde durmak istiyorum. Almanya’da, öğrencilik yıllarımda çokça tartıştığımız konulardan biriydi: ‘Asimilasyon mu Entegrasyon mu?’ Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir?” Elbette değildir. Ancak bize göre bir başka toplum içinde erimeyi uyumla karıştıran sizsiniz gibi geliyor bize. Hangimizin yaklaşımı daha doğru? Dilerseniz bu terimlerin anlamını biraz arayın, hayır derseniz birlikte ararız.

“Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur ? Yorum sizlerin.” Dilini kültürünü korumak, geliştirmek kısaca asimilasyonu geciktirmek adına örgütsel düzeyde hiçbir şey istemeyen bir toplumun devletle ne sorunu olabilir? Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkeslerle sorunu olduğu dönemler olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası Manyas ve Gönen çevresi Çerkes köylerinin sürgünü buna bir örnektir. Hem Çerkeslerin kültürel varlıklarını koruyup geliştirme hak ve olanakları konusunda devletten bir şey istememeleri, bu sorunlarının çözüldüğü anlamına mı gelir?

“Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya gelmediler.’’ Girişte, tartışmaya söylenmemişleri söylenmiş gibi temel almanın yanlışlığını söylemiştik. Atalarımızın bu ülkeye turistik gezi için geldiğini iddia eden, bizim bilmediğimiz bir görüş mü var ki, bunu söylemek gereği duyuyorsunuz?

‘’Biz yenilmiş, ancak teslim olmamış bir avuç insanların torunlarıyız.” İzninizle buraya zulüm gören bir başka halka uygun gördüğünüz ve sizin de katıldığınız Çerkes olmayan birinin değerlendirmesini de alayım: ‘Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere’, bir de ‘Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan’ Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes’tir.)”

Anladığım kadarı ile siz demek istiyorsunuz ki sayın Berberoğlu; “zulümden kaçanlar Çerkes ise Osmanlı sınırlarına yığılmaları teslim olmamak için seçtikleri onurlu bir yol. Binlerce yıllık vatanların terk etmelerinin nedeni özgürlüğe olan tutkuları” ama zulümden kaçanlar Kürtler ise “Türk sınırına yığılmalarının nedeni yüreksiz oluşları” çifte standardın bu kadarına bilmem ne demeli?

“Kafkaslarda şu an ‘tarihi bir şans eseri’ özgürlükler vardır. İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama ‘Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!’ ” diyebiliyorsunuz gayet rahatlıkla. Bence sizi bu kadar keskin konuşturan cehaletinizdir.

Sayın Berberoğlu: Sadece Koşhable’den ulusalcı oldukları için bir gecede götürülüp geri gelmeyenlerin sayısı tam 270 kişidir (iki yüz yetmiş) ve bugün politika, bilim, dil, kültür alanındaki başarılı insanlarımızın, öğünebileceğimiz bütün değerlerimizi (siz diasporadakilerin dahil) koruyan geliştiren insanların en az % 70’i, yetim büyümüş, hayatlarının bir döneminde otlarla, ağaç kabukları ile beslenmek durumunda kalmışlardır.

Dilerseniz bir de üretim yönünden; örneğin derlenip, geleceğe miras bırakılan söylence sayısı, anadilde yazılan şiir yayımlanan kitap sayısı, bestelenen eser sayısı, bunları geliştiren grup sayısı vb. konularda sayıları ancak yüz binlerle ifade edilen “bedel ödememiş”lerle, kimilerine göre yedi milyonu (!) bulan Türkiye diasporasını bir karşılaştıralım ya da daha yenilerde vatan savunmasında Abhazya için her şeylerini vermeye hazır olan, veren anavatan insanı ile masa başında, sanal ortamda vatan kurtaran, anavatandakilere yol yöntem öneren; ancak, geçin bir maaş tutarını vermeyi, elbise eskilerini verirken bile elleri titreyen diasporadakileri bir karşılaştırın. Alacağınız sonuçlardan sonra, bilmem yine böyle üst perdeden konuşabilir miydiniz?

Hadi bir de spekülasyon yapalım: Anavatan kesimi bugüne kadar hiçbir bedel ödemedilerse bile, siz ve sizin gibilerin “tu-kaka” olarak tanımladığınız anavatanda bugünlerde de yaşama bedelini ödemiyorlar mı? Anavatanı sadece uzaktan seven, sizlerin küçümseyen sözlerini okumaya, dinlemeye katlanmıyorlar mı?

Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama özetle bilinmesi gereken; diasporada ulusal kültürel hak kazanımı mücadelesinde bir üyesi ölüm cezası alan ya da zindanlarda çürütülen tek bir aile gösterilemezken, anavatanda böyle bir bedel ödememiş tek bir ailenin olmadığıdır.

Gerçekten de “bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olmaz” ama üzücü olan, 140 yılı aşkın diaspora yaşamında, var olmak için ciddi hiçbir bedel ödememiş olanların, anavatanın bugünlere, her gün bedel ödenerek getirtildiğini görememeleridir.

”Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler. Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa gerçek bu. Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış anlaşılmasın ama olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı bulmuyorum.” Kusura kalmayın ama burada Rusları mı yoksa Çerkesleri mi küçümsediğinizi anlayamadım.

”Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için ‘çok uzak bir anı’ olmaktan öteye gidiyor mu?” Atalarının sürüldükleri topraklar “çok uzak bir anı” olanlar için emin olun “bir zamanlar Çerkes oldukları” çok daha uzak bir anıdır. Lütfen rahatsız olmasınlar. Yukarıda belirttiğim gibi çağrımız onlara değildir, “ben varım, var olmalıyım” diyenleredir…

“Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Ben lobilerin varlığını biliyorum, bilmeyen olduğunu da sanmıyorum. Ancak siz; anavatanına dudak büken, bugüne kadar evi bekleyen kardeşlerini küçümseyen, anavatanı ile ilgilenmeyen, imkanı olduğu halde anavatanını gezmeye gitmeyen, vatandaşı olabilme fırsatını elinin sırtı ile iten, bulunduğu ülkelerde politikaya karışmamaya özen gösteren, yüzünü anavatana dönünce sadece politika konuşan, hariçten gazel okuyan başka diaspora biliyor musunuz? Hem bu lobilerin olabilmesi için, lobisi olduğu merkezlerin de güçlü olması, yeterli nüfuslarının olması gerekmez mi? Avrupa’daki Türklerin arkasında sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği yok mu?

“Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Çok doğru. Ben de bu yargınıza yürekten katıldığım için müsterihim zaten. Biliyorum ki, siz bile bilgisizce kalem oynattığınız konular hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzda belki anavatana dönmeyecek ama “Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını” vurgulamaya başlayacaksınız.

“Öte yandan, 70 Milyon’luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?” Burada da dönüşçülerin hiç düşünmediği bir şeyi onların görüşü imiş gibi sundunuz, elbetteki ayıp ettiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını dönüşçüler olarak önemsemesek gece gündüz çifte vatandaşlık sağlanması çabasını sürdürür müyüz?

Platformlara, sitelere sizleri kızdırmak pahasına “bizce, iki komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor olmasa gerek.” içerikli yazılar yazar mıyız? Ancak bu konu sizin için çok önemli ise eğer her yıl, şimdilik anavatana yerleşme kararındaki çok az sayıdaki Çerkes’i bir kenara bırakıp, başka ülkelere bu arada Amerika’ya, Rusya Federasyonu’na yerleşen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türklere propaganda yapmanız gerekiyor. Bunu yapmayacak olsanız bile çok akıllıca sandığınız bu yaklaşımı sürdürürseniz, “150 milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleri ile bir dünya devletinin vatandaşı olmak daha çok şey kazandırabilir” yanıtını alabilirsiniz.

“Ben kendimi kültürel olarak “Çerkes” etnik olarak “Türk” hissediyorum.1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya da 26 Ağustos’ta o denli gururlandırıyor…Ve kimse kızmasın ama ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor.” Değerli kardeşim, ilk cümlenizi bir dil sürçmesi olarak değerlendiriyorum. Yoksa kişinin annesini kendisinin seçemediği gibi, etnik konumunu da kendisinin seçemediğini bilemeyecek kadar konunun cahili olmazsınız. Ancak kişi kendini, kültürel olarak bir başka halktan sayabilir. Bunu da normal karşıladığımızı sadece bu sitede çeşitli sayfalarda defalarca yazmış oldum. Ancak burada da dönüşü düşünenleri Türk düşmanıymış gibi gösterme çabanızı anlamak mümkün değil. Girişte söylediğim gibi eleştirilerinize, dönüşü savunan insanların yazılarını temel almanız gerekiyor.

”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz?’’ Böyle insanlara seslenmediğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Dönüş için kişilerin kendileri istekli olmalıdır. Çok kolay olmadığı bilinmelidir. Anavatan için ulusal yaşam için, sizlerin görmezden gelebileceği kimi bedelleri ödemeye hazır olmalıdır. Anavatanda Türkiye yanlısı, Türkiye’de Rus yanlısı dahası Rus uşağı yaftalarına katlanabilmelidir, gibi…

“Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette görevimiz olmalıdır.” Değerli kardeşim çağımızda neyi, nasıl yapacağınızı söylemediğiniz de söylediğiniz en güzel şeyin bile hiçbir önemli olmadığını dahası önerenin önerisinde samimi olmadığı anlamına geldiğini artık bilmeniz gerekmiyor mu?

”Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü ve etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır.” İnanın yüzde yüz katıldığım bir görüş. Hem de anavatan tarafına da uyarlanabilecek doğru bir görüş. Yani anavatan olarak yaşadığımız ülkeye, yani Rusya Federasyonu’na sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Burada ne kadar güçlü ve etkili olursak, diasporada yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır. Örneğin yerel televizyonlarımız diasporadan izlenebilse fena mı olur?…

Saygı bizden efendim…

Yazışmaların hakaret içermemesi konusunda çok duyarlı olanlara, Azmi Berberoğlu kanalı ile birkaç sözüm var:

Değerli Kardeşim,

Duyarlılığınıza katılmamak mümkün değil. Ancak saygısızlığı, ahlak kurallarına uymamayı, sadece hakaret sözcükleri ile sınırlandırdığınızı görüyor ve bu anlayışı çok ilkel buluyorum. Uygar insanların onur anlayışı ile ilkel kalanların onur ve hakaret anlayışları epeyce farklılaşmıştır çağımızda. Örneğin sizce; birkaç dönüm tarlası işgal edildiği için kavga çıkaran, küfür eden, şansı kötüyse cinayet işleyen biri mi daha onurludur, her gün erozyonla giden vatan topraklarını korumak için erozyona karşı mücadele eden mi?

Çöplerini bahçesine döktüğü için komşusuna av tüfeği ile ateş açan biri mi daha cesurdur, onuruna düşkündür, tutuklanma tehlikesine karşın, işini gücünü bırakıp denizin kirletilmesine karşı çıkanlar, nehri kirleten fabrikatörlere karşı, kelle koltukta mücadele edenler mi?

Birine enayi demek mi daha büyük hakarettir, tüm toplumu enayi yerine koymak mı? Söylemediği, yazmadığı şeyleri bir kişiye mal etmek mi daha büyük hakarettir, yoksa görüşlerine katılmadığı için dönüş grubuna söylemedikleri, yazmadıkları görüşleri mal etmek mi?

Peki bugün beğenmese de ata toprağı diyebileceği ülkenin bekçiliğini yapanları küçümsemek, eleştirileri, söylenmemişlerin, yazılmamışların, kendi sanılarının, öznel görüşlerinin üzerinden yürütmek hangi ahlakın sınırları içindedir ya da hakaretler, tavırlar konusunda duyarlı arkadaşların bu kadar çarpıklığı görmemesinin ya da hiç uyarıda bulunmayışının sizce nedeni ne olabilir?

Katılımcımız Abrek-2’nin deyimi ile “hani merak ettim de?”

Saygılar.


18.11.2005

Sevgili Azmi,

Dönüşe karşı olmamanız sevindirici. Ancak gerçekten halkımız için bir şeyler yapmak istiyorsak; kendimizi, halkımızın psikolojisini iyi anlamamız gerekiyor. Şimdi bulamadım ama ilkel düşünce yapısının kötülük anlamına gelmediğini, onun da kendine özgü bir yapı olduğunu çok güzel anlatan bir kitap okumuştum. Bulduğumda sizlerle paylaşacağım.

Ama ondan önce çok net olarak söyleyebileceğim halk olarak ilkel düşünce yapısını hala koruduğumuzdur. Tek tek kişiler olarak değil, toplum düşünce yapısı olarak. Bu nasıl olabilir demeyin. İnsanlarımız başka gruplarla olduklarında hayranlık uyandıracak kadar çağdaş, başarılı. Öyle olmasa partilerde, şirketlerde politik olaylarda, içinde bulunduğu ortamda lider konumunda bu kadar insanımız olabilir mi?

Ancak aynı arkadaşları derneklerimiz çatısı altında bir görün. Genel müdürü olduğu şirkette herhangi bir konuda gelen öneriye ilk sorusu “evet güzel ama bunu nasıl ne zaman hangi para ile ve nereden gelecek bir para ile” diye soran Çerkes dernek çatısı altında şirkette sorduğu soruların hiçbirini yanıtlamadan önerilerde bulunabilir.

Daha güncel bir örnek vereyim:

Çerkeslerin Birliği diyoruz. Amaçları, dünya görüşleri, dilleri …. Farklı insanların salt aynı halktan oldukları için, birlik olabildikleri tarihte görülmüş mü ki salt Çerkes olduğumuz için birlik olabilelim? Bunun olabileceğini savunan arkadaşların özel yaşamına bakın birlik için düşünce birliğinin öncelikli, zorunlu, düşünce ve amaç birliğine dayalı olmayan birlikteliklerin uzun süreli olamayacağını söyleyeceklerdir size…

İlkel düşünce yapısına verilen örneklerden biridir çocukların, öğrencilerin davranışı. İyi not aldığında kendisi almıştır. Derslerden aldığı not zayıf ise elbetteki “öğretmen vermiştir”. Peki tarihte başımıza gelenlerden hep birilerini, sadece birilerin, suçlu bulmak; halkımızın payını irdelememek, gelecek için neler yapılması konuları tartışılırken kendimizin yapacağı şeylerden çok başkalarının yapması gerekenlere öncelik vermek, şu sitede bile tartışmaların daha çok sonuç alınamayacak konularda sürmesi; somut, üretime yönelik sayfaların rağbet görmemesi, kendimize yapılan hakaret sözcüğü içeren hakareti görüp topluma yapılan hakaretin, hakaret olduğunun farkında olmamak, ilkel düşünce yapımızın sonucu değil de nedir?

Örneğin çeşitli platformlarda; bir süre, yazılan her konuda kendisini bir şeyler söylemek zorunda sanan bir arkadaşımızın ayrılma nöbeti tutuyor, yeni bir site kurduğunu buradaki arkadaşları oraya beklediğini yazıyor. Ama elbetteki herkesi değil “akıllı olanları mı”, “aklı selim sahibi olanları” mı gibi bir çerçeve ile. Siz de bu arkadaşımızın bu sözlerinin bu site katılımcılarına hakaret olduğu uyarısı yapmıyor aksine; ‘’aman, zaman, ayrılmayın’’ anlamına sözler yazıyorsunuz.

Eminim ki, arkadaşımız eğer yazılarımızı okumayı sürdürüyorsa “ayrılma nöbeti” deyimini bizleri akıl selim sahibi olmamakla suçladığı sözlerden daha ağır bulacaktır. Dahası siteden birçok yandaş da bulacak tavırlarımı eleştiren de çıkacaktır.

Tüm bunlara benzer davranış özelliklerimiz olduğunu çok öncelerden yaşamış, farkında olmuştum. Ancak bunların ilkel düşünce yapısı ürünü olduğunu, böyle adlandırıldığının “Yaralı Bilinç- Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni” adlı kitabı okuduktan sonra farkında oldum. (Metis Yayınları. İranlı bir yazarın Daryus Shayegan’ın.) Felsefe bilgim benim de çok derin değil, kimi bölümlerini anlamakta çok zorlandım, kimi bölümlerini hiç anlayamadım. Ama anladığım bölümlerde bile sanki bizi anlatıyordu.

Sonuç olarak sevgili Azmi, yanıtınız benim yazdığıma yanıt olmadı bence… Siz tavrımı, üslubumu eleştirdiniz ama görüşlerimden hangisine katılıp hangisine katılmadığınızı söylemediniz. Örneğin; Yılmaz kardeşimiz anavatandakilerin bedel ödemeden bu günlere geldiğini iddia etti, ben öyle olmadığını ileri sürdüm. Sizin bu ve benzeri eleştirdiğim konularda ne düşündüğünüz hala bilinmiyor.

Sevgili a.e.,

İşimiz zor elbetteki. Ancak tartışarak, olabildiğince tartışarak sağlıklı sonuçlara varabileceğimiz inancındayım.

Sevgili Talebe,

Bu nick’e eskiden müstear isim derlerdi değil mi? Bence önemli olan içerik. Abrek-2 meraklı arkadaşımızın dediği gibi nick’i kimin hakaret ettiği bilinmesin amacı ile kullanmıyorsa kullanmasında bir mahzur yok gibi geliyor bana. Ama birlikte üretecek isek elbetteki yüz yüze geleceğimiz günler de gelecek. Evet üslup konusunda birbirimizi uyaralım elbetteki ama bu olayın özünü kaçırmamıza neden olmasın derim. Daha doğrusu önce yazıda savunulan düşünceye ilişkin görüşümüzü söyleyelim önce, söyleniş şeklini beğenmediysek o konudaki uyarıyı da ekleyelim derim…

Talebe ile ayrıntılı düşünce paylaşımı daha sonra. Söylediklerine bakılırsa pek yeni bir talebeye benzemiyor. Siz ne dersiniz?

Sevgilerimle…

19.11.2005
Değerli Arkadaşlar,

Altmışlı yılların sonlarından beri anavatanla sıkı denebilecek ilişkilerim var. Doksan ikiden beri de Anavatanda yaşıyorum. Bir başka sayfada yeğenlerimin bile beni adımla çağırmalarını yadırgamadığı yazmıştım. Yani en genciniz de bana abisiz, seslenebilirsiniz.

Tüm eleştirilerinizi aynı ciddiyetle değerlendirdiğimi bilmenizi istiyorum. Ancak daha hızlı ve sağlıklı yol alabilmemiz için, diasporamızın yaptığı tüm hatalara kaynaklık eden bir anlayışı düzeltmemiz, bir eksikliği gidermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Diasporanın durumunu iyi analiz edebilirseniz, yanlış anlayışın ne olduğunu siz de göreceksiniz: Çeşitli dernek çalışmalarına, çıkartılan dergilerde, internet sitelerinde, platformlarda yazılanlara bakıldığında görülen şu.

Zaman zaman Kafkasya’nın sözü edilse de çoğu yazının içeriği Kafkasyasız bir Kafkasya’nın amaçlandığı izlenimi veriyor. Dahası sorunun çözümünü anavatanda düşünenler bile politika üretirlerken, anavatandakiler ne der, bugünlere kadar vatan bekçiliğini yapanların politik yaklaşımı ne olabilir, bilgi ve deneyimlerimizi nasıl bir araya getirir halk yararına olan politikayı nasıl belirleriz gibi bir kaygı taşımıyorlar.

Hep verdiğim örnekle, sebep ne olursa olsun köyünden uzak düşmüş bir aile ferdinin, emekliliğinde bile dönmeyeceği köyündeki evinin düzenini, evde oturan kardeşine sormadan, onun görüşünü, olurunu almadan düzenlemeye kalkması gibi bir şey. Bu elbetteki önce ahlaki değil. İkinci olarak da başarı şansı hiç yok.

Ben bu yaklaşımın bilebildiğimiz ulusal siyasal hareketlerle, bizim siyasal hareketimizin hiç benzeşmediğinin farkında olunmamasına bağlıyorum. Örneğin bir Yahudi hareket, Kürt hareketi, Filistin hareketi…

Tüm bunlarda öncelik örgütlerdedir. Devlet kurmayı amaçlayan örgütlerdedir. Başarılı olan hareketlerde devleti kuran örgüt olduğu için devlet yetkililerini seçen de bu örgüttür. İsrail için bunu hemen örnekleyemeyeceksek de Kürt hareketinde çok açık olarak gördüğümüz gibi Irak’taki iki Kürt örgütünün liderlerinden biri Irak Cumhurbaşkanlığına, diğeri de Kürt bölgesi başkanlığına seçilmişlerdir. Ve bu bölgede daha çok uzun yıllar siyasal erk örgütlerin elinde olacaktır. Seçilecekleri, örgüt belirleyecektir.

Bizim öyle bir örgüt kurma şansımız da yok, bizim için böyle bir örgütün gerekliliği de yok. Dahası böyle bir amaçla kurulmuş örgütün başarı şansı da yok.

Biraz açalım. Bizim harekette, kimilerinin düşlediği anlamda örgüt kurulamadan Rusya Federasyonu üyesi Adige cumhuriyetlerimiz ve şimdilik tanınmamış olsa da Bağımsız Abhazya Cumhuriyeti’miz var. Kimileri muhtarlık da dese, kimileri belediye de dese, ya da olduğu gibi Rusya Federasyonu üyesi Cumhuriyetler oldukları kabul edilse de hazır örgütler.

Yasal olarak vergi toplayabilen, bu vergileri ulusal sorunların çözümünde kullanabilen, dahası kimi ulusal sorunların çözümünde Federasyonun yardımını alan örgütler. Hemen iki örnek vereyim.

İlk Dünya Adıghe Müzik Festivali’nin giderleri Federasyonca karşılanmıştır. Kosova Adıghelerinin anavatana getirilmesinde Federasyonun parasal ancak ondan daha önemli politik katkıları olmuştur. Dahası Federasyonun bu tavrı olmasaydı bu dönüş gerçekleşmezdi. Çerkesleri yurdundan eden Çarlık Rusya’sının bayrağını bayrak edinmiş, devlet armasını arma seçmiş Rusya Federasyonu Hükümeti konuyu gündemine almış sorunun çözümünü görüşmüş ve ilgili bakanlarını görevlendirmiştir.

Özetle söylemek istediğim var olan devlet yapılarımıza, ve devletlerimizin üyesi bulunduğu Rusya Federasyonu’na karşı hiçbir muhaceret örgütünün başarı şansının olmadığıdır.

Böyle yanlış bir anlayış mutlaka edinilmesi gerekli bilgilere de maalesef kulakları tıkamakta güzel gelişmelerden hiç haberdar olunmamakta ya da bu çok önemli gelişmeler yeterince önemsenmemektedir.

Bu konuda Abhazya konusu yeterli örnektir sanıyorum. Bana göre Diaspora Abazalarının sorunu o denli çözülmüştür ki Abaza dernekleri bile artık zorunlu değildir (dikkat gerekli değil demiyorum, zorunlu değildir diyorum). ya da derneklerin tek görevi, birincil görevi irtibat bürosu gibi çalışmak olmalıdır. Çünkü Abhazya Cumhuriyeti, diasporasının Abhazya’ya dönüşünü devlet politikası olarak benimsemiştir.

Nerede olursa olsun her Abaza’nın vatandaş saydığı yasayı parlamentosunda kabul etmiştir.

Birkaç yıldır faaliyet gösteren Devlet Dönüş vakfı kurmuştur. Abhazya’da maaş alan herkesin maaşının yüzde ikisi bu vakfın kasasına gitmektedir. Yarın öbür gün bu vergilerden pay ayırmaya, devlet bütçesinden pay ayırmaya gidecektir. Pratik ilerledikçe gerekli yasal düzenlemeler de yapılacaktır.

Şimdi sorarım size bu gelişmelerin yazıldığı sitede genç arkadaşlarımızın anavatanda yasal düzenlemeler yapmaktan söz etmesine gerek var mı. Olsa olsa bunlardan nasıl yararlanılacağı ve nasıl geliştirileceği tartışılabilir.

Sakın her Abaza’nın pılını pırtısını toplayıp hemen dönmesinin zorunlu olduğunu söylediğimi sanmayın. Kendi özelinde ne zaman döneceğini kendisi bilecektir. Ancak bu dönüş oluşuncaya kadar, eğer samimi ise bu programa mutlaka katkıda bulunmak zorundadır. Zaten bir Abaza eğer saygınlığını korumak istiyorsa bunu yapması gerektiğini, devlet politikasına katkıda bulunmadığı zaman devletin gözünde saygınlığını yitireceğini hemen kavrayacaktır.

Derneklerin zorunlu olmadığını söylemiştim. Buna takılanlar olmasın diye açıklayım. ABD bu yıl 55.000 kişiye oturma izni verecek, süresini tamamlayanlar vatandaş olacaklardır. ABD bu adayların hiçbirini dernekler arcılığı ile bulmamakta bunun için o ünlü STK lara ihtiyaç duymamaktadır. Şartlarını belirlemekte Kanada örneğinde olduğu gibi başvuruları kendine göre değerlendirmekte uygun olanlara buyur demektedir.

Şimdi sorarım size Amerika vatandaşı olmayı düşleyen biri, yada Amerika’ya dönüşü sağlamayı amaç edindiğini söyleyen bir STK. ABD’nin Irak’taki uygulamalarını eleştirebilir mi? Eleştiren, yazan, çizen, ABD karşıtı eylemlere katılanların seçilme şansı olabilir mi? Elbetteki hayır.

Bunu bilebilmek için de çok bilgiye gerek olduğunu sanmıyorum. Bu sonuca ulaşmak için İç güdünün bile yeterli olduğu inancındayım. Bir ülke kendisine küfreden, ülkeyi karıştırma ihtimali olan birine niye oturma izni, vatandaşlık versin. İnanın tarihi haklılık bile bunu sağlamaya yetmez.

Daha anlatılacak epeyce şey var. Onları da sonraki yazılara bırakalım.

Ama sevgili talebe ve ilgilenenlere iki bin yıllarından beri en az üzerinde tartışılacak manifesto taslağının bulunduğunu, çeşitli platformlarda yayınlandığını, DÇB 2003 kongresinin de küçük değişikliklere bunu kabul ettiğini söyleyebilirim. İsteyenlere bu taslağın Adıghey Adıghecesini, İsteyenlere de Kheberéey Adıghecesini gönderebilirim. Yada biraz zaman alacak ama dilenirse Latin alfabesi ile de yayınlarız. Sitemizde bizlere yardımcı olur sanırım. Ne dersiniz?

Değerli Arkadaşlar, bakmayın arada birilerinizi üzdüğüme sizleri ve sitemizi çok seviyorum. Sizlerle geleceğe olan umudumun büyüdüğünü de bilmenizi istiyorum.

Kalın sağlıcakla…

02.12.2005 
Değerli Arkadaşlar,

İnanın çok uzun süre düşündüm ne yazılabilir diye. Sayfa o denli kişiselleşti, gerçeklerden uzaklaştı ki…

Sevgili a.e. elbetteki en çok size kırıldım. İçinde yaşadığımız, yaşamaktan mutluluk duyduğumuz cumhuriyetimizi feshettiniz bir çırpıda. Sayın Volkan’ın yazdıklarından bu anlamı çıkartmanız ilginç. Sayın Volkan Adıghéy fesh olmak üzere demiştir her halde. Bir de yazdıklarınızda Çerkes halkının yaptıklarını tüm şeyleri, sitede söylenenlerle sınırlama eğilimi sezdim ki çok yanlış. Site üyemiz iki bin desek, iki milyon Çerkes’in binde biri bir halka örnek teşkil etmez değil mi. Hele bunların da tartışan sayısını siz benden daha iyi biliyorsunuz.

Daha ilginci Volkan beyin sizden sonra yazmış olmasına rağmen bu yanlışlığı düzeltmemiş olması… Ama Sayın Volkan son yazısını sizin yazıyı okumadan yazmış olmalı. Öyle ya bu yanlışlığa “keşke öyle olsaydı diyecek hali yok ya…”

Sevgili Elif, yazılanlardan beğendiklerinize beğendim deme, görüşlerini beğendiğiniz kişileri destekleme hakkınız elbette ki var. Olmaz mı? Ama başkalarının da yanlış bulduğu görüşlerinizi eleştiri hakkı olmamalı mı? Örneğin sizin kendine “talebe” adını vermiş, öğreneceği şey kalmamış, sorar gibi yapıp ders vermeye kalkan arkadaşa kapılıp “Bizleri bir arada tutacak ortak noktalarımız bile kalmamış hedef yok amaç hiç yok. Lay lay lom’larla uğraşacak zamanımızda yok. Adigexhabze’yi yaşatalım, saygılı olalım Zexes yapalım, ekip kuralım bunlarla hiç bir halk ayakta kalamaz.” diyebiliyorsunuz. Yazdığı uzun yazılara karşın somutta hiçbir şey söylememiş olan sayın Talebe’nin “somut önerilerini” destekliyorsunuz.
Bu nasıl bir anlayıştır ki sizlerde olmayan şeyin kimselerde olmadığını sanıyorsunuz. Bizlerin politikasını yanlış, eksik bulabilirsiniz ama bu kadar yazıya, gerçekleştirilmiş şeylere karşın politika yok diyemezsiniz.
Yoksa siz Anavatana Dönüş Politikası dışında politika yok, dönüşçülerin dışında kimselerin hedefi yok mu demek istediniz?

Bizler, nasıl bir dönüş düşlediğimizi, Bağımsız Birleşik Kuzey Kafkasya’yı düşlerimizde bile görmediğimizi defalarca yazdık. Dahası biz, dönüş olarak adlandırdığımız eylemin, cumhuriyetlerimize, Rusya Federasyonu’na yerleşmenin, bir yönü ile kişilerin seyahat özgürlüğünü kullanması kadar basit bir eylem olduğunu biliriz. Nasıl aksini söyleyebiliriz bugün Rusya Federasyonu’na dönüş yapan Çerkes’in on katı kadar Türk yerleşmişse. Ayrıca da Avrupa’ya, Amerika’ya yerleşen, yerleşmek isteyen Türkiye vatandaşlarına, Rusya Federasyonu’na yarleşen TC. vatandaşlarına karşı çıkılmayıp, dönüş diyen Çerkeslere karşı çıkılmasına da hep hayret ederiz. Gidilen ülke kabul ettiği halde seyahat özgürlüğümüz neden kısıtlanmak istenir, bizlere illaki kahramanlık yaptırma isteklerini anlamayız. Özetle bizimkisi böyle basit bir politika. Köprü politikası…

Evet yineliyorum örgüt “gel kardeşim bir örgüt kuralım” demekle kurulmaz. Talebe arkadaşımız dönüşçü olduğunu, dönüşü kabul etmeyenlerle dönüşü tartışmadığını söylemişti. Benimde Dönüş politikasını dönüşü kabul etmeyenlerle tartışmam. Dahası dönüş politikasını tartışmam için “nasıl bir dönüş”te de anlaşmamız gerekir. Bizim nasıl bir dönüş özlediğimizi defalarca somutladık. Sizler de somutlayın ilkelerinizi beğenenler çevrenizde toplaşır. İlkelerde anlaşırsak birlikte oluruz. anlaşamaz isek Talebe arkadaşımızın dediği gibi herkes doğru bildiği yolda gider…

Bu da çok ters bir olay değildir. Günümüze kadar hiçbir halk hareketinin herkesi kapsayan bir siyasi çizgisi olmamıştır. Hele başlangıçta. Görüşler bir olmadan hep birlikte olunamaz. Bu sadece bizlere özgü değil evrensel ilkedir.

Gerçekten üretim isteniyorsa kişilerin geleceğe ilişkin planlarını sorgulamaları gerekmez mi?…

Saygıyla…

04.12.2005
Sevgili a-e,

Sağlıklı tartışabilmek için asgari bir bilgi düzeyinin gerekliliği, sevgili Talebe zorunlu olmadığını söylese de yadsınabilir mi? Yeni başlayan birine Cebir’i anlatmak için x ve y’den başlayabilirsiniz. Ancak x ve y’yi anlatıldığı gibi, bilimin anladığı gibi anlamak istemeyip, kendisi öyle istediği için, istediği anlamı verenlerle Cebir’in daha üst düzey kuramları nasıl tartışılabilir. Peki, daha önce defalarca yazılmış, tartışılmış halen tartışılan, bilinmesi gerekli olan, biliniyor olan konularda hep yeniden aydınlatılmayı beklemek ciddiyetle, muhataba saygı ile bağdaşır mı? Ben daha önce de yazmıştım hakaret ve saygı konularında biraz farklı düşündüğümü. Örneğin “anavatanda yaşayanların bedel ödemediğini söylenmesi, kendime karşı kullanılan hakaret sözcüğünden daha çok yaralar beni. Anavatandakilerin izlemedikleri sitelerde, anlamayacakları dilde, Kuzey Kafkasya politikalarını tartışmanın onları hiçe saymak anlamına geldiğini düşünürüm…

Sevgili a-e üzülerek söyleyeyim ki, sorduğunuz sorular, Çerkeslerin neden anavatana dönmeleri gerektiği konusunu hiç anlamadığınızı gösteriyor. Bunu anlamak, anlamak istemeyenler, eskiden anlarken bugün anlamaz olanlar mebzul (*) yığınla… Ancak cumhuriyetlerin statüsünü sorduğunuz soruda Abhazya ile Adıghéy’i aynı kefeye koymanız anlaşılacak gibi değil… Halbuki bu sayfadaki daha ilk yazımda, eleştiri de yöntem konusuna dikkat çekmiş şunları söylemiştim:

“Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle… Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.

Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları gösterilebilmelidir.

Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü birimi olarak grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar verilmemelidir..

Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de sunulmalıdır.

Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“ gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır ya da dini inancının gereklerini terine getirmeyi yaşamın amacı olarak seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir, gibi daha sayılabilecek bir çok şey.”

Bu söylenenler doğrultusunda, daha önce yazdıklarımda yanıtları bulunabilecek olmakla birlikte bence bana yöneltmeniz gereken, “Dönüş Nedir?, Niçin Dönüş?, Nasıl Bir Dönüş? Kimlerle Dönüş?” gibi sorular olmalıydı. Zaten sorularınız, Dönüş’ün ne olduğu, anavatana niçin dönmememiz gerektiği bilinerek soruluyorsa, “Dönüş’ün olmayabileceğini” sezdirecek yanıtlar alınması umudu ile bağlanan, tuzak sorular olarak da değerlendirilebilir. Özetle sevgili a-e bilerek ya da bilmeyerek Şıblekhue’nin yerinde tespiti ile “… açık ya da örtülü şekilde diasporayı anavatandan koparmak ona karşı duygularımızı tamamen Türkiye içi yapılanmalara yönlendirmek.” çabasını gösterenlere katkıda bulunuyorsunuz.

– Bize göre Dönüş, Adıghe-Abaza halkları için “ulusal idea” dır.
– Günümüzde, Anavatan ile Diaspora birbirine muhtaçtır. Anavatan evlatlarına hasret, Anavatanın yaşam suyundan yoksun diaspora öksüzdür.
– Halkımız için düşlediğimiz tüm güzel şeylere kavuşmamız, ancak Anavatana Dönüş ile mümkün olabilecektir.
– Çok sayıda ülkeye dağıtılmış, yok olmanın eşiğine gelmiş halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan diaspora için, anavatana dönüş ulusal kültürel değerleri yaşatabilmenin, halk olarak varlığını sürdürebilmenin tek yoludur. Anadilin okunup yazıldığı, parlamentolarında kendilerine kontenjan ayrılan ülkelerde yaşayanlar dahil diaspora Adığelerinin yok oluş hızı bunun, en belirgin göstergesidir. Döneminde devlet yönetimine hakim olmuş Çerkes Memluklarının akıbeti ise diaspora Adığelerinin varlıklarını koruyamayacaklarının kesin kanıtıdır.
– Diaspora Adığelerinin Anavatana Dönüşü’nün sağlanması, tarihsel topraklarında sürekli olarak baş kakıncı yapılan anavatan kesimi için onurlu ulusal yaşamı geliştirme çabalarına en büyük katkıyı sağlayacaktır.
– Bize göre bu yaklaşım, halkımızın. ulusal-kültürel değerler için mücadele verdiğini söyleyen bilinçli her bireyinin benimsemesi gereken bir paradigmadır.
– Ancak Anavatana Dönüş’ün, çok sıradan ikinci bir boyutunun daha olduğunu, görmek, bilmek ve önemsemek durumundayız: Diasporada ki insanlarımızın, diğer halklardan herhangi biri gibi Rusya Federasyonu ve Federasyon üyesi cumhuriyetlerimizde, daha rahat yaşayacaklarına, daha mutlu olacaklarına inanmaları, iş adamlarımızın da Rusya Federasyonu’nda daha kazançlı işler kurabileceklerini görebilmeleri, bu amaçlarla dönüşü gerçekleştirmeleridir. Ayrıca, yıllardır başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkenin başvurduğu yeni vatandaş kazanma yöntemlerinin, dramatik bir düzeyde nüfusa ihtiyacı olan Rusya Federasyonu için de gündeme gelmesi hiç de uzak bir olasılık değildir. Bu öngörüye uyumlu politika geliştirmek de bizim sorumluluğumuzdadır.
– Anavatana anavatan olduğu için dönülmelidir.
– Anavatana, bu güne kadar anavatanın bekçiliğin yapmış kardeşlerine kaderini paylaşmak için dönülmelidir.
– Anavatana, halkı ile birlikte üretme, ürettiğini halkına da sunma mutluluğunu yaşamak için dönülmelidir.
– Dahası halkıyla birlikte çekilecek sıkıntıda da bir mutluluk yaşanabileceği bilinci ile dönülmelidir… gibi.

Dönüş, böyle anlaşıldığında, yanıtları, Diasporada kalacakların kesinlikle yok olacağı, ancak anavatan kesiminin varlığını sürdürebileceği, geliştirebileceği gerçeğini değiştirmeyeceği için sorularınızı şu aşama ve ortamda anlamsız buluyorum. “Diasporayı anavatandan koparmak” için sorulmuş olabileceği düşüncesini de kendimden uzaklaştıramıyorum.

Şimdi izninizle, ben de size eğer samimiyetle yanıtlarsanız, dönüş konusunda samimi olanları diğerlerinden ayırmamızı sağlayacak birkaç soru sorayım.
– Altmışlı yıllarda, bir kısım diaspora Ermeni’si, sosyalist oldukları, sistemi çok beğendikleri için mi dönmüştü Sovyetler Birliği’nde yer alan Ermenistan cumhuriyetine.
– Ermeni diasporası Ermenistan’ın yer aldığı Sovyetler Birliği’ndeki sistemi eleştirerek Ermenistan’a dönebilir miydi?
– Ermenilere soykırım uygulandığı tezini kabul ettirmeyi, öncelikli görev sayan bir Ermeni’ye Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşlık verir mi? Seyahatlerini engellemez mi?
– Türkiye’nin bir bölümünü, Ermenistan kabul eden ve bu toprakların bağımsız olması ya da Ermenistan’a bağlanması için çalışan Ermenilere, Türkiye Cumhuriyeti oturma izni, vatandaşlık verir mi?
– Türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanına, başbakanına katil diyenlere Türkiye Cumhuriyeti, oturma izni, vatandaşlık verir mi?
– Birlikte örgüt kuracakların, aynı amacı paylaşıyor olması gerekmez mi?
– Amacı anavatana dönüş olan örgüt önermesine karşın, Dönüş gibi bir derdi olmayanlarla aynı çatı altında olunması gerektiğini ileri sürenlere, “bu ne biçim örgütçülük, bu ne biçim dönüşçülük” deme hakkımız doğmaz mı?
– Günümüzde Talebe’nin önerdiği tipte güçlü örgüt, güçlü finans kaynağı demek değil mi? Güçlü bir derneğin finanse etmediği güçlü örgüt kurulabilir mi? Devletler kendi amaçları için kullanamayacakları örgütleri finanse eder mi?
– Önerilir önerilmez toplumun bütünü ile sahiplendiği, çözüm önerisi biliyor musunuz?
-Bir görüşün doğruluğu yada yanlışlığı, sizce destek verenlerin sayısı ile mi orantılı?
-Rusya Federasyonu karşı çıkmasa bile, bilinen nüfus oranı ile Adıgheler, benim hayalini bile kurmadığım Kuzey Kafkasya Federasyonu’na üyeliği ne gibi demokratik bir yöntemle sağlayabilecekler.
– Sadece tek bir siyasal örgütü olan halk biliyor musunuz?
– Dönüşü kendi politikaları olarak seçen yönetimlerimizi, yapabilecekleri konusunda denemeden, diasporada hayali örgüt kurmanın anlamı var mı?
– Çerkeslerin ulusal sorunun tartışıldığı bir Kürt ya da Ermeni sitesi biliyor musunuz?
– Çerkes ulusal sorununa bakış açıları örtüşmediği için kendi aralarında tartışan, küsüşen, hakaret eden Ermeniler, Kürtler tanıyor musunuz?…

Daha epeyce soru eklenebileceğini görmüşsünüzdür. Ama zaten çok uzun bir yazı oldu…Ara vermekte yarar var…

Görüşlerimi paylaşan, paylaşmayan tüm arkadaşlara çağrım, lütfen tartışmaları kişilikler üzerine kurmayalım. Daha önce de belirttim. Günümüze kadar hiçbir halkın yapamadığını halkımızdan beklemeyelim, tek dernek çatısı altında toplanabileceği beklentisine girmeyelim. Sorunlara çözüm önerisi getirelim. Getirilen çözüm önerisinin sadece olmazlığını söyleyerek puan toplamaya çalışmayalım. Kendi önerimizi getirelim. Öneriler içerisinde yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de, en gerçekçi olanını seçebileceği konusunda halkımıza güvenelim.
Ben benim anladığım dönüşü özetle de olsa anlatabildiğimi sanıyorum. Ayrı görüşte olanlar da -ki başka arkadaşlar da rica etmişlerdi- kendi bakış açılarını ortaya koyarlarsa, tartışmayı sürdürür, samimi isek çala, çala bir hava da tuttururuz..

İnanın hepinizi seviyorum. Tarzıma katılmayan Talebe, sizi de…

Kalın Sağlıcakla… Necdet

Bugünkü gazetelerde kendime yakın bulduğum iki görüş çıktı. Onları da paylaşayım istedim sizinle… İlki Çerkes ulusal politikasını “ezeli ebedi Rus-Çerkes düşmanlığı” üzerine temellendirmek isteyenler için:

Etyen Mahçupyan 2005 12 04 Zaman Gazetesi.

Türkiye medyasının görmediği veya görmek istemediği bir haber geçen hafta bütün yurtdışı yayınların parçası oldu: Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan verdiği demeçte şöyle demişti: “Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne Kopenhag Kriterleri dışında bir engel çıkarması kabul edilemez.” Avustralya’daki Türkçe yayın programında dinlediğimiz bu önemli haber Ermenilerin içinde bulunduğu büyük zihni değişimi ortaya koymakta.
En milliyetçi kesim olan Taşnaklar bile, geçmişi donduran yaklaşımların geleceği rehin aldığını artık fark ediyor.

Kısacası Türk resmi tezini savunanların bir sürprize hazır olmaları lazım: Ermeniler ‘soykırım’ kelimesini bir kenara koyarak tarihsel olayın kendisine bakan ve yaşananları devlet/yurttaş ilişkisi içinde çözümleyen bir bakışa kaymaktalar. Bu durum ‘soykırım olmadı’ repliğini tekrarlayarak ve hukukun ardına gizlenerek tarih ‘üretme’ kolaycılığına pek izin vermeyecek. Türkiye toplumu bundan sonra vicdanıyla çok daha baş başa kalırken, tarihe mesafe alabilen bir kimlik geliştirme şansını da yakalayacak
İkincisi de anavatanımızı, cumhuriyetlerimizi, halkımızın bugüne kadar ki üretimlerini rastlantı gören küçümseyenlere :

Hürriyet 2005 12 04 Murat Bardakçı

Bülent Ecevit’in Hint şairi Tagore’dan yaptığı tercümede ‘Lambaya, aydınlığı için teşekkür et ama karanlıkta durarak ışığı tutan eli unutma’ diye çok güzel bir cümle geçer…

Bilmem siz de beğendiniz mi…

(*) Mebzul: Bolca, Çokça. (CC)

08.12.2005
Değerli arkadaşlar,

Foruma yazmaya başlamazdan önce nick konusunu düşündüm. Düşünme nedenim sizlerin çoğundan daha yaşlı olmamın, deneyimli olmamın sizler üzerinde psikolojik bir etki bırakmasından, görüşleri rahat savunamayabileceğinizden korkumdu. Ancak bu kez de görüşlerimi savunmaktan korkuyormuşum gibi bir izlenim edinilmesinden korktum.

Sayfaların birinde adımla hitap edilmesinden üzülmeyeceğimi, sadece Necdet denebileceğini yazdığım halde genç arkadaşlar thamadeliği yakıştırdılar. Siz genç kardeşlerim bunu o kadar içtenlikle söylüyor yazıyorsunuz ki, “bana sadece Necdet deyin” demekle bu kurumu bu denli önemseyenlerinizi kırmaktan korkar oldum. Yineliyorum istediğiniz şekilde seslenebilirsiniz bana ama lütfen düşünce bazında birbirimizin ne dediğini anlamaya çalışalım, görüşleri, yaklaşıkları, kavramları, çözüm önerilerini tartışalım.

Sevgili Talebe,

Yazılarınızdan belli oluyordu pek yeni bir talebe olmadığınız. Ben de bunu ilk yazımda belirtmiştim.

Önce şu ‘’biz’’ meselesi. Benim bildiğim, bugün sizin anlattığınız bir örgütümüzün olmadığı, yakın zamanda da kurulamayacağı şu aşamada kurulmasına da gerek olmadığı.

Dolayısı ile “biz” bir örgütlülüğün ifadesi değil. Peki nedir derseniz. Bilincinde olduğum, bilinçaltı da denebilecek birkaç nedenden dolayı “biz” diyorum.

Nedenlerin biri benim, “ben” demek istemeyişimdir. Çünkü öyle demediğim halde hep “ben” demişim gibi sıkça eleştirilmişimdir. Bir de dersem “Allah korusun”…

İkincisi aramızda organik bağlar, örgütsel bağlar olmasa da görüşlerimi paylaşan insanların olduğunu bilmemdir. Ben dersem kendimi onlardan soyutladığım sanılır korkum.

Ancak en önemlisi savunduğum temel ilkelerin, yere zamana göre savunma biçimi değişse de tek başıma benim ilkelerim olmayışıdır. Bu denli doğru, bu denli yerinde temel ilkeleri nasıl yalnız kendiminmiş gibi sunabilirim. Ben sözünü ettiğim ilkelerin Sürgün’ün ilk günlerinden beri var olduğuna, Çerkes Teavün Cemiyeti döneminde billurlaştığına, bizim kuşakla yeniden hayat bulup yaygınlaştığına, dünyayı etkileyebildiğine inanıyorum. Dolayısı ile benden “ben” demeyi bekleme lütfen.

İsteyene, Adıghéy isteyene Kheberdéy Adıghece’sini gönderebilirim, dediğim ilkelerimizin sayıldığı ve benim kaleme aldığım son taslak şöyle başlıyor:

Halkların halk olarak ortaya çıktığı ilk günlerden beri, halkını seven, halkıyla gurur duyan, halkını yüceltmek, güzelleştirmek için çaba gösteren halkseverler hep olagelmiştir.

Lhepkhxer duınayım khızıtéhağe apere mafaxem şéğejağew, yılhepkhı feşıpkhe, aş rıguışxuere, lhepkhır yığelheghenım, yığedexenım felajere lhepkhıpse xekuıpsexer şıew khıreque.
Лъэпкъхэр дунаим къызытехьагъэ апэрэ мафэхэм щегъэжьагъэу илъэпкъы фэшъыпкъэ, ащ рыгушхорэ, лъэпкъыр игъэлъэгэным, игъэдэхэным фэлажьэрэ лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр щы1эу къырэк1уэ.

Buna koşut olarak da halkına olan sevgisinden kaynaklı halkı için canlarını verenlerin az olmadığı da bir giz değil.

Aş daquewi, ya lhepkhı fırae lheğuınığem khıpkhırıççew, khızxeççığe lhepkhım yıpse fezğeılhığexer zeremımaççeri zımış’ere şıep.
Ащ дак1оуи, ялъэпкъы фыра1э лъэгъуныгъэм къыпкъырык1эу, къызыхэк1ыгъэ лъэпкъым ыпсэ фэзыгъэт1ылъыгъэхэр зэрэмымак1эри зымыш1эрэ щы1эп.

Onun için “ulusal sorunların çözümü çalışmalarını ben başlattım, biz başlattık” dememek gerekir hiç bir zaman

Arışı, “lhepkh uefığuexem yazeşşuexın khézğejağer serı, terı” p’uenew şıtep.
Арышъы, «лъэпкъ 1офыгъохэм я зэш1охын къезгъэжьагъэр сэры, тэры» п1о хъунэу щытэп.

Ancak değişikliklerin olduğu, halkın şansının döndüğü dönemler de oluyor.

Aw mexhuı lhexhan zebleççığue, lhepkh nasıp kheğezeğu.
Caş fede lhexhanxem, psewığe lhepkh wıneşueşşıxer, lhepkhım yığessağexer, lhepkh guılhıte ziexer, lhepkhım şış xetre zı ttsıfi nasıpışşüew kheplhıten plheççışt.
Ау мэхъу лъэхъан зэблэк1ыгъоэ, лъэпкъ насьп къэгъэзэгъу.
Джащ фэдэ лъэхъанхэм псэуыгъэ лъэпкъ унэшъош1ыхэр, лъэпкъым игъэсагъэхэр, лъэпкъ гулъытэ зи1эхэр, лъэпкъым щьщ хэтрэ зы ц1ыыи насыпыш1оу къэплъытэн плъэк1ыщт.

İşte şansın döndüğü bu dönemlerde, halk için yapılan çalışmaların getirisi de daha çok oluyor.

Nasıp kheğezeğuxem lhepkhım feblejırem khıpequeri nah nerılheğuı mexhu.
Насып къэгъэзэгъухэм лъэпкъым фэблэжьырэм къыпэк1уэри нэхь нэрылъэгъу мэхъу.

Ayrıca yetkililerine, güçlerine, bilgilerinin gerektirdiği çalışmayı halkı için yapmayanlar da var ve bunların eleştirilmesi, suçlaması gerekir. Tarih de suçlayacaktır onları.

Yet’ani, yaenatte, yakharıw, yaş’enığe yelhıtığew, guılhıtew yaem yelhıtığew lhepkhım falejın fayer fezımlejıxeri şıex, yıççi axer ğemısapxhex. Txıdemi yığekhuençeştıx axer.

Ет1ани, я1энат1э, якъарыу, ящ1эныгъэ елъытвгъэу, гулъытэу я1эм елъытыгъэу лъэпкъым фалэжьын фаер фэзымылэжьхэри щы1эх, ик1и ахэр гъэмысапхъэх. Tхыдэми игъэкъуанчэщтых ахэр.

Te zıtseççe şeç khıtétherep; tilhepkh zıratekhuıhağe apere mafem şéğejağew lhepkhıpse, xekuıpsexer zıfelejağe, zıççexhuepsığe, zılhıxhuığe zakhuer zı: Yıpxhah yıtekhuı yaşşığe yılhepkh zefişesıjınır, aş yıççınalhe yeğeğuetıjığenır arı.
Тэ зыцэк1э щэч къытетхьэрэп; тилъэпкъ зыратэкъухьагъэ апэрэ мафэм щегъэжьагъэу лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр зьфэлэжьагъэ, зык1эхъопсыгъэ, зылъыхъугъэ закъор, зы: ипхъахь итэкъу аш1ыгъэ илъэлкъ ээфишэсыжыныр, ащ ич1ыналъэ егъэгъотыжьыныр ары.

Bizim hiç kuşku duymadığımız şey halkımızın sürüldüğü, dağıtıldığı ilk günlerden beri, özlediği, aradığı tek şey; perişan bir şekilde dağıtılan halkını toplamak, onu vatanına kavuşturmaktır…

Yine uzun bir metin olmasın diye açıklamaları kısa keseyim.

Yanlış bulduğunuza göre, Amerika örneğini anlatamamışım demek ki. Halbuki beni tanıyorsanız ve anavatanda yaşadığımı biliyorsanız Amerika’nın çekiciliği gibi bir çekicilikle insanları anavatanlarına çağırmadığımı anlamanız gerekirdi. Sevgili Talebe, bırakın tünelin artık aydınlık olduğu bu günleri; ışığın hiç görünmediği günlerde bile ben halkımın dönüşü anlamayacağı, destek vermeyeceği bir korkuya kapılmadım. Örnekte vurgulanmak istenen Amerika’nın kendi politikasına ters insanlara vatandaşlık vermediği gibi, Rusya Federasyonu’nun da vermeyeceğidir. Eskilerden olduğunuza göre bu konudaki ilkelerin yeni olmadığını da bilirsiniz.

Dönüş-yerleşme konularını da anlatamadım. Dönüş bir halkın tüm bireyleri için. Elbette Dönüşü ulusal kurtuluş mücadelesi olarak görenleri dışlamaz bu yaklaşım. Ama aynı şekilde ulusalcılar da salt evlenip yerleşenleri, işi için yerleşenleri, yani her hangi bir nedenle yarleşenleri dışlamamalı anlamına. Yani önce bir ulusalcılık sınavından geçecek sonra dönüş yapacaksınız denese idi bugün Maykop’ta olanların kaçı burada olurdu bilebilmek zor.

Eskileri iyi hatırlayıp şimdi söylediklerimi tam anlamamanda bütün kabahat benim değildir her halde. Her siyasal örgütün devlet kurmayı hedeflediğin söylediğimi nasıl düşünürsünüz? Ama. devleti olmayan halk örgütlerinin devlet kurmayı hedeflediklerini nasıl görmezden gelebiliriz. Bu tip örgütler devlet kurulmazdan önce güçleniyorlar ve devlet kurabilecek güce gelince de devlet yönetimini örgüt belirliyor. Bizde ister cumhuriyet deyin, ister devlet, ister belediye, ister muhtarlık ne derseniz deyin adımızı taşıyan yönetimler var. Bu yönetimler karşıya alınarak bir şey yapılamayacağı, hele diasporadan bu yönetimlerin etkilenemeyeceğini söylemek istemiştim.

Ben yazdıklarınızda iki somut şey gördüm;

Birincisi benden manifesto isteğinizdi. İsteyene gönderebileceğim yazımdan sonra istekte bulunmadınız.

İkincisi de çok açık değilse bile alıntı yaptığınız dergilerin yayınlandığı günler ile günümüz arasında bir şeylerin değişip değişmediği sorunuz.

Olumluya yönelik o kadar çok şey değişti ki… İyi bir talebe olarak bunları bilmeyişinize gerçekten hayret ettim. Demek ki, bir ara verdik öğretime…

Geçmiş, günümüz ve geleceği ile bütün dönüşü nasıl anlatabiliriz bu sayfalarda. Yine de arkası yarın diyelim gelecek yazıda gelişmelerden söz edelim…

Bu arada siz de Kafkas Halkları Federasyonu’nun sizin atfettiğiniz önemi ve gücü olsaydı bugün ayakta kalmaz mıydı sorusunu da siz bir düşünün…

Saygıyla…