DEMOKRATİK ÇERKES KİMLİĞİ Mİ? KAFKAS ASILLI TÜRK VATANDAŞLIĞI MI?

Prof. Dr. Anıl Çeçen
Birleşik Kafkasya Konseyi Bülteni

Geçen ay içersinde Kafkasya ile ilgili bir yıldönümü  vesile edilerek, emperyalist amaçlı küreselleşme olgusunun Türkiye’deki temsilcilerinden biri olan, bir günlük gazetede iki gün süre ile bir kaç yüz Kafkas asıllı Türk vatandaşının imzasının yer aldığı bir ilan yayınlandı. Denize çiçek bırakma çağrısı doğrultusunda gündeme gelen bu ilan yayını aracılığı ile Türk kamuoyuna bir “Demokratik Çerkes Platformu” çağrısı yapılmıştır. İlanın içeriği doğru mesajı içerse de, başlıkta üstü çizilerek bir etnik platform çağrısının hedeflendiği gözlemlenmektedir. Böylesine bir girişimin, Türkiye’nin bugünlerde içine sürüklenmiş olduğu hassas bir aşamada yapılması gerçekten ilginçtir ve üzerinde hem düşünmeyi hem de tartışmayı gerektirmektedir. Bu yazının kaleme alınmasının amacı da bunu sağlamaktır.

Neden daha önce böylesine bir çıkış kamuoyu hedeflenerek yapılmadı da şimdi yapılmaya  çalışılmaktadır? Önceden Çerkes kimliğine dayanan bir platforma gerek yok muydu? Şimdi neden var? Hangi koşulların ortaya çıkması ile böyle bir adım atıldı? Değişen nedir? Demokratik  Çerkes kimliği adı altında yeni bir adım atıldığı zaman, ister istemez insanın aklına bu tür sorular gelmektedir. Türkiye’deki Kafkas asıllılar, neden Çerkes kimliği altında toplanarak daha önceden böylesine bir alt kimlik platformu oluşturmadılar da, şimdi böylesine bir girişime gerek duydular? İçinde bulunduğumuz dönemin koşulları altında bu gelişmeyi değerlendirmek gerekir. Yaşadığımız süreçte böylesine bir adım ne anlam taşımaktadır?

Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıllarca bu bölgede yaşayan insan topluluklarının karışması ile meydana gelen bir toplum yapısına dayanmaktadır. Türk ulusu bu nedenle tarihsel bir gelişme sürecine sahip bulunmaktadır. Cumhuriyet öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık yaşam süreci içersinde, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri hep beraber ortak bir sınır içersinde, birbirleri ile kaynaşarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
İmparatorluk döneminde bir uluslaşma süreci yaşanmamıştır. Ama batıda gelişen milliyetçilik cereyanları, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ve giderek küçülmesine daha sonra da çökmesine neden olmuştur. İmparatorluğun elinde kalan son topraklarını kurtarmak üzere ikinci meşrutiyet döneminde Türk milliyetçiliği başlamış ve bu cereyan daha sonra imparatorluktan ulus devlete  geçiş aşamasında güçlenerek belirleyici olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkas asıllı halktı bu geçiş sürecinde Kuvayı Milliye Hareketi içersinde yer almış ve Misakı Milli sınırları içersinde yeni bir ulus devlet kuruluşunda  aktif olarak görev yapmıştır. Bir anlamda, Anadolu’daki bağımsız devletin kuruluşunda Kafkas asıllı  Anadolu insanlarının önde gelen rolü olmuştur. Kafkasya’dan göç ederek gelen boylar zaman içinde  Osmanlı’nın diğer toprakları ile nasıl kaynaşmışlarsa, cumhuriyet rejimine geçildikten sonra da benzeri ortaklık sürdürülmüş ve Misakı Milli sınırları içerisinde yeni bir ulus devlet o dönemin koşullarına uygun biçimde ortaya çıkartılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin  kurucu unsurlarından birisi olan Kafkas asıllı Türk vatandaşları, kuruluşuna eşit olarak katıldıkları yeni bağımsız devletin gene eşit koşullarda vatandaşı olmuşlar ve diğer unsurlarla beraber günümüze kadar belirli bir konsensus çerçevesinde barış içersinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Etnik araştırmacıların incelemelerinden çıkan sonuçlara göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içersinde kırktan fazla etnik, dinsel  ya da kültürel kökenden gelen insan bir arada yaşamaktadır. Bu durum, Türk insanının sahip olduğu kültürel zenginliği gösteren en açık göstergedir. Küreselleşme olgusunun giderek etnik köken sorununu, ulus devletleri parçalama doğrultusunda öne çıkarması, Yugoslavya benzeri parçalanmaları gündeme getirmiştir. Balkanların bu büyük devletini yok eden oyunun benzeri bir senaryo günümüzde Atatürk’ün cumhuriyetinde de benzeri biçimde sahnelenmek istenmektedir. Türk insanının en büyük gruplarından birisi olan Kafkas kökenlilerin bu oyunda kullanılmak istendiği gibi bir hava esmektedir. Güneydoğu ile ya da Kürt sorunu ile Türk toplumunu parçalayamayan emperyalizmin yavaş yavaş Çerkes kimliği doğrultusunda Anadolu’nun Kafkas asıllı insanlarını alt kimliklerle öne çıkarmaya hazırladığı görülmektedir. Türk toplumunun parçalanmasına neden olabilecek alt kimlikli bölücü oyunlara karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Kafkas asıllı toplulukların son derece dikkatli olmaları gerekmektedir.

Dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği bu aşırı hassas dönemde hiç bir bölücü oyuna alet olmamak, Kafkasyalıların önde gelen vatan görevidir.

Çerkes kimliği tıpkı diğer alt kimlikler gibi saygı gösterilmesi gereken bir kimliktir. Ama tek başına tüm Kuzey Kafkasyalıları kucaklamakta eksik
kalmaktadır. Çerkes kimliği gibi, Abhaz, Adige, Karaçay, Balkar, Çeçen, Lezgi ya da benzeri bir çok alt kimlik günümüzde Kuzey Kafkasya’da kardeşçe beraber yaşamaktadır. Tek bir alt kimlikle hepsi adına hareket etmenin pek de doğru bir yaklaşım olmayacağı açıktır, Çerkes kimliği ile tüm Kuzey Kafkasyalıları tek bir alt kimlikte toplama girişimine başta Çeçenlerin ve Asetinlerin itirazı vardır. Dağıstanlıların da benzer doğrultuda  hareket ettikleri dikkate alınırsa, Kuzey Kafkasyalıların hepsi için Çerkes kimliğinin dayatılması pek de doğru olmayan bir yaklaşım olarak görünmektedir. Günümüzde Kuzey Kafkasya’da bir ulus yaşamamaktadır. Kafkasyalıların uluslaşma sürecini Rus emperyalizmi kesmiş ve buna izin vermemiştir. Bu nedenle, günümüzün Kuzey Kafkasya’sında yüzer bin kişilik etnik gruplar kendi alt kimlikleri ile yaşamak durumunda kalmışlardır. Kuzey Kafkasya’daki bu durum Anadolu’ya da sirayet etmiştir. Anadolu’daki köyler dolaşılırsa, Kuzey Kafkasya’nın parçalı yapısının Türkiye’de yaşayan Kafkasyalılar arasında da geçerli olduğu görülecektir. Özellikle, Çeçen, Dağıstan, ve Abaza köylerinin ayrı kurulması bu durumun açık bir göstergesidir.

Misakı Milli sınırları içersinde, Kuvayıye savaşından sonra bir ulus devlet kurulmuştur. Bu ulus devletin insan unsuru, Türkiye  Cumhuriyeti Anayasası’na ve yasalara göre ulusal bir toplumdur. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan süper emperyalizm Türkiye gibi ulus devletleri bölerek ve parçalayarak sermayenin bütün dünyaya egemen olmasını sağlayabilmek üzere alt kimliklere dayalı senaryoları dünyanın bütün ülkelerinde sahneye koymaktadır. Türkiye’de yaşayan Kafkas asıllı unsurlar bu oyunun daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak üzere sahnelendiğini görmüşlerdi. Şimdi gene aynı oyunun Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak üzere gündeme getirilmek istendiği gün gibi ortadadır. Alt kimlikçilik yaparak vatandaşlık bağı ile bağlı olunan ulus devletin sağladığı üst kimliğin reddedilmesi ya da görmezden gelinmesi, emperyalizmin oyununa alet olmak anlamına gelmektedir. Emperyalizmin truva atı olarak hareket eden ikinci cumhuriyetçiler on senedir bu oyunları Türk toplumuna benimsetmek istediler ama başarısız kaldılar. Bu gerçeği Türkiye’de yaşayan tüm Kuzey Kafkasyalıların yerinde değerlendirmesi gerekir.

Küresel emperyalizmin ulus devletleri yıkma çabalarına yardımcı olacak bir alt kimlikçilik, Türk vatandaşı olan Kafkas asıllı insanlara yakışmaz. Kuzey Kafkasyalıların kimi kendini Çerkes kabul edebilir kimisi etmeyebilir. Bu herkesin kendine göre bileceği bir husustur. Gazete ilanları ile Kuzey
Kafkasyalıları alt kimlikçiliğe zorlamak demokratik özgürlüklere aykırıdır. Şimdiye kadar Kafkas asıllı Türk vatandaşları olarak yaşayan Kuzey Kafkasyalıların Türkiye Cumhuriyeti devletinden bazı şikayetleri olmuştur. Türk devletinin de Kafkas asıllı yurttaşlarından hoşnut olmadığı günler vardır. Ancak, yıllardır sürüp giden barış ortamını, alt kimlikçilik yaparak bozmağa kimsenin hakkı yoktur.

Sonuç olarak Çerkes kavramı Kafkasya dışında her ne kadar Kafkasya’nın otokton halkları için kullanılıyorsa da, Kafkasya’da ve Dünya Çerkes Birliği içinde bile bu anlamda kullanılmamaktadır.

Kavram kargaşasına da neden olan bu durum Kuzey Kafkasya halkları tarafından da benimsenmemektedir. Bunun sonucu Kuzey Kafkasya’daki uluslaşma bilinci ve süreci olumsuz yönde etkilenmektedir. Bugün Kuzey Kafkasya’da yaşanan dinamikler, öz kimliğimizi dil, Kabile ve küçük coğrafya gibi dar kalıplardan çıkarak daha içerikli bir hüviyete kavuşturmamızı gerektirmektedir. Eğer biz yani Kuzey Kafkasya kökenli Türk vatandaşları; hem Türkiye’nin ve hem de Kuzey Kafkasya’nın geleceğinde olumlu etki yaratmak gibi bir düşünceye sahip isek (ki bundan hiç kimsenin şüphesi yoktur) makro düzeyde ulusal kaygıları ön plana almamız, hiç kimsenin emellerine alet olmamamız gerekir. Her Türk yurttaşı gibi Kafkas asıllı Türk vatandaşları da kendileri hakkında en iyi kararı verebilecek düzeydedirler. Yurtta barışın korunması, bölgemize de, Kuzey Kafkasya’ya da barışı getirecektir.”