”DEĞİŞİME AYAK UYDURAMAYANLAR MAZİYE SARILIRLAR!”

Zemsky Sabor

Ben bu sözü sevdim. Hatko Schamis’i tebrik ederim şahsım adına.

Tarih bir kurgudan ibaret.

Sadece bizim gibi yazılı tarihi çok yeni olan halklar için değil, bin yıldır yazılı dili olan milletler içinde tarih bir kurgudan ibaret. Tarih vehminin basit açıklaması yapmak gerekirse; en kesin bilim dalı olduğu varsayılan matematikten yola çıkarak, iki nokta arasında çizilen düz çizgiye doğru dememiz gerekir!

Tarih denilen olguda böyle bir şey!

Görece belirgin iki nokta alırsınız ve arasını istediğiniz gibi doldurursunuz.

Evet doldurup durursunuz.

Ancak bu dolgunun gerçekleri karşılayıp karşılamadığı meçhuldür. Çünkü bu tarih denilen olgunun çoğu ”dolgu” yani ”yorumdan” ibarettir.

Kaldı ki, referans aldığınız iki noktanın arasına çektiğiniz çiziyi doğru olarak kabul etseniz bile, bu iki noktanın arasındaki mesafe matematiksel olarak hesap edilebilir olsa dahi, zaman-mekan kıstağında ”değişen-gelişen” toplumların ”sosyal-siyasal” gerçekliğine uygun düşmeye bilir.

Sadede gelelim.

Sayın Hatko sonuna kadar haklıdır.

Eski kanaat önderlerimiz diyebileceğimiz bir takım seçkinlerimiz, evvel zaman içinde kalbur saman üstünde; kendilerine göre büyük fakat aslında kibrit alevinden pek farkı olmayan bir-iki tarihsel noktayı baz alarak bir eğri çizmişler. Kadim dünya tarihi hele de bizim gibi küçük halklar için pek bir dolambaçlı yol olduğu için olsa gerek bu çiziktirilen eğri toplamda matematiksel ”yamuk”luğa denk düşmüştür.

Bunun adına da meşhur tarihsel terim olarak ”Circassian Circle’’ yani ”Çerkes Dairesi” denmiştir.

Aslında autocat formatında toplum mimarlığına soyunan teorisyenlerimizin, teoride çiziktirdikleri şekil ayan beyan ”Yamuk” sınıfında olsa da yan sanayi yazarların geliştirdikleri ve ezelden gelip ebediyete akacak şekilde halka sunulan edebi destek metinlerinde betimlenen vizyon ”daire”dir.
Çerkes halkına öyle sunulmuş ve yutturulmuştur.

Tekerlek icat edileli 5 bin 509 sene oldu ve bu halk dairenin ne demek olduğunu elbette biliyor.

Siz hiç kağnıda yamuk bir ”kutse” gördünüz mü?

Ancak içinde yaşadığımız memleketin içine düşürüldüğü yamuklukların ağırlığından olsa gerek; eğriye doğru demek ya da en azından ”yamukluğa” ses çıkarmamak kitlenin görev bilincine dönüştü.

Size bir örnek; 15 sene önce Türkiye’de Kürt yoktur, onlar karda yürüye Türklerdir. Karda yürürken ”kart-kurt” sesleri çıkardıkları için onlara Kürt denmiştir deniyordu.

Şimdi ise Kürt sorununun çözümünden bahsediliyor.

Eh be kocaman adamlar, madem Kürtler vardı da neden millete yamuk yaptınız.

Bu yamuktan çark etmek, memlekete 40-50 bin ölüye, yüz milyarlarca Dolar paraya mal oldu.

Bunları çok yazdık. Bize gör aklı başında olan herkes yazdı. Örneğin iki sene önce CC’de yazdığımız bir yazıyı tekrar verelim.

Adige Siyaseti!

Olumsalcılık durumsallığı demode ettiğinden beridir, toplumsal siyasetimiz mutlak bir durağanlık sürecine girdi. Kendiliğin getirdiği sıkıntılar yerine başkası üzerinden yapılan olumsalcı siyaset daha kolay geldi bünyemize. Şimdilerde siyaset, bireysel sıkıntıları genelleştirmesi nedeniyle insanlarımızı daha fazla cezbederken aynı zamanda toplum gündemini meşgul eden aktif sorunlara el atması vesilesiyle de genel bir irtifa kaydediyor. Fakat Türkiye de pek çok alanda dublesi olan siyasi mecburiyetlerin Çerkesler özeline de yansımaması düşünülemez.
Ulusal politika zannettiğimiz kimi olaylarda da karşımızda akışkan bir mecburluk, mecburiyettenlik hakim kılınmak isteniyor.

Duruma göre siyaset yapma pratiği, artık kabul gören bir duruş şekli değildir. Bu başlı başına bir sorundur ve Türkiye de herkesimin ortak bir sorundur. Çeşitli Çerkes aktivitelerinde çok söylenen bir söz olaraktan; Düşmanlıkla işler yürümüyor! Dendiğini herkes duymuştur.

Yani Rusya’nın tarihte halkımıza yaptığı kötülükleri düşünüp, bugün karşı siyaset olarak kurgunuzu Rus düşmanlığı üzerine ikame etmekle siyaset yapmış olmuyorsunuz.

Bu madalyonun diğer yüzüne bakmayı da gerektiriyor aynı zamanda, ve şunu açıkça söylemek gerekirse tarihe dayanan dostluklarla da siyaset işi maalesef yürümüyor.

Ülke veyahut ta halkın çıkarları korunamıyor.

Çerkes halkı kendi gerçekleri ile yüzleşemezse mutlaka çeşitli çıkar çevreleri bunu istismar etmişlerdir ve edeceklerdir. Kendini temsil sorunu en bariz burada açığa çıkıyor.

Bir vakıa olaraktan son Çeçen ve Abhaz savaşları bunlara iyi birer örnektir.

Türkiye deki bir takım gruplar idealizm adını verdikleri ilkesiz omurgasız ütopik siyasetlerini on yıllardır Çeçen savaşları üzerine kurdular. Çeçenistan üzerinden diaspora da bir Anti-Rus siyaseti yerleştirilmeye çalışıldı.

Adı geçen guruplar, Çeçenler askeri olarak kazandıkça sesleri gür çıkmasına karşın, özellikle ikinci Çeçen-Rus savaşı sırasında ve sonrasında diaspora onları artık ortalıklarda göremez, duyamaz oldu. Çünkü zaferin bin babası vardır ama yenilgi öksüzdür.

Çeçen direnişiyle birlikte diaspora Çerkeslerinin -en azından bir kısmının- Kafkasya konusunda ileriye bakış umutları da ezildi.

Şimdilerde ise Çeçenistan’da yaşanan Rus yanlısı gelişmelere herkeslerden çok onlar şaşırmaktalar.

Yine Abhazya savaşı hakkında dernek vs çevrelerinde belirtilen görüşlerde; dostluk gibi soyut temellere veya akrabalık gibi aynileştirme siyasetine dayandırıldı. Halende aynı propaganda programı devam ederken, slogandan öteye gitmeyen sözler, kimin ne için çizdiği bilinmeyen haritalar ortalıkta dolaşmakta.

Hiç birisinin siyaseten tutar bir yanı yoktur.

Siyaset doğası gereği somut varlıkları veya ihtiyaçları somut gerçekleri zihin sürecinde daha rahat anlayış sahibi olabilmek, için soyut varlıklara dönüştürür.

Vatan denir, ülke denir ve aslı bir bez parçası olsa da bunu bir bayrak yaparak simgeleştiririz.

Simgelerimizin, savunduğumuz kimi değerlerin tarihi ve coğrafi bir anlamı olduğunu varsaysak bile, bunların bölgedeki problemler yumağının bize özgü yansıması olduğunu da kabul etmeden geçemeyiz. Bu yansımaların bizim tarafımıza ne derece olumlu etki göstereceğini değerlendirmek ise ; bekle gör demekten öte analiz gerektiren gerçekçi yaklaşımlarla çözümlenebilir.

Abhaz tarihi var olduklarından bu yana Gürcülerle iç içe geçmiştir.

Eski Yunan menşeli Kolkide kültüründen, küçük çaplı Gürcü-Abhaz-Laz ortak krallıklarına, oradan Roma egemenliğinde geçen uzun yıllara, Arap -Müslüman- fatihlere karşı Roma komutasındaki direnişlere, oradan Çarlık Rusya’sına birlikte gönüllü katılıma kadar, tarihte bir Gürcü-Abhaz karşıtlığı bulmak imkansızdır. Hatta son Abhazya prensi Michael Şevarşidze bile aslen Gürcü olmakla ana tarafından Abhaz yeğenidir. Bunun gibi pek çok Gürcü-Abhaz soyu yakın akrabadır.

Abhaz-Gürcü anlaşmazlığında kırılmanın gerçekleştiği an ise, bütün dünyayı sarsan etkileri olan Bolşevik Devrimi’dir. Rus Çarlığının tarihe mal olmasından istifade eden Gürcüler, 1918’de Transkafkasya da bir devlet kurdular. 22 ülke tarafından bağımsızlığı tanındı.

Bu devletin sınırları ise tarihteki ortaklaşa kurulan prenslikler döneminden farklı değildi. Bir istisna olaraktan Abhazya, topraklarındaki Rus yerleşimcilerin de etkisiyle, Gürcistan içinde yer almayı reddedip, komünist Rusya ile birleşmek istedi. 1917-1918 arası Abhazya Bolşeviklerin yönetiminde Rusya sınırları içinde kalsa da bu tarihten 1921 yılına kadar Gürcü devleti tarafından ilhak edildi. Amncak Bolşevik Rusya destekli çatışmalar durulmadı. Nihayetinde siyasi otoritesini kuran Rusya Komünist partisi bütün Transkafkasya’yı Azerbaycan’dan başlayarak işgal etti. 1921’de Gürcistan’la birlikte Abhazya da Moskova’nın eline geçti. Burada dikkate değer olan, Abhazya’nın Moskova yönetimi içine Gürcistan ile birlikte değil, ayrı birer birlik cumhuriyetleri olarak girmesidir.

Rusist politikanın meyvesi ilk hamlede alınmıştı ama Gürcistan, bağımsızlığını kaybetmesine neden olan bu olaylar zincirindeki Abhazya faktörünü hiç affetmedi.

Tarihi süreçte roller yeniden dağıtılıyor gibi zannedilse de eski oyuncular, eski rollerine devam edecek gibi gözüküyor.

Tarihe neden bu kadar geri dönüp bakıyoruz sorusunun cevabı bizatihi sorunun kendi içinde gizlidir. 1991 yılında SSCB’nin nihayete ermesi ile gelişen süreç 1917’de Çarlık Rusya’sının çökmesiyle birlikte gelişen süreci neredeyse bire bir karşılamaktadır. Asıl mücadele ettiğimiz şeyin tarih olduğunu ve tarihin önüne dikileni ezen bir zalim olduğunu bilmeliyiz.
Somuttan soyuta giden zekanın tekrar somuta dönmesi, yani çıkarımlarını yapması gerekirken, soyutun cazibesine sığınmak ve orda kalmak siyasetin sorun çözme yeteneğini yok etmektedir.

Siyasetimizi halkımızın gerçek ihtiyaçları doğrultusunda somut olarak şekillendirmeliyiz.
Soyut tanımlar ve yaklaşımlarla
bu gibi meselelerin adlarının, somut ihtiyaçlarımızdan bizi ne kadar uzaklaştırdığını fark edelim ve sonunda sadede gelemediğimiz için nasıl hiçbir sorunumuzu çözemediğimizi de.

Şimdi düşmanlıkla siyaset yapılamayacağını öne sürenlerin, temelsiz dostluklar veya asılsız akrabalıklar ileri sürdükleri komşu bir halkla (Abhazya) sadece dostluk veya akrabalık temeline dayalı politikalarının ne kadar gerçekçi olduğunu diasporaya izah etmek zorundadırlar.
Özellikle de bu politika başka bir komşu halkla (Gürcistan) silahlı çatışma riskini veya isteğini taşıyorsa. Yani bir dernek yetkilisinin ağzıyla ”Abhazya bizim” derken hangi yönden bizim veya neresi bizim veya neden bizim gibi sorulara açıklık getirmesi gerekir.
Aslolan Abhazya konusunda bizim olan tek şey dökülen kanımızdır.
Kafkasya çetrefil bir bölgedir ve her büyük devlet gibi Rusya’da alternatifli siyaset etüdü uygulamaktadır. Abhazya’nın Rus devlet hafızasındaki yerini bilenler bilir, Abhazya Rusya siyasi haritasındaki kendine ait olan yerini yakında bulacaktır ve bu duruma yine şaşıranlar olacaktır.

Sonuç itibariyle Çerkes diasporasında; bütün çabalar bütün hamleler bir sahneye yığılıyor ve bizler bulunduğumuz yerden görebildiklerimize Çerkes siyaseti adını veriyoruz. Artık daha fazla şaşırmamak için; Gerek kendi durumumuz gerekse Kafkasya da ki gerçek siyaset hakkında teknik bilgi sahibi olmamız yaşamsaldır.

Bütün mesele idrakimizle saflarımızı netleştirmekte başlıyor, örtüsüz siyaset, açık hedef, net görüş, anlayışlı iletişim; her şeyden önce sağlıklı bir gelecek tutturmak buna bağlı, yoksa sürekli karşımıza konan şekliyle Çerkeslik, belirsizlik akıntısıyla sürüklenmeye devam edecektir.

Yürütülebilir siyaset yapılanmasına acil olarak geçilmelidir. Şimdiki gibi sebepleri muğlak ya da bizim direkt müdahil olamayacağımız çatışma alanlarını ulusal siyasetimizmiş gibi lanse etmek ya da bu çatışmaların sonuçlarını geleceğimizin öznesi konumunda tutmak, çıkması muhtemel yeni çatışmaları bekleyerek boş yere meşgul olmak, bunların üzerinden somut çıkarımlar elde etmeye çalışmak mümkün değildir.

Dernekler 20 yıldan beridir kaç kişiyi vatanına döndürdü? Sorulması gereken soru budur.
Çerkeslik açısından somutlaşan geleceğin ve varoluşun siyasi ifadesi budur. Tarihin zorlanması gereklidir ve bunu öğrenmek lazımdır.

Buda ancak aktif geri dönüş programlarıyla olur.

Elbette kişinin bireysel tercihine kimse karışamaz. Ancak özel olanı genele mal etmeye çalıştığınızda artık bu bir sosyal simge boyutuna taşınmış olur ve herkesin bu sosyal açılımınıza kendisinin içinde bulunduğu sosyal yapı ve siyasal bakışı çerçevesinde yorumda bulunması tabiidir.

Genele hitap eden düşüncelerin seviye tahdidine uğraması kabul edilebilir olduğu kadar da aşikardır. Toprak, dil, din vs. ortak bir yanları ve geçmişleri bulunmayan Kabardey Adigeleri ile Abhaz uyuşmasının, birlikteliğinin feodallik ve Çarlık Rusya’sındaki işbirliği geleneğinden ve bunların diasporaya akseden uzantılarından başka açıklanabilir tutar yanı ve izahatı mümkün değildir. Bu kısaca dostluk akrabalık söylemiyle toplum geneline yayılmaya çalışılıyor.

Mutlu olmak kişinin kendi ahlak ilgisi içindedir, toplumu mutlu kılma ise siyaset ilgisi içindedir.

Eğer şimdiki varsayılan durumun öznesi olaraktan ifade edilen, söylemleri demagojiden öteye gitmeyen siyasi tutumda ısrar edilecekse, bu siyasetin toplum genelinde kabul görmesini sağlayacak ikna kabilinden, gerek tarihi gerek ilmi (sosyal) veya akli ama pragmatizmin kendi içinde ve siyasetinin bütünlüğüne aykırı gelmeyecek, tutarlı referans noktaları gösterilmek mecburidir.

Aksi halde istenmese de ayrışma kaçınılmaz olacaktır.

Adige milliyetçiliğini mikro milliyetçilik (?) olarak gören ve ifade kullananlar; makrosu olmayan milliyetçiliğin mikrosunu icat ettikleri için övünebilirler. Bunlar Adige ulusal bilincine karşı zihinsel sapkınlık içindedirler ve dahi kendileri de, tek başına bir tikellik arz eden milliyetçiliği, çoğul eksende göstermeye çalışmakla terminoloji budalası olduklarını ispat etmektedirler.
Siyasette ise budalalık en büyük günahtır.

Usul asildir. Adigeler aynı halkın çocuklarıdır ve asalet ilk önce en yakınıyla çarpışır.
Bu da normaldir. Ahlak ise sahte bir iyi-kötü ayrımıyla değil doğru bilgi temelinde inşa edilir.
Adige milletinin karşına konan sahte gerçekler eğer ulusun geleceğini tehdit boyutuna vardırılıyorsa buna karşı her türlü siyasi, kültürel, fikri veya fiziki mücadele etmek, her bilinçli ferdin görevidir. Bunu yapmamak ise kişi veya toplumun ahlaki zafiyetini sürekli kılar.
Adigelerin birbiriyle anlaşamayacağı tezi sürekli işlendi.
Aslında burada asıl söylenmek istenen Adigeler birbiriyle anlaşmamalıdır!
Dün olduğu gibi bugünde Adigeleri bir arada tutunmasını istemeyenler, Adigeleri birbirine yaklaştırmayanlar işbirlikçi yönetim sınıfı olarak ortaya çıkanlardır.
Ulusal meselelerde kendiliğimizi ön plana çıkartmak varken, 20 senedir sadece Rus düşmanlığı veya Rus yakınlığı vurgulanmış, buna paralel olaraktan Kafkasya’daki Rus karşıtlığı ile irtibata geçilmiş veya Rus yanlısı güçlerle aynileştirmeye varan asılsız siyaset halkın bilincine yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Alınan mesafe düşündürücüdür. Sıkıntı burada aranmalıdır.

Sorgulama ekseni bütünün parçaları içinde sen-ben türünden demagojik karşı savunma ifadelerinden çıkartılıp akli mülahazalarla siyasi-kurumsal merkezlere kaydırılmalıdır.

Yani hala aynı yerdeyiz.

Yapılması gerekenleri sayın Hatko kısaca izah etmiş:

– Olması gerekeni teorileştirerek toplumsal bilincin kullanımına vermek (sivil toplum kuruluşları buna yarar).
– Şu anda yapabileceklerimizi ise derhal pratiğe dökmek…

”Psıxhuem Psı Lhakhuer Yikhyejap…”