ÇERKESLER TÜRKİYE DE TÜRK, ARAP ÜLKELERİNDE ARAP, AMERİKA DA AMERİKALIDIR

Yamçı Dergisi
Mayıs 1977-Şubat 1978,
s. 475

Sayın Emir MARŞAN,

Çerkes ulusal sorunu kimsenin tekelinde değildir kuşkusuz. Bu, tümüyle Çerkes halkının sorunudur. Bu sorunla ilgilenmek, bu sorunla ilgili çalışmaları izlemek, eleştirmek, bu çalışmalara katılmak, kendisini halkından soyutlamayan her Çerkes için doğal bir hak, hatta ulusal bir görevdir. Bu anlamda tüm eleştirileri olduğu gibi, sizin 31 Mayıs 1976 tarihli mektubunuzu da doğal ve saygı ile karşıladık.

Uzun zamandır yayımı gecikmiş bulunan dergimizin bu bileşik son sayısında, şimdiye kadar bize yöneltilmiş eleştiri ve önerilerden, önceki sayılarımızda cevaplayamadıklarımızı veya yayınlayamadıklarımızı topluca -cevapsız ve yorumsuz- olduğu gibi okuyucuya sunmayı, eleştirilerin hangilerinin veya hangi yönlerinin haklı veya haksız olduğunun takdirini okuyucumuza, halkımıza bırakmayı demokratik anlayışımızın bir gereği olarak yararlı bulduk. Zira Çerkes halkının etnik sorunları ile ilgili görüş ve tavrımız bir ölçüde de olsa dergilerimizde yer almıştır. Yöneltilen eleştirileri de olduğu gibi sununca, okuyucuya, hem objektif bir değerlendirme olanağı sağlamış, hem de demokratik bir tartışma ortamında daha sağlıklı bir kamu oyunun oluşmasına katkıda bulunmuş olacağımız inancındayız.

Bu anlayışla hareket ettiğimizde sizin mektubunuzu da cevap vermeksizin yayımlamamız gerekirdi. Ne var ki, mektubunuzdaki üslup, değerlendirmeleriniz ve yaklaşımlarınız, mektubunuzu cevaplandırmadığımız takdirde kendi sübjektif yargılarınızı tamamen doğru ve haklı görüp bunlara dayanarak daha büyük yanlışlıklara ve olumsuzluklara kapılabilecek bir yapıda olduğunuz izlenimini vermektedir.

Ayrıca bugün her ne kadar bizim ulusal varlığımızı inkar edenlerin, hiçbir ulusal hakkımızı tanımayanların, bizi tümüyle asimile etmek isteyenlerin etkileri ve şartlandırmaları nedeniyle, Çerkes meselesine onların gözüyle bakar ve onların görüşlerini paylaşır durumda iseniz de, bir gün bu şartlandırmalardan kurtularak Çerkeslik sorununa daha samimi, iyi niyetli ve gerçekçi biçimde eğilebileceğiniz yolundaki umudumuzu korumaktayız. En azından bugün sizin durumunuzda olan kimi Çerkeslerin, çeşitli sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel şartlandırmalardan kurtularak kendi ulusal çıkarları doğrultusundaki çalışmalarda yerli alabileceklerine inanıyoruz. Bizim bir çabamız da budur. Yani bugün kendine yabancılaştırılmak istenen, bir bakıma kendi öz sorunlarından koparılarak ters yonde istismar edilmekte olan kimi Çerkeslerin, etnik varlığımızı yok etmek isteyenlerin aldatmacalarından, şartlandırmalarından kurtularak halkımızla bütünleşmeleri, kendi öz ulusal sorunlarına yönelmeleri, tümüyle halkımızın, sorunlarımızı demokratik bir tartışma ortamına getirmeleri, somut durumumuzun bilimsel bir yöntemle saptanması, buna göre belirlenecek sağlıklı bir çözüm yolunda birleşilmesi bugünkü aşamada çalışmaların bir amacı olmaktadır. Cevabımızın, bu amaca bir ölçüde de olsa katkıda bulunabileceği inancındayız. Bu nedenlerle de yalnızca sizin mektubunuzu cevaplamanın gerekli olduğu kanısındayız.

Sayın Marşan,

Mektubunuzun hemen ilk paragrafında eleştiri yerine bizi ”kasıtlı yalan” söylemekle, ‘‘bölücülük ve yıkıcılık” yapmakla suçluyorsunuz.

Şunu hemen belirtelim ki, ”kasıtlı yalan” söylemek, aslında, kendi kişisel ve sınıfsal çıkarlarını geniş halk yığınlarını aldatma, uyutma ve pasifize etme temeline dayandırarak korumak zorunda olan haramzade asalakların işidir. Geniş halk kitlelerinden gerçekler ne kadar iyi saklanırsa, onların çıkarları o kadar korunmuş olur. Bunu sağlamak için de ellerinden geleni yapmak zorundadırlar ve bunda da uzun zaman başarılı olabilirler. Sizin bu suçlamanız da kuşkusuz onların başarısının somut bir örneğidir. O haramzade asalaklar -ki ele geçirdikleri geniş topraklar, hanlar, apartmanlar, fabrikalar ve devlet gücünün desteğiyle çalışmadan rahat yaşamanın tadını alanlardır- yıllardır basını, yayını, yani, tümüyle devlet örgütüyle gerçeği yalan, yalanı gerçek göstermişlerdir. Şimdiye kadar hepimiz hep onların dediklerini ve dedirttiklerini kabullenmek zorunda bırakılmışızdır. Hiçbirimiz, gerçeği gidip görmek, araştırıp incelemek imkanını bulamamışızdır. Başka alternatif olmayınca da ”galat-ı meşhur lügat-i fasihten evladır” kuralı hükmünü icra etmiş, o haramzade asalakların yayıp yaygınlaştırdıkları yalanlar, gerçekleri alt etmiştir ama ”güneş balçıkla sıvanmaz”. İşte her şeye rağmen neyin yalan neyin doğru olduğu artık iyice ortaya çıkmaya başlamıştır.

Haramzade asalaklar, Kurtuluş Savaşı’nda sırf kendi çıkarları doğrultusunda bizleri kullanabilmek, istismar, edebilmek için cumhuriyet kuruluncaya kadar bizleri okşama gereğini duymuşlar, sırtımızı sıvazlamışlar, gerçeği söylemek, ulusal varlığımızı kabul etmek zorunda kalmışlardır. Yani Türkiye’de Türk’ten başka ulusların veya ulusal toplulukların var olduğunu kabul etmişler, bunları ”anasır-ı islamiye” deyimiyle Müslümanlık noktasında birleştirerek cepheye sürmüşlerdir. Ama Türkiye’de Türk’ten başka ulusların veya ulusal toplulukların varolması, onların ulusal hak eşitliği taleplerinde bulunması bu haramzade asalakların işine gelmemektedir. Onun için de gerçeği inkar etmek, gerçeği yalan, yalanı gerçek göstermek gerekmektedir. Nitekim cumhuriyet kurulduktan ve devlet artık gerektiğinde azınlıkların üstesinden gelebilecek güce eristikten sonra Türkiye’de yaşayan herkesi Türk saymışlar, Çerkesce okuma-yazma bir yana konuşmayı bile yasaklamışlar, yer yer konuşanları cezalandırmışlar, çeşitli baskı uygulamalarını başlatmışlardır. İşte onların da dün ifade ettikleri, fakat bugün gizlemeye çalıştıkları gerçekleri ortaya çıkaranları, yani Çerkeslerin Türk olmadıklarını, ayrı bir ulusal topluluk olduklarını yazıp söyleyenleri ”kasıtlı yalancı”, ”bölücü”, ”yıkıcı” diye suçlayanlar yine onlardır veya onların etkisinden kurtulamamış, şartlanmışlardır, aldatılmışlardır. Onlar ne denli gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar gerçekler artık bilinmektedir, ayrıca onlar bile zaman zaman bu gerçeği ağızlarından kaçırmaktadırlar. Türk kökenli göstermeye çalıştıkları Çerkeslerden biri onların çıkarma uymayan bir iş yaptı mi onu ”ne olacak Moskof bozuntusu pis Çerkes” diyerek aşağılamaya çalışırken istemeyerek de olsa bir gerçeği, Çerkeslerin Türk kökenli olmadıkları gerçeğini ifade etmiş olmaktadırlar. Onların çıkarma savaş verirken Türk ve kahraman sayarak okşadıkları Çerkesler, onların saflarından ayrıldıklarında hiç kuskunuz olmasın ”pis Çerkes”, olacaktır ”Moskof tohumu” olacaktır. Bu haramzade asalaklarının mantığına göre Çerkesler Türkiye’de Türk, kimi Arap ülkelerinde Arap, Amerika’da Amerikalı olmaktadırlar. Size göre Çerkesler kimlerdir, nedir, ve siz kendinizi nasıl hissedersiniz bilmiyoruz.

Biz dergimizde doğru olduğunu bilmediğimiz hiçbir şeyi yazmadık sayın Marşn. Bize göre -ki biz tarihi gerçeklere, bilime, kendi somut varlığımıza dayanıyoruz -Çerkesler ne Türk, ne Arap, ne de başka bir ulusal kökenlidir, Çerkesler Kafkasya’nın otokton, yerli halklarıdır; Adigelerdir, Abhazlardır… v.b…

Türk, Arap gibi balı başına bir ulusal topluluktur ama Çerkesler, Rus Çarı ve Osmanlı İmparatorluğu gibi kolonyalist (yayılmacı) ülkeler ve egemen güçlerce parçalanarak anayurtlarından uzaklaştırılmışlar, çeşitli ülkelerde serpiştirilmişlerdir. Bugün muhacerette bölük porcük yasamakta olduklar ülkelerde ulusal varlıklarını koruyabilme hak ve olanaklarından yoksundurlar. Türkleştirilmekte, Araplaştırılmakta, Amerikanlaştırılmaktadırlar. Oysa -gasp edilmiş. olmakla birlikte- tıpkı o egemen ulusların olduğu gibi Çerkeslerin de ulusal demokratik hakları vardır ve bu haklan yeniden elde etmek için mücadele kaçınılmaz bir görevdir.

Bize göre, Çerkesce’nin okunup yazılamaz bir dil olduğunu söyleyenler yalan söylemektedirler. Çerkesce ile bugün Anayurtta eğitim ve öğretim yapılmakta, yayınlar çıkarılmaktadır. Kafkasya’da Çerkes kalmadığını, kalanların asılıp kesildiğini söyleyenler de yalan söylemektedirler. Zira tek başına bugünkü Kafkasya bunun somut kanıtıdır. Kafkasya’da Çerkesler, ekonomik olarak insanca, etnik olarak da her şeyleriyle Çerkes olarak yaşamaktadırlar. Nüfusları -atalarımızın oradan uzaklaştırılmalarıyla- çok az kalmış olmasına rağmen Sosyalist Devrim’inden sonra özerk yönetimler halinde örgütlenerek kendi kendilerini yönetmektedirler. Dillerini, edebiyatlarını, kültürlerini yaşatabilmekte, geliştirebilmektedirler. Yine bize göre, bizler, muhaceretteki Çerkesler anayurtlarına döndükleri takdirde tüm bu çalışmalar, hak ve olanaklar daha da genişleyebilecek, yükselebilecektir.

Biz bunları söylüyoruz sayın Marşan, bunları oraya gidip gelenlerden, zevkle, saygıyla izlediğimiz Çerkesce yayınlarından, kitaplarından, dergilerinden, gazetelerinden, broşür ve resimlerinden öğrenerek söylüyoruz ve söylediklerimizi her zaman ispata hazırız ama bütün bunları ”kasıtlı yalan” olarak itham etmeyi, ülkede uygulanmakta olan asimilasyon politikalarının başarılarından başka bir şeyle izah etmek kolay olmasa gerektir. Evet bütün bu itham ve suçlamalar, haramzade asalakların, kendi çıkarları için, Türkiye’deki Çerkesleri anayurtlarından soğutmak, asimile etmek ve burada ucuz fiyatlarla emeğini satarak yaşamak zorundaki geniş halk kitlelerinin oradaki düzenle ilişki kurmalarını önlemek üzere uydurdukları yalanların, sürdürdükleri anti-Sovyetik ve anti-sosyalist propagandaların birer sonucu ve ürünüdürler.

”Bölücülük” ve ”yıkıcılık” suçlamalarınız da bunun sonucudur, temelsizdir, yalandır.

Biz ne Türkiye’yi, ne de Türk ulusunu ve ne de başka bir ulusu veya ülkeyi bölme iddiasında, niyet ve çabasındayız. Ne Türkiye’nin bir avuç toprağında gözümüz vardır, ne de Türk kökenli olan herhangi birini Çerkesleştirme veya başka bir ulustan gösterme eğilimimiz vardır. Bu doğrultuda bir tek cümlemiz ne görülmüştür, ne de duyulmuştur. Öyleyse kimi nasıl bölüyoruz, kimi nasıl yıkıyoruz?

Çerkesler bu ülkenin kurulmasında ve yükselmesinde her zaman fedakarca çalışmışlardır, kan dökmüşler, can vermişlerdir ama bu ülkenin ve ulusun bölünmesi, yıkılması doğrultusunda tarihte en küçük bir çabaları bile gösterilemez. Bugün gerici-yobaz damgalarıyla reddedilen Çerkes Anzavur da, hain damgasıyla lanetlenen Çerkes Ethem de bu ülkenin daha iyiye yöneltilmesi amacıyla savaşmışlardır ama Çerkeslere hiç hayrı olmamış böylesi Çerkesler bile bugünkü Çerkesler üzerinde bir ulusal eziklik yaratmak, onların boyun bükmelerini, asimilasyona teslim olmalarını ”ne mutlu Türküm diyene” demelerini sağlamak için kullanılmaktadırlar.

Evet sayın Marşan, asıl bölücüler, Çerkesleri parçalayıp dağıtanlardır, Çerkesleri yok etmek isteyenlerdir, Çerkesleri yok sayanlar kimilerini Türk, kimilerine Arap kökenli göstermeye çalışanlardır. Asıl yıkıcılar, ulusal doğal temel haklarımızı gasp edenler, Çerkes ulusal varlığını yıkanlar, yıkmak isteyenlerdir. Haramzade asalaklardır, egemen ulus şovenistleridir, faşistlerdir. Artık uyanmalı, yalancılara, bizi yok etmek isteyenlere kanmamalı, alet olmamalıyız. Onların şartlandırmalarından sıyrılarak, onların bize dikte ettiklerini bilimsel bir objektiflikle yeniden gözden geçirirsek göreceklerimiz, onların öğrettiklerinden çok farklı ve başka olacaktır.

Sayın Marşan, sizin ima ettiğiniz gibi dergimiz, ne solun uşağıdır ne de kimilerinin, egemen ulus şovenistlerinin, faşistlerin militanı olduğu gibi Türkiye’deki siyasal yelpazede yer alan herhangi bir siyasal parti veya kuruluşun militanı veya organıdır. Dergimiz, Çerkes halkının yararına gördüğü, doğru olduğuna inandığı bir çizgide halkımızın sorunlarını dile getirmeye, elbirliğiyle çözüm bulma çabalarına katkıda bulunmaya çalışan, her türlü demokratik eleştiriye açık ve saygılı sosyo-kültürel bir dergidir. Ancak bugün Türkiye’de yasayan Çerkesleri Türkiye’deki siyasal oluşumdan soyutlamak, Çerkeslik sorununa Çerkesleri yok etmek isteyenlerin gözüyle bakmak hayalciliktir, yanlıştır. Biz, sorunlarımızı bilmek, sorunlarımızın nasıl çözümlenebileceğini araştırmak ve ulusal çıkarlarımız nerede ise orada yerimizi almak zorundayız. Türkiye’deki Çerkesler olarak bizler, ulusal sorunlarımıza dünyada esi benzeri olmayan, hiçbir ulus topluluğun çözümüne benzemeyen bir çözüm bulacak değiliz ya da bulduğumuz çözümü, şu veya bu toplumun çözümüne benziyor diye reddedecek de değiliz. Bulacağımız çözüm  elbette birilerine benzeyecektir. Önemli olan bulunacak çözümün şu veya bu siyasal görüşe uyması, şu veya bu ulusun çözümüne benzeyip benzememesi değil, bu çözümün gerçekten bizim ulusal ve sosyal sorunlarımızı en iyi biçimde çözebilecek ve bilimsel olarak gerçekleşebilecek durumda olmasıdır.

Bize göre, büyük göçten bu yana muhacerette her gün sayısal olarak biraz daha azalan, ulusal yok oluşa biraz daha yaklaşan Çerkes halkı tümüyle asimile olmadan dilini törelerini, kültür zenginliklerini yitirmeden, varlığını geliştirerek sürdürebileceği bir statüye, ulusal hak ve olanaklarına kavuşmalıdır. Bu ise büyük ölçüde, Çerkeslerin başkalarına alet olmaktan kurtulmalarına, bilinçle kendi ulusal çıkarlarına yönelmelerine, halkımızın uğratıldığı haksızlıkların, tarihsel ulusal eşitsizliklerin giderilmesi yolundaki mücadelelerin yükseltilmesine bağlıdır. Bu nedenle, gözü kapalı bir biçimde herhangi bir siyasal örgüte kapılmamak, ulusal demokratik çıkarlarımız doğrultusundaki çalışmalara daha etkin biçimde katılabilmek için olanakları zorlamak her Çerkes’in temel ulusal görevi ve amacı olmalıdır. Yayınlarımız tarafsız olarak değerlendirildiğinde, bize yöneltilen öteki eleştiriler gözden geçirildiğinde görülecektir ki dergimizin amacı ve çabası bundan başka bir şey değildir. Biz bu çabalarımızın haklılığına, bunu takdir edeceğine inandığımız halkımıza kesinlikle güveniyoruz. Halkımız, şimdiye kadar kendisinden saklanan gerçekleri gördüğünde, kendi sosyal ve ulusal çıkarları doğrultusunda yerini alacak, mücadelesine omuz verecektir.

Şimdiye kadar söylediklerimiz, ulusal varlığımızı koruma ve sürdürme amacımız, bu ülkede yalnız Türklerin yaşama hakkı olduğunu savunanlarca, Tanrı’nın yalız Türkleri korumasını isteyenlerce; kısacası, hangi etnik kökenden gelmiş olurlarsa olsunlar, çalışmadan rahat yasamanın yolunu bulmuş haramzade asalaklar ve onların etki alanı içinde bulunanlarca bölücülük, yıkıcılık olarak nitelenmekte ve suçlanmaktadır. Sizin ekonomik durumunuz bunlarla aynı mıdır bilemiyoruz ama örneğin soyadınız ”kaya” değil de ”Marşan” olduğuma göre kesinlikle Türk olmadığınızı, Çerkes olduğunuzu biliyoruz. Buna rağmen maalesef onların suçlamalarına aynen katıldığınızı görüyoruz. Eğer ekonomik durumunuz haramzade asalakların durumuna uygunsa, bizi böyle suçlamakta haklı olabilirsiniz ve şimdilik bir diyeceğimiz olmaz. Ama kendinizi Türk saydığınız, Türklüğü benimsediğiniz için bizi suçluyorsanız, ”bölücü” olamamak için hiç değilse Türkçe bir soyadı almanız gerekmez miydi? Çerkesce soyadınızı -ki yanılmıyorsak yakın bir geçmişte almıştınız- kullanmakla aynı suçcu siz de islemiş olmuyor musunuz? İstiklal Savaşı yıllarında bölücülüğe sebep olmasın, Düzce’de, Hendek’te, Adapazarı’nda, Manyas’taki gibi bir ayaklanmaya önder olmasın” diye mebus yapılıp güya taltif edilerek Ankara’da bir nevi göz hapsinde tutulan, Millet Meclisi’nde Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili bölümleri görüşülürken ayağa kalkıp ”BeyIer, bu ülkede Çerkes halkının da var olduğunu unutmayalım” diye haykıran -yanılmıyorsak sizin de atanız olan- saygı duyduğumuz rahmetli Emir Marşan Paşa da Türkiye’de Çerkeslerin var olduğunu söylemekle bölücülük yapmış olmuyor muydu? Size göre bunlar bölücülük ve suç sayılıyorsa böyle bölücü ve suçlu (!) birinin adını taşımanız biraz garip olmuyor mu?

Evet sayın Marşan, kimlerin neleri bölücülük saydığı artık gün gibi ortada. Bizim yaptığımızın bölücükle filan ilgisi yok. Biz sadece -vaktiyle rahmetli atanızın ve atalarımızın da yaptığı gibi- bir gerçeği dile getirmeye çalışıyoruz. Biz sadece Birleşmiş Milletler Örgütü Yasası’nın, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, T.C. Anayasası’nın ve son olarak da, bizi suçlama noktasında ortak olduğunuzu gözlemekten üzüntü duyduğumuz siyasi cephenin başbakanı sıfatıyla Süleyman Demirel’in de imzasını koyduğu Helsinki Konferansı Nihai Belgesi’nin ulusal azınlıklara ve bir ulusal topluluk olarak, Çerkes olarak bizlere getirdiği demokratik ulusal haklarımizi kullanma, bu haklan kağıt üstünde kalmaktan çıkarıp hayata geçirme çabasındayız. Umarız ki, siz de kendi tercihinizi daha geniş bir perspektif içinde yeniden gözden geçirirsiniz.

Genel olarak Uzunyayla’ya ilişkin yargılarınıza da katılmamız mümkün değil sayın Marşan.

Uzunyayla’da ”biçare, gadre uğramış Türkmen köylerini” savunmanıza bir diyeceğimiz yok. Gerçi, vaktiyle onların egemen güçlerin, Türk şovenistlerinin ve faşistlerin şartlandırmaları ve güdümleri altında, ellerine fırsat geçtiğinde neler yaptıklarını az çok biliyoruz. Örneğin, kaçırılan sürünün peşinden haklı olarak gittiği Hınzırı köyünde linç edilerek öldürülen Çerkes delikanlısı Dumeniş Mecid’i katledenler, ”Çerkes’in kanını için!”, ”Yeyin ha yeyin, Çerkes eti pek tatlı olur.” diye bağıranlar, kadını erkeğiyle yamyamca ısırıp dişleyenler o Türkmenlerdi. Ama yine de biz bugün, onların yaptıklarını klan zihniyetinin bir gereği sayıyor, egemen güçlerin çıkarcı politikaları doğrultusunda onların yoksul, bilgisiz, eğitimsiz bıraktırılmışlığına bağlıyor ve suçlamıyoruz. Ne var ki, sorunlarını bizim de paylaştığımız Uzunyayla çevresindeki Türkmen halkını savunurken Uzunyayla Çerkeslerini ”pis, tembel Çerkes halkı” diyerek horlamanızı da, işlerine gelmediğinde bize hep aynı nitelikleri yapıştırıveren egemen ulus şovenistlerinin, faşistlerin, haramzade asalakların çıkarcı ve anti-demokratik propaganda ve politikalarının başarısından başka bir şeyle izah edemiyor, kesinlikle katılmıyor ve kınıyoruz.

Biz, şovence bir anlayışla Laz’ı, Kürt’ü, Türkmen’i hor görüyor, onların daha az saygıdeğer halklar olduğunu iddia ediyor değiliz. Tersine her halkın aynı ölçüde saygınlığını, her halkın hak eşitliğine dayalı ulusal yaşama hakkını biliyor, benimsiyor ve savunuyoruz. Sizin kendi halkınızı, Çerkesleri suçladığınız, horladığınız gibi biz hiçbir zaman hiçbir halkı horlamadık, horlamayız.

Ama şunu bilmek gerekir ki, Uzunyayla’da yaşayan Türkmenlerin yoksul, eğitimsiz bırakılmışlığının sorumluları hiçbir zaman Uzunyayla Çerkesleri değildir, bunun gerçek sorumluları kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ve kendi çıkarları için de ellerinden gelen her şeyi yapan, yapmak isteyen haramzade asalaklardır, onların çıkarlarını koruyan -bir ölçüde görüşlerini sizin de paylaştığınız- yöneticilerdir, siyasetleridir.

Çerkes halkı Uzunyayla’ya Türkmenleri kovarak yerleşmemiştir. Mithat Paşa kabinesinin padişaha sunduğu teklif üzerine padişahın fermanı ile devrin siyasetine ve yasalarına uygun biçimde yerleştirilmişlerdir. Bu iskanın bir nedeni ise Güney’deki Avar aşiretleri ile Kuzey’deki Türkmenler arasında bir denge unsuru yaratmak, Celali isyanlarını önlemek, Avşarları bu yolda iskana zorlamaktır ve kimsenin beğenmediği verimsiz Uzunyayla topraklarını değerlendirmektir.

Çerkeslerin elindeki topraklara gelince, Kazancık köyünden Yağan Paşa’nın elindeki toprak, Uzunyayla Çerkeslerinin zenginliği, refahı demek değildir. Yağan Paşa’nın veya atalarının bu toprakları nasıl ele geçirdigi de konumuzun dışındadır. 1953 yılında Arazi Tevzi Komisyonu’nun Pınarbaşı köylerinde nasıl toprak dağıttıkları, örnek gösterdiğiniz Kazancık köyünde bile kaç gencin topraksız kaldığı, bu gençlerin haklarını almak için mahkemelere başvurduğu, şu günlerde bile bu konuda ki sorunların, anlaşmazlıkların sürdüğü bilinmektedir.

Demirboğa, Tavladere, Kazancık, Yeniyapan, Karacaören gibi Uzunyayla Çerkes köylerinden -sizin dediğiniz gibi tembellik ve pısırıklık yüzünden degil- yokluk, yoksulluk, topraksızlık, traktörsüzlük nedeniyle nice gencin büyük kentlerde hipodromlarda yatarak kentsoyluların özel merakla besledikleri yarış atlarına bakıcılık, seyislik yapmak, tarih boyunca at üstünde yaşamış bir halkın çocuklarının karın tokluğuna at meraklısı kent-soyluların uşaklığını yapmak zorunda kaldıkları da bilinmektedir. Bizim bu ”pısırık, tembel” (!) Çerkeslere saygımız sonsuzdur.

Kısacası sayın Marşan, Çerkes halkının Uzunyayla’yı giderek boşaltması ”tembellik, pısırıklık” yüzünden değildir. Çetin doğa şartları ile tırnak tırnağa boğuşan bu çileli halkı Almanya bataklıklarına, İstanbul’da at uşaklığına süren yokluktur, yoksulluktur. Çiçek gibi kizlarını, en saygıdeğer kızlarını eskiden Saray’a, şimdilerde Adanalı, Kayserili para babalarının kucağına attıran yoksulluktur, topraksızlıktır, doğa şartlandır, adaletsizliktir, ihmal edilmişliktir, geri bıraktırılmışlıktır, bir avuç mutlu azınlığın çıkarcı, işbirlikçi politikalarıdır. Ama inanıyoruz ki, o Uzunyayla halkı, bir gün gerçekleri kavrayacaktır ve o zaman Uzunyayla’dan ayrıldığında artık at uşaklığına değil, insanca yaşamak için, Çerkes olarak açık alınla yaşamak için kendi anayurduna, Kafkasya’ya gitmek isteyecek, burada aynı durumda bırakılmış olan öteki halkların uyanışına da katkıda bulunacaktır.

Tersini ne kadar iddia ederseniz edin, Uzunyayla yoksuldur, sahipsizdir, susuzdur, yolsuzdur, elektriksizdir sayın Marşan ve daha çok uzun süre böyle kalacaktır. O Cennet’e benzettiğiniz Kazancık köyünü kasabaya bağlayan yol kışın kaç ay kapalı kalır, bilirsiniz elbet. Nice can doktorsuzluktan ölür oralarda, bilirsiniz elbet.

1928’lerden beri sözü edilen Kazancık sulama projesinin Pazarören köylerine kaydırıldığını, yapılan tesislerin tamamlanmadığını da bilirsiniz. Uzunyayla’nın 60 pare köyünde ışığın, elektriğin olmadığını, işin garibi, Keban enerji nakil hattının Uzunyayla’nın ortasından geçtigini de bilirsiniz. Ne ”Uzunyayla Cennet’tir”, ne de ”Uzunyayla halkı tembel ve pısırık.”  ama Uzunyayla halkı Çerkes’tir sayın Marşan, Uzunyayla halkı Çerkes’tir.

Kafkasya gezi izlenimlerinden artık burada uzun uzadıya söz etmeye gerek görmüyoruz ama yine de şu kadarını söylemekte yarar vardır.

İçinde yaşanılan toplumla kan bağıyla bağlı olmaktan söz ediyorsunuz sayın Marşan, Bizim böyle bir bağımızın olmadığını biliyoruz. Sizin de böyle bir bağınızın olduğunu sanmıyoruz ama yine de varsa böyle bir bağınız; ne diyelim, hayırlı olsun. Fakat ”kan konuşmaza” sayın Marşan. Konuşan sadece yasayan ulusal dildir, kültürdür, tarihtir. Daha genelde ele alırsanız emektir, üründür. Şimdiye kadar susmuş, susturulmuş olmasına rağmen artık konuşan ve de konuşacak olan halktır, Çerkes halkıdır. İşte Çerkes halkından, dili unutturulamamış, üstelik her şeye rağmen anadiliyle okuma-yazmayı da öğrenebilmiş kimileri bugün anayurtlarında, Kafkasya’da kalan akrabalarıyla, kardeşleriyle, soydaşlarıyla haberleşebilmekte, mektuplaşabilmektedirler. Bunlar giderek birbirlerini davet etmelerini, görüşüp konuşmalarını, dertleşmelerini, sorunlarını tartışmalarını da getiriyor ve bütün bunlar Türk -Sovyet ilişkilerine paralel olarak gelişiyor, gelişecek de.

İşte Nihat Bidanuk arkadaşımız da anayurttaki akrabalarıyla yazışıp haberleşenlerden biri olarak bir akrabasının daveti üzerine Kafkasya’ya gitti. 45 gün kadar kaldı orada. Kabardey-Balkar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni, Karaçay-Çerkessk Özerk Bölgesi’ni, Adigey Özerk Bölgesi’ni gezdi. Akrabalarıyla, anayurtta yaşayan soydaşlarımızla, yöneticileriyle, sanatçılarıyla, yazar ve ozanlarıyla uzun uzun görüştü, sohbet etti, dertleşti, sorunlarımızı tartıştı. Dönüşünde kendisiyle yaptığımız görüşmenin başında; ”Benim görüp öğrendiklerim, anlatacaklarım, ora hakkında şimdiye kadar hep bizim dışımızdakilerden, yabancılardan duyduklarıyla şartlanmış olduğunu bildiğimiz muhaceretteki Çerkesler için gerçekten inanılmaz şeylerdir. Anayurt, oradaki insanlar, onların yaşamları söylenmekle anlatılamaz. Gidip görmek gerek.” demişti, ki aynı ifadeleri daha önce gidip gelenlerden de dinlemiştik ve ”anlatacaklarımı istismar edilebilir, sizleri oradaki rejimi övmekle suçlayabilirler, cezalandırmaya kalkışabilirler.” diyerek kaygılarını belirtmişti Bidanuk. Her şeye rağmen anayurtla ilişkilerin geliştirilmesi, anayurdun, oradaki soydaşlarımızın ve yaşamlarının tanıtılması gerekliydi ve arkadaşımız ”yine de durumu olduğundan az göstererek, yanlış değil ama eksik bırakarak anlatayım. O zaman riskler belki azalabilir.” diyerek, belirttiğimiz kaygıların etkisiyle mümkün mertebe orayı övmemeye, olduğundan az göstermeye çalışarak anlatmaya başladı. Biz de Çerkesce olarak anlatılanları Türkçe’ye çevirerek yayımladık. Kafkasya hakkında yazdıklarımız az değilse, eksik değilse, kesinlikle fazla değil, kesinlikle yanlış değil.

İnanıyoruz ki, böylesi izlenimler daha da artacaktır gelecekte. Her gidip gören bunlardan daha az şey anlatmayacaktır. Hatta belki, gidip görürseniz ve gördüklerinizi olduğu gibi anlatma dürüstlüğünü ve cesaretini gösterebilirseniz, aynı doğrultudaki yayınlara bir yenisini de siz eklersiniz.

Sayın Marşan, bizim sorunlarımızı bizden başka kimse çözemez, çözmez. Bizim sorunlarımız, bu sorunlarla ilgilenenlere uluorta suçlamalar, ithamlar, hakaretler, saldırılar yöneltmekle, oturduğumuz yerden ahkam kesmekle, asalet iddialarıyla, çağdışı feodal ve şoven anlayışlarla da çözümlenemez. Bizim sorunlarımız Çerkes halkının sorunlarıdır ve ancak Çerkes halkının mücadelesiyle çözümlenebilecektir. Bizim sorunlarımız, her bir bireyi aynı ve eşit haklara sahip olan Çerkes halkının demokratik gücüyle yükselecek olan anti-feodal, anti-şovenist, anti-faşist demokratik ulusal mücadele ile çözümlenebilecektir ve mutlaka çözümlenecektir.

Tarihimizde pek çok örnekleri bulunan; hep başkalarına hizmet etme, hep başkalarının gözüyle bakma, başkalarının ağzıyla, diliyle konuşma eğiliminden, kraldan çok kralcı olma alışkanlığından, Çerkeslerin ayrı bir ulusal topluluk olduğunu, onların da ulusal eşitlik ve yaşam hakları bulunduğunu söylemeyi ”bölücülük”, iki milyonu aşkın Çerkes’in muhacerette yüz yıllık bir sürede asimilasyon uygulamalarıyla yok oluşa itilişini ”bütüncülük” olarak gösterenlerin şartlandırmalarından ve boyunduruğundan en kısa zamanda kurtulmamız, top-yekun bilinçle kendi öz ulusal sorunlarımıza, özgürlüğümüze kurtuluş yoluna sarılmamız umut ve dileğiyle…