BİR ULUS VE DİASPORASI: İSRAİL-YAHUDİ DİASPORASI İLİŞKİLERİNİN YENİDEN İNCELENMESİ

Gabriel Sheffer
Kudüs İbrani Üniversitesi
A Nation and Its diaspora: A Reexamination of Israeli Jewish diaspora Relations, diaspora
Çeviri: Asiye Öztürk

İsrail ve Yahudi diasporasının ortak endişesi Yahudi halkının sürekliliği ve İsrail-diaspora ilişkileridir. Yahudi diasporası milliyetçiliğin de ötesinde etno-milli bir yapıya sahiptir. diasporaların bazı özelliklerine bakarsak; genel olarak göçten sonra kimliklerini sürdürmeye karar verirler, göçlerini sürgün olarak görmezler, dayanışma ruhu içindedirler, siyasi, ekonomik ve sosyal bağları vardır ve son olarak da anavatanla her türlü ilişkilerini yürütürler. Bu özelliklere hemen hemen tüm diasporalar sahiptir bu yüzden Yahudi diasporasını benzersiz görmek anlamsızdır. Yahudi diasporası tarihi bir diasporadır ve İsrail devleti kurulmuş olmasına rağmen hala devam etmektedir çünkü birçok insan yeni kurulan İsrail’e göç etmeyi istememiştir. Bu insanlar genelde Batı ülkelerinde yaşayan, güvenlik sorunu olmayan ve yaşadığı yeri benimsemiş insanlardır.

Genel olarak dört merkezde toplanır Yahudiler: Amerika, Fransa, Rusya ve İsrail. Bu dört merkez üstünlük için rekabet eder. diaspora tam bağımsızlık destekçisidir bu yüzden İsrail’in zorlamasına karşıdır. Yahudi diasporası ortak özelliklerinin yanı sıra bazı ayırıcı özelliklere de sahiptir. Yahudi diasporasının İsrail’in kurulmasında katkısı vardır ve hala diplomatik ve politik arenada İsrail’e yardım etmektedir. Ayrıca Yahudi diasporasının nüfusu yaklaşık 8 milyon, İsrail’in nüfusu ise 5 milyondur. Buna göre diaspora nüfus olarak İsrail’den üstündür. İsrail’in kurulmasında diasporanın katkısı olduğu kadar dini faktörün, Siyonizmin ortaya çıkmasının ve en önemlisi 2. Dünya Savaşı ve Holocaust’un yarattığı etkilerin de büyük katkısı vardır. Ancak diasporanın Siyonizm’e bakışının değişmesi biraz zaman almıştır çünkü diaspora devletin dini mi laik mi olacağı, sosyalist mi kapitalist mi olacağı ya da Filistin’e karşı tutumunun nasıl olacağı konusunda endişelere sahiptir. Ancak bu görüş 2. Dünya Savaşı’yla birlikte değişmiş ve İsrail’in kurulması için diaspora tam destek vermiştir. Günümüzde ise özellikle 1967’den sonra diaspora-İsrail ilişkileri giderek daha da normalleşmekte ve diğer diasporaların anavatanlarıyla olan ilişkilerine iyice benzemektedir.

İsrail-Yahudi diasporası İlişkileri: Emsalsiz mi veya
Karşılaştırılabilir mi?

Birlikte var olan ulus ve diasporaların en eskilerinden birini oluşturan İsrailliler ve diaspora Yahudileri (Sheffer, At Home Abroad; Smith, The Nation) iç içe geçmiş iki önemli konu hakkındaki derin endişelerini ifade etmektedir: dünya çapındaki Yahudi halkının sürekliliği ile sürdürülebilirliği ve İsrail-diaspora ilişkileri. Bu bağlamda dünya çapındaki Yahudi halkı genellikle eşit olmayan iki gruba ayrılmaktadır: çoğunluk kötümserken sadece küçük bir azınlık ilerideki gelişmeler hakkında iyimserdir. Giderek artan bir şekilde kötümser akademisyen ve analistler doğuştan emsalsiz olan, özel bir kimliğe sahip ve de belirgin bir devlet ötesi oluşum olarak diaspora Yahudilerin hayatta kalması ve yakın İsrail-diaspora ilişkileri hakkındaki endişelerini ifade eden uzman olmayan kişilere katılmaktadır (S. Cohen; Kosmin; Vital; Rubin; Dellapergola; Wasserstein). Argümanlarının ana fikri günümüzde Yahudi diasporasına ev sahipliği yapan daha çok demokratik ülkelerde hâkim olan küreselleşme, çoğulculuk, çok kültürlülük ve “diğer”ine karşı hoşgörünün, dünyadaki Yahudi halkını demografik olarak azaltması ve sonucunda İsrail-diaspora ilişkilerini daha da fazla yıpratan asimilasyon eğilimlerini hızlandırmasıdır. Bu tür kötümser analistler için asıl sorun bu süreçlerin yaşanıp yaşanmaması değil bu süreçlerin hangi hızda görüldüğüdür.

Özellikle diasporada Yahudi halkının geleceğine ilişkin yaygınlaşan bu kötümserlik milliyetçilik, milliyetçilik ötesi, devletçilik ötesi, etno-milli diasporalar ve genelde diaspora-anavatan ilişkileri özelde ise İsrail ve Yahudi diasporasına ilişkin sadece pratik değil aynı zamanda teorik ve karşılaştırmalı konularla ilgili şaşırtıcı soruları gündeme getirmektedir. Yahudi halkı ve İsrail çalışmalarının çoğunun hala onları ısrarcı ve emsalsiz ya da istisnai olarak kabul eden çerçeveye dayandırması bu durumu daha da karmaşık hale getirmektedir (bazı istisnalar için, bakınız Barnett; Kosmin; Levi-Faur; Sheffer ve Vogel).

Uzun süredir var olan Yahudileri ve Yahudi diasporasını emsalsiz olarak görüp inceleme geleneği ve onları daha geniş karşılaştırmalı çerçevede araştırmama durumu için birçok açıklama sunulmuştur. Yahudi diasporası ve dolayısıyla İsrail, diasporanın uzun ömrü, yaşanan büyük travmalar, bunun İsrail’in kalkınmasında istisna gibi görünen payı, diaspora’nın “yirminci yüzyılın en uzun süreli çatışması” – Arap-İsrail çatışmasına dâhil olan Yahudi devletiyle sürekli bağlılığı nedeniyle emsalsiz oluşumlar olarak kabul edilmektedir (Horowitz ve Lissak; Dowty).

Tabii ki, bu faktörlerin bazılarının gerçekten de Yahudi halkının kalkınmasını ve İsrail’le olan ilişkilerini etkilediğini göz ardı etmek anlamsız olur. Ancak İsrail’in ve diasporanın emsalsizliği ve yakın ilişkileri konusundaki bu varsayımları tekrar araştırmaya kesinlikle ihtiyaç vardır. Diğer nedenler arasında Arap-İsrail çatışmasının diaspora ve İsrail’in kalkınmasında sözde baskın etkisini ve aynı zamanda İsrail’le diaspora dayanışmasının ve İsrail için desteğin sağlamasındaki güvenlik endişelerin merkeziyetini tekrar inceleme ihtiyacı yer almaktadır (Sheffer, “Has Israel”). Ancak bu makale, Yahudi diaspora tarihi; diasporaya ev sahipliği yapan ülkelerde hâkim olan sosyal ve siyasi kültürler; diasporanın izlemiş olduğu stratejiler; son zamanlardaki diaspora-İsrail ilişkilerinin çeşitli aşamaları ve özelde her topluluğun genelde Yahudi diasporasının diasporik ve milli ihtiyaçlarıyla baş etmek için kurdukları siyasi örgütler ve düzenlemeler gibi diasporanın kalkınmasını ve anavatanla olan ilişkilerini etkilemiş olan daha az etkili ve hatta nispeten özerk diğer faktörlere odaklanacaktır. Etno-milli diasporaların Ortak Bir Profili Çeşitli etno-milli diasporalar arasında uygun karşılaştırmalar yapmak için diasporaların anavatanlarıyla olan ilişkilerinin incelenmesi ve yılmama ve çabalama şanslarının değerlendirilmesi, bir tanım veya daha da iyisi mevcut olgunun özelliklerinin sıralanması gerekmektedir. Ancak, diasporaların ya çok az ya da yok olmak üzere olduğu varsayımına dayanan Neomarksistler, Liberaller ve ev sahibi ülkelerde bu tür diasporaların asimilasyonunu savunanlar tarafından önerilen bu tür normatif tanımlar bu amaç için uygun değildir. Aynı şekilde, “harekete geçen” ve “proleter” diasporalar arasında ayrıma giden tanımlar gibi diasporaları tanımlamaya yönelik son akademik çabalar ve diğer daha yeni diaspora tanımları da ayrıca hem teorik hem de ampirik soruları gündeme getirmektedir. Bu yüzden etnik yapıların bu grubunu tekrar tanımlamalıyız veya daha da iyisi tekrar özelliklerini saptamalıyız. (Daha karmaşık tanımlara olan ihtiyaca yönelik henüz tamamlanmamış benzer bir görüş için bakınız: Clifford; Tötölyan, “Rethinking”, Kearney, R. Cohen.)

Sayısız ev sahibi ülkeye dağılan ve yine de anavatanlarıyla ve aynı kökenden gelen benzer topluluklarla ilişkilerini sürdüren oluşumlar olarak diasporaların tuhaf varoluşu sebebiyle memnun edici bir tanım çok değişkenli olmalı ve çeşitli analiz seviyeleriyle baş etmelidir. Bu yüzden aşağıda tanımdan çok bir profil önerilmektedir. Aşağıdaki ortak profil diaspora oluşumları konusunda kendi çalışmalarım ve diğer çalışmalara dayanmaktadır. Profil aşağıdaki unsurları kapsamaktadır: • Etno-milli diasporalar hem anavatanlarından gönüllü veya mecburi göç hem de göçmenlerin birçok ev sahibi ülkede kalıcı yerleşmeleri sonucu oluşmaktadır.

• Bu tür oluşumların üyeleri ev sahibi ülkelerinde azınlık olarak kalmaktadır.

• Ev sahibi ülkelere kalıcı olarak yerleştikten sonra çekirdek diaspora üyeleri açık bir şekilde kendi etno-milli kimliklerini sürdürmeye karar vermektedir.

• Yahudi diasporasında olduğu gibi belirli konularda etno-milli kimlikleri dini inanışları tarafından desteklenmektedir.

• diasporaların büyük bir kısmının üyeleri ev sahibi ülkelerindeki varlıklarını sürgün olarak görmemektedir.

• Kimlik ve bu oluşumların üyelerinin kimliklerin saptanması milliyetçilik analistlerinin adlandırdığı şekilde primordiyal, etno-sembolik ve yardımcı faktörlerin bir birleşimine dayanmaktadır.

• Böyle bir kimlik ve kimlik saptamasına dayanarak, bu oluşumların çekirdek üyeleri arasında bir dayanışma ruhu ortaya çıkmaktadır.

• Bu tür bir dayanışma taban örgütlemesi seviyesinde elit ve aktif üyeler arasındaki kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi konularla ilgili bağları kolaylaştırmaktadır.

• O halde bu bağlar, diasporalar, ev sahibi ülkeleri, anavatanları ve diğer uluslararası aktörler arasındaki ilişkilerde belirleyici unsurları oluşturmaktadır.

• Etno-milli kimlikleri, tanımlamaları, dayanışma ve devamlı etkileşim, diasporik örgütler ve ortak eylem için bir dayanak noktası görevi görmektedir. Bu örgüt ve eylemlerin ana amacı diasporaların ev sahibi ülkelerinde ve anavatanlarında çıkarlarını geliştirebilecekleri kapasiteyi temin etmek aynı zamanda anavatanları ve aynı ulusun diğer kesimleriyle kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi ilişkilerini yürütmektir.

• diaspora üyeleri her nerede ve ne zaman özgür seçim hakkına sahip olsalar ev sahibi ülkelerindeki varlıkları ve anavatanlarıyla olan ilişkileri konusunda farklı stratejiler benimseme eğilimindedir. Çoğu zaman, devlete bağlı olarak kurulan diasporalar ev sahibi ülkelerinde asimilasyondan çok entegrasyonu sağlamayı amaçlayan komünalist bir strateji benimsemektedir. Anavatan ve aynı kökenden gelen diğer topluluklarla iletişimi sürdürme isteğiyle kuvvetlenen bu strateji diasporaların kurduğu örgütlerin yapısını belirlemektedir.

• Bu, ayrıca diasporaların bazen çapraşık devlet ötesi ağlar kurmalarına ve hazırlamalarına neden olmaktadır (milliyetçilik ötesi ve devlet ötesi kavramları arasındaki fark hakkında bakınız: Miles ve Sheffer).

• Bu devlet ötesi ağlar da dahil olmak üzere diaspora örgütlerinin kuruluşu ve takip eden eylemleri hem ev sahibi millete hem de anavatana karşı sadakatin yapısıyla ilgili karışık ve hassas konuları gündeme getirmektedir. Etno-milli diasporaların sadakati belirsiz, bölünmüş veya çift yönlü olabilmektedir.

• Ülke kanunları ve ev sahibi toplumlardaki baskın kesimlerin normları hakkında etno-milli diasporalar ve ev sahibi toplumlar ve hükümetleri arasında istenmeyen çatışmalardan kaçınmak ve bunları önlemek için diaspora üyeleri genellikle bu normları kabul edip kanunlara uymaktadır. Yine de belirli dönemlerde özellikle de anavatan veya ev sahibi ülke bir kriz yaşıyorsa ya da diasporalar ciddi zorluklarla karşı karşıya iseler ev sahibi toplumlardaki bazı kesimler diaspora “sadakatsizliği” konusunda bazı olumsuz algılar geliştirebilmektedir. Belirli durumlarda bu tür gerginlik ve çatışmalar anavatanların diasporalar adına müdahale etmelerine veya diaspora ilişkilerine karışmalarına neden olabilmektedir. Bu profil, devletsiz veya devlete bağlı olsun ya da olmasın birçok “tarihi diasporalara”(antik çağ ya da orta çağda oluşmuş diasporalar), “yeni diasporalara”(Sanayi Devriminden itibaren oluşan diasporalar) ve “yeni başlayan etno-milli diasporalara” (günümüzde oluşan diasporalar) uymaktadır.

Bir sonraki analiz Yahudi diasporasının bu ortak profile uyduğunu ve bu yüzden de emsalsiz bir durum olarak görülmemesi gerektiğini göstermeye çalışmaktadır. Bu, Yahudi diasporasının geleceği ve anavatanıyla olan ilişkisi hakkında bazı genel sonuçlara ulaşılmasını kolaylaştıracaktır. Tarihi Devlete Bağlı Bir diaspora Olarak Yahudiler Öncelikle yirminci yüzyılda, dünya Yahudileri tarihinde iki farklı dönemin olduğu göz önünde bulundurulmalıdır: Yahudi devleti kuruluşu öncesi ve sonrası. İsrail’in kurulması, Yahudi diasporasının statüsünde ve kendini algılamasında köklü bir değişikliğe damgasını vurmuştur. 1948’den önce Yahudiler “tarihi devletsiz bir diaspora” oluşturmuş; daha sonra İsrail’in dışında yaşayan Yahudiler “tarihi devlete bağlı bir diaspora” halini almışlardır. O zamandan beri, aşağıda da belirtileceği üzere Yahudi diasporası bazen “Doğunun Yahudileri” denizaşırı Çin; 1991’de bağımsız Ermenistan’ın kurulmasından sonra Ermeni diasporası; ve Yunan diasporası gibi bağımsız devletlerle bağlantıları olan diğer tarihi diasporalara çok büyük benzerlik göstermiştir (Panossoan; Constas ve Platias).

Diğer birçok klasik diaspora gibi, dünya Yahudileri kimliği belirgin primordiyal (Gelişmekte olan bir yapının ya da organın primitif şekli
ile ilgili. -CC) ve etno-milli sembolik temellere sıkı sıkıya bağlı olan etno-milli bir oluşumdur. Bunlar; ortak ata fikrini, endogami yoluyla sürdürülen biyolojik bağları (yakın zamana kadar), tarihi bir dili, ortak tarihi mirası, fark edilebilir derecede milli bir dayanışmayı, eski anavatana derin, köklü bir bağlılığı (ancak tam olarak günümüz İsrail’ine değil) ve ortak davranışın paylaşılan kalıplarını kapsamaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, diaspora kimliğinin, devam eden dönüşümlerde payı olan toplumsal baskılar, yoksunluk ve ekonomik kaygılar gibi yardımcı faktörlere de dayandığı vurgulanmalıdır. Bu yüzden, bu yardımcı faktörler diaspora’nın kimlik saptama kalıplarını, çeşitli ev sahibi ülkelerde, çok yönlü örgütlerde ve de siyasi ve ekonomik çıkarları koruyan faal devlet ötesi ağlarda benimsediği komünalist stratejiyi belirlemiştir.

Aşağıdaki paragraflar diasporaların ortak profilinin birçok unsurunu Yahudi örneğine uygulayarak bu genel gözlemlerin ayrıntılarına inmektedir.

Diğer etno-milli diasporalar gibi Yahudi diasporası hem gönüllü hem de mecburi göçlerin bir sonucu olarak oluşmuştur. Daha sonra yine diğer diaspora üyelerinin kaderiyle benzer olarak ya bulundukları ev sahibi ülkelerden ayrılmaları için zorlanmış (örneğin on beşinci yüzyılın sonunda İspanya ve Portekiz’den sınır dışı edilmeleri böyledir) ya da gönüllü olarak ikinci ve üçüncü ev sahibi ülkelere gitmeye karar vermişlerdir (örneğin, 1980lerde ve 1990larda Güney Afrika Yahudileri Avustralya’ya ve Kuzey Amerika’ya göç etmişlerdir). Bu tür göçler, Süleyman Tapınağının yıkılmasının (M.Ö. 585) ve Babil’de Yahudi diasporasının oluşturulmasının (bakınız, örneğin R. Cohen) diasporanın kurulmasının “resmi” tarihi olarak kabul edilmesinden çok daha önce başlamıştır. Böylece, oluşumunun ilk günlerinde Yahudi grubunun adı olan İbraniler ilk dönemlerde gönüllü olarak Mısır’a ve Orta Doğu’nun diğer bölgelerine göç edip yerleşmişlerdir (muhtemelen M.Ö. on üçüncü yüzyıldan başlayarak). Görünen o ki İbranilerin Mısır ve diğer Orta Doğu ülkelerinden İsrail topraklarına dönüş göçleri de olmuştur. Ancak bu tür dönüş göçlerinden sonra da Yahudi toplulukları bu ülkelerde var olmaya devam etmişlerdir (Malmat; Ben Sason, “Introductory”). Bu yüzden, antik çağlardan beri bir Yahudi diasporası süregelmiştir; bu da, bu oluşumun etnisite ve milliyetçilik kavramlarının yıllardır var olan yorumuna uyan “tarihi bir diaspora” olarak tanımlanmasını doğrulayan bir durumdur (Smith, The Nation).

İkinci Tapınağın da Romalılar tarafından yıkılmasından (M.Ö. 70) sonra devam eden büyük Yahudi dağılımı çeşitli ev sahibi ülkelerden ikinci ve üçüncü, mecburi ve gönüllü göçlerle oluşmuştur. Tahmin edilebileceği üzere, İsrail devletinin kurulmasından sonra klasik Yahudi diasporasına yeni bir grup katılmıştır: yaklaşık bir milyon İsrailli 1948’den itibaren başka ülkelere göç etmiştir. Gönüllü kararlarının sonucu olarak çeşitli ev sahibi ülkelere kalıcı olarak yerleşen bu İsraillilerin birçoğunun durumlarını sürgün olarak görmemeleri şaşırtıcı değildir (Sheffer, “Israeli diaspora”).

Yahudiler İsrail’de çoğunlukken ev sahibi ülkelerde sadece küçük azınlıklardır. Aslında, ulusun çoğunluğu anavatanın dışında yaşamaktadır, yaklaşık 5.5 milyonu İsrail’de, yaklaşık 5.7 milyonu ABD’de ve yaklaşık 3 milyonu da Yahudilerin yaşadığı diğer ülkelerde yaşamaktadırlar. Birçoğu özellikle de Batı demokrasilerinde nispeten güven, ekonomik refah içinde ve kültürel olarak en iyi durumda yaşamaktadır. Diğer yandan, Orta Doğu’nun özünde var olan istikrarsızlık göz önünde tutulacak olursa, İsrail’in kendisinde ve işgal bölgelerinde Yahudilerin güvenliği sorunlu bir konudur.

Tüm bu gerçekler milli merkezin yeri konusunu ve doğal sonucunu, bu küresel olarak her yere dağılmış milletin sınır sorununu gündeme getirmiştir. İsrail’in kurulmasından sonra ilk yirmi yıl boyunca diaspora’nın yeni ulus devleti, temel Yahudi merkezi olarak tanıdığı ve bu devletin politika ve eylemlerinin diasporadaki gelişmeleri belirlediği görülmüştür. Kırk dört yıl sonra günümüzde ise Amerika, Fransa, Rusya ve İsrail olmak üzere en az dört tane merkez bulunmaktadır. Bu merkezler arasında tüm ulus üzerinde üstünlükle ilgili örtülü ve açık rekabet mevcuttur. Üstünlük için tipik bir rekabet, kaynak tahsisi, sıkıntıdaki topluluklara yardım ve hatta İsrail için politik ve diplomatik yardım konularında tartışmalara dönüşebilmektedir. Bu rekabetin sonu yoktur ve yirmi birinci yüzyılda da hala devam edecektir.

Diğer bazı devlete bağlı diasporalarda da olduğu gibi, çağdaş Yahudi diasporası üyeleri ilk, ikinci veya üçüncü yerleri olsun ya da olmasın ev sahibi ülkelerinde kalıcı olarak yaşamaktadırlar. diaspora Yahudilerinin birçoğu veya ataları gönüllü olarak bu ülkelere göç ettikleri için kendi durumlarını “sürgün” olarak görmemektedirler. Buna ilaveten, son zamanlarda Yahudiler acı çektikleri ve kovuldukları ülkelere geri dönmüşlerdir. Yahudilerin Almanya, İspanya, Macaristan ve Avusturya gibi daha önce yaşadıkları ülkelere “dönüşleri” Yahudi diasporasının devamlılığını göstererek bu eğilimi (Misak) doğrulamaktadır.
Aksine, hem İsraillilerin hem de birçok diaspora Yahudilerinin anavatana dönüş olgusuna yükledikleri bilişsel, duygusal, sembolik öneme ve İsrail’in önemli çabalarına rağmen demokratik ülkelerde ikamet eden Yahudilerin sadece küçük bir grubu aslında İsrail’e dönmüştür ya da dönmeye niyetlenmiştir ( diğer taraftan, Yahudilerin çok büyük bir kısmı Arap, Kuzey Afrika ve eski Sovyet devletleri gibi demokratik olmayan devletlerden göç etmişlerdir). diaspora Yahudilerin büyük bir çoğunluğu ev sahibi demokratik ülkelerde yaşamayı seçmişlerdir ve oralarda yaşayacaklardır. Hatta belirli toplulukların üyeleri bulundukları ülkelerden göç etmeye zorlandıklarında bile hepsi nihai varış noktası olarak İsrail’i seçmemiştir; bunun yerine siyasi kültürleri dâhil olmak üzere özellikle kültürleri daha önceki ev sahibi ülkelerine benzeyen yerlere göç etmişlerdir. Örneğin, birçok Güney Afrikalı, Rus ve Arjantinli Yahudiler İsrail yerine ABD, Kanada, Avustralya, Almanya ve İspanya’ya göç etmeyi tercih etmişlerdir.

Buna ilaveten, diğer göçmenler gibi bu tür Yahudiler bilmedikleri yerlere göçü göze almaktansa iyi yapılandırılmış ve iyi örgütlenmiş Yahudi topluluklarının bulunduğu ülkelere göç etmeyi tercih etmişlerdir. Açıkça anlaşılabilir nedenlerle ve yine diğer göçmenler gibi ev sahibi yeni ülkelerde bu Yahudi göçmenlerinin birçoğu mevcut topluluklara katılma eğilimi göstermişlerdir. Ancak, 1. Dünya Savaşı öncesi Almanya, İngiltere ve ABD’ye göç eden Doğu Avrupa Yahudileri; 1950lerde ve 1960larda Fransa’ya göç eden Kuzey Afrikalı Yahudiler; 1970lerde ve 1990larda ABD’ye göç eden Rus Yahudiler ve de 1980lerde ve 1990larda ABD’ye ve diğer ülkelere göç eden İsraillilerde olduğu gibi, yeni gelenler mevcut bazı yerel Yahudi toplulukları tarafından memnuniyetle karşılanmamış ve bu yüzden kendi ayrı topluluklarını kurmak zorunda kalmışlardır. 1962 sonrası Fransa’da olduğu gibi bazı belirli durumlarda, yeni topluluklar (Kuzey Afrikalı Yahudileri içeren bu örnekte) tüm diasporik oluşumlar içinde en canlı ve yenilikçi unsurlar haline gelmişlerdir (Wahl; Wieviorka). Çekilen acılara ve ikinci ve üçüncü ev sahibi ülkelere göçlere rağmen ve tam entegrasyon ve hatta asimilasyonla sonuçlanan ev sahibi ülkelerindeki toplumlar ve hükümetler tarafından benimsenmelerine bakılmaksızın, çeşitli ev sahibi ülkelerde bir diaspora çekirdeği süregelmektedir. Dindar Yahudilere ait bu çekirdekler, etno-milli-dini kimliklerini korumakta ve asimilasyona ve tam entegrasyona karşı direnmektedir.

Hiç tartışmasız, geçmişte Yahudi kimliğindeki dini unsur milli devamlılık için gerekliydi. Ancak 2.Dünya Savaşından beri bu unsur bu devamlılığı belirlemedeki önemini kaybetmiştir (Yahudi devamlılığı konusunda örneğin bakınız Elazar; Liebman). Dindar Yahudiler, Yahudi halkının aksi takdirde yok olmasıyla sonuçlanacak büyük çapta bir asimilasyona karşı ana engeli oluşturduklarını iddia etmelerine rağmen artık tüm dünyada birçok Yahudi topluluklarının sürekli varoluşu için artan bir şekilde esas teşkil eden şey dini unsurdan çok etno-milli faktördür. Örneğin; Amerikalı Yahudilerin %47si bugün Amerika’daki Yahudilerin dini bir grubu oluşturduklarını düşünürken bu Yahudilerin %55i bu topluluğun etnik bir grubu oluşturduğunu düşünmektedir (Goldscheider; Kosmin ve Lachman; Kemsin; Sharot; fakat S. Cohen ile karşılaştırın).

Yahudi diasporası etno-milli kimliğe, çekirdek üyeleri arasındaki dayanışmaya, anavatanla ruhani, dini, ideolojik ve pratik bağlara dayanarak diasporik örgütlerin detaylı sistemlerini ve ağlarını oluşturan ilk oluşumlar arasındadır. Bu bağlamda Yahudi diasporası özellikle Ermeni ve Yunan olmak üzere diğer etno-milli diasporalara benzemektedir (Tölölyan, “Elites”). Bu yüzden Yahudi diasporası ev sahibi ülkelerinde güvenliği, sürekliliği ve refahı temin etmek için gerekli olan örgütlerin şekil ve tiplerini oluşturmuştur. Bunlar ABD Yahudi Dernekleri Başkanları Konferansı (the Presidents’ Conference of the American Jewish Community) gibi kapsayıcı kurumları; Amerika Kadın Siyonistler Organizasyonu (Hadassah) ve Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (the American Israeli Public Action Committee-AIPAC) gibi geniş ulusal örgütleri; Siyonizm Hareketi (Zionist Movement) ve Birleşik Yahudi Çağrısı (United Jewish Appeal-UJA) gibi genel ve özel örgütleri ve yerel federasyonlar ve destek grupları gibi yerel örgütleri kapsamaktadır. Bu örgütler üç tür işlev yüklenmektedir: yasal ve fiziki savunma; sosyal, dini ve finansal idame ve komunal kültürel, sosyal ve siyasi çıkarların geliştirilmesi.

Yine de özellikle farklı kökene sahip insanlarla evlenme oranındaki hızlı yükseliş dolayısıyla artan derecede demografik kayıplar (ABD’de günümüzde Yahudi evliliklerindeki farklı kökene sahip kişilerle evlenme oranı %50’dir.) ve de çeşitli Yahudi toplulukları arasındaki umursamazlık sebebiyle bu oluşumlar devamlılık konusunda ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu önemli varoluş konusuyla boğuşmak çoktan komünal ihtiyaçların algılanmasında ve sonuç olarak da faaliyetlerde ve anavatan ve diasporanın ihtiyaçları için kaynak tahsisinde geniş kapsamlı değişikliklere neden olmuştur. 1980 ve 1990larda İsrail’deki sağcı hükümetin politikasının eleştirilmesi ve ikinci İntifadan önce İsrail’deki etkili ekonomik büyümeyle de ilişkilendirilen bu durum yerel ihtiyaçları finanse etmek için yönlendirilen parayla ilgili olarak İsrail’e transfer edilen bağışlardaki gözle görülür düşüşü gayet iyi açıklamaktadır. Bu yüzden, on beş yıl önce ABD’deki örgütlü Yahudi toplulukları tarafından toplanan fonların %65’i İsrail’e transfer edilip %35’i de yerel ihtiyaçlara yönlendirilirken 1990ların sonlarından itibaren bu oran İsrail’e transferde %25, yerel ihtiyaçlar da ise %75 olmuştur ve bu oran hala düşmektedir.

Yahudi Soykırımından hemen sonra Yahudiler hala tarihi devletsiz diaspora kurarken çeşitli Yahudi topluluklarının büyük bir kesimi ise denizaşırı odaklı bir strateji benimsemiş ve bir Yahudi devleti kurmaya ve güçlendirmeye niyetlenmişlerdir. Bu odak noktasının tabii ki 1948’de İsrail’in kurulması ve özellikle de 1967 savaşındaki başarısından itibaren değişmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir. Yahudi topluluklarının nispeten özgürce hareket edebildikleri Batı demokrasilerin pek çoğunda bu topluluklar günümüzde ev sahibi ulusta kendi topluluklarına yoğunlaşan komünalist bir strateji benimsemektedirler. Aslında bu komünalist strateji sadece halk içi ve halk dışı laik sosyal, politik ve ekonomik tutum değil aynı zamanda diasporanın kurduğu örgütlere karşı da farklı bir yaklaşım anlamına gelmektedir. Bu değişim daha çok gönüllülük, heveslilik ve ev sahibi ülkelerde hâkim olan koşullara uyum yeteneği anlamına gelmiştir. Bu yüzden asimilasyonist kutuptan anavatana dönüşe geçen diasporik topluluklara açık stratejiler yelpazesinde, ılımlı komünalist strateji ev sahibi ülkeye hiçbir tehdit arz etmeyen, anavatanı yabancılaştırmayan ve diaspora üyelerine çok fazla yük yüklemeyen bir strateji olarak görülmektedir. Bu tür diasporalar bu stratejiyi benimseyerek dolaylı ya da bazen açık olarak ev sahibi ülkelerindeki temel sosyal, politik ve ekonomik kuralları kabul ettiklerini ve sadece aşırı durumlarda ılımlı iki taraflı sadakat şekillerini benimseyeceklerini göstermektedirler. Tam olarak uygulandığında, bu kalıp ayrıca diaspora ve anavatan arasındaki potansiyel ya da gerçek ihtilafları ve çatışmaları hafifletmektedir (Sheffer, “Ethno-national”).

Daha önce de belirttiğim gibi, diğer diasporalar gibi birçok Yahudi diasporik topluluklar ve örgütler kültür, toplum, iç politika ve ekonomi gibi ev sahibi ülkelerindeki her türlü eyleme büyük ilgi göstermekte ve büyük bir katılım geliştirmektedirler (ABD’deki Yahudi topluluğunun durumu için örneğin bakınız Elazar). Tüm bu alanlara ilgi ve katılım düzeyleri bu diasporaların ev sahibi topluma entegrasyonunun, devlet ötesi milli kimliklerini koruma ve de anavatana destek potansiyelin derecesinin göstergesidir. diasporalar bu tür faaliyetlerde ne kadar çok yer alırlarsa, ev sahibi ülkede o kadar çok kalıcı bir yapı oluşturmaktadırlar. Ancak, yerleşik ve zengin diasporaların anavatanlarına daha fakir veya daha az bütünleşmiş diasporalardan daha çok yardım ettiği açıktır. Bu, nispeten zengin Amerikan Yahudi topluluğunun Yahudi ve İsrail hayatında neden bu kadar önemli bir rol oynadığını ve hala oynamakta olduğunu açıklamaktadır.

Diğer belirli tarihi diasporalar gibi, Yahudi diasporası özenle hazırlanmış devlet ötesi iletişim ağları geliştirmiştir. Doğal olarak bu ağlar para transferleri için kanalları da kapsamaktadır. Bu transfer kanalları arasında Birleşik Yahudi Çağrısı (Amerikan Yahudi bağışlarını İsrail’e transfer eder) ve Keren Hayesod (diğer tüm Yahudi topluluklarından bağış toplar ve bunları İsrail’e transfer eder) en büyükleridir. Bu uzmanlaşmış iki örgüte ek olarak örneğin yeni İsrail Fonu (New Israel Fund) ve İsrail’deki üniversiteleri, araştırma enstitülerini, siyasi partileri, sosyal hareketleri, hayır kuruluşlarını ve diğer özel ve kamu kuruluşlarını destekleyen yerler dâhil olmak üzere bağış toplanması ve bağışların direkt İsrail’e transferiyle meşgul olan çeşitli kanallar da mevcuttur (Shain).

Bu bağış toplama örgütlerin yanı sıra Yahudi diasporası zor durumdaki Yahudi diaspora topluluklarına finansal, siyasal ve diplomatik destek için örgütler ve ağlar kurmuştur ve de buna devam etmektedir (bu alandaki faal örgütlerden bir tanesi Ortak Dağıtım Komitesidir–Joint Distribution Committee). Tüm bu ağlar, aynı ev sahibi ülkedeki diasporik çekirdek örgütler tarafından sabit eylemi sağlayan şekillerde birbirine bağlantılıdır. Belirli durumlarda, bu hızlı bağlantılar gelişme sürecindeki krizlere şaşırtıcı derecede hızlı tepkiyi mümkün kılmaktadır. Bu tür bir çabuk yanıt verme durumu sıklıkla açığa vurulmuştur ancak bu durum, Rus Yahudi toplulukları gibi böyle zulme uğramış gruplarla İsrail bağlantılarını vurgulama eğiliminde olan pek çok gözlemci için her zaman açık değildir. 1970lerin ortalarında ve 1980lerin sonlarındaki dönemler gibi belirli dönemlerde bu bağlantılar, Rus Yahudilerin sorunlarının iyileştirilmesinde ve göçlerinin kolaylaştırılmasında İsrail devletinin çabalarından daha çok etkili olmuştur.
Diğer diasporalar için de geçerli olduğu üzere, bu devlet ötesi ağlar sadece diasporadan anavatana değil ayrıca İsrail’den diasporaya da kaynaklar taşımaktadır. İsrail tarafından gerçekleştirilen değiş tokuşlar diaspora için gurur ve kimlik saptama kaynağı olması beklenen anavatan başarılarıyla ilgili bilgileri; diasporadaki kültürel ve eğitim işletmelerinin hayatta kalmalarını, canlanmalarını ve devamlılığını sağlamayı amaçlayan mütevazı mali desteği; var olan ve potansiyel tehditlere karşı diaspora topluluklarını uyarmak için tasarlanan siyasi ve diğer türlerde istihbaratı ve zor durumdaki diasporik topluluklar için bazı ekonomik ve diğer türlerde maddi desteği kapsamaktadır. Diğer yandan, bu ağlar sadece basit İsrail çağrılarını değil aynı zamanda anavatanla diaspora dayanışması, diaspora-İsrail bağların kuvvetlendirilmesi, diasporanın Yahudi âleminde Yahudi devleti merkeziyetçiliğini tanıması, İsrail’e “dönüş” ve İsrail için gerekli ekonomik, siyasi ve diplomatik destek için talepleri de taşımaktadır. Belirttiğim gibi, diaspora bir yandan kendi üzerine düşeni yapıp İsrail’e ihtiyacı olan kaynakları tedarik ederken bir yandan da İsrail’e eleştiri yapmakta ve taleplerde bulunmaktadır.

Düşmanca çevrelerdeki diaspora varlığının mantığından kaynaklanan değişik diaspora-İsrail ve diaspora arası bağlar kritik sadakat sorusunu ortaya koymaktadır (Sheffer, At Home Abroad). Buna göre, Filistin’e yerleşme sırasında ve İsrail devletinin kuruluşu ve varoluşu (on dokuzuncu yüzyılın sonlarından günümüze kadar) yoluyla bir topluma ve ev sahibi ülkenin dışında başka bir devlete olan Yahudi sadakati sorusu farklı şekiller almıştır; tüm bu şekiller Yahudi diasporasının; aslında daha çok tüm diasporaların tecrübelerinin temel boyutunun devamlılığıyla oluşmuştur. Örnek olarak İsrail’in ilk başbakanı David Ben Gurion ve bölünmüş veya iki taraflı sadakatten kaynaklanan sorunları en aza indirmek için İsrail’in diasporanın ilişkilerine karışmaktan uzak durması gerektiğini şart koşan tanınmış Amerikalı Yahudi lider Jacob Blaustein arasında mektup alışverişi (23 Ağustos 1950) şeklinde oluşan Ben Gurion-Blaustein Anlaşmasını dikkate alabiliriz. Ayrıca İsrail adına ABD’de Amerikalı bir Yahudi’nin ispiyonculuk olayını kapsayan ve Amerikalı Yahudiler için sadakat konusunda ciddi bir ikilem yaratan Jonathan Pollard vakasını da dikkate almamız gerekir. Her iki örnek de sadakat konusunun teoriden çok uzak olduğunu ve de bu konunun daha çok yalnızca diaspora ve İsrail arasında değil aynı zamanda ev sahibi ülkeler ve diaspora arasında da gerilimlere neden olduğunu göstermektedir. Ev sahibi toplumlar ve genelde “diğerleri” ve “yabancılar” arasında ve özellikle de ev sahibi ülkeler ve etnik göçmenler veya etno-milli diasporalar arasında var olan düşmanlık, sadakat konusuna bağlanan veya bu konudan kaynaklanan imajlar ve faaliyetler nedeniyle artmaktadır. Bu yüzden, örgütlü pek çok Yahudi diaspora toplulukları ve İsrail arasındaki benzerliğe rağmen bu topluluklar İsrail’in kendi işlerine uygunsuz şekilde karışmasından nasıl kaçınacaklarını ve bunu nasıl önleyeceklerini zor bir şekilde öğrenmişlerdir. Pek çok topluluk daha fazla kararlı hale gelmiştir ve günümüzde dolaylı ya da açık sadakat gösterilmesi talepleri ile kaynak tahsisi konusunda ne zaman önemli anlaşmazlıklar ortaya çıksa bu topluluklar İsrail baskısına karşı koyabilmektedirler. Örneğin, Amerika’daki grupların, Kanadalı, Avustralyalı ve İngiliz Yahudi topluluklarının artık İsrail’deki çeşitli örgüt ve projelere İsrail hükümetinin veya İsrail Ajansının dâhil olduğu geleneksel bağış toplama organizasyonları yoluyla değil de doğrudan bağış yapmayı tercih ettiklerini gösteren ölçülebilir göstergeler mevcuttur.

Günümüzde pek çok Yahudi diasporik topluluk kendi yerel işleri ve de genel Yahudi ve İsrail konularıyla ilgili kararlarında bağımsızlık göstermektedirler. Bağımsızlığa yapılan bu güçlü vurgu hem İsrail’e karşı manevra yapabilecekleri yeterli alanı yaratmayı hem de ev sahibi ülkelerinde mevcut veya potansiyel eleştirileri hafifletmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, bu toplulukların liderleri İsrail manipülasyonunu reddetmektedirler özellikle de bunları İsrail’in taleplerini tam olarak yerine getirmeye iten birer araç olarak algıladıklarında. Dahası, diaspora örgütleri liderleri ya ev sahibi ülkelerindeki refahları ya da Yahudi dünyasının ortak çıkarlarıyla ilgili gördükleri konulara ait İsrail hükümeti kararlarına karşı çıkma ve bunları eleştirme konularında artık kendilerini özgür hissetmektedir. Bu yeni siyasi kararlılığın örnekleri, Amerikalı Yahudilerin İsrail’in Güney Afrika hükümetiyle bölgedeki ırkçılık olayları döneminde yakın ilişki ve işbirliği içinde olmasını eleştirmesini ve daha yakın bir dönemde Yizhak Rabin, Benjamin Netanyahu, Ehud Barak veya Ariel Sharon tarafından yönetilen hem İşçi hem de Likud hükümetlerine yönelik Filistin ile barış süreci konusunda İsrail’in tutumunun sert bir şekilde reddedilmesini kapsamaktadır. Ancak daha da yakın bir dönemde Amerikalı, Kanadalı ve Fransız Yahudi topluluklarında nispeten geniş gruplar Likud hükümetlerini anlaşma politikalarını eleştirmişlerdir. Her zaman diaspora örgütlerinde prensipte tüm İsrail hükümetlerinin tutumlarını açıkça destekleyen uzman olmayan Yahudi liderler ve profesyonel yöneticiler vardır. Bu lider ve profesyonel yöneticiler diaspora Yahudilerinin İsrail’in işlerine karışmaya hakkı olmadığını savunmaktadır.

Daha önce de belirttiğim gibi, Yahudi diasporası ve genel diaspora profiline göre yukarıda sıralanan diğer etno-milli diasporalar arasındaki tüm temel benzerliklere rağmen Yahudi diasporası ayrıca bazı eşsiz genel özelliklerle nitelendirilmektedir. Bu özel nitelikleri özetlemek faydalı olacaktır:

a) İsrail’in kurulmasında diasporanın asıl rolü: Bazı Yahudi lider, politikacı, yönetici, analist ve uzman olmayan kişiler diasporanın kendi niyet ve amaçları için İsrail devletini kurduğunu ve daimi desteği olmadan devletin hayatta kalamayacağını ve zenginleşemeyeceğini savunmaktadırlar. Bu devlet oluşumu bakış açısı devlet öncesi Yahudi topluluğunun Filistin’e katkısını ve daha sonra Yahudi devletinin ulusal canlanışa katkısını en az seviyeye indirdiği için pek çok İsrailli politikacı buna razı olmuşlardır. diaspora Yahudileri tarafından önerilen ve savunulan bu bakış açısı her hangi bir durumda Yahudi ulusunda çok yönlü merkezlerin tanınması ve meşru olması iddialarına ve sonuç olarak da önemli diaspora merkezlerinin otonomisi için iddialara neden olmuştur. (Böyle bir çok merkezcilik kavramı için bakınız, örneğin; Kearney; Schiller; Basch ve Blane.)

b) Yahudilerin demokratik olmayan ve az gelişmiş ülkelerden İsrail’e dönüş göçünün emsali görülmemiş kavramı: Bu argüman en son (ve bazılarına göre problematik) yaklaşık bir milyon Rus Yahudi’nin ve de yaklaşık 50 bin Etiyopyalı Yahudi’nin İsrail’e “dönüşüyle” kuvvetlendirilmiştir. Bu durumun üç sonucu olmuştur: (1) Bu tür ”yurda dönen kimselerin” birlikte yaşama ve aynı ülkeden gelenlerle yakın ilişkide bulunmaları sonucu olarak İsrail toplumunda artan şekilde mezhep kaynaklı bir yapının oluşmasına katkısı. (2) Yahudi diasporası var olduğu müddetçe İsrail’in yurda dönenleri kabul etmeye her zaman hazır olması talebi. Aynı zamanda tabii ki, madalyonun bir diğer yüzü de vardır: mevcut Yahudi topluluklarının kendileri diğer diasporik topluluklardan ve İsrail’den Yahudileri cezbetmektedir. (3) İsrail ve diasporadaki Yahudilerin sayısındaki eşitsizlik. Hatırlatmak gerekirse, İsrailli Yahudiler yaklaşık 5.5 milyon, diaspora Yahudileri yaklaşık 8 milyondur. Bu, diasporanın yok olmaktan çok uzak olduğu anlamına gelmektedir, bu yüzden varlığının meşruluğunun tanınması talepleri ve ulusal devamlılıktaki rolünün önemi geçerli olmaya ve ifade edilmeye devam edecektir.

Kimlik ve Kimlik Saptama

Genelde etnik kimliğin özelde ise etno-milli diasporaların kaynağının primordiyal, sembolik ve yardımcı faktörlerin bir karışımı olduğuna inanmaktayım (Armstrong; Connor; Smith, “Ethnic”; Milliyetçilik; The Nation). Bu yüzden, temel olarak bu makale kimlik konusunda “sentezleme” yaklaşımını benimsemektedir (Bakınız Kellas). Bir yandan sosyal, ailevi ve klan bağları diğer yandan ise sembolik kültürel faktörler (ortak isimler, güçlü bir ortak tarih duygusu, anavatana kuvvetli bir bağlılık aynı zamanda giysi, yiyecek, müzik, el sanatları, mimari, tatilleri ve diğer norm ve gelenekleri kapsayan ortak bir kültür gibi) bu grupların kimliklerinin primordiyal unsurunu oluşturmaktadır. Etnik kimliğin yardımcı rasyonel bileşeni ise bu kimliğin ve bu oluşuma üyeliğin sürdürülmesinin maliyet-fayda, maliyet-verimlilik ve fırsat-verimlilik hesaplarına dayanmaktadır. Bu hesaplar hem ideolojik unsurlardan hem de sosyal, siyasi, ekonomik ve pratik ihtiyaç ve çıkarlardan oluşmaktadır (Bakınız örneğin; Brass; Hechter).

Bu yaklaşımın bir çıkarımı ise şudur: Yahudi diasporası da dâhil olmak üzere etno-milli diasporaların kimlikleri ne statiktir ne de sadece rasyonel maddi kaygılara dayanmaktadır. Bunun aksine, etno-milli diasporaların kimlikleri dinamiktir ve kavramsal-rasyonel kaygılara ve duygusal-sembolik ve tamamen ideolojik faktörlere dayanmaktadır. Bu yüzden diaspora kimliğinin belirli bileşenleri zaman içinde değişebilmektedir çünkü bu faktörlerden bir tanesi ya da daha fazlası değişen durumlara ayak uydurmaktadır. Yine de bu değişimler belirli parametreler çerçevesinde oluşmaktadır. Bu süreçte bireyler, aileler, diğer küçük ve büyük gruplar bu kimlikleri şekillendirmekte ancak kendilerini diğer birey ve gruplardan ayıran ilginç nitelikler tarafından kısıtlanmaktadırlar.

Bu faktörlerin karmaşık etkileşimi sonucu ortaya çıkan kimlik ya da kimlikler, örgütlenme ve eylemlerinde, aynı zamanda etno-milli diasporaların ev sahibi ülkelerinde, anavatanlarında ve diğer yerlerdeki gelişimsel sürece tepkilerinde dayanak noktasını oluşturmaktadır. Buna ek olarak, mevcut grup kimlikleri seçenekler sunmaktadır ve bu kimlikler bireylerin kimlik ya da kimlikleri ve kimlik saptama konusunda seçimleri için dayanak noktası görevindedir. Bu terimler bireylerin kolektifleriyle olan ilişkilerindeki iki farklı tutumu sergilemektedir. Kimlik kişisel bir konu ya da aile veya küçük gruplara ait bir konuyken ve bireylerin topluluklarla ilişkilerini belirleyip diğer kolektif üyeleriyle aralarındaki ayrımları gösterirken, kimlik saptama birey ve grupların kamu alanında belirli bir kimliğe bağlılıklarını ve dolayısıyla da bu kolektiflere olan taahhütlerini ve sadakatlerini ifade etmektedir.

Zaman zaman, kimlik ve kimlik saptama arasında bir boşluk oluşmaktadır. Bu yüzden belirli durumlarda, bireyler özel kolektiflerin üyeleri olduklarını bir şekilde hissetmekte ya da bilmektedirler ancak kültürel, sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı bunu açıkça belli etmemektedirler. Bu durum genelde etnik gruplarda görülmektedir; özellikle de sıklıkla ev sahibi ülkelerinde işkence, zulüm ve de yoksunluk kaygısı duyan etno-milli diaspora üyelerine özgü bir konudur. Tüm bu diaspora kimlikleri ve kimlik saptamalarıyla ilgili gözlemler Yahudi diasporası için de geçerlidir.

Zaman zaman, kimlik ve kimlik saptama arasındaki boşluk gönüllü olarak tam bir entegrasyon stratejisini benimseyen ve asimilasyona ve ev sahibi toplumlara entegrasyona zorlanan birey veya grupların ayırt edici özelliklerini oluşturmaktadır. Tüm bu faktörler bu grupların üyelerini kendi ulusları ve tabii ki anavatanlarıyla birlikte açık bir şekilde kimlik saptamalarını engellemektedir. İki örnek bu iki gözlemi daha iyi açıklayacaktır. İlk örnek, 2. Dünya Savaşından önce asimilasyonu ya da Alman toplumuna tam entegrasyonu isteyen Alman Yahudilerin kendilerini açık bir şekilde Yahudi olarak tanımlamamış olmalarıdır. İkinci örnek ise, Ortaçağda İspanya ve Portekiz’de Hıristiyanlık dinine geçmeye zorlanan Yahudilerin yani Marranoların Yahudi kimliklerini gizlice sürdürmeleri ancak bunu açıkça ifade etmemiş olmalarıdır.

Daha önce de belirttiğim gibi, diasporik dayanışma sadece üyelerin kimliklerine değil aynı zamanda diasporik oluşumlarla birlikte kimliklerini saptamaya dayanmaktadır. Bireysel kimlik ne kadar güçlü olursa üyelerin topluluklarıyla birlikte kimlik saptamaları o kadar sağlam ve dayanışma da o kadar büyük olmaktadır. Böyle bir dayanışma, diasporanın sosyal, siyasi ve ekonomik örgütlerinin oluşturulması ve işlemesi için gereklidir. Bu dayanışmaya dayanarak, üyeler harekete geçirilmekte, aktivistler kuvvetlendirilmekte ve para toplanmaktadır. Bunun ötesinde, dayanışma ve bütünlük derecesi, örgütlenmiş diasporanın benimsediği ana stratejiyi de belirlemektedir. Dayanışma ve bütünlük en üst düzeyde olduğunda diaspora anavatanda, ev sahibi ülkede ve de bölgesel ve uluslararası politikalarda daha katılımcı olmayı tercih edebilmektedir. Diğer taraftan, dayanışma ve bütünlük orta derecede ya da en az olduğunda diaspora üyeleri aktivist bir stratejiyi bir yana bırakın ortaklaşa karar verilmiş bir stratejiyi benimsemekte bile zorluk yaşabilmektedirler. Bu durum da diaspora üyelerini somut eylemi mümkün kılan uygulanabilir bir çerçeve yaratmak ve bunu sürdürebilmek için ödün vermek zorunda olduklarını bildikleri durumlara sürüklemektedir; bu yüzden tamamen benimsenen strateji genellikle daha az radikaldir. Birçok Batı Yahudi toplulukları benzer şekilde asimilasyonistten çok entegrasyonist ve de kültürel otonomistten çok komünalist politikalar izlemişlerdir.

Benzer gruplar gibi Yahudi diasporası örneğin Sovyet Birliği, Arjantin ve Güney Afrika’da olduğu gibi zor kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasi ortamlarda başarı elde etmişlerdir ve hayatta kalmayı hala başarmaktadırlar. Çelişkili bir biçimde, coğrafi konuma bağlı olarak, diasporaların durumu diğer etnik azınlıklardan daha zordur ancak buna rağmen daha avantajlıdır. Eski Sovyet Birliği gibi yerlerde diasporalar etnik gruplardan daha çok acı çekmekte ancak mevcut Batı demokrasilerinde daha çok açıklık ve hoşgörüyle karşılanmaktadırlar. Bu koşullardan her hangi birisi ya da her ikisi de asimilasyonlarını ve sonuç olarak da sayılarında dramatik bir düşüşü veya hatta yok olmalarını hızlandırabilmektedir. Fakat demografik kayıplara rağmen, bu diasporaların en azından güçlü çekirdekleri var olmaya devam etmekte ve de anavatanla yakın irtibatı sürdürmektedirler. Yahudi örneğinde, kanıtlar şunu göstermektedir ki; sayısal azalmaya rağmen, Yahudi diasporasının büyük kesimlerinin kimliği, aralarında demografların da yer aldığı çeşitli analistlerin düşündüğünden daha derin köklü ve sabittir (bu konuda farklı bakış açıları için bakınız, örneğin, Moment; Della Pergola; Liebman; S. Cohen). Bu da, burada sunulan Yahudi diasporasının geleceğiyle ilgili tahminlerin aşırı derecede iyimser görünürken, gerçekte realist olduğu anlamına gelmektedir. Bu realist bakış açısı, dünya Yahudilerinin kimliğinin bir taraftan etno-sembolik ve yardımcı unsurlarla (kısmen ev sahibi ülkelerdeki kişilerce gösterilen düşmanlığın sonucu olarak) diğer taraftan da ev sahibi toplumda entegrasyonu tercih edenler tarafından bile ulus kökeninin tarihi yeri olarak kabul edilen anavatana bağlılıkla desteklenen primordiyal faktörlere bağlı olmasına dayanmaktadır. Ayrıca bu faktörlere özellikle ABD, Fransa, Almanya ve Rusya’da olmak üzere çeşitli Yahudi diasporik topluluklarda ortaya çıkan yoğun ve dikkat çekici kültürel canlanma da eklenmek zorundadır. Dini Faktör

Yahudi diasporası konusunda, dini unsur da kültürel-primordiyal faktörler listesine eklenmelidir. Din pek çok Ortodoks ve ultra-Ortodoks Yahudi ilişkilerinde esas oluşturmaktadır. Tarihi açıdan bakılacak olunursa, primordiyal, yardımcı ve dini unsurlar Yahudi kimliğini güçlendirmiş ve ulusa ait olma duygusunu arttırmıştır. Ayrıca Yahudilerin ayrıcalıklı olma özelliğini de güçlendirmiştir. Bu ayrıcalıklı olma stratejisi ev sahibi ülkelerinde toplumdan dışlanan ve işkence gören Yahudilerin hayatta kalmasına katkıda bulunmuş ve böylelikle hem dindar hem de laik Yahudileri kapsayan ulusun hayatta kalabilirliğine hizmet etmiştir.
Ancak, ABD, Kanada, Fransa, Britanya, Rusya ve daha pek çok yerde laik ve “etnik Yahudi” sayılarının gösterdiğine göre din etnik veya etno-milli diasporaların kimliklerin esas unsuru değildir. Din en çok etno-milli ihtiyaçlara hizmet etmektedir; daha fazlası değildir (benzer bakış açısı için bakınız Smith, “Ethnic”; Enloe). diasporadaki (ve ayrıca buna İsrail de eklenebilir) dini ve hatta ultra-dini gruplar arasındaki son gelişmeler bu görüşü desteklemektedir. Geçmişte özellikle Doğu Avrupa ve ABD’dekiler olmak üzere böyle gruplar siyasi ya da askeri eylemlerle bir Yahudi devletinin kurulmasına karşı çıkarken, son dönemlerde bu gruplardan bazıları devleti kabul etmiş ve hatta bazıları coşkulu ultra-milliyetçi olmuşlardır ve sadece dini kurallara bağlılığın ulusu ve İsrail’i kurtaracağını savunmakta ve de İsrail’in Batı Şeria ve Golan Tepelerindeki İşgal Topraklarından geri çekilmesine ve bir Filistin devletinin kurulmasına şiddetli bir şekilde karşı çıkmaktadırlar. Siyonizm’in Etkisi Siyonist Hareketinin kurulmasını da kapsayan milliyetçilikte genel olarak hızlı artış dönemi olan on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında, Yahudi diasporasının karşılaştığı temel sorun etno-milli-dini kimliğin yaratılması ya da “icat edilmesi” değildi. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi önemli değişimlerle birlikte (artan laiklik ve Reform hareketinin ortaya çıkması gibi) böyle bir kimlik antik çağlardan beri var olmuştur. Aksine, asimile etmek ve demokratikleşen ve laikleşen Batılı ev sahibi ülkelere entegre etmek için giderek artan cezbedici unsurlar nedeniyle o zamanlar Yahudilerin karşılaştığı en acil sorun birey ve grupların Yahudilikten ve diaspora topluluklarına üyelikten ayrılmalarının nasıl önleneceğiydi. Bu yüzden, bu tarihi noktada, en acil konu devamlılığı temin etmek ve ortaklaşa eylemi sağlayan dayanışma için dayanak noktası olarak Yahudilerin böyle bir kimlik oluşturmaya hazır bulunuşluk düzeylerini arttırmaktı.

Bir taraftan asimile etmek ve tamamen entegrasyonu sağlamak için cezbedici unsurların artmasına diğer taraftan ise artan anti-semitizmin ciddi tehlikelerine karşı sorulması gereken soru hayatta kalmayı ve devamlılığı sağlamak için en yararlı stratejinin ne olabileceğiydi. Coğrafi olarak dağılma ve diaspora Yahudileri arasındaki ideolojik çoğulculuk nedeniyle hayatta kalmak için tercihi bir strateji hakkında milli fikir birliğinin sağlanması zordu. Bu yüzden, on dokuzuncu yüzyıl sonları ve yirminci yüzyıl başlarında devamlılık ve hayatta kalma konusunda çeşitli yaklaşımların ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı değildir. Aslında hayatta kalma ve devamlılık için her türlü strateji önerilmiş ve taraftar kazanmıştır. Bu stratejiler asimilasyonu (kültürel değilse bile fiziki hayatta kalmayı sağlamak için); tam entegrasyonu; sınıf mücadelesine katılımı (yani Sosyalist ve Sosyal-Demokrat ideolojileri ve çözümleri benimsemek); kültürel ve sosyal otonomiyi (Osmanlı İmparatorluğu ve Sovyet Birliği Biyobican’da belirli dönemlerdeki gibi) ve o dönemlerde İngiltere’de günümüzde ise Almanya’da olduğu gibi Yahudi topluluğunun ev sahibi hükümete karşı resmi olarak temsil edilmesini içeren korporatizmi kapsamıştır.

Bu dönemdeki yeni ideolojik ve pratik özellik Yahudilerin Filistin’e dönmesini ve orada kendi bağımsız devletlerini tekrar kurmaları için çağrıda bulunan ayrılıkçı stratejinin doğuşu olmuştur. Bu tabii ki Siyonist stratejisiydi. Hızla değişen bir ortamda Yahudi ulusunun devamlılığı için uygun bir seçenek olarak bu stratejinin ortaya çıkması Yahudi diasporasına özgü bir şey değildi. Bağımsız devletlerin kurulması da dâhil olmak üzere çeşitli stratejilerin uygulanabilirliğiyle ilgili söylem diğer etno-milli devletsiz diasporalarda da yaygındı. Örneğin diaspora Ermenileri ve Filistinlileri de (Tessler; Khalidi) benzer çekişmelerle uğraşmışlardır.
2. Dünya Savaşı öncesinde, Siyonist Hareketi Yahudi diasporasında ortaya çıkmış olan diğer hareketlerle zorlu uluslararası bir rekabetle karşı karşıya gelmiştir. Naziliğin doğması ve 2. Dünya Savaşı öncesinde, Siyonizm efsanelerine ve Filistin’e dönüş hareketine rağmen, Siyonizm, Yahudi Dünyasında önde gelen ya da baskın hareket olmamış ve stratejisi Yahudilerin çoğunluğunun dikkatini çekmemiştir. Sadece bu savaşın etkisi özellikle de Holokost’un gerçekleşmesi ve korkunç sonuçları Siyonist hareket tarafından bir atılım için doğru zemini yaratmıştır. Bu acımasız yeni gerçek, diaspora Yahudilerinin kalplerini ve zihinlerini ulus ve devlet oluşturma her şeyden öte oluşmakta olan devlete dönüş projesine yönlendirmiştir.

Ayrıca bu durum Siyonizm’e alternatif stratejileri de ortaya çıkarmıştır. Yahudilerin pek çoğu Siyonistler tarafından önerilen stratejinin sadece uygulanabilir değil aynı zamanda da Yahudilerin hayatta kalması ve ulusal canlanma sorunu için de ilgi çekici bir çözüm olduğunu fark etmişlerdir. Bunun ötesinde, küçük Yishuv yerleşiminin (İsrail’in kurulmasından önce Filistin’deki Yahudi topluluğu hem bireysel unsurlar hem de örgütlenmiş kolektif göç yoluyla kurmuştur ve 1890lardan 1948’e kadar yerleşim yeri olarak kullanmıştır) kıymetli kaynaklara egemen olduğu; liderlerinin Siyonist stratejisini tamamen uygulamaya kararlı oldukları; İngiliz gücünün Filistin’de zayıfladığı ve bu yüzden büyük bir Siyonist başarısı için şansları arttırdığı ve de büyük bir Yahudi topluluğuna ev sahipliği yapan (Holokost sırasında pasif oldukları için suçluluğa kapılmış olan-bakınız örneğin, Ganin) ve o zamanlarda ortaya çıkan süper güç ABD’nin Orta Doğu’da dış hegemonik güç olarak İngiltere’nin yerine geçmek üzere olduğu açıktı. Daha fazla Yahudi, Yishuv askeri nitelikli güçlerinin Arap hücumuna karşı bir şansı olduğuna, İsraillilerin hür irade ve bağımsız bir devlet kurma hakkının uluslararası düzeyde meşrulaştırılmasının mümkün olduğuna ikna olmuştur. Bu faktörlerin birleşimi Yahudi dünyasında bir Siyonist çözüm için talebi ve bunun kabul edilmesini arttırmıştır. Ancak, durum Siyonist hareketin uygulanması için yeterince hazır olmasına rağmen Siyonist Hareketine katılım ve destek sınırlı olmuştur.

Buna ilaveten, Siyonist çözümü konusunda fikir birliği sağlama çabaları diasporada diğer merkezi konular hakkında hassas soruları gündeme getirmiştir. Siyonistlerin kurmaya çalıştığı devletin kimliğiyle ilgili en önemli ve acil sorular şunlar olmuştur: Dini mi yoksa laik mi olacak? Sosyalist mi yoksa kapitalist mi olacak? Filistinlilere karşı tutumu ne olmalı? Sonuç olarak, aslında anavatan ve diaspora arasında ortaya çıkacak olası bir ilişki şunları gerektirmiştir: açıklama ve sonucunda müzakere; karşılıklı taahhüt ve sadakatin yapısı ve derecesi; Siyonistler ve diaspora içinde entegrasyonist ya da kültürel-otonomist gibi diğer stratejileri tercih eden gruplar arasındaki ilişkiler; ev sahibi ülkeler ve diğer uluslararası aktörler; özellikle de geniş Yahudi diasporik topluluklarının olduğu yerler arasında oluşturulacak ilişkilerin yapısı. Ancak, tekrar belirtmek gerekir ki Yahudi diasporasının karşılaştığı bu sorunlar sadece onlara özgü olmamıştır; benzer sorunlarla Filistinliler gibi diğer devletsiz etno-milli diasporalar da karşılaşmıştır ve hala da karşılaşmaktadır.

Siyonist liderler ve aynı zamanda onları destekleyenlerin bu stratejiyi uygulama çabaları daha da çok gerilim, tartışma ve sorunlar yaratmış ve bunların bazıları hala çözülmemiştir. Her şeyden önce, temel çözülmemiş konular milli kimlik ve diasporanın İsrail’le ilişkileri konularında primordiyal unsurların yardımcı unsurlara karşı nispeten ağırlığıyla ilgilidir. Çünkü kimliğe dair bu temel sorunlar henüz çözülmemiştir ve İsrail’e Dönüş Yasasının gereklerini belirleyen ilkeler, İsrail vatandaşlığı, İsrail’de Yahudiliğe dönülmesi, evlenme, boşanma ve bunlara benzer kişisel statüler ve İsrail ve özellikle eski Sovyet Birliği, Fransa ve ABD’de olmak üzere diasporadaki belirli kesimler arasındaki ilişki konuları açık kalmış; bir sonuca varılmamıştır.

Yahudi kimliğinin işlevsel bakış açısına yönelik eğilimi olanlar, Yahudi devletinin kurulmasını desteklemiş, bu görüşe katılan herkese geri dönme çağrısında bulunmuş, İsrail için yazılı bir anayasayı desteklemiş, “Kim bir Yahudi’dir?” konusunun genel olarak Yahudiliğe dönüşmesi ve İsrail Dönüş Yasasına göre kimlerin İsrail vatandaşı olma hakkına sahip olduğu konularında ılımlılığı savunmuşlardır. Katı primordiyal, endogamik (Anne ve baba tarafından yakın akrabalar arasında evlilik. -CC) yaklaşımı benimseyen dinci ya da ultra-dinci Yahudiler, siyasi ve askeri araçlarla Yahudi Devleti’nin kurulmasına karşı çıkmış, diasporanın (ve özellikle de dini unsurların) sürdürülmesine ve güçlendirilmesine olan ihtiyacı vurgulamış, katı dini ölçütlere göre din değiştirmeyi tercih etmiş ve sadece Ortodoks dogması tarafından tanınan Yahudilerin vatandaşlık hakkına sahip olmaları gerektiğini desteklemişlerdir. Son zamanlarda bu tür diasporik gruplardan İsrail devleti için desteğin artmasına rağmen, bu konular, hem pek çok diasporik Yahudi hem de daha çok laik olan İsrail Yahudilerin dile getirdikleri isteklere karşı bu ilkeleri içine alan bir devletin kurulmasını isteyen dinci ya da ultra-dinci gruplar ve laik Siyonistler arasında özü oluşturmaya devam etmiştir (bakınız, örneğin, Tobin).

Henüz sonuçlanmamış temel unsurlarla ilgili bir diğer tartışma konusu ise diasporik toplulukların otonomisine karşı İsrail’in merkeziyetiyle ilgilidir. En az dört büyük ve güçlü diasporik topluluklarda, Kuzey Amerikan, Fransız, Rus ve Alman topluluklarında, İsrail’e karşı kültürel ve siyasi kendine yeterlilik ve eylem özgürlüğü konularına ilişkin güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu eğilimlere bağlı olarak ev sahibi ülkelere sadakate karşı İsrail’e sadakat, İsrail’in çabalarını destekleyenleri arttırmak için diaspora liderlerini ve üyelerini etkileme “hakkı” (yani maniple etme hakkı) gibi belirli konulara ilişkin yeni tutumlar ortaya çıkmıştır. Örneğin, Fransız Yahudi topluluğunun Kuzey Afrikalı kesiminin pek çok üyesi kendi strateji ve destek sistemlerini geliştirme konusunda son derece kararlıdır ve İsrail hükümetinin çeşitli politikalarını eleştirmektedirler (Wieviorka).

Yahudi dünyasının büyük bir kesimi tarafından Siyonist ideolojisinin kabul edilmesi sonucu ortaya çıkan tartışmalarının diğer yönleri devletin kurulmasıyla ilgili ilkelere ve uygulamalara ilişkin olmuştur. Günümüzde, İsrail’in kurulmasından elli beş yıl sonra bile bu tür tartışmalar hala devam etmekte ya da değişen durumlara göre yeni boyutlar kazanmaktadır. Bunlar devlet kurulmasını ulus oluşturulmasından ayıran her hangi bir çabada yer alan ideolojik ve uygulama zorluklarını göstermektedir. Bu zorluk özellikle çok önemlidir çünkü devlet seçeneği, başlıca Yahudi kimliğinin kaynakları ve bunların çeşitli uygulamadaki farklılıklarına ilişkin geleneksel konseptleri kabul etmeyen laik hareketler ve taraflar tarafından teşvik edilmiş ve uygulanmıştır.

İsrail ve diaspora arasındaki bağla ilgili olarak ideolojik ve uygulamaya yönelik karışıklığı arttıran bir diğer faktör de İsrail hükümetleri tarafından kaynaşma noktası fikrinin kabul edilmesi ve 1950lerden 1980lere kadar İsrail’e yapılan Yahudi göçleri konusunda bu fikirlerin uygulanması olmuştur. Geçmişe bakıldığında, İsrailli yetkililerin bakış açılarından bunun çok büyük bir hata olduğu görülmektedir. Örneğin ABD, Avustralya ve Kanada’ya gerçekleştirilen göçlerin aksine İsrail’e yapılan göçlerin inanış ve davranış açısından farklılık gösterse de bu göçler farklı etno-milli dini kökenden değildir. “Dışarıdan gelen” ve özellikle ABD ve bir yere kadar da Avustralya olmak üzere diğer göç edilen ülkelerdeki uygulamaları taklit eden Eskenazi olmayan göçmen Yahudilere yönelik kaynaşma noktası stratejisini uygulama çabası temel “doğal haklar” ve nihayetinde bu stratejiyi reddeden göçmenlerin eğilimleriyle çelişmiştir. Bunun olması beklenmeliydi. Kendi Yahudilik şekillerinin çekirdek ilkelerine bağlılıkları sebebiyle Eskenazi olmayan bu göçmenler kendilerini eski Eskenazi İsraillileriyle eşit görmüşlerdir. Bunun da ötesinde, eski İsraillilerin sergilediği üstünlük duygusu sebebiyle duygusal olarak incinmişlerdir ve bu üstünlük duygusu ayrımcılığa zemin hazırlamıştır. Belirgin yoksunluk hissi ve adaletsizlik kolayca kaybolmamakta ve hala İsrail politikasını etkilemektedir ve Yahudi diasporası için bazı sağlam ve somut imalar göstermiştir. Bu yüzden, diasporadaki Sefarad entelektüelleri ve işadamları İsrail’de tarikat üyelerini birleştirmektedirler. İsrail’de dışlanma ve Sefarad Yahudilerinin yoksunluğu olarak gördükleri şeyi eleştirmekte ve bu durumu değiştirmek için çaba harcamaktadırlar. Benzer eğilim Rus ve bir noktaya kadar Etiyopyalı Yahudiler arasında da görülmektedir.

Buna ilaveten, daha önce de belirttiğim gibi, diasporanın rolü ve Yahudi devletinin kurulmasındaki önemi konusunda diaspora ve İsrailli liderler arasında fikir birliği olmamıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında, yeni İsrailli liderler (aralarında en önemli kişi David Ben Gurion) ve partiler Yahudi ulusunun oluşturulmasında Yishuv’un üstünlüğünü vurgulayan bir ideoloji benimsemişlerdir. Sonuç olarak, bu liderlerin diasporaya karşı belirgin olmayan ve bazen de çelişkili olan tutumları günümüzde hala önemini kaybetmeyen anlaşmazlıklara sadece bir yenisini daha eklemiştir. İsrail’in Merkeziyeti? diaspora liderlerinin İsrailli meslektaşlarının pozisyonlarıyla ilgili tedirginliklerinin haklı olduğu görülmüştür. Holokost sırasında ulusal felaketin sonunda ve özellikle de 1948 savaşında yeni İsrail’in askeri başarısı ve de Yahudi devletinin kurulmasından sonra, İsrailli liderler devletin tartışmasız üstün ulusal merkez olduğunun düşünmüşlerdir. Bu iddia, 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında var olan Yishuv ve Yahudi diasporası arasında üstü kapalı gerilimleri yeniden alevlendirmiştir. Bu çatışma zaman zaman askıya alınsa da merkeziyet konusundaki çekişme çözülmemiş ve hala önemini korumaktadır. Tekrar yinelemek gerekirse, bu konu sadece İsrail-diaspora ilişkilerine özgü değildir. Anavatanın merkeziyeti ve otoritesi konusundaki tartışmalar Yunanların ve özellikle de mali, siyasi ve entelektüel elitler (Tötölyan, “Elites”; Panossian) tarafından etkin bir şekilde örgütlenen bir diaspora’ya sahip Ermenilerin ilişkilerinde olduğu gibi diğer anavatan-diaspora ilişkilerinde de görülmüştür.
Diğer anavatan ve diasporalar konularında olduğu gibi, merkeziyet konusu çok hassastır çünkü diasporaların sadakat şekillerini yansıtmakta ve etkilemektedir. Analitik olarak, bu nedenle çeşitli diaspora sadakati şekilleri arasında ayrım yapmak gerekmektedir. Birinci şekil belirgin olmayan sadakattir; bu da diaspora üyelerinin sadakatleri hakkında açık beyanda bulunmaktan ve anavatanlarına veya ev sahibi ülkelerine karşı belirgin yatkınlık göstermekten kaçınmaları anlamına gelmektedir. Bu strateji yeni göçlerin sonucu olarak ortaya çıkan ve de tereddütlü, kendinden emin olmayan ve kendilerinin ve anavatanlarının haklarını ve çıkarlarını geliştirmek için eylemde bulunmaya isteksiz olan başlangıç aşamasında daha fakir ve örgütlü olmayan diasporalarda görülmektedir. İkinci şekil ise iki taraflı sadakattir. diaspora üyeleri anavatana gösterdikleri sadakatin ev sahibi ülkeye sadakatle çelişmediğini veya ona üstün olmadığını düşünmektedir ve hem anavatana hem de ev sahibi ülkeye aynı şekilde sadakat göstermektedirler. Anavatanlarıyla ilişkilerini sürdüren iyi yapılandırılmış ve devlete bağlı diasporalar bu pozisyonu benimsemekte ve her iki tarafa verdikleri taahhütler arasında manevra yapmaya çalışmaktadırlar. Üçüncü şekil ise bölünmüş sadakattir. diaspora üyeleri ev sahibi ülkeye sadık kalırken belirli alanlarda anavatana sadık olmaları gerektiğini ve bunu sürdürebilmeyi düşünmektedir. Tipik olarak bu son şekil İsrail’in kurulmasından önce Yahudiler ve günümüzde Filistinliler gibi devletsiz diasporalarda görülmektedir (bakınız Sheffer, At Home Abroaad).

Günümüzde, genel olarak Yahudi diasporası toplulukları üyeleri birinci ve ikinci sadakat şekilleri arasında bocalamaktadır. Bu bocalama anavatanla diasporanın kimliğinin saptanması konusunda görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklanan bazı sebeplerden dolayı, daha da belirsiz hale gelen Yahudi diasporasındaki sadakat şekillerinde fark edilir bir kayma mevcuttur. Bu da diasporada oldukça geniş bir kesimin İsrail ve İsrail’in çıkarlarının geliştirilmesine olan taahhütlerinin azaldığı anlamına gelmektedir. Bu İsrail-diaspora ilişkilerinin “normalleştirilmesi” sürecinin bir kısmıdır. İsrail-diaspora İlişkilerinde Normalleşme Bir önceki bölümde sunulan geniş analitik tartışmadan daha odaklanmış tarihi bir konu olan İsrail-diaspora ilişkilerinin dinamiklerine geçtiğimizde, Yahudi devletinin kurulmasına gösterilen müthiş gurur ve heyecana rağmen devletin kuruluşunu takip eden ilk on yıl içinde İsrail’e gösterilen gerçek ekonomik, siyasi ve diplomatik desteğin nispeten sınırlı olduğunu görmekteyiz (bakınız, örneğin Sheffer, “New Field”; Stock). Aslında, bu dönemde diaspora ve İsrail, ilişkilerinin kurallarını tekrar gözden geçirip şekillendirmekte ve dikkatlice gelişmeleri takip etmekteydiler.

Sadece 1956 savaşının sonunda diaspora özellikle de Amerikalı Yahudi halkı anavatana destek seviyelerini yükseltmiştir. Bu yüzden, örneğin İsrail’e para transferinde ilk kez bu savaştan sonra en üst düzeye ulaşılmıştır. Yine bu dönemde, eş zamanlı olarak İsrail diasporaya karşı gücünü göstermiş ve kendi üstünlüğünü iddia etmeye başlamıştır. 1967 savaşında İsrail’in askeri başarısı İsrail’in üstün ulusal merkez olarak kabul edilmesinde ve İsrail’e her türlü diaspora desteğinde daha da fazla artış olmasını sağlamıştır. Sonuç olarak savaştan sonra bağışlar eşi benzeri olmayan bir seviyeye ulaşırken hem Yahudi göçmenlerin hem de turistlerin sayısında artış olmuştur. Özellikle ABD’deki Yahudi liderler, açık bir şekilde bağlılıklarını ve İsrail’e siyasi ve diplomatik desteği arttırdıkları için mutlu olduklarını ifade etmişlerdir. Bu sırada, 1930lardaki Büyük Buhran sırasında ve daha sonra da 1940larda, ilk olarak Avrupalı Yahudi mültecilerin ve sonra da Holokost’tan hayatta kalan Yahudilerin ABD’ye yerleşmelerinin finansmanı Amerikan Yahudi topluluğunun kaynak ve enerjilerin çoğunu tükettiğini belirtmek gerekmektedir. Aslında Yahudi refahı ve ABD’nin elitleri arasına katılmaları ancak 1950lerde belli olmuştur. ABD’de İsrail için ana Yahudi lobisi olan Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC) 1952’de kurulmuştur ancak 1980lerde tam etkisini göstermiştir. Aynı şekilde Yahudi Siyasi Eylem Komitelerinin (Political Action Committees-PACs) sayısı ve etkileri belirgin bir şekilde 1980lerde artmıştır.

Bu gözle görülür değişimlerin temel sebepleri 1956 ve özellikle de 1967 savaşlarında İsrail zaferlerinin yarattığı etki ve üst düzey İsrailli liderlerin işgal bölgelerinde yerleşim gibi yeni güvenlik konularına yoğunlaşmış olmalarıdır. Aynı zamanda İsrail ekonomisinin gelişmesine daha az ilgi gösterip diaspora konularına karışmaya ve İsrail’in çeşitli diasporik toplulukların liderliğini maniple etmeye meyilli olmalarının da bu değişimlerde payı olmuştur.

İsrail’in bu “hegemonya” dönemi kısa sürmüştür. 1970lerin başlarındaki beklenmeyen gelişmeler köklü bir şekilde bu durumu değiştirmiştir. Bu yeni gelişmeler arasında özellikle genç Yahudiler arasında Holokost anılarının bir şekilde bulanıklaşmasıyla diasporanın kendine güveninin artması yer almıştır. Holokost’tan hayatta kalanlar yaşlanıp ölmeye başladıkça Holokostu anma seminerleri, konuşmalar, yayınlar ve de ABD’de ve başka diğer yerlerde holokost müzelerin açılması ve anıtların yapılmasıyla kurumsallaştırılmıştır. Anti-Semitizmde azalma, İsrail’in bir Yahudi canlanmasına öncülük etme yeteneğiyle ilgili şüphe uyandıran kültürel konulardaki hayal kırıklığı ve İsrail’in müdahale etmemek ve diasporanın işlerine karışmamak (Ben-Gurion-Blaustein Anlaşmasına göre) için verdiği sözleri tutmaması eşsizlik özelliğini kaybeden ve diğer devlete bağlı diasporalar ve anavatanları arasındaki ilişkilere benzeyen İsrail-diaspora ilişkilerinin “normalleşmesi” için zemin hazırlamıştır.
İsrail-diaspora ilişkilerinin “normalleşmesi” diasporanın güven duygusundaki artışla daha da güçlenmiştir. Bu güven duygusu demokratik ev sahibi ülkelerin genelde etnik azınlıklara özelde ise etno-milli diasporalara karşı tutumlarındaki istenen ancak istikrarsız olan değişiklikler sonucu oluşmuştur. 1973 savaşının uzun süreli olumsuz sonuçlarının, Lübnan’daki tartışmalı 1982 savaşıyla en üst seviyeye ulaşan bu ilişkilerdeki değişikliklerde ve diaspora içindeki liberal grupların İsrail’in barış süreci politikasıyla ilgili eleştirilerinin artmasında payı olmuştur. Pek çok diaspora lideri ve de rütbeli ve halktan kimseler Mısır’la (1979), Ürdün’le (1994) yapılan barış antlaşmalarını ve Filistin’le (1995) yapılan Oslo anlaşmalarını memnuniyetle karşılamalarına rağmen İsrail’in politika ve davranışlarının yarattığı hayal kırıklığı değişmemiştir; özellikle de Filistin’deki ilk İntifada’da ve daha sonraki dönemlerde işgal bölgelerindeki gelişmeler konusunda bu hayal kırıklığı devam etmiştir.
1990lar boyunca, İsrail-diaspora ilişkileri daha da “normalleştirilmiştir”; yani daha çok merkezli ve çekişmeli bir hal almıştır. Devam eden bu süreç, İsrail-diaspora ilişkilerini (Soykırım sırasında Güney Afrika için yukarıda belirtilen İsrail desteği ve dışlanmış Tayvan’la İsrail ilişkileri gibi) gölgeleyen bazı tartışmalı uluslararası olaylara ve eski Sovyet Birliğindekiler gibi sıkıntı içinde olan çeşitli Yahudi topluluklarının durumlarının iyileştirilmesine katkıda bulunan uluslararası arenadaki değişikliklere de bağlanabilir. Bu, Ortodoks olmayan (yani Reformcu ve Muhafazakar) hahamlar tarafından gerçekleştirilen din değiştirmelerinin meşrulaştırılmasını amaçlayan Din Değiştirme Yasasındaki değişikliklerde diasporanın İsrail’deki direnmeye olan tutkulu tepkisinin de bir kanıtıdır.

Bir diğer deyişle, çeşitli diaspora topluluklarında artık pek çok kişinin İsrail konularında katılımı ve ilgisi azalmış ve daha girişken ve talepkar hale gelmişlerdir. Almanya, Rusya ve Arjantin’dekiler gibi çeşitli diasporik toplulukların sayısı azalmakta ve tüm dikkatlerini kendi hayatları ve devamlılıklarını temin etmeye yoğunlaştırmışlardır. Neredeyse kaçınılmaz sonuç ise kaynakların iç işlere yönlendirilmesi ve bunun doğal bir sonucu olarak da İsrail’e yönlendirilen kaynakların azaltılmasıdır. İsrail ve diaspora arasında tam bir bölünmeyi ya da ayrılmayı, diaspora içinde neredeyse hiç kimse telaffuz etmezken diaspora topluluklarının İsrail’e karşı büyük bir otonomisi olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. İsrail-diaspora İlişkileri için Tahminler ve İsrail ve diasporanın Yaşadığı Çelişkiler

İsrail-diaspora ilişkilerinin emsalsizliğine yapılan vurguyu göz ardı eden ve iddia edilen emsalsizliğin derecesini sınırlamak için karşılaştırılabilir ve teorik yaklaşımlar kullanan bunun gibi bir analiz sadece geçmişte yaşanan gelişmelerin değil aynı zamanda gelecekteki gelişmeler için temel oluşturan günümüz sürecinin de daha iyi anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

Yahudi diasporasının “normalleşmesi” ve de genel durumunun diğer etno-milli diasporalara benzemesine yönelik artan kanıtlar İsrail’in Yahudi dünyasında merkez olma iddialarını azaltmıştır. Hala bazı İsrailli liderlerinin bu tür iddialarda bulunduğu doğrudur (bu grubun içinde yer alan dikkat çekici isimler inatla ve ısrarla diaspora Yahudilerinin çoğunluğunun geri dönmesi için çağrıda bulunan eski İsrail Başkanı Ezer Weizmann ve Başbakan Ariel Sharon). Ancak mevcut eğilimlerin daha gerçekçi bir şekilde anlaşılmasıyla bu tür görüş ve iddialar ifade edenlerin sayısında azalma yaşanmaktadır (Beilin). Diğer taraftan ise, Yahudi dünyasında İsrail’in pozisyonunun daha gerçekçi yollarla algılanması, İsrail devlet kurumlarının gücünü kaybetmesi ve de İsrailli liderlerin Filistin-İsrail çatışması ve ekonomik gelişmelerle ilgilenmeleri, Yahudi liderlerin İsrail’in kendi topluluk işlerine aşırı müdahale ettiği görüşünü azaltmıştır. Yahudi diasporasının “normalleşmesinin” ve de diasporanın genel durumu ve diğer etno-milli diasporalar arasındaki benzerlik konusunda artan farkındalığın İsrail liderlerinin Yahudi dünyasında merkez olma iddialarındaki azalmada payı olmuştur. Bu tür görüş ve iddialar ifade edenlerin sayısı hızla azalmaktadır.

Yahudi diasporasının devamlılığı söz konusu olduğu sürece, diğer etno-milli diasporalardaki gelişmelere bakıldığında Yahudi kimliğinde primordiyal ve etno-sembolik unsurların ve aynı zamanda diasporanın nispeten sabit dini ilişkiler var olduğu müddetçe çeşitli ev sahibi ülkelerde dayanıklı çekirdekler bulunmaya devam edecektir. Günümüzde Yahudilikten “ayrılmanın” kolaylığına rağmen böyle çekirdekler Yahudi kimliklerini ve tanımlamalarını koruyacaklardır. Kimlik ve tanımlama konusunda bu devamlılığa dayanarak diasporik çekirdekler ve İsrail arasındaki bağlar azaltılmış düzeyde olsa da korunacaktır.

Yine de Yahudi dünyasının mevcut durumuyla ilgili her hangi bir düşünce Yahudi dünyasının bu makalede tartışılan İsrail’in merkeziyeti, mevcut ve gelecekteki Yahudi ve İsrail kimlikleri ve tanımlamaları, adalet ve ulusal eğilimlerin evrensel ilkeleri arasındaki doğal gerilimler, sadakat ikilemi ve bağımlılık içinde bağımsızlık konusu gibi temel ikilemleri yaşamaya devam edeceğini açıkça gözler önüne sermektedir. Yahudi halkının bu ikilemlerle ne şekilde başa çıkacağı diasporanın hayatta kalmasını, gelecekteki diaspora-İsrail ilişkilerini ve de çeşitli diaspora toplulukları arasındaki bağları belirleyecektir. Sonuç Devlete bağlı diğer etno-milli diasporalar ve anavatanları arasındaki ilişkiler gibi İsrail-Yahudi diasporası ilişkileri de oldukça hassas bir konuyu oluşturmaktadır. Bu makale, diasporaların çoklu seviyelerde ve farklı arenalarda işleyen devlet ötesi oluşumlar olmalarından kaynaklanan karmaşıklığın hepsini olmamakla birlikte belirli yönlerini incelemiştir. Bu aşırı karmaşıklıktan dolayı daha önce sayılan ikilemlere gerçekten basit çözümlerin önerilip önerilemeyeceği tartışmaya açıktır. Örneğin, Yahudi eğitimi veya İbranice’nin öğretilmesi umudu, İsrail-diaspora ilişkilerinin desteklenmesi için resmi çabalar veya diasporadaki gençlere İsrail’e göçün öğütlenmesi Yahudi dünyasının karşılaştığı sorunlara etkili bir şekilde çözüm üretip üretmediği tartışmaya oldukça açıktır. Bunlar sadece önemsiz bazı sorunlara çözüm üreten basitleştirilmiş kısmi çarelerdir.

Buna ilaveten, bazı İsrailli ve Yahudi liderlerin tanımlanabilir bir Yahudi diasporasının nasıl korunacağı ve canlandırılacağı konusundaki sorunlarla baş etmenin en önemli ve uygulanabilir yolunun İsrail-diaspora ilişkileri de dâhil olmak üzere tüm kurumlarda yapısal bir reform olması düşünceleri inandırıcı olmaktan çok uzaktadır. Birkaç yıl önce, Yahudi Ajansında (Jewish Agency) böyle bir reform uygulanmıştır; benzer şekilde yıllık Yahudi Federasyonları Konseyi Genel Kurulunun Amerikan Yahudi topluluğunun en önemli toplantısı olması topluluk konularındaki genel tutumda fazla bir değişiklik yaratmamıştır. Bürokratik mekanizmaların değiştirilmesinin de böyle karmaşık bir ilişkiler düzeninin devamlılığının ve gelişmesinin belirlenmesinde en etkili yol olmadığı kesindir.

Yahudi örneği ve diğer devlete bağlı diaspora örneklerinde olduğu gibi temel sorun bu fenomenin devasa karmaşıklığıyla başarılı bir şekilde baş edebilen ayrıntılı yenilikçi kavramsal ve algısal çerçevenin yaratılmasıdır. Ancak benzer veya genelleştirilmiş çözümler tüm diaspora ve anavatanlarına otomatik olarak uygulanmamalıdır. Daha önce de belirttiğim gibi, devamlılık ve anavatan-diaspora ilişkilerlinin sorunlu konularında benzerliklere rağmen her diaspora kendine özgü tarihi, işlevsel ve sistematik gelişmeden kaynaklanan kendi özel ikilemleriyle karşılaşmaktadır.

Son olarak, genelde etno-milli diasporaların özelde ise Yahudi diasporasının durumu, genel etno-milli diasporik fenomene teorik ve deneysel anlayış kazandıran bakış açılarıyla değerlendirilmelidir.

Örneğin:
Chaliand ve Rageau; Sowell; R. Cohen; Van Hear; Vertovec ve Cohen; Sheffer, At Home Abroad). Kaynakça Armstrong, John. “Mobilized an Proletarian diasporas.” American Political Science Review 70 ( 1976): 393-408.
Barnett, Michael, ed. Israel in Comparative Perspective: Challenging the Conventional Wisdom. Albany. NY: SUNY P. 1996.
Ben Sasson, Haim. ed. Toldot Am Yisrael /History of the Jewish People]. Tel Aviv: Dvir, 1969.
Introduction. Ben Sasson, Toldot |xi-xxx|.
Beilin. Yossi. On Unity and Continuity: A New Framework for Jewish Life in Israel and the diaspora. Jerusalem: World Jewish Congress Policy Forum, 2002.
Ben Rafael. Eliezer. Yosef Gorny, and Ya’acov Ro’i. eds. Contemporary Jewries: Convergence and Divergence. Leiden, Neth.: Brill, 2003.
Brass, Paul, ed. Ethnic Groups and the State. London: Croom, 1985.
Cavalli-Sforza, Luigi, and Francesco Cavalli-Sforza. The Great Human diasporas: The History of Diversity and Evolution. Reading, MA: Addison-Wesley, 1995.
Chaliand, Gérard, and Jean-Pierre Rageau. The Penguin Atlas of diasporas. New York: Viking, 1995.
Clifford, John. “diaspora.” Current Anthropology 9 (1994): 302-38. Cohen, Robin. Global diasporas: An Introduction. London: UCL P, 1997.
Cohen, Steven. Religious Stability and Ethnic Decline: Emerging Patterns of Jewish Identity in the US. New York: Florence G, Heller-Jewish Comm. Ctrs. Assoc. Research Ctr., 1998.
Connor. Walker. Et lino-Nationalism: The Quest for Understanding. Princeton, N.I: Princeton UP, 1994.
Constas, Dimitry, and Anastasios Platias. eds. diasporas in World Politics: The Greeks in Comparative Perspective. London: Macmillan, 1993.
DellaPergola, Sergio. “Major Trends in Jewish Migrations.” Jewish Migrations Conference. Jerusalem Center for Public Affairs, Jerusalem. July 1996.
Dowty, Alan. The Jewish State: A Century Later. Berkeley: U of California P, 1998.
Elazar, Daniel. Community and Polity: The Organizational Dynamics of American Jewry. Philadelphia: Jewish Pub. Soc, 1995.
Enloe, Cynthia. “Religion and Ethnicity.” Ethnic Diversity and Conflict in Eastern Europe. Ed. P. Sugar. Santa Barbara, CA: ABC-Clio, 1980. 250-60.
Ganin, Zvi. Truman. Ameruan Jewry, and Israel, 1945-1948. New York: Holms, 1979.
Goldscheider, Calvin. Jewish Continuity and Change. Bloomington: Indiana UP, 1986.
Hechter. Michael. “Rational Choice Theory and the Study of Ethnic and Race Relations.” Theories of Ethnic and Race Relations. Ed. John Rex and David Mason. Cambridge: Cambridge UP. 1988. 264-79.
Horowitz. Dan. and Moshe Lissak. Trouble in Utopia: The Overburdened Polity of Israel. Albany. NY: SUNY P. 1989.
Khalidi, Rashid, Palestinian Identity: The Construction of Modern National Consciousness. New York: Columbia UP, 1997.
Kearney, Michael. “The I^ocal and the Global: The Anthropology of Globalization and Transnationalism.” Annual Review of Anthropology 24 U995): 547-65.
Kellas, John. The Polities of Nationalism and Ethnicity. New York: St. Martin’s, 1991.
Kosmin, Barry. “Old World and New World diasporas: Similar Problems but Different Solutions?” Troen 337-45.
Kosmin, Barry, and Seymour Lachman. One Nation under God: Religion in Contemporary American Society. New York: Harmony, 1993.
Levi Faur, David, Gabriel Sheffer, and David Vogel. eds. Israel: The Dynamics of Change and Continuity. London: Cass, 1999.
Liebman, Charles. “Changing Perceptions of Israel in the Mind of American Jews.” Gesher 137 (1998): 44-52.
Malmat, Abraham. “Origins and Formative Period.” Ben Sasson, Toldot 9-90.
Miles, William F.S., and Gabriel Sheffer. “Francophonie and Zionism: A Comparative Study in Transnationalism and Trans-statism.” diaspora 7 (1998): 119-148.
Misak. Sonia. The Jewish Communities of Vienna and Cracaw: Communities Against All Odds.” Troen 157-80.
Moment Dec. 1997: 25-40.
Panossian, Razmik. “Between Ambivalence and Intrusion: Politics and Identity in Armenia-diaspora Relations.” diaspora 7 11998): 149-96.
Rubin. Barry. Assimilation and lis Discontent. New York: NY Times Books, 1995.
Safran, William. “diasporas in Modern Societies: Myths of Homeland and Return.” diaspora 1 (1991): 83-99.
Schiller, Nina.Linda Bäsch, and Cristina Blanc. “From Immigrants to Transmigrants: Theorizing Transnational Migration.” Anthropological Quarterly 68 (1995): 1-24.
Shain. Yossi. “American Jews and the Construction of Israel’s Jewish Identity.” diaspora 9 (2000): 163-202.
Sharot. Stephen. “A Critical Comment on Gans’ ‘Symbolic Ethnicity and ‘Symbolic Religiosity’ and Other Formulations of Ethnicity and Religion Regarding American Jews.” Contemporary Jewry 18 (1991): 299-316.
Sheffer. Gabriel. At Home Abroad: diaspora Politics. Cambridge: Cambridge UP, 2003.
: “Ethno-national diasporas and Security.” Survival 36 (1994): 70-94.
. “Has Israel Really Been a Garrison Democracy?” Israel Affairs 3 11996): 13-36.
. “The Israeli diaspora: Yordim (Emigrants) Are the Authentic diaspora.” The Jewish
Yearbook. Ed. Stephen Massil. London: Wallentine Mitchell, 1998. 19-31.
, ed. Modern diasporas in International Politics. London: Croom, 1986.
. “A New Field of Study: Modern diasporas in International Politics.” Sheffer, Modern diasporas 7-15.
Sowell, Thomas. Migrations and Cultures: A World View. New York: Basic, 1996. Smith, Anthony. “The Ethnic Sources of Nationalism.” Survival 35 (1993): 48-62.
. The Nation in History. Boston: UP of New England. 2000.
. Nationalism and Modernism. London: Routledge, 1998.
Stock, Ernest. Partners and Purse-Strings: A History of the United Israel Appeal. New York: UP of America, 1987.
Tessler, Mark. A History of the Israeli-Palestinian Conflict. Bloomington: Indiana UP, 1994. Tobin, Gary. Opening the Gates. San Francisco: Jossey-Bass, 1999.
Tölölyan, Khachig. “Elites and Institutions in the Armenian diaspora.” diaspora 9 (2000). 107-36.
. “Rethinking diasporas: Stateless Power in the Transnational Moment.” diaspora 5
(1996i: 3-36.
Troen, Ilan, ed. Jewish Centers and Peripheries. New Brunswick, NJ: Transaction. 1999. Van Hear, Nicholas. New diasporas. Seattle: U of Washington P, 1998.
Vertovec, Stephen, and Robin Cohen, eds. Migration, diasporas and Transnationalism. Cheltenham. UK: Elgar, 1999.
Vital, David. The Future of the Jews. Cambridge, MA: Harvard UP, 1990.
Wasseretcin, Bernard. Vanishing diaspora: The Jews in Europe since 1945. Cambridge, MA: Harvard UP, 1996.
Wahl. Jean-Jacues. “Five Centuries after the Expulsion of the Jews from Spain.” Troen 209-27. Wieviorka, Michel. “The Changing French Jewish Identity.” Ben-Rafael, Gorny, and Ro’i 266-81.