BİR HİKAYEMİZ VAR…

Necdet Hatam (Bersis)
Nartların Sesi, Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kolu Bülteni, Sayı 13 Aralık 1975

Güneş batımı sonrasının alaca karanlığı yavaş yavaş ağıla doluyordu, ineğin ter kokusu ile taze süt kokusunu bastırmak istiyor gibiydi. İhtiyar dut ağcına bağlı buzağısını yalayan ineğin sağ arka ayağının dibindeydi Goşefij. Meme uçlarını bükülü baş parmağının sırtı ile diğerlerinin yüzü arasında kavrıyor çekiyor ve sütü dizlerinin arasına sıkıştırdığı bakırdan kaba akıtıyordu. Bir deri bir kemik elleri, kırış kırış olmuş yüzü, ince siyah tüyden bıyıkları, hafif kalkık burnunun hemen altındaki küçük ağzı ile çekik gözlerinin taşıdığı güzellik izlerini silememişti henüz… Anılarına gömülmüştü. Birinin hemen arkasından diğeri geliyor ona sıçrıyordu. Tıpkı çocukluğunda dereleri suları geçmek için sıçrayışı gibi. Birden hızı kesildi. Yorulmuş muydu? Hayır. O geceyi, Batır’ın arkadaşları ile kendisini kaçırdığı geceyi yeniden yaşamak istiyordu. Her defasında bu anısında diğerlerin den daha uzun bir süre ayırırdı.

Yabani meyveler, çamlar, meşeler, gürgenler ve daha çok; çeşitli ağaçlardan oluşmuş sık ormana dalmışlar öfkeleri burnunda izlerini süren atlıların gözünden kaybolmayı başarmışlardı. Yere serili yamçıda uyumaya çalıştığı geceyi unutabilir miydi hiç?

Batır az ilerde beyaz badanalı küçük kulübenin açık kapısının solundaki boylu boyunca yere uzanmış kütükte oturuyordu. Elli yıl. Zengin değil ama mutlu olmuşlardı. Biricik çocukları Canberk’in henüz on beşinde ölümü bu mutluluğu biraz gölgelemişti, ama kader demiş ona da alıştırmışlardı kendilerini.

Batır’ın sakal da aktı kalpağı gibi. Çenesi, ucu yerdeki sopasının üzerine bağladığı ellerinin üzerine dayalıydı. Buzağının, bağlı olduğu kocamış dutun yapraklarını ancak kıpırdatabilen esintinin kulaklarına kadar güçlükle getirdiği pşıne nağmeleriyle kendinden geçmiş gibi idi.

Yaşadığı yılları geriye doğru yürüdü son hızla. İşte yirmi beş yaşlarında genç diri. Genişti omuzları. Hep alnına düşürdüğü kara kalpağın altında daha bir karaydı kaşları. Uçlarını kıvırdığı bıyığı, az kartal gagasını andıran burnu ile büyücek ağzı arasındaki geniş arayı dolduracak kadar gürdü. Ama ağaç iriliğindeki gövdesinden beklenmeyen bir duygusallıkla nasıl da çalardı pşıneyi. Anılar gözünün önünden geçiyordu bir bir, ara sıra çektiği teşbihin tanelerinin parmakları arasından geçtiği gibi.

– Ama.. O da ne… Kendi müziğiydi şimdi kulaklarına gelen. Evet ta kendisi. Gueşefij için yapmıştı onu.. Yetmiş yaşından umulmadık çeviklikle fırladı. Goşeıij’ı çekti aldı ve oynadı, yirmi beş yaşın diriliğiyle olmasa da o yaşın ruhuyla…

Soluk soluğa eski yerine çökerken, “Oh” dedi. “Ne kadar da mutluyum şimdi.”