BİR ALFABE ÖNSÖZÜ

Blenaw Bateko
12 Nisan 1913

Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978,
s. 71

Blenaw Batuk’un (Harun) Çerkes Alfabesi 1335 (1915) yılında Şimali Kafkas Cemiyeti tarafından İstanbul’da yayınlandı. Bu alfabenin ilginç bulduğumuz ve ilginç bulacağınızı umduğumuz önsözünü (günümüzün Türkçe’siyle) sunuyoruz.

ANLATIM

Yok olmaktan, asimilasyondan kurtulmak, başka bir deyişle ulusal varlığını korumak isteyen her hangi bir toplumun ilk ve sürekli kaygısı ulusal dilini unutmamak, yitirmemek, tersine; onu, çağdaş ve uygar gereksinmelere göre geliştirmek olmalıdır.

Yarım yüzyıl önce pek küçük ve önemsiz görünen, hatta bir bakıma erimiş, yitmiş sayılabilen Yunan ve Ermeni gibi küçük uluslar da bugün görülmekte olan ulusal gelişmeyi, her şeyden önce ulusal dillerini koruma, yeniden yaratma konusundaki övgüye değer çabalara borçludurlar.

Dünyanın en güzel en eski, aynı zamanda özgürlüğüne, ulusal değerlerine pek düşkün ve bağlı bir ulus olarak bilinen biz Çerkesler, dilimizi derleme ve işlemede gecikmiş isek de onu unutmadığımız gibi ona verdiğimiz önemi hiç de eksiltmedik.

Dilimizde söylenen ulusal şiirlerimiz, en eski tarih çağları ile ilgili anılarımız, tam bir doğrulukla korunmakta, atalarımızın; sevgili öz vatanımız olan Kafkasya’daki kahramanlık destanlarını yine ulusal şiirlerimiz sürekli olarak yaşatmaktadır.

Çerkes dili, kanımızca çok önemlidir. Her şeyden önce çok eski ve güçlü bir dildir. Bilimsel ve teknik kimi yabancı deyimler bir yana bırakılacak olursa, hiçbir yabancı dile gereksinim duyulmadan her duygu ve düşünce tam anlamıyla anlatabilmektedir. Her tür kitap yazılabilmektedir. Oldukça zengin bir dildir. Gerçi çağımızın en uygar uluslarında da görüldüğü gibi, dilimizin çeşitli şiveleri vardır. Ancak, sosyal sınıflara özgü, farklı lehçelerimiz yoktur. Törelerimiz, giyimimiz gibi dilimiz de her toplumsal sınıf için tektir. Çok eski tarih çağlarından beri ulusal birliğimiz olmuştur. Dilimizin büyük önemini belirleyen bir başka neden de uygarlık tarihindeki işlevidir. Eski Trakeler Hititler gibi uygarlık yaratan ve yayan atalarımızı günümüze değin yaşatan dilimiz, övünç kaynağı olan tarihimizin bir bölümüdür. Bu yönüyle de onu korumak, geliştirmek en kutsal ve insanlık görevimiz olmalıdır.

Dilimizin derlenmesi ve geliştirilmesindeki gecikme önemli nedenlere dayanmaktadır; İslam dininin yayıldığı yerlerde gerçekten güçlü olmakla birlikte dinsel bir dil olan Arapça nice doğu dillerini bilim, edebiyat ve yazı dili olmak üzere kullanılmaktan, geçici de olsa, alıkoymuştur.

Kuran’da her ulusa kendi diliyle peygamber gönderildiği hakkındaki tanrısal belirtilerin gerçek anlamları üzerinde durulamadı ve bu nedenle Çerkes dili de o çağlarda gerekli ilgiyi görmedi. Bu olayı izleyen çağlarda dış saldırılar nedeniyle Çerkes ulusu sürekli savaş içinde yaşadı, giderek elli yıl önce Kafkasya’nın saldırıya uğraması Çerkes ulusunu ”büyük göç” gibi acı bir felakete itti. Türkiye’de Meşrutiyet’e değin süregelen mutlakıyet yönetimi ise Çerkes ulusunu değil dilini kullanıp geliştirmek, tarihini yazmaktan bile acımasızca yoksun bıraktı.

Yukarıdaki nedenlerle ne Abakue İshak Efendi gibi büyük Çerkes düşünür ve bilgininin, Kuran’ı bile Çerkesce’ye çevirme kertesine varan çabaları; ne Sora Negumukue ve Prens Hatokhuşokue gibi kişilerin Rus harfleri ile dilimizin yazılması ve yayılması konusundaki uğraşıları ne de Türkiye’de Cavit Paşa gibi Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin değerli üyelerinin otuz yıl önce çok gizli bir biçimde litografla bastırıp yayınladığı alfabesi Çerkes ulusu arasında yeterince yaygınlaşamadı. Bununla birlikte Çerkes ulusunun düşünürleri çirkin bir politika oyunu ile Türkiye’nin geniş, büyük İmparatorluğu’nda art düşüncelerle dağıtılmış olan küçük Çerkes grupları arasında Çerkesce’nin karşılaştığı büyük tehlikeyi içi sızlayarak görüyor ve izliyordu.

Bu nedenle Meşrutiyet’le birlikte oluşan Çerkes  İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin ilk işi ulusal tarihini, dilini derleyip geliştirmek, gerek Kafkasya’da gerekse Türkiye’de birçok yerlerde ulusal dil ile öğretimi hızlandırmak oldu. Ancak, dilin yazılmasında kullanılacak alfabenin seçilmesi uzunca bir süre tartışılan bir sorun olarak kaldı. Kafkasya’da Abhazya ve Asetin bölgelerindeki soydaşlarımız tümüyle Kiril harfleriyle okuyup yazmakta ve ulusal kültürü işleyen kitaplar yayınlamakta, Kabardey bölgesinde ise dil uzmanlarımız Kiril ve Arap kaynaklı harfler arasında kararsızlık içindeydi. Türkiye’deki Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti ise Guaze gazetesinin 9 Haziran 1327 (1907) tarih ve 12 nolu sayısında yayınladığı  kararnamesinde hem Arap hem Latin harflerinin kullanılmasına ve ulusal yapıtlar oluşturulmasına karar vererek, hanginin kesinlikle, aynı zamanda genellikle benimsenmesi gerekeceğini     denemelerin sonuna bırakmak zorunda kaldı. Başlangıçta en çok tutan yapıtlar Arap harfleriyle yazılan yapıtlar olmakla beraber, çok geçmeden Arap harflerinin gerçekte 15-16’sına özgü kalan temel harflerinin 40’a yakın sesi bulunan Çerkes dillerini yazmaya yetmeyeceği ve özellikle Arap harflerinin gerek baskıda ve gerekse yazıda sözcüğün başında, ortasında ve sonunda gelmesine ya da başlı başına yazılmasına göre ayrı ayrı biçimler alarak 300-400 biçimin oluştuğu, bunun da giderilmesi olanaksız olan güçlükler, sakıncalar doğuracağı anlaşıldı.

Kafkasya’da kullanılmakta olan Kiril harfleri ise Latin harfleri karşısında her bakımdan yaşama olanağından yoksundu. Ruslar bile kendi harflerinden bir kısmını değişikliğe uğratmak zorunluluğunu duymuşlardı. Hatta kendine özgü Gotik alfabesini kullanan Almanlar bile bu alfabede göz sağlığı açısından büyük sakıncalar görerek giderek onu bırakmak,  yerine Latin harflerini almak zorunda kalmışlardır.

Çerkesler ise edebiyatlarının geliştirilmesine henüz yeni başladıklarından, o denli yaygınlaşmış, genelleşmiş bir alfabe ile zenginleşmiş edebi ürünleri, yeni bir yazıya aktarılacak önemli ölçüde ulusal yapıtları bulunmadığından, gerek baskıda, gerekse yazıda en uygun alfabeyi s

İşte, yukarıdaki nedenlerle Arap harflerinin çağımızın ve özellikle dilimizin güncel gereksinmelerine kesinlikle yetmeyeceği kanısıyla 1329 yılında Dr. Pçıhaluk Mehmet Ali Bey ve arkadaşları (Met İzzet, Brağun İlyas) tarafından Latin harfleriyle yeni bir alfabe küçük bir sözlükle birlikte cemiyetçe yayınlandı. Bu yeni alfabe artık ulusal alfabe olmaya adaydı.

Alfabenin yayınlanmasından hemen sonra Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasına karşın, çeşitli yerlerden gelen görüşler ve değerlendirmeler ancak bir alfabe ile dilimizin kolaylıkla yazılıp okunabileceğini gösterdi. Nice sayın bilginimiz bile bu yeni harflerle, diğer harflerden daha güzel yazabil diklerini açıkladılar. Artık alfabe sorununun dinsel duygularla ilişiği olamayacağı gerçeğini herkes benimsemeye başlamıştı. Gerçekten böyle bir ilgi olamazdı.

Eski Arabistan’da Himyerilerin binlerce yıl önce benimseyip kullandıkları harfler, Avrupa harflerine benzemekteydi. Çerkeslerin Kafkasya’da ve diğer yerlerde bulunmakta olan en eski yazıtlarının Yunan harfleriyle yazılmış olduğu anlaşıldı. Hatta Latin harfleriyle yazılmış eski Çerkes yazıtları da bulunmuştu. Kaldı ki atalarımız olan ve bugün de Avrupa bilginlerince ”Hitit” diye adlandırılan eski uygarlıkta olağanüstü gelişme göstermiş bir ulusun yani Adigelerin, Anadolu’nun, Suriye’nin çeşitli yerlerinde bulunmakta olan en eski yazılarındaki harf biçimleri Latin harflerini doğuran Fenike ve Yunan harflerine temel olmuştu. Böylece, gerçekte İbranilerin bulgusu olan ve bizler için kesinlikle ulusal niteliği olmayan ve tüm uygar uluslarca hemen tümüyle bırakılmış olan Arap (Geldani) harflerinde direnmek, hem dilin, ulusal değerlerin gelişmesine büyük ölçüde engel, hem de içinde bulunduğumuz çağdaş uygarlığın gerçeklerine aykırı olurdu.

Yukarıdaki nedenlerle, bütün Kafkas boylarının katılmasıyla oluşan ve her şeyden önce bu boyların her birinin dilini işleme, yayma ve geliştirmeyi programında en önemli amaç edinen Şimali Kafkas Cemiyeti gerek yazma ve okuma kolaylığı, gerekse eski tarihimiz ile ilgili olması bakımından Pçıhaluk ve arkadaşlarının Çerkes Teavün Cemiyeti’nin eski kararlarına göre düzenleyip yayınladığı alfabeyi gerek Kafkasya, gerekse Türkiye’de yaşayan tüm Kafkas boyları için genel ve ulusal bir alfabe olmak üzere benimsemiş ve adı geçen cemiyetin oluşturduğu (Maarif Encümeni) ulusal okullar için gerekli kitapları bu harflerle yazıp yayınlamaya karar vermiş ve uygulamaya geçmiştir.

Pçıhaluk, beyin o zaman cemiyetçe benimsenip yayınlanan birçok alfabe örnekleri ile daha bir çok değerli yapıtı barındıran ulusal kütüphanenin 1332 (1412) yılında İstanbul’daki büyük yangında yanmış olması üzüntü yaratmış olmakla birlikte, ilkokul öğrencilerine özgü olmak üzere üyesi bulunduğum encümence yeniden bir alfabe yazılması gerekli görüldüğünden Adige, Lezgi, Çeçen vb. Kuzey Kafkas boylarının her birinin şivesini, dilini yazıp okumalarına elverişli olacak bu alfabeyi kitabın yaşlılar için olan bu açıklama bölümünde de görüleceği gibi kimi tamamlayıcı değişikliklerle yeniden kaleme aldım. Encümence incelenip onanmış olan bu alfabe, Kuzey Kafkas otokton halklarının Avrupalılarca bilinen ”Çerkes” genel isminden dolayı ”Çerkes Alfabesi” genel adıyla sunulmuştur. En içten dileğimiz şudur ki, otokton Kafkas halklarında belirgin biçimde görülen töre, giyim ve öz birliğine uygun olarak, yaşadığımız şu yüzyılda uygarlığın gereklerine göre yazılmış olan bu alfabe de her Kafkas boyu tarafından içtenlikle benimsenerek korunsun, ve dünyanın gözdesi olan Kafkasya’nın soylu ulusu yeni ve parlak bir bilimsel gelişme ile ve her noktada tam bir birlik içinde uygarlık yolunda ilerlesin.

Genel parolamız ”marje” olsun.