‘BİLİNÇ’ VE ‘ARANAN’IN NE OLDUĞU-OLABİLECEĞİ KONUSUNDA DÜŞÜNCELER!

AÇUŞBA Atay Ceyişakar
İşadamı, Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi Eski Kurucu Başkanı, Temmuz 2004

SUNUM:

Avukat-kültür insanı ‘Necmettin Karaerkek’ 1998 yılı-Nart Dergisi 5. sayısındaki yazısında: İki Fransız bilim adamınca 1960 yılında Maykop’a 2 kilometre mesafe’de yapılan bir kazı’da tesadüfen bulunan ve ‘Maykop Taşı’ adı verilen kalıntı’da yer alan yazı dili’nin, 1963 yılı’nda çözümlenmesi’nden sonra, yazı dili’nin çözümlenmesi çalışmaları’nda öncü rol oynayan, ‘Sovyet Bilimler Akademisi’ öğretim üyeleri’nden Prof. G.TOURÇANİNOV’un konuda yazdığı ‘bir makale’yi anımsatarak, bu makaleden bir bölüm aktarmıştı.

Prof. G.TOURÇANİNOV, bilimsel yöntemler ile, M.Ö. 1300-1200, başka bir deyişle günümüzden 3300-3200 yıl öncesine tarihlendiğini belirttiği, ‘Maykop Taşı’nda ki bu yazı dili için makalesi’nde aynen şöyle demekte:

“… Birçok okuma girişimi’nden sonra nihayet yazıyı okuduk. Bu yazı, Karadeniz Doğu sahillerinin otantik-yerli halkı olan ve tarihi bağlantısı antik yazarlarca efsanevi ‘Kolkhi’ye uzanan ABHAZCA idi. Abhazların Kolhis dışında, yazılı taşın bulunduğu yörede de yaşadıklarına bu belge tanıklık etmektedir…’ ‘…‘Modern Alfabe’nin atası durumunda olup günümüze dek bulunmuş en eski kaynak olmaktadır…”

Sayın Karaerkek, O tarihlerde Gürcistan-Gürcülerin, “Abhazya diye bir ülke yoktur, tarihte de yoktu” anlamında, ara-ara gündeme taşıdıkları gülünç savlarını! okuyunca ‘tepki-cevap’ anlamında yazmıştı bu makaleyi. Ancak, Kamuoyumuzda da, bu denli önemli bir ‘bulgu’nun; bilim adamlarınca “Sese dayalı modern alfabe’nin atası durumunda olup günümüze dek bulunmuş en eski kaynak” sayılan bulgu’nun, çok dikkat çekeceği ve bu konunun üzerine gidileceğini ummuştu! Sayın Karaerkek.

Türkiye’mizde, AB’nin getirdiği esinti ile-henüz yeterli olamasa da ‘ana dil’ konusunda bazı açılımların başladığı günümüzde, “Sayın Karaerkek’in duyarlılığı”na kamuoyumuzun tepkisizliğini anımsadım”. Durduk yerde, sebepsiz!:

Tüm dünya kamuoyu’nun dikkatini çekecek (dikkat’in çekilebilmesi için her tür aktivite’de bulunulmasını gerektiren) bu kadar önemli bir olayı hiç önemsememiştik. Sanki çok doğal bir ‘haberi’; bizi ilgilendirmesine hiçbir sebep olmayan haberi gündemimize taşımıştı Karaerkek: Gerçekten vurdumduymaz mıyız!, yoksa, ‘bilinç’ konusunda bir sıkıntımız mı var, acaba! sorusu takıldı aklıma.

Durduk yerde-sebepsiz ve belki de anlamsız aklıma geliveren bu çağrışım’ın beni yönlendirdiği sorular; ‘bilinç’ ve Çerkes toplumumuzun ‘aradığı ne acaba!’ konuları’nda, aşağıda, samimi itirafımı-düşüncelerimi paylaşmaya gayret edeceğim. Lütfen kimse alınmasın. Benim yapmak istediğim ‘açık yürekle bir paylaşım’dır. Yanlış-yanılgı içinde olduğum hususlar varsa, ‘katılımcılar beni aydınlatır-yol gösterir’ diye düşünüyorum…’. Kavga etmeden, kardeş-kardeş.

‘Dil’ konusu’nun işlendiği NART’ın bu sayısında, çok ‘faydalanacağımıza’
samimi duygularla inandığım yazılar olacaktır. Ama bu yazılar çok ciddi olmak durumunda. Ben de araya bir ‘değişik bakış’ koyayım, değişik bir durum! Olsun… ‘Olabilirse-becerebilirsem!’ diye düşündüm.

Abhazya’da Abhazlar, her işin başında ve sonunda: ‘Ança, yilaıpkhaa hamazaayt/Allah’ın sıcak bakışları-sevecenliği üzerimizde olsun.’ derler. Ben de bu deyiş ile başlıyorum…İnşallah öyle olur.

NEREDEN-NEREYE…!

Benim çocukluğumun başlayıp-geçtiği ‘köy’den-kente’ göç başladığı andan itibaren, özellikle Karadeniz Bölgesi’nden, aynı ‘yaşam tarzını-kültürünü’ paylaşmadığımız aileler gelmeye başlamıştı köyümüze. Yeni gelen ailelerin çocukları ile de oynardık zaman-zaman. Oyun anlarımızda, dikkatimizi çeken bazı farklılıklarımızın olduğunu gözlemledik. Örneğin, bizlerin-birbirimize, söylemek değil, ‘düşünmemiz’ bile mümkün olmayan küfürleri, iki kardeş birbirine söyleyebiliyordu… ‘Sorular’ belirdi küçücük beyinlerimizde!: ‘Biz her halde bunlardan farklıyız!’

İlk okul bitince, orta okul için kente gittik. Kentte sorular daha da çoğalmaya başladı. Salt, bu farklılıklar sebebiyle değil, başka konularda da sorular oluşuyordu…!

Köyde, çocuklar, yaşımız gelmeden ‘oruç tutmaya, namaz kılmaya’ özenmiştik, ben de özenenlerden biriydim. Kent’te bu konuda da sorular-sorunlarım çoğaldı… ‘Okumaya-kutsal kitapları okumaya’ karar verdim, sorularım-sorunlarım azalacağına daha bir çoğalmaya başladı. Pek çok ayete akıl erdiremeden ilerlerken bir ayete geldim ve ‘buz kesmiş’ gibi oldum. Ayet’in meali şuydu:

Size şu kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız, ve sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları. İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir (KUR’AN, Nisa: 23).

Şaşkına dönmüştüm…: “Bizim atalarımızın, dinlerden binlerce sene önce ‘ayıp’ ile önleyebildiği; bizlere soluk almak kadar doğal gelen”, akraba ile; hatta aynı köyden evlenmemek uygulamamız nerede, bu ayet’in meali nerede…!

Atalarımızın yaptırımı ne idi, toplumumuzda ‘soluk’ almak kadar doğal ‘gelen-olan’ bu uygulamaya kazara karşı çıkan olursa !, sadece ‘ayıp’. Peki, kutsal Kitaptaki ayeti ihlal edene ceza ne olabilir!, ‘cehenneme’ gidebilir.

Atalarımızın ‘ayıp’ yaptırımı iş görmüş. Tüm yozlaşmamıza rağmen halen iş görüyor, yasak tam anlamıyla yürürlükte. ‘Cehennem’ yasağı önleyebilmiş mi? akraba evliliğini?! HAYIR. İnanmayan, yakın çevresinde yaşayan diğer kültür mensuplarına bir göz atabilir.

Uyanır gibi olmaya başlamıştım. ‘atalarımız’ inanılmazı gerçekleştirmişler,
‘doğru yaşam felsefesi’ni kadim zamanda tasarlamış ve gerçekleştirmişlerdi. Nasıl düşünmüş, gerçekleştirmiş olabilirler!. ‘AYIP’ özelinde bir yaptırımla bu uygulama nasıl bir toplum tarafından kabul edilebilir hale geldi! diye düşünmeye-araştırmaya başladım…

HAYALİ BİR KURAM!

Bilindiği gibi insanoğlu önce hayal etmeli, sonra hayal ettiğini gerçekleştirmeli… Uyanır gibi olmaya başlayınca, çevreyi-tabiatı gözlemleme merakım daha bir körüklendi-tutuştum. ‘Çevremi-tabiatı’ gözlemledikçe, hayal kurmaya ve kadim zamandaki “atalarımın başarısı”nın ‘kaynağını-prensipleri’ kurgulamaya gayret ettim… Evet bulmuştum: Atalarım çevreyi iyi gözlemleyip-analiz etmişler; tabiattaki ilahi yaklaşımı algılamışlar ve ‘yaşam öğretilerini’ buna uygun tasarlamışlardı.

Tabiattan çıkarılabilecek en önemli çıkarım da, ‘prensip’lerinin olması idi. O halde, ‘yeni yaşam öğretisi’nin ‘temel prensipler’e; öğretiye ‘kolon’, ‘kiriş’ görevi yapacak taşıyıcılara ihtiyacı vardı. Yani, hedef belirlendi. Hedef’in ihtiyacı olan ‘temel prensipler’ ortaya kondu (Okumaya hala devam ediyorsanız, ‘hayal’ iyi gidiyor değil mi…! Kendimi beğenmiştim!…). ‘KOLON’ ve ‘KİRİŞ’ler sağlam olunca ve zamanı gelince, bu kolon ve kirişlere-TEMEL PRENSİPLER’e aykırı bir şey yapmadan ‘eve istedikleri dekorasyonu yapar; istedikleri gibi duvarları şekillendirir-boyar, klima! koyar, ısıtma tesisatı!, vb.’ uygularlardı.

Kendimi beğenmiştim!, ‘hedef’ ne-nasıl olmalı konusunda belirgin sayılabilecek bir düşüncem vardı. Kendimi beğenmemden hareketle fena da sayılmazdı hani!. Ama, ya ‘temel prensipler’?. İşte bu nokta’da ‘beğeni-meğeni’ kalmadı, kavruldum. Ve bu durum sürdü gitti, ne zamana kadar!: Yıllar ve yıllar…!.

Rahmetli Aydın O. Erkan’ın- ‘TARİH BOYUNCA KAFKASYA’ adlı ‘bibliyografik eser’i ile, Kanada-Vernon’dan Murat Yağan’ın ‘konferans-konuşma’ notları imdadıma yetişti: Murat Yağan büyüğümüz, ‘Kebze’nin tarifini yapmakta ve öğreti’nin değişik eğitim seviyelerinden bahsetmekte idi. Murat Abi’nin tarifi düşüncelerime bir rahatlık getirdi, çünkü başka türlü, bu tür bir yaşam felsefesi’nin başarılı olması-günümüze gelmesi mümkün olamazdı. Ben de
böyle düşünüyordum. Varsayımlarım ‘onaylanmış’ oluyordu.

Ama itiraf edeyim, asıl yardımı-prensipleri bulmamı, Aydın O. Erkan’ın eseri-‘bibliyografya’ sağladı: Bu eserde, M.Ö.’den-günümüze Kafkasya ve Kafkasyalılar konusu’nda araştırma yapıp-eser ortaya koyan, özellikle Batı’lı şahıslar ve eserleri tanıtılmakta ve bu şahısların söylemlerine yer verilmekte idi… Bulunduğu yerde her şeyi ala-mükemmel olsun rahmetli Erkan’ın. ‘Eseri’ sayesinde, kendime güvenim geri geldi-çok sevindim!:

Yabancıların söylemlerinde, ‘bu kültürün-yaşam felsefesi’nin başarılı olabilmesini sağlayabilecek ipuçları-kavramları işaretledim, şunlardı: ONURLU OLMAK / KUTSALLIK- RUHUN ÖLMEZLİĞİNE İNANMA / DEMOKRATİK YAKLAŞIM-YÖNETİM / PARA, MEVKİ, ŞAN VE ŞÖHRETE ÖNEM VERMEME / İNANÇTA BAĞNAZ OLMAMA / KADIN, ERKEK EŞİTLİĞİ / KONUKSEVERLİK / KENDİNE GÜVEN, KİŞİYE GÜVEN, TOPLUMUNA GÜVEN DUYGUSU / CESARET, YİĞİTLİK KAHRAMANLIK / YETENEKLİ YÖNETİCİ SEÇME VE ONA TABİ OLMA / BAĞIMSIZLIK, ÖZGÜRLÜK / KONUŞMA YETENEĞİ; FİKİRLERİNE ÖZGÜR İFADE ETME / AKRABA İLE EVLİLİK YAPMAMA / DOĞAYA; ÇEVREYE SAYGI / CÖMERTLİK / NEZAKET / CENTİLMENLİK- ŞOVALYE RUHLU OLMA / MÜLKİYETTE AYIRIM YAPMAMA -PAYLAŞMAYI BİLME / YURTSEVERLİK / SEVGİ, SAYGI; HER SEVİYE ve YAŞTAKİNİN BİRBİRİNİ SEVMESİ-SAYMASI / KAREKTERLİ KİŞİLİK / ENTELEKTÜEL OLMA / SÖZÜNÜN ERİ OLMA / ALINAN-ALINACAK ‘TOPLUMSAL KARARLAR’IN DEMOKRATİK YÖNTEMLE ALINMASI ve KARARLARIN TOPLUMCA KABUL EDİLEBİLİR OLMASINA ÖZEN GÖSTERME/.

Tek bir sözcük ilavem yok bunlara. Tümü, ‘yabancıların söylemleri’nden alınma. Benim yaptığım, değişik kişilerin ‘metinlerinde-söylemleri’nde yer alan bu ‘kavramlar’ı yan-yana getirmek oldu.

Eh-hadi!, ben de bir şey ilave edeyim dedim (kendime pay çıkarcam yaa!): Bu ahlaki prensipler-kavramlar’ın başarılı olması-olabilmesi için, “sıfır yaştan-ölüme kadar örnek olunarak öğretilmesi” gerekir. Bunu nereden çıkarmıştım?, çünkü biz öyle öğrenmiştik evimizde-köyümüzde. Tüm bildiklerimizi, sıfır yaştan itibaren çevremizin örnek olması ile, doğal-nefes alır gibi biliyorduk ve yaparken de düşünmüyorduk. Yani kişi, ‘soluk’ almak için nasıl hiç düşünmeye gerek duymadan, ‘soluk’ alma gerçekleşiyorsa, not edilen kavramlar için de, ‘kendiliğinden-doğal olarak; düşünülmeden-spontane’ olur hale gelmesi gerekmekte. ‘Dinler’in neden başarılı olamadığını; insanlığın parçalanıp perişan hale neden-nasıl gelindiğini analiz ettiğimiz-düşündüğümüzde, ‘soluk almak gibi-sıfırdan’ öğrenmenin de önemini kavrayabiliriz. Ama, sahtekar olunmaması gerekiyor. Yani, ‘söylem ile uygulama’ aynı olmalı; başka türlü örnek olunamıyor!.

Bir şey daha: Zamanın gelişmesine-gereklere göre, gerekli ‘zaman-devreler’de, temel prensiplere dokunulmadan, öğreti’de gerekli değişim yapılmalı-sağlanmalı. Bu bilgi nereden!: Atalarımız öyle yapıyorlar; belli devrelerde, demokratik yöntemler ile seçilmiş ‘bilge thamate’ler bir araya gelip, mevcut kaideleri gözden geçiriyor, yeni kavramlar ortaya çıkmışsa (örneğin at yerine otomobil!! –şaka– kavramı çıkmışsa) bunlar için ‘temel prensipler’den hareketle, yeni kaide belirliyorlardı…

İşte böyle bir ‘masal-hayal-kurgu’ ile başlamış olmalı Kebze/Kheabze/Xeabze/Akeabza. Şimdi biz kırıntıları ile öğünür durumdayız ama kadim zamana gidilebilirse, inanılamaz bir ‘bilinç’ var bu öğreti/Kebze/Kheabze/Xeabze/Akeabza’da. Beğenmediniz mi! ‘hayal-senaryo’yu… ‘Başka hayal siz kurun, engel mi var sanki…!’

O ZAMAN HEDEFİMİZ NE OLMALI!

Önce tüm uğraşılardan soyutlanarak-şöyle bir silkinip, ‘aranan-kaybedilen-özlenen’ şey ne sorgulanmalı; ‘temel prensipler’ konusunda toplum, ‘mutabakat’ sağlamalı. Sonra, ‘temel prensipler’den hareketle, ‘toplumsal ortak hedef-misyon-rüya!’ kısa bir cümle ile tarif edilmeli.

Örneğin: ‘Bu kültür/öğreti’nin günümüze ve yarınlara cevap verecek bir anlayışla-uzmanlarca ortaya çıkarılması gerekir-sağlanmalı: ‘Yeni kebze-Doğru Yaşam Felsefesi’ arzu edenlerin kullanacağı-uyacağı bir anayasa halinde ortaya konmalı ve topluma dönüp: ‘ Buyurun, bizim ortak hedefimiz budur-bu olmalı, eğer bir yere varmak istiyorsak-isteyenler, gelin bu kaidelere göre yaşayalım!’ denmeli ve ana hedefin alt hedefleri ve diğer ayrıntılar da belirlenerek ‘haydı bismillah’ yola çıkılmalı. Arzu edenlerle yola çıkılır. Fedakarlığa-zorluğa katlanmayı göze almayan-alamayanlar yollarını zaten ayıracaklardır. Az sayıda ol-ma-yız inşallah ama, sayının az olması önemli değil sonuç için. Önemli olan, ‘ortak hedef’e inanmak ve gereği için fedakarlığı göze alabilmektir.

En ‘samimi-mütevazı-içten-kişisel’ görüşüme göre, başka bir yaklaşım ‘folklorik öğelerimiz’i KEBZE sanmanın ötesinde, bizi bir yere-yerlere götüremez: Az sayıda ‘bilinçli’ insanımız kızmasın. Bizim bugün uğraştığımız konular, Kebze Doğru Yaşam öğretisi’nin ‘oturup-kalkma/adabı muaşeret ve bazı folklorik öğeler’ seviyesidir. Peşinde olduğumuz-olmamız gereken bunlar değil-olmamalı; çünkü bizi bir yere götürmez-götüremez. Folklorik öğeleri bin sene sonra da insanlar öğrenebilir. Ama, bizler, ‘tekrar bir araya gelmek; ana dillerimizi kazanmak, yeni yorumuyla Kebze ile yaşamak; bunları çocuklarımıza aktarmak konusunda ‘bu devrede’ karar verip-başarılı olamazsak, biteriz. O zaman, ne diye zaman, emek, ekonomik harcamalar yapılıyor? Bazı insanlarımız neden hayatını bu uğurda harcadı, harcamaya devam edenler var. Yazık değil mi? Çok önemli sağlık sorunları olan bir arkadaşımız, üç yıldır gitmesi gereken USA’daki (her şeyi hazırlanmış-ayarlanmıştır) tedavisini neden ihmal ediyor-etsin! Bugün uğraştıklarımız önemlidir. Ama, bunlar alt öğelerdir. Bunlar, buzul’un/Kebze’nin denizin üstünde görebildiğimiz kadarıdır. Bunlar bizi oylayabilir ama sonuç’a götürmez-götüremez…

Senaryoyu beğen-me-di-niz mi!. Yukarıya not edildiği üzere; o zaman ‘siz’
yazın senaryoyu ama, toplumsal mutabakat (toplumun tamamı kastedilmiyor!.) sağlayacak bir hedefi-prensipleri olsun senaryonun.

İnsanlık ‘da bunalımda: Bizlere olduğu kadar, insanlığın da ihtiyacı var, ‘değişmez kaideleri-kalıpları’ olmayan, ‘doğru-uygulanabilir’ bir öğretiye. Öyle olmasa idi, milli gelirleri yüksek ülkelerin inanları niye intihar ede dursunlar!. Dünün ‘sırım gibi’ insanları ‘obez’ olsunlar!. ‘Kafkasya ve uzak doğu öğretileri’ne meraklı olsunlar!. En gelişmiş ülkeler dahil tüm devletlerde, ‘ideoloji haline getirilen ve hiçbir sınırlaması olmadan propagandası yapılan dinlere rağmen, bu ‘çılgınlık-boşluk-ruhsuzluk-vahşet’ nereden kaynaklanıyor. Söylenen ile uygulanan bu kadar nasıl farklı olabiliyor?… Önemli ölçüde kayıplarımız oldu ama ‘günümüzde bile’, hayatımızı hala ‘ayıp’ tanzim etmiyor mu…! “… En çok dindar olanların korktukları! ‘cehennem’ mi, onların ikiyüzlü uygulamalarını frenleyebildi?”

ŞİMDİLİK SONUÇ!.

Bir düşünce metni için izin verileni kullandığım için, ‘şimdilik sonuç’ dedim. Yayın Kurulu bu yazıyı ‘uçuk’ bulmaz da, Nart’ın bu sayısı’na koymayı düşünür ve sonrasına da izin verirse, devam edeceğim… Bu ve benzeri ‘yeni bir yaklaşım’ın en önemli öğesi ‘kültür’ü yaratan ‘ana dil(ler)’in de sınırsız yaşatılması ihtiyacıdır. Buna şüphe yok. Şayet İzin olabilirse, diğer konular ile birlikte, önümüzdeki sayılarda devam ederiz ‘ana dil’ konusuna. Çünkü, çok önemli ‘ana dil’ konusu. Gereğini yapmıyoruz-yapamıyoruz ama yegane toplumsal mutabakatımız da, ‘ana dil’ konusu’ndaki endişeler-arayıştır.

Bir soruyu sormazsam çatlayacağım!: Atalarımız, ‘bilinemeyen-kadim tarihte’ bu yaşam felsefesini akıl etmişler ve başarılı olunmuş. Günümüzde bile, kırıntıları insanlığın ilgisini çekmekte-öğünmekteyiz!. Belki, bu durum biraz anlaşılabilirdir. Bana göre değil ama öyle sayalım. Peki, Yazılı olmayan bu kaideler, büyük bir bölümü’nün birbirleri’nin olduğundan-yaşadığından habersiz, Kafkasya’nın o gizemli-müthiş dağ ve vadilerinde yaşayan topluluklarınca ‘noktası-virgülü’ne nasıl olabilmiş de aynen benimsenip-uygulanmış?.

Yalvarıyorum sizlere: Bu konu’da yorumu-bilgisi olan varsa, benimle paylaşsın. ‘Temel Prensipler’in bana verdiği rahatlık tamamen gitti, meraktan çatlamak üzereyim.

‘Ança, yilaıpkhaa hamazaayt/Allah’ın sıcak bakışları-sevecenliği üzerimizde olsun.’

CircassianCanada’nın Notu:
Yazarımız ile iletişim kurmak isterseniz
,
Atay Ceyişakar
atayceyisakar@superonline.com
GSM. 0532 574 0982