AYAAYRA…

Sezai Babakuş
08.09.2011

Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad…. Her yıl, 27 Eylül sabahının alacasında üç insan, bir gün önce gelip yerleştikleri Ritsa Oteli’nden çıkıp usulca bu parka yürür. Sabahın esintisi ve kuşların güne merhaba diyen cıvıltısı eşlik eder onlara. Ellerinde karanfil, keman-viola-flüt, yüzlerinde hüzün-özlem-sevgi… Özenle saf tutarlar anıtın başında. Sessiz bir saygı duruşuyla başlar seremoni. Karanfiller bırakılır kaidenin üzerine. Zaman durur bir an, rüzgar susar, kuşlar kanat çırpmaz olur. Önce yerel bir şarkının ezgisi dökülür koca granit kaidenin sathına. Sonra evrensel şarkıların rafine tınıları. Notalar dökülür tane tane. Her biri sevgidir, özlemdir, vefadır. Ninni sıcaklığında, aşk renginde, dostluk tadında… Notalar uçuşur saf su zerrecikleri gibi. Uçuşur ve o anı sonsuza taşır. Uçuşur ve bir gökkuşağına dönüşür.

Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad…. Parkın adı özgürlüktür, anıtın adı özgürlük. Anıta nakşolunmuş adlarsa, 14 Ağustos 1992-30 Eylül 1993 tarihleri arasındaki Abhazya özgürlük savaşının şehitleri… Ve her 27 Eylül sabahı gelip bu özgürlük savaşçılarını notalarla selamlayan o üç insan, anıtta yazılı yüzlerce ad arasında yer alan Ahra ve Sergey’in St.Petersburg (eski adıyla Leningrad) Devlet Konservatuarı’ndan arkadaşlarıdır. Ahra ve Sergey, diğer pekçokları gibi, Sohum’un özgürlüğe kavuştuğu 27 Eylül sabahı şehit olmuştur.

Ahra dört yıl önce gitmişti Leningrad’a. Sohum müzik okulunu birincilikle bitirmiş, Leningrad Devlet Konservatuarı’nda okumaya hak kazanmıştı. Burası, Sovyet döneminin en gözde müzik merkezlerindendi. Rusya’nın farklı bölgelerinden ve çevre ülkelerinden (eski Sovyet cumhuriyetlerinden) başarılı öğrencilerin toplandığı bir okul. Ahra, Sergey ve diğerleriyle burada tanışıp arkadaş olmuştu. Okul arkadaşlığı kısa sürede dostluğa dönüşmüş, bu dostluk Ahra’nın yaz tatillerinde diğerlerini Sohum’daki evine davet etmesiyle iyice pekişmişti. Birbirinden ilham alan, en sevdikleri besteleri birlikte çalışan ve yorumlayan beş kafadardılar. Öyle ki, 1992’nin 1 Haziran’ında ünlü Rus besteci Glinka’nın doğumgünü nedeniyle konservatuarın büyük salonunda düzenlenen etkinliğe beşli olarak katılıp en iyi yorum ödülünü almışlardı. Ahra piyao, Sergey keman, diğerleri de keman+viole+flüt çalmışlardı.

Ahra ve arkadaşları 1992’nin 15 Haziran-15 Temmuz arasını yine Abhazya’da geçirmiş, kumsalında koşturup denizinde kulaç atmışlardı. Öğleden sonraları Ahra’nın evinde provalara devam etmişler, arada bir babasının garmonu ve annesinin sesi eşliğinde Abhaz prove repertuarlarına Abhaz şarkıları da eklemişlerdi. Hepsini kendi çocuğu gibi benimseyen Ahra’nın annesi, önceki yıllarda olduğu üzere yine Abhaz muftağının en meşakkatli lezzetlerini hazırlamış; babası, gençlerin o çok övündüğü şarap rezervini bir haftada talan etmesini gülümseyerek karşılamıştı. Eski bolluk yoktu ama çocuklar için gerekli nevale bulup buluşturulmuştu.

Arkadaşları ne kadar farkındadır bilinmez ama Ahra, her yıl bu küçük cennet ülkesinde işlerin iyiye gitmediğini görüyordu. Koca Sovyet sistemi çöküyordu ve ülkesiyle Gürcistan arasında gerginlik tırmanıyordu. 1989’da çatışmalar yaşanmış, Sovyet askerlerinin araya girmesiyle nispeten yatıştırılmıştı. 1990’da Sovyetlerin yıkılması Abhazya’yı güvencesiz bırakmış, Gürcistan’ın Abhazya’ya yönelik tehditleri giderek artmıştı. Söz yerindeyse, her geçen gün Abhazya’nın feri sönüyordu. İşte Ahra tatile geldiği her yıl, adım adım tırmanan bu gerginliği daha yakından hissediyordu. Annesi-babası oğullarını kaygılandırmamak için pek konuşmasa da o komşulardan ve mahalle arkadaşlarından olanı biteni öğreniyordu. Öğreniyordu da, o da o çok sevdiği arkadaşlarını tedirgin etmemek ve tatil keyflerini bozmamak için elden ne gelirse yapıyordu.

15 Temmuz’da, yaz okuluna devam etmek üzere Leningrad’a döndüler. Ahra’nın aklı geride kalmıştı. Hatlar izin verdikçe telefon ederek gelişmeleri öğrenmeye çabaladı. Öğrendikçe huzursuzluğu artıyor, huzursuzlandıkça daha çok merak ediyordu. Ya savaş çıkarsa!…

Evet, 14 Ağustos’ta Gürcistan’ın saldırısıyla savaş çıkmıştı. Ahra haberi duyduğunda, anne-babasına telefon etmeye çalıştı, hatlar izin vermedi, hiç duraksamadan sırt çantasını hazırlamaya başladı. Arkadaşları, “gidemezsin, sen müzisyensin, savaşta yapacağın birşey yok” dediler. Nafile… Sonunda Sergey, “ben de geliyorum” dedi. Ahra karşı çıktı, “sen Rus’sun, Abhazya’daki savaşta ne işin var”. Sergey güldü, “iyi de arkanı kollayacak benim gibi vefalı bir Rus’a ihtiyacın var” diye takıldı. Diğerleri havaalanına kadar eşlik ettiler, ertesi sabah Soçi’ye uçak vardı, geceyi alanda geçirdiler, sabah vedalaştılar…

Ahra ve Sergey üç günü Soçi’de, Abhazya’ya geçmenin yollarını arayarak geçirdiler, Soçi’deki Abhazların irtibat merkezi haline getirdikleri binanın hummalı atmosferine da katıldılar. Sonunda Pitsunda’ya giden bir Kızılhaç teknesine bindiler ve oradan Guaduta’ya geçip direniş saflarına katıldılar.

Ahra ancak bir hafta sonra anne-babasının iyi olduğu haberini aldı. İşgal altındaki Sohum’dan çıkamamışlardı ama iyiydiler.

Sohum düştükten hemen sonra buradaki Abhaz nüfusunun büyük kısmı Gudauta’ya geçmişti. Diğer kentlerden gelenlerle nüfusu üçe katlanan Gudauta direnişin merkezi olmuştu. Adige’den, Kabartay-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’den, Çeçenistan’dan, Osetya’dan, Dağıstan’dan, Rusya’nın çeşitli bölgelerinden, diyaspora ülkelerinden gelen gönüllülerle dolup taşıyordu.

Abhazya’ya ve direnişe liderlik eden Ardzınba, öğrencilerin ve bilim-sanat insanlarının sıcak çatışmalara katılmasını istemiyordu. “Onları gelecek için sakınmalıyız” diyordu. Ama sorun şuydu ki, Abhazya nüfusunun çoğunluğu bilim-sanat insanıydı. Ayrıca, sözkonusu olan yurt savunmasıysa kim geride kalmak isterdi ki!… Ahra ve Sergey 2.Sohum Batalyonu’na (direniş birliği) katıldılar. İlk bir ay, kendilerine benzeyen pekçok gönüllü gibi silahları tanımak ve savaş tekniklerini öğrenmek üzere geri hizmette bulundular. Bu arada, fırsat ve enstrüman buldukça çalarak hem müzikten kopmamaya hem de silah arkadaşlarına moral vermeye çabaladılar. Piyano-keman çalan eller tetiğe alışıyordu. Ekim’in ilk günü Gagra’yı geri almak üzere başlatılan taarruzda ilk cephe deneyimini yaşadılar. En uç birlikte değildiler ama, yedi gün süren çatışmalarda ilk yaralarını alacak kadar savaşın içinde oldular; önlerinde patlayan bir bombanın küçük çarapnel parçaları Ahra ve Sergey’i ‘gazi’ yapmıştı, neyse ki ayakta tedavi ile atlatmışlardı.

Kasım sonunda, Gürcistan’la varılan geçici ateşkes ve mübadele anlaşması ile Ahra’nın annesi ve babası Gudauta’ya geldi, böylece Ahra onları merak etme yükünden kurtulup savaşa daha fazla konsantre olmuştu. Şimdi tek derdi, içten içe sorumluluğunu üslendiği Sergey’i korumak ve kollamaktı. Gerçi Sergey “Ahra’nın arkasını kollamak üzere” gelmişti Abhazya’ya ama Ahra bu savaşın Sergey’in değil kendisinin olduğunu gayet iyi biliyordu. O yüzden katıldıkları çatışmalarda sürekli Sergey’in bir adım önünde durur, ateş altında kaldıklarında yere yatması için Sergey’ı uyarırdı. Sohum’a düzenlenen başarısız saldırılarda, özellikle 15-16 Mart’ta (1993) 400 kayıp verilen büyük saldırıda omuz omuza mücadele ettikleri pekçok silah arkadaşlarını kaybetmişlerdi. Gagra’nın kolay geri alınışının yarattığı özgüven ve moral, Sohum’a yapılan başarısız saldırılarla sarsılıyordu. Yine de herkes gibi onlar da Ardzınba’nın liderliğine, Sosnaliev ve Arşba’nın kurmaylığına ve takım konutanlarının kararlılığına güveniyorlardı.

Nihayet 24 Eylül’de (1993) Sohum’u geri almak üzere büyük taarruz başladı. Taarruz, Gumısta nehrinin dağlık bölgesinden (Guma-Şrom) kıyıya kadar (Eşera) uzanan geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. Ahra ve Sergey’in bulunduğu birlik ortada, karayolunu takip eden güzergahtaydı. İlk iki gün şiddetli bir direniş vardı ve Gürcistan mevzilerindeki sniper’lar (keskin nişancılar) Ahra ve Sergey’in birliğine aman vermiyorlardı. Direniş Abhazya kuvvetlerinin kararlı yürüyüşü sonunda gevşemeye başladı. Gumısta köprüsü üzerinde şiddetli çatışmalar oldu. 26 Eylül sabahı Abhaz öncü kuvvetler köprüyü geçip Sohum’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Ahra ve Sergey de bu grubun içindeydi. Guma-Şrom ve Eşera hattından da iyi haberler geliyordu. Çok kayıp vardı ama Gumısta’yı geçmiş olmak ayakta kalan herkese büyük moral vermişti. İlerleyiş gün boyu sürdü, gece Sohum tren garı yakınlarına kadar gelinmişti.

27 Eylül sabahı, tam şafak vakti Ahra ve Sergey’in yer aldığı birlik, Gürcülerce tahkim edilen tren garına atak yaptı. Geniş bir alandı ve ağır ateşten korunmak imkansızdı. Önce Sergey sendeledi, daha o düşmezden yere Ahra göğsünde bir sıcaklık hissetti. Şafak vakti iki arkadaş, iki dost yattıkları yerden bir an birbirlerine baktılar, birbirlerine el uzattılar, sonra ileriye gidebilen silah arkadaşlarını gözleriyle selamladılar… Bakışları bulanıklaşıp bilinçleri yitip giderken, ayakta olanların ve ileri gidenlerin başaracağını umut ettiler. Onlar başaracaktı… Ve başaranlar, bu başarıya can verenleri ölümsüzleştirecekti…

İşte Sohum’un ortasındaki bu park ve parkın ortasındaki bu anıt, Ahra, Sergey ve nicelerinin ölümsüzlük evidir. Elbette anıttaki her adın başka bir öyküsü vardır. Kimi o parkın çevresindeki evlerde doğmuştur, kimi o parkta aşık olmuştur ve kimi o parkı hiç görmemiştir. Abhazya’nın köşe bucağından, Kafkasya’nın dağından ovasından, Rusya’nın yakınından uzağından, diyasporanın kırsalından kumsalından pekçok insan orada ya da Abhazya’nın her karışında yükselen anıtlarda buluşmuştur. Abhazya’nın özgürlüğü için sonsuzluğa kulaç atmıştır.

Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad…. İki kadın bir erkek, yani bu üç vefalı insan, bu sevgi ve hüzün yüklü üç dost, her yıl 27 Eylül’ün şafak vaktı buraya gelip Ahra ve Sergey’e en sevdikleri şarkıları çalarlar. Biri St. Petersburg’dan, ikisi Moskova’dan gelir, Ahra ve Sergey’in ruhunu sarıp sarmalarlar. Ve orada yatan  yüzlerce yurtseverin.

Bu üç vefalı insanın ruhlara dinletisi devam ederken diğer vefalı insanlar gelmeye başlar. Analar, babalar, kardeşler, çocuklar, akrabalar, dostlar, arkadaşlar, tanıdıklar, tanımadıklar… Abhazya’nın ucu bucağından ve pekçok ülkeden gelirler, gelirler ve orada yatan yüzlercesini kalplerinde, bilinçlerinde ve geleceklerinde yaşatırlar. 27’sinden 30’una kadar insanlar gelir akın akın…

27 Eylül’de Sohum, 30 Eylül’de Abhazya onlar sayesinde özgür olmuştur. Bedeli ödenmiş bir özgürlüktür. Değerlidir, kutsaldır ve vazgeçilemezdir. Sohum’a yolunuz düşerse birgün, bir demet karanfille parka yürüyün, anıtta adları yazılanlara görünün, bir teşekkür edin. Onlar ve onlar gibi Abhazya’nın her karışında dikilen anıtlarda adları yaşatılan kahramanlar sayesindedir bugünümüz.  Onlara saygımız sonsuz, minnetimiz ölçüsüz…

Abhazya’nın 30 Eylül zaferi yakın tarihimizin en muhteşem destanıdır. Bu, yurtseverliğin, cesaretin ve azmin olduğu kadar kardeşliğin, birliğin ve dayanışmanın da destanıdır. Abhazya halkı bu zaferi kardeş Kafkas halklarıyla ve Rusya’nın farklı bölgelerinden gelen vefalı gönüllüleriyle omuz omuza savaşarak kazandı. İşgal kuvvetlerine karşı direnişin başladığı ilk günden itibaren Adigey’den, Kabardey-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’den, Çeçenistan’dan, Dağıstan’dan, Osetya’dan, Rusya’dan, Türkiye’den, Suriye’den, Ürdün’den ve dünyanın pekçok ülkesinden binlerce gönüllü Abhazya’nın yardımına koştu. Yüzbinlerce insan Abhazya’ya siyasi ve ekonomik destek için seferber oldu. Abhazya’nın 30 Eylül zaferi kardeşliğin ve kadim dostluğun, anavatan-diyaspora dayanışmasının, birliğin ve birlikteliğin zaferidir. Bu zafer hepimizindir…

Abhazya bugün özgür ve bağımsız bir ülkedir. Bugünlere kolay gelinmedi. Kendinden kat be kat güçlü bir saldırgana karşı, neredeyse imkansızı başararak bir savaşı kazandı. Peşinden 10 yılı aşkın süreyle ağır bir ambargoya, uluslararası baskıya ve şantaja direndi. Bitip tükenmez provakasyonlara, sabotajlara, yeni saldırı girişimlerine karşı kendini korudu. Tarih boyunca gaspedilmeye çalışılan özgürlük ve bağımsızılık hakkına sahip çıkarak küllerinden yeniden doğdu. Abhazya halkı kardeşleriyle, dostlarıyla birlik olup bunu başardı. Bu başarı bize sevinç ve övünç vermekle kalmadı, tüm dünyada özgürlük, barış ve adalete inanan, bu uğurda mücadele veren tüm insanlara umut, güç ve cesaret verdi.

Abhazya’da kazanılan zafer insanlığın zaferidir. İnsan olmanın zaferi. Bu zafer hepimizindir. Bu özgürlük, bu bağımsızlık hepimizin…

Abhazya’yı zafere, özgürlüğe ve bağımsızlığa taşıyan, başta V. Ardzınba olmak üzere bu başarıya öncülük eden tüm siyasi ve askeri liderleri, bu mücadelede saf tutan tüm yiğit insanları selamlıyor, önlerinde saygıyla eğiliyoruz.

Abhazya’ya özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazandıran 30 Eylül 1993 zaferinin yıldönümünü bu yıl diyasporada da büyük bir şölenle kutluyoruz. 1 Ekim Cumartesi günü, Sakarya’nın Akbalık köyünde,  hem bu zaferi mümkün kılan Abhazya’nın, tüm Kuzey Kafkasya’nın ve Rusya’nın yiğit evlatlarını onurlandırmak için, hem tarihimize ve geleceğimize hep birlikte daha güçlü bir iradeyle sahip çıkmak için biraraya geliyoruz.

Bu yıl 30 Eylül Zafer kutlamaları için Abhazya’ya gidemiyorsanız, 1 Ekim’de Akbalık’a gelin. Gelin ve tarihimizin en önemli zafer gününde gurura ortak olun.

Nıgzara akzayt aydgılara, ayaayra, ahakuytra !..

Yaşasın birlik, zafer ve özgürlük !..

 

Not: 1 Ekim’de Akbalık’ta yapılacak ‘Ayaayra’ kutlamaları için detaylı bilgiye http://ayaayra.org ‘dan ulaşabilirsiniz.