ANADOLU’DA ETNİK GRUPLAR

Etniki Etarya
Alevi Formu  21 Mayıs 2003

Ülkemizde Çerkes olarak tanımlanan gurubu oluşturan unsurları bu üst kimlikte birleştiren etken, çarlık Rusya’sınca 1864’te topluca sürgün edilmiş olmalarının yarattığı büyük acı ve dayanışma duygusudur. Türkiye’ deki Çerkesler esasen dilleri ve soyları tamamen farklı çok sayıda Kuzey Kafkas topluluklarıdır.

Kendi kökenine, geleneklerine bağlı, etnik kimliğiyle onur duyan bir Çerkes çağdaş vatandaşlık bilincinin ve toplumla bütünleşme ihtiyacının gereği olarak kendisini Türk olarak tanımlamakta hiç bir sakınca görmeyebilir. Egemen unsurun kimliğinin temsili önemini benimser. Bu durumda Türklük bu Çerkes için bir “üst” kimliktir.

Türkiye’de etnik guruplar üzerine yapılmış bir çalışmayı aşağıda
göreceksiniz. Ancak bu çalışmada birçok eksiklik ve yanlışlık var.Kabaca fikir vermesi açısından yararlı olacaktır. Tarihçi olmayan benim 1800’lerden bugüne getirdiğim simülasyonlara yakınlık arz ediyor. Benim tahminim üç milyon Kürt ve buna ek üç milyon Kürtleşmiş. Kürtleşmişlerin hemen hemen yarıdan fazlasını, bir veya iki kuşak öncesinde Türkmen ve Alevi Türkmen oldukları kolayca bulunabilecekler oluşturuyor.

Fikir vermesi açısından mesela Diyarbakırlı Hanefi Kürtlerin hepsi
Türk’tür. Yine aşağıdaki yazıda bir görüş olarak dillendirilen
cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlerin sayısı bir milyon olması mümkün değildir. Çünkü 1870’lerde Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri dahil tüm Kürt nüfus 900 bindir (dokuz yüz bin) ve mesela Alevi Kürtler bile buna dahildir.. Kürtleşmiş Türklerin arasında saymadıklarım içinde bile Osmanlı döneminde şehirlileştirme politikaları sonucu Türkmen-Kürt ortak köylerinde evlenmeler nedeniyle hemen hemen tümü eski zamanlarda Kürtleşmişlerdir. Ki bunları Kürtleşmişler arasında değil Kürt kökenliler arasında sayıyorum. Bu bilgilere Gazi Üniversitesi çalışmalarından ulaşılabilir.

Ağrı, Bingöl, Muş ve Van bölgesi, gidip gördüğüm ve dostlarla konuştuğum bir bölge olduğundan buralarda gerçekte Kürtler çok azınlıktadır. Ancak Kürtleşme, Türkiye’nin sosyo-kültürel gelişiminin ekonomik gelişimin de altında bir seyir göstermesi nedeniyle sürmektedir. Mesela büyük şehirlere göçen doğulu Türkler Kürtleşmektedirler. Yalnız son beş yıldır gözlemlediğim kendine Kürt diyenlerde bir soy araştırması ve şüphesi başladığıdır. Ve birçok kimsenin asıl kimliklerine ulaştığını, bana
söylediklerinden, biliyorum.

Türkiye içi doğu-batı kültür farklılaşması azaltılabilirse sosyo-ekonomik nedenlerden kaynaklanan Kürtleşme geriye dönecektir. Bir önemli husus da dini çalışmalar içinde genellikle tarikatlar eliyle yürütülen ve ağırlıklı olarak İngiltere’nin desteklediği Kürtleştirme politikalarının günışığına çıkarılması gerekmektedir.

Türkiye’yi bekleyen pratik bir tehlike İçişleri Bakanlığı bünyesinde
yürütülen otomasyon çalışmalarında firma ve yazılım konularına olası dış müdahalelerin önlenmesidir. Tarikat-Azınlık işbirliğinin bu türden müdahalelerin müteahhitliğini üstlenme olasılığı vardır. Yanlış hesap genetikten döner ve bu arada sosyoloji genetik dinlemez ama yine de doğruluğa ve hakka dair dikkat işbaşında olmalıdır.

Türkiye’ de Etnik Gruplar

Türkiye’deki etnik guruplarda din ortak bir inançtır. Dolayısıyla ayırıcı nitelik dil farklılığıdır… Türkiye’deki etnik guruplarla ilgili son dönem araştırmalar göstermektedir ki, kişilerin kendilerini tanımlamalarında dil, köken gibi ölçütler büyük ölçüde anlamını yitirmiştir… (Örneğin Konda 1993- İstanbul)
.
Burada en ilginç olan, köken olarak hem ana hem baba tarafından Kürdüm diyen (Kürt KÖKENLİ) %7.6’lık gurubun yarısının ben hissen-kalben Türküm demiş olmasıdır…
.
Kürt KÖKENLİ nüfusun %8 olarak kabul edilmesi, Kürtlerin 15-20 milyon olduklarını savunan çevrelerin tepkisine yol açabilir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, yerli yabancı hiç bir “ciddi” araştırmacı ya da kurum Kürt nüfusu böylesine abartılı rakamlarla ifade etmemektedir. Ayrıca çok sayıda ciddi veri %8’lik oranı doğrulamaktadır…

Türkiye’deki Kürt nüfusu gerçek dışı göstermenin “maksat” dışında hiç bir anlamı yoktur. Türkiye’deki Kürt kökenli nüfusun 6-7 milyon olması hiç bir şekilde Kürt kimliğini inkar için bir gerekçe teşkil etmediği gibi, Kürtlüğe en ufak bir saygısızlık göstergesi olarak da algılanamaz…

1985 nüfus sayımındaki belirlemeye göre Doğu ve Güney-doğudaki halkın (9 milyon 903 bin kişi) sadece 2 milyon 766 bini Anadil olarak Kürtçe’yi bildirmiştir. Kalan % 72’lik bölümün anadili Türkçe’dir. P.A.Andrews’un yaptığı gibi, Türkiye nüfusunun “etnik mozaik” olarak tanımlanması da anlamsızdır zira Andrews’ün kendi rakamlarıyla Türkiye’de Türklerin oranı % 88.03 diğerlerinin oranı % 11.87 dir.

Etniklik

Etniklik bir çok farklı ölçütle tanımlanabilen esnek bir kavramdır.
Genel olarak, benimsedikleri dil, din ve sahip oldukları kültür
itibariyle diğer guruplardan farklı olan guruplar etnik olarak
nitelenir. Dil ve dini inanç etnikliğin dışa dönük en önemli
göstergeleridir. Ancak etnik kimliği belirlemede dil ve din birlikte
önem taşıyabileceği gibi, ayrı ayrı da önem taşıyabilirler. Türkiye’deki etnik guruplarda din ortak bir inançtır. Dolayısıyla ayırıcı nitelik dil farklılığıdır.

Bazı durumlarda dil ortaktır, ayırıcı nitelik dini inançtır. Örneğin
Kuzey İrlanda’da etnik guruplaşma Katolik-Protestan ayırımına
dayanmaktadır.

Etnik bir gurubun kimlik pekişiminde, alt gurupların tanımında önem taşıyabilen başka gurup nitelikleri de mevcuttur. Örgütlenme yapısı, aşiret organizasyonu, meslek-uğraş benzerliği, dilleri soyları farklı toplulukların ortak bir kaderi paylaşmış olmalarının yarattığı dayanışma, birlik duygusu etnik gurup oluşumunda rol oynayabilir Örneğin, ağaç işinin toplumsal bir meslek olarak yaygın olduğu Tahtacılar, aşiret organizasyonu itibariyle farklı bir toplumsal yapıya ve özgün bir yaşam tarzına sahip Yörükler Türklerin alt gurupları olarak tasnif edilebilirler. Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da bir çok yörede aşiret mensubiyeti, Türk, Kürt, ya da Arap olmaktan önce gelir.

Ülkemizde Çerkes olarak tanımlanan gurubu oluşturan unsurları bu üst kimlikte birleştiren etken, çarlık Rusya’sınca 1864’te topluca sürgün edilmiş olmalarının yarattığı büyük acı ve dayanışma duygusudur. Türkiye’ deki Çerkesler esasen dilleri ve soyları tamamen farklı çok sayıda Kuzey Kafkas topluluklarıdır.

Etnologlar, bir ülkedeki etnik gurupları belirlemede, kendi amaçlarına bağlı olarak çok farklı etniklik kriterini çok farklı yaklaşımlarla kullanabilirler. Bunun sonucu olarak, etnologlar, aynı ülkede çok farklı sayıda etnik gurup belirleyebilirler.

Özellikle etnik gerilimin mevcut olduğu ortamlarda, etnologların gurup tanımlarının dayandığı temellerin iyi değerlendirilmesi gerekir.

Toplumsal alanda, etnik gurup kimliği iki farklı “bakış”a bağlı olarak farklı tanımlanabilir.

1) Emik Bakış
Emik bakış, bir gurubun kendi kimliğiyle ilgili kendi tanımıdır,
kendisini “ne”, “kim” olarak gördüğüdür. Emik bakışta etnikliğin ölçüsü tamamen gurubun kendi kabulleridir. Bu kabullerin bilimselliği, ya da dışarıdaki diğer gurupların bu gurubu nasıl tanımladığı önem taşımaz. Gurup kimliğinin tanımında asıl olan bu emik bakıştır. Etnik guruplar arası ilişkilerde belirleyici olan etmen her gurubun kendisine ilişkin kimlik tanımıdır. Ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde de göz önünde
bulundurulması gereken emik bakışa dayalı gurup kimlikleridir.

2) Etik Bakış
Etik bakış, dışındaki bir gurubun, bir başka gurubu tanımlamasıdır. Örneğin Türkiye’de büyük çoğunluk bütün Karadenizlileri Laz, Doğuluların büyük bölümünü Kürt olarak tanımlar. Bu “etik” bakıştır. Etik bakış, bilimsel temelden uzak, genelleme şeklinde “kaba” bir görüştür. Bu nedenle, emik bakış gibi geçerli ölçülere dayanmaz. Ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde fazlaca bir önem taşımaz. Etik bakış, genellikle “çoğunluk” egemen unsurun önemsemediği azınlık gurupların kimliklerine ilişkin görüşüdür. Etik bakış, ülkenin etnik yapısının değerlendirilme- sinde önem taşımasa da, çoğunluğun bakışı olarak etnik guruplar arası ilişkilerde etkindir. Özellikle, devlet politikalarının belirlenmesinde etkin olabilen etik bakış, ayrıca gurupların kimlik “değişiminde” de rol oynayabilir.

Etik bakış ve Lazlar
Aşağıdaki iki örnek emik ve etik bakış farklılığını ve de etik bakışın gurup kimliği değişimindeki rolünü açıklayıcıdır. Bugün, ülkenin bir çok yöresinde “Laz” olarak tanımlanan insanlar mevcuttur. Ancak “yerli” kavramı içinde “Laz” sadece Rize’nin Pazar, Arhavi ve Hopa üçgeni içinde küçük bir guruptur. Oysa toplum her Karadenizliyi Laz olarak görür. Toplumun Laz olarak tanımladığı halkın büyük çoğunluğu “Laz” yakıştırmasını reddeder. Konunun uzmanı yabancı bilim adamları da yaptıkları kapsamlı araştırmalar sonucunda Karadeniz bölgesi halkının Pazar, Arhavi, Hopa yöresi dışında “Laz”lığı kabul etmediklerini ve “Laz” olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Bennighaus, Meeker Zonguldak Ereğlisinden başlayarak, Rize’nin Pazar ilçesine gelinceye kadar her yörenin kendisinin bir doğusundaki yöreyi işaretle, kendilerinin “Laz”olmadıklarım belirttiklerini tespit etmişlerdir. Dolayısıyla etik bakışla kalabalık bir gurup olarak görülen Lazlar, gurubun kendi tanımıyla küçük bir etnik guruptur.

Etik bakış ve Zazalar

Zazaların durumu daha ilginçtir. Zazalar tarih boyunca kendi
kimliklerinde onurla direnmiş, ne Türklüğü ne de Kürtlüğü benimsememiş bir topluluktur. Zazaları inceleyen ciddi bütün bilim adamlarının ortak görüşü; Zazaların Kürt ve Zazacanın Kürtçe’nin bir lehçesi OLMADIĞI yolundadır. Bu görüşü paylaşanlar arasında Kürdolojinin babası kabul edilen V. Minorsky, O. Mann, David Mc Kenzie, Sasuni, Haddank,
Prof. Goichie Kojima gibi otoriteler de mevcuttur.

Ancak Zazaların önemli bir bölümü bugün Kürt üst kimliğini benimsemektedirler. Dillerinin Kürtçe’den farklı olmasına ve kökenlerinin Kürt olmadığı bilim adamlarınca ortaya konmasına ve daha önemlisi tarihte Kürtlüğe karşı kimliklerini duyarlı bir şekilde savunmuş olmalarına rağmen; Zazaları Kürt kimliğine iten, kendilerini kuşatan toplulukların etik bakışı ve devletin bu bakış doğrultusundaki tavrı olmuştur.

Osmanlıdan bu yana Devlet ve toplum Zazaları Kürt olarak tanımlamıştır. Toplumsal ilişkiler sürekli olarak Zazalara Kürtlüğü empoze etmiştir. Osmanlı’dan günümüze devletin padişahı, tımar beyi, paşası, kadısı, kaymakamı, jandarması, tahsildarı, öğretmeni,hakimi, savcısı Zazaları Kürt olarak görmüştür. Sonuç olarak daha 50 yıl öncesine kadar Kürtlüğü reddeden Zazaların büyük bir bölümü bugün üst kimlik olara Kürtlüğü benimsemişlerdir. Ancak Zazalıklarını Kürtlükle eşdeğer bir kimlik olarak sürdürmektedirler.

Etnik Kimliğin Değişkenliği

Etnik kimlik pek çok nedene bağlı olarak süreç içinde değişkendir. Tarih içinde, kendi dönemlerine damgasını vurmuş sayısız etnik gurup bugün “kimlik” olarak silinmiştir. Hunlar, Hititler, Sümerler, İskitler, bugün hiç bir etnik gurubu tanımlayan kimlikler değildir. Bu isimlerle anılmış olan topluluklar elbette toptan yok olmadılar. Başka topluluklara karışmış olarak ırki nitelikleri bugünkü toplumlar içinde devam etmekte ise de etnik gurup nitelikleri kaybolmuştur.

Günümüz Türkiye’sinde bile, yakın bir geçmişe dayanan etnik kimlik değişiminin pek çok örneği mevcuttur. Araştırmalarla kanıtlanmıştır ki, bir çok öz be öz Türk unsur Kürtleşmiştir. 24 Oğuz boyundan biri olan Avşarların bir bölümünün yanı sıra, Döğerler, Kalaçlar, Kikiler, Türkanlar, Karakeçililer Kürtleşmişlerdir. Bunların içinde Urfa Karakeçilileri, bugün Batı Anadolu’daki akrabalarının da çabalarıyla Türk kimliklerini yeniden keşfetmekte ve Türklüğe dönmektedirler. İbrahim Paşa’nın zorla Milli Aşiretine bağlayarak Kürtleştirdiği Türkanlar da kimlik değişimine bir başka örnektir. Kürtleşen Zazalar kimlik değişiminin bir başka günümüz örneğidir.
Svanberg’in belirttiği gibi “bir etnik gurubun NE OLDUĞUNDAN çok, NE ZAMAN, yani NE GİBİ KOŞULLAR ALTINDA var olduğu” önemlidir.

Çağdaş Etnik Kimlik

Etnik gurupların belirlenmesinde ve de toplumun etnik yapısının
değerlendirilmesinde yapılan en büyük yanlışlardan biri konuya sübjektif yaklaşılması ve güncel verilere dayanmayan, kişilerin özgür kimlik tanımlarını dışlayan tespitlerin esas alınmasıdır.

Türkiye’deki etnik guruplarla ilgili son dönem araştırmalar göstermektedir ki, kişilerin kendilerini tanımlamalarında dil, köken gibi ölçütler büyük ölçüde anlamını yitirmiştir.Türkiye’deki etnik guruplarla ilgili kitap, makale vb. yayınlarda esas alınan ölçüt genellikle “anadil”,ve “en iyi konuşulan ikinci dildir”.

Etnik kimliğin esas göstergesi olan “sen kendi kabulüne göre kimsin, duyumsadığın kimlik ne” gibi bir sorunun cevabına bağlı genel bir tespite başvurulmamıştır.

“Anadil” ve de “ikinci dil” etnik gurup bilincinden çok, “köken”i açıklaması bakımından önem taşımaktadır. Bugün Türkiye’de Kürt, Arap, Zaza gibi etnik guruplarda “anadil” gurup kimliğiyle örtüşmektedir. Kendisini Kürt, Arap, Zaza olarak tanımlayanların “anadili” kendi dilleridir. Ancak “anadili” Arapça, Kürtçe, Zazaca olan herkes kendini Arap, Kürt, Zaza olarak tanımlamamaktadır. Dolayısıyla, genelde “sadece” dil ölçütüne dayalı etnik tasnifler ve etnik gurupların nüfuslarına ilişkin tahminler geçerli değildir.

“Anadil” kökeni, “ikinci dil” ise köken kadar “köken karışımlarını” açıklamak yönünden önemli ölçütler olarak değerlendirilebilir. Ancak böyle bir değerlendirmede dahi gözetilmesi gerekli bir çok şart söz konusudur.

1993 Konda Soy, Dil, Etniklik İlişkisi

1993 yılında, Konda A.Ş. tarafından Milliyet gazetesi için İstanbul’da 15.683 gibi çok büyük sayıda deneğe dayalı kapsamlı araştırma -yerel bir gösterge olarak dahi kabul edilse- soy, dil, etniklik ilişkisini çok açık göstermektedir. KONDA A.Ş. 1993 Denek: 15 bin 683, 19 ve 19 yaş üstü SOY KÖKENİNE GÖRE DAĞILIM (%)

SOY Kürt Balkan Kökenli, Kafkas Kökenli, Laz Gayri- Müslim Arap Toplam:
(a) Ana- baba tarafından 7.63 2.69 2.19 4.28 0.78 0.79 18.44
(b) Ana-baba+hısım tarafından 13.30 6.81 5.75 8.77 1.39 2.57 39.59
Bu tablonun ifade ettiği anlam, ana-babaya dayalı soy olarak İstanbul nüfusunun % 61.4’nün kendisini Türk, % 18.44’ünün ise “farklı” kökenden kabul ettiğidir. % 21.11′ lık gurup ise “karışık” kökenlidir. Bu gurubun akrabalık ilişkileri büyük çoğunlukla Türklerledir.

1993 Konda Benimsenen Kimlik

Ancak çok önemli olan, bu guruplara “siz kendinizi ne hissediyorsunuz?” sorusu yöneltildiğinde alınan cevaplardır. Yani kendi inancınıza, kabulünüze, hissiyatınıza göre kendi etnik kimlik tanımınız nedir anlamındaki soruya deneklerin verdikleri cevapların oransal dağılımı şöyledir.

Benimsenen Kimlik (%)
Türk 65.0
Türk-Müslüman 21.0
Müslüman 4.0
Türk (Kürt Kökenli) 3.7
Arap 0.13
Çerkes 0.46
Laz
Kürt-Zaza 3.90

Tablodaki dağılıma göre deneklerin % 89.7 gibi ezici bir çoğunluğu etnik kimlik olarak Türklüğü benimsemektedir. Türküm diyen % 89.7’lik ve sadece Müslüman’ım diyen % 4’lük gurubun dışında “farklı” bir kimlik benimseyenlerin oranları şöyledir.

Benimsenen Kimlik (%)
Kürt/Zaza’yım 3.90
Çerkes’im 0.46
Ermeni’yim 0.22
Arap’ım 0.13
Rum’um 0.12
Çingene’yim 0.09
Boşnak’ım 0.06
Musevi’yim 0.05
Diğer 0.36

1993 Konda ve İstanbul’da Türk Kimliği

Görülüyor ki, deneklerden % 1′ i aşan tek gurup % 3.9 la Kürtlerdir. Türk değilim diyen gurupların toplam oranı sadece % 5.39 dur.

Burada en ilginç olan, köken olarak hem ana hem baba tarafından Kürdüm diyen % 7.6’lık gurubun yarısının ben hissen-kalben Türküm demiş olmasıdır.

Sık sık, bir azınlıklar şehri, Kürt kenti olarak tanımlanan İstanbul
gibi kozmopolit bir yerde dahi deneklerin % 90’nın Türküm demiş olması önemli bir göstergedir.

Bu kapsamlı ve önemli anket de göstermektedir ki ne ana-dil, ne soy kökeni 20’nci y.y. Türkiye’sinde etnik kimlik belirlemesinde ağırlıklı bir etmen değildir.

ÜST KİMLİK

Üst kimlik çoğu kez yanlış tanımlanmakta ve kavram kargaşasına yol açmaktadır. Doğru tanımın iyi anlaşılabilmesi için aşağıdaki örneklerin iyi değerlendirilmesi gerekir.

Kendi kökenine, geleneklerine bağlı, etnik kimliğiyle onur duyan bir Çerkes çağdaş vatandaşlık bilincinin ve toplumla bütünleşme ihtiyacının gereği olarak kendisini Türk olarak tanımlamakta hiç bir sakınca görmeyebilir. Egemen unsurun kimliğinin temsili önemini benimser. Bu durumda Türklük bu Çerkes için bir “üst” kimliktir. Bir başka Çerkes köken bilincine ve onuruna sahip olmakla birlikte, kuşaklardır bu topraklarda yetişmenin, egemen kültürle yoğrulmanın sonucu olarak kendini Türk olarak duyumsayabilir ve Türk kimliğini üstün tutabilir. Bu anlamda Türklük bu Çerkes için artık “üst” kimlik değildir.

Üst kimliği tartışanların sık sık düştükleri yanlış üst kimliğin değişik “algılanma” düzeylerini, ve kişilerin kendi tercihlerini gözardı ederek, insanlara kendi ölçüleriyle kimlik biçme yanılgılarıdır.

Bazı köşe yazarları ise bu yanlışa ek olarak bir de “yerli”, “sonradan gelme” yani otoktonluk gibi bilim dışı ölçüler ekleyerek kendi kafalarına göre “üst” kimlikler yaratmaktadırlar.

Üst kimliğin, ne “azlık”, “çoklukla” ve ne de “yerli” “göçmen” olmakla ilgisi yoktur. Üst kimlik tamamıyla gurubun kendine bakışı, egemen unsuru algılayışıyla ilgili bir tanımlamadır.

Üst kimlik en kısa tanımıyla “rıza ile kabul edilen ortak temsili”
kimliktir.

P.A.Andrews ve Türkiye’de Etnik Guruplar

Söz konusu eser siyasetçilerin, aydınların, medya mensuplarının
başvurduğu bir kaynaktır. Ne yazık ki bu eser maddi hatalar da dahil olmak üzere pek çok yanlışla dolu olduğu gibi, konuya yaklaşımı itibariyle Türkiye’nin etnik yapısını açıklamaktan da uzaktır.

Orta Doğunun etnik yapısının incelenmesiyle ilgili çalışmaların bir
bölümünü oluşturan eser 1989 yılında, Özgür Batı Almanya Üniversitesi tarafından 660 sayfa olarak İngilizce yayınlanmıştır. Eserin 318 sayfalık bölümü Tüm zamanlar Yayıncılık tarafından Türkiye’de Etnik Gruplar ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir. Eserin dayandığı veriler hem “güncellik” ve de daha önemli olarak “güvenilirlik” bakımından bizzat yazarının da ifade ettiği gibi sağlam değildir.

1) Eserin sunduğu bilgiler, doğrudan kendilerince yapılmış araştırmalara değil, çok sayıda farklı araştırmacının eserlerinden “taranarak” sağlanan verilere dayanmaktadır. Dolayısıyla eser bir “tarama”dır.
2) Bizzat Peter Alford Andrews’ün de eserin giriş kısmında belirttiği gibi dokümanlar yetersizdir ve de veriler kendi ifadesiyle “alındıkları kaynaklar kadar güvenilir ve de etniklik üzerine olan bilginin açık olabileceği kadar açıktır.” Etnik bilgilerin kaynağı durumundaki pek çok araştırmacı ise gurup taassubu ile tarafgirdir.

Dayandığı verilerin güncel olmaması ve kaynakların sağlamlığı
konusundaki kuşkular bir yana, P.A. Andrews’ün etnikliğin temel
ölçütleriyle beraber ikincil tüm ölçütleri de sonuna kadar zorlayarak Türkiye’de 47 etnik gurup belirlemede gösterdiği gayreti anlamak mümkün değildir. Böyle bir yaklaşım çerçevesinde 21 Kişilik Almanlar bir yana, 290 çadırlık Abdallar, “330” evlik öz be öz Türk Özbekler de “farklı” birer etnik gurup olarak tasnif edilmiştir. Andrews’ün asıl bağışlanması mümkün olmayan yanlışı, bizzat kendi tespitleriyle etnik nüfusun genel nüfusa oranı %12 yi bulmaz iken Türkiye’yi bir “mozaik” olarak niteleyebilmiş olmasıdır. Türkiye’de Etnik guruplar isimli eserin mahiyetinin anlaşılabilmesi için söz konusu 47 gurubun hangi ölçülerle ve nasıl bir bakışla belirlendiğini görmek gerekir.

Andrews’un tasnifinde Türkler

Andrews’un tasnifinde 47 guruptan 18’i öz be öz Türk’türler. Bunları “farklı” etnik guruplar olarak göstermesi yanlıştır.
1) Dilleri-Soyları ve dinleri bir, öz be öz Türk guruplar ilk önce 15
ayrı etnik gurup olarak tanımlanmışlardır.

  1. a) Türkler,
    b) Kırgızlar,
    c) Karapapaklar,
    d) Türkmenler,
    e) Kazaklar,
    f) Kumuklar,
    g) Yörükler,
    h) Özbekler,
    i) Özbek Tatarları,
    j) Azeriler,
    k) Balkarlar,
    l) Kırım Tatarları,
    m) Uygurlar,
    n) Karaçaylar,
    o) Nogay Tatarları

    Bu gurupların soylarının Türk, dillerinin Türkçe ve dinlerinin İslam
    olduğunu Andrews da kabul etmektedir.

2) Türkler,ayrıca mezhep ölçütü ile de tanımlanarak “farklı” 6 guruba daha bölünmüşler ve de 2 alt gurupta tasnif edilmişlerdir.

Ana gruplar Alt guruplar
a) Sünni Türkler,
b) Tahtacı-Türkmen (Alevi),
c) Alevi Türkler,
d) Abdal-Türkmen (Alevi),
e) Sünni Yörükler,
f) Alevi Yörükler,
g) Sünni Türkmenler,
h) Alevi Türkmenler,

Sonuç olarak 47 etnik gurubun 18’ini bu şekilde bir tasnife tabi tutulan Türkler oluşturmaktadır. Bu “yapay” bir tasniftir.

Andrews’un tasnifinde mezhepler ve etniklik
Dil ölçütünden ayrı olarak Türkler dışındaki 3 gurup; Kürt, Arap,
Zazalar bir de mezhep ayrımına göre tasnif edilerek 8 etnik guruba ayrılmışlardır.
a) Sünni Kürtler
b) Alevi Kürtler
c) Yezidi Kürtler
d) Sünni Araplar
e) Alevi Araplar
f) Hıristiyan Araplar
g) Sünni Zazalar
h) Alevi Zazalar

Bu guruplama da çok ciddi bilimsel bir yanlış, kendilerini
Harun-er-Reşidin oğlu Mutasım’ın Türk olan annesinin Horasanlı Türkmen kabilelerinden olarak tanımlayan Nusayri Alevilerin tamamının Arap olarak gruplandırılmış olmasıdır. Tarihi veriler Nusayrilerin Türklüklerini kanıtlamıştır.

Andrews’un tasnifinde Nüfus Yoğunlukları

Nüfusu 21 kişi, 330 çadır, 250 kişi, 330 ev olarak gösterilen guruplar da aynen Türkler, Kürtler gibi 47 ana etnik gurup tasnifinde yer almışlardır. (Bu gurup içindeki Türklerin listesi sadece bilgi olarak verilmektedir.)

Gurup Nüfus (kişi) (%)
Almanlar 21
Estonlar 40
Polonezler 250
Kuban Kazaklar 670
Molokanlar 1.600
Rumca Konuşan Müslümanlar 4.500
Ossetler 4.500
Sudanlılar 5.000
Dağıstanlılar 5.223
Keldaniler 7.000
Çingeneler 10.000
Rumlar 10.000
Museviler 25.000
Ermeniler 60.000
Arnavutlar 53.520
Hemşinliler 39.000
Gürcüler 80.000
Yezidiler 10.000
Uygurlar 700
Kırgızlar 1.137
Özbekler 330
Balkar Karaçay 3-4.000
Azeri (Şii) Kars 25.000
Azeri Karakalpak 106.000
Kazak Türkmen 700 ev
Özbek Tatar 700
Kırım Tatar 43 köy
Nogay Tatar 37 köy
Yörük Sünni 50.000
Yörük Alevi ?
Tahtacılar 100.000
Abdallar 290 çadır
Çeçen-İnguş 10.000
Süryaniler 35.000
Yukarıdaki etnik gurupların nüfuslarına göre dağılımları şöyledir:
Nüfus Gurup sayısı
21-5500 kişi 17
5.501 – 10.000 8
10.001 – 50.000 4
50.001 – 100.000 6

Andrews’un tasnifine göre Türkler ve diğerlerinin genel nüfus içindeki payı

Sonuç olarak değerlendirildiğinde, 47 guruptan 18’i Türk, 5’i mezhep gurubu olarak Kürt, Zaza, Arap, 25’i nüfusu 10 bin 001’nin altın da guruplardır. Toplam 47 gurubun 42’sinin nüfusu 100.000’in altındadır. Özetle, Andrews’ün nüfusu 100.000’nin üzerinde belirlediği Türk olmayan, asli gurup sayısı gerçekte 5 tir. Bunlar Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Araplar ve Lazlardır. D. Andrews’ün kendi tespitleri esas alındığında etnik gurupların tümünün nüfusunun genel nüfus içindeki payı %11.87’dir.

Anadil 2’ci dil Toplam
Kürtler %7 %1.36 %8.36
Zazalar %0.47 %0.06 %0.53
Çerkesler %0.18 %0.15 %0.33
Araplar %1.1 %0.53 %1.63
Lazlar %0.008  %0.02 %0.02
Diğer %1
Toplam %8.83 %2.12 %11.87

Yukarıdaki oranların belirlenmesinde “anadil” ve “2’nci dil”
rakamlarının aynı kökeni gösterdiği “varsayımı” kabul edilmiştir. Ancak küçük bir düzeltme de yapılmıştır. Andrews çok büyük bir maddi hata yaparak basit bir çıkarmayı atladığı için 2’nci dil rakamlarını yanlış vermiştir. Bu yanlışın genele etkisi % 2.5’dir. Kaldi ki, “ikinci dil” kökenin değil, köken karışımının göstergesidir.

Görüldüğü üzere, Andrews’ün hesabıyla Türkiye’de Türklerin oranı %88.03 diğerlerinin oranı % 11.87 dir. Uluslararası bilim çevrelerinin koyduğu ölçüyle bir ülkenin etnik bir mozaik olarak tanımlanabilmesi için iki şart gereklidir. Ayrıca bu iki şartın birlikte sağlanması gerekir.

Bunlardan biri etnik “çeşitlilik” diğeri “nüfus oranıdır”. Egemen
unsurun nüfus oranının % 65-70 olduğu bir ülke için “mozaik” tanımı, çeşit ne olursa olsun geçerli değildir. Prof.Martin Lipset için oran % 65’dir.

Bizzat kendi tespitleriyle tablo bu kadar açıkken Andrews’ün Türkiye’yi etnik bir mozaik olarak tanımlamış olmasını bilim adamı sıfatıyla bağdaştırmak güçtür.

Etnik mozaik kavramı ve Fransa örneği

Uluslararası bir örnek olarak Fransa’ya bakmak yeterlidir. 1978
istatistiklerine göre Fransa’da 17 etnik gurup mevcuttur. Üstelik bu sayı Andrews’ün yaklaşımıyla 80’ni aşmaktadır.

Söz konusu 17 gurubun genel nüfus içindeki oranı %19’dur ve bu
guruplardan 16’sının nüfusu 100 binin üzerindedir. (Türkiye’de etnik gurupların toplam nüfus oranı % 11.87 ve nüfusları 100 bin üzerindeki gurup sayısı sadece 5’tir.) Böyle bir tabloya rağmen Fransa’da ne mozaik sözü edilir, ne de Fransa için “mozaik” nitelemesi yapılır. Fransa haklı olarak mozaik nitelemesini reddettiği gibi, milli azınlık kavramını da benimsememektedir. Fransa 1992 yılında anayasasının 2nci maddesini “Fransızca Cumhuriyetin anadilidir.” şeklinde değiştirmiştir. Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan ve 11 üye ülkenin imzaladığı “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı”na taraf olmamıştır. Fransa Anayasa Kurulu 1991 deki kararında Fransa halkının unsuru Korsika halkı ifadesini anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Üniter bir devlet olarak milli bütünlüğünü 100 yıla aşkın bir süre önce pekiştirmiş olan Fransa’nın etnik guruplara bakışı hiç değişmemiştir. 1925 yılında devrin Milli Eğitim Bakanı A de Monzie bu bakışı şu sözleriyle özetlemiştir. “Fransa’nın tarihsel birliği için, Brötanca’nın ortadan kalkması gerekmektedir.”

Bu yapıda bir Fransa etnik bir mozaik olarak tanımlanmaz, bu zihniyette bir Fransa eleştirilmezken, Türkiye’yi mozaik olarak nitelemek sadece bilimi inkar değil, insafsızlıktır.

Etnik çalışmalarla ilgili zorluklar

Türkiye’nin etnik yapısına ilişkin bilgilerin sağlanabileceği kaynaklar dağınıktır. Her etnik gurup için farklı kaynakları taramak gerekir. Belirli bir guruba ilişkin bilgi için dahi çok sayıda tarama yapma zorunluluğu vardır. Sabırlı bir araştırmayla farklı kaynaklardaki bilgileri toplayarak genel bir değerlendirme yapmak mümkündür. Ancak bu durumda da kaynakların
“güvenilirliğini” çok özenli bir ayırıma tabi tutmak gerekir.

Türkiye’nin etnik yapısına ilişkin araştırmanın en güç yanı burasıdır. Doğal olarak etnik araştırmalara yönelenler çoğunlukla kökenlerini tanımak isteyen etnik gurup mensuplarıdır. Bu araştırmacıların büyük bölümü konuya duygusal yaklaşmaktadırlar. Kendi kökenlerinin asaletini, toplum içindeki önemini kanıtlama gayretiyle verileri abartmaktadırlar.
Milliyetçilik şovenizmi ile yaklaşanlar ise, abartma sınırını da aşarak verileri tahrife, uydurmalara yönelmektedirler. Batılı araştırmacılar da büyük çoğunlukla doğru bilgi vermemektedirler.

Bunun başkaca üç nedeni mevcuttur.

a) Batılı araştırmacılar, çoğunlukta olan yerli tarafgir eserleri
yeterli bir özenle ayıklama imkanına sahip olmadıkları gibi, bu konuda yeterince duyarlı da değillerdir.
b) Günümüz Batılı araştırmacılarının değer verdikleri geçmiş dönemlere ait Batılılarca yapılmış araştırmaların çoğu yerlilerinkinden çok daha tarafgirdir. Örneğin, Kürtlerin incelenmesinin yoğun olduğu 1850-1930 yıllan arasındaki araştırmaların pek çoğu “görevlendirilmiş” kişiler tarafından yapılmıştır. Sonradan Kürdoloji’nin babası olarak anılan V.Minorsky, Nikitin, Jaba 1856 Paris Antlaşmasıyla Osmanlıların bir Avrupa ülkesi olarak tescilinin ardından uzak denizlere inmek için yeni bir yol açma gayretinde olan Ruslann Kürtlüğü araştırmak için Urmiye ve Erzurum’da görevlendirdikleri konsoloslardır. Bir kaç istisna dışında, diğer Batılı ülkelere mensup araştırmacıların tümü Türk, Fars ve Arap dışında bir etnik gurup tanımlama gayretiyle gerçeği saptırmışlardır. Bu yaklaşımın sonucudur ki hepsi Kürtlüğü bir tarafa çekmiş, sonuçta da biri diğerinin tespitlerini kolayca çürüterek tezlerinin bilimsel geçerliliği olmadığını kanıtlamışlardır.
c) Batı Türklere karşı asırların mirası bir önyargıya sahiptir. Ayrıca verileri “milli çıkarlarına uygun” olarak değiştirmekte ya da gizlemektedir, Batılı aydın da bu toplumun, eğitimin ürünüdür ve de “milli çıkarlar” konusunda devleti kadar taraftır.

Türkiye’deki Etnik Gurupların Büyüklükleri

Daha önce de belirtildiği gibi, “anadil ve “ikinci dil” rakamlarına
dayalı olarak Türkiye’deki gurupların bugünkü nüfuslarını tespit yoluna gitmek ciddi yanılgılara yol açar. Konda A.Ş.’nin çok geniş kapsamlı 1993 yılı İstanbul araştırmasının da kanıtladığı üzere kişinin kendi tanımı dil ve köken ölçütünden büyük oranda bağımsızdır. Dolayısıyla “dil” rakamları esas alınarak belirlenecek nüfus, etnik gurup nüfusundan çok, etnik gurubun “köken ilişkisini ” açıklayacak niteliktedir.

Kürt Kökenliler:
Türkiye nüfusunun “anadil” ve “ikinci dil” esasına göre dağılımını veren belgeler 1927 den 1965 yılına kadar yapılmış olan Genel Nüfus Sayımlarıdır. Genellikle 1965 Genel Nüfus Sayımına ait veriler bazı çevrelerce kuşkulu bulunmaktadır. Ancak şu bir gerçektir ki Genel Nüfus Sayımlarında devlet hiç bir şekilde yönlendirici olmamıştır. Bunu herkes kabul ediyor. Ayrıca Genel Nüfus Sayımları verileri oransal mukayeseler bakımından tutarlılık içindedir. Kaldı ki 1965 nüfus sayımından sonraki araştırmalar ve seçmen profili tespitleri de 1965 nüfus sayımı verilerini doğrulamaktadır. Sayım memurlarının kültür düzeyine bağlı, ya da gurupların kimliklerini gizleme endişesinden kaynaklanabilecek yanlışlıklar esası etkileyecek ölçüde değildir. 1927 yılından 1965 yılına kadar yapılmış olan genel nüfus sayımlarında “anadili” Kürtçe olanların sayısının genel nüfusa oranları şöyledir.

1927     %8.7
1935     %9.2
1945     %7.9
1950     %8.8
1955     %7
1960     %6.7
1965     %7.1

Türkiye’de yaşayan insanlar için önem ifade etmeyen bir dil olan
Kürtçe’nin ikinci dil olarak konuşulmakta olması da “köken” ilişkisi ifade etmektedir. Ancak Kürtçe’yi ikinci dil olarak konuşanların arasında Türkler ve Araplar da bulunmaktadır. İkinci dili Kürtçe olan 429 bin 168 kişinin (% 0.8) tamamı Kürt kökenle ilişkilendirildiğinde dahi Kürt kökenli nüfus % 8 olarak tespit edilmektedir. Kürt kökenli nüfusun % 8 olarak kabul edilmesi, Kürtlerin 15-20 milyon olduklarını savunan çevrelerin tepkisine yol açabilir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, yerli yabancı hiç bir “ciddi” araştırmacı ya da kurum Kürt nüfusu böylesine abartılı rakamlarla ifade etmemektedir.

Ayrıca çok sayıda ciddi veri %8’lik oranı doğrulamaktadır.
Örneğin,
a) Daha önce zikredilen Konda A.Ş.’nin İstanbul araştırmasında ana-baba tarafından Kürdüm diyenlerin oranı % 7.6’dır. Akraba ilişkileri dahil edildiğinde bu oran % 13.1 olmaktadır. Ancak bunların sadece % 4’lük bir bölümü hissen-kalben Kürdüm demektedirler.
b) 1993 de TÜSES’in yaptığı araştırmada Kürt olarak belirlediği gurubun genel seçmen sayısı içindeki oranı % 9.8’dir
c) Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Aykut Toros, Yrd. Doç. Dr. İsmet Koç ve Araştırma Görevlisi A. Erman Özsoy’un 1935, 1965 Genel Nüfus Sayımları verilerini esas alarak” yaptıkları projeksiyona göre 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranı % 6.2’dir.
d) Tarafgir verilerin etkisinde olduğu bilinen M. M. Van Bruinessen’e göre dünyadaki Kürt sayısı 15-16 milyon Türkiye’deki Kürtlerin sayısı 7-8 milyondur.
e) Javed Ensari’ye göre dünyadaki Kürtlerin nüfusu 15 milyon
civarındadır ve bunların % 25’i, 3 milyon 375 bini Türkiye’dedir.
f) Doktora çalışmasında Kürtlerle ilgili nüfus tahminlerini
karşılaştırmalı olarak değerlendirmiş olan M. Fany’nin 1930 yılı için Türkiye’de belirlediği Kürt sayısı 1 milyondur. Bu sayısının o günkü Türkiye nüfusu içindeki payı % 6.6 dır
g) Almanya’da yayınlanan uluslararası nitelikli “Der Fisher Weltalmanach 95” adlı eserde dünyadaki Kürt nüfusu yaklaşık 16 milyon olarak verilmiş, Türkiye’deki Kürt sayısı 6.2 milyon olarak gösterilmiştir.
h) 1985 nüfus sayımındaki belirlemeye göre Doğu ve Güney-doğudaki halkın (9 milyon 903 bin kişi) sadece 2 milyon 766 bini anadil olarak Kürtçe’yi bildirmiştir. Kalan % 72’lik bölümün anadili Türkçe’dir.

Değerlendirme Kriterleri

Bu tespitleri değerlendirirken özenle hatırda tutulması gereken husus yukarıdaki rakamların “ağırlıklı olarak”, “dil” ölçütüne göre
belirlendiğidir. Konda A.Ş’nin araştırmasının da işaret ettiği üzere “dil” “soy” kimlik tanımında ikincil bir ölçüte dönüşmüştür. Dolayısıyla yukarıdaki oran ve sayıları “Kürt” değil, “Kürt kökenli” olarak yorumlamak daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Kürt kökenli olmakla Kürt olmak farklı gerçekliklerdir.

Ayrıca, bütün kaynaklar dilleri tamamıyla farklı, bugün sayılan 1
milyona yakın olarak düşünülebilecek Zaza kökenlileri de Kürt olarak göstermiştir. Dolayısıyla verilen oran ve rakamlara Zazalar da dahildir. Türkiye’deki Kürt nüfusu gerçek dışı göstermenin “maksat” dışında hiç bir anlamı yoktur. Türkiye’deki Kürt kökenli nüfusun 6-7 milyon olması hiç bir şekilde Kürt kimliğini inkar için bir gerekçe teşkil etmediği gibi, Kürtlüğe en ufak bir saygısızlık göstergesi olarak da algılanamaz.

Zazalar
1965 Genel Nüfus Sayımında “anadili” Zazaca olanlar 150 bin 644 ikinci dili Zazaca olanlar 20 bin 413 gösterilmiştir. Toplam olarak 171 bin 057 ve nüfus oranı % 0.54 dur. Ayrıca bu bölgelerdeki Zazaların çoğu Kürtlüğü üst kimlik olarak benimsemişlerdir. Sayım memurları da Zazaca’yı Kürtçe’yle ayırt edememiş olabilirler. Sonuç olarak Zazaların gerçek nüfusunun % 1’in altında düşünmemek doğru bir yaklaşım olur. Zazalar iyi tanıyan bazı
araştırmalara göre Zazaların gerçek sayısı 1 milyonun üstündedir. Ancak bu rakam da Kürt kökenli nüfusa dahil edilmiştir.

Araplar
Anadile göre yapılan tespitler, 1965 Genel Nüfus Sayımı verilerine göre Arapların nüfusu % 1.2 civarındadır. 1965 sayımı esas alınarak “ikinci dili” Arapça olanlar da bu guruba eklendiğinde (% 0.53) bu oran % 1.7 olmaktadır. Ancak bu oran içinde Nusayriler de mevcuttur. Nusayrilerin büyük çoğunluğu Türkçe ve Arapça olmak üzere iki dillidirler. Ayrıca Nusayrilerin büyük çoğunluğu köken olarak Abbasi hükümdarı Harun-er
Reşid’in yerine geçen oğlu Mutasımın Türk kökenli annesinin Horasan Türkü kabilesinden olduklarına inanırlar. Tarihi belgeler de bu yöreye Araplar tarafından Türklerden oluşan büyük askeri güçlerin ve halkın iskan edildiğini doğrulamaktadır. Dolayısıyla büyük bir nüfusa sahip olan Nusayrilerin sayısı Arap nüfustan çıkarılmalıdır. İstanbul için yapılan Konda A.Ş araştırmasında köken olarak kendilerini Araplıkla ilişkilendirenlerin oranı % 0.79 (akrabalarla birlikte % 2.57dir.) Ancak Arap etnik kimliğini benimseyenlerin oranı sadece % 0.13 dür.

Çerkesler
1965 Genel Nüfus Sayımı’nda anadili Çerkes dillerinden olanların oranı
% 0.19, ikinci dili Çerkes dili olanların oranı % 0.15’dir. Bu sayım esas alındığında Çerkes kökenli nüfusun genel nüfus içindeki payı % 0.34 olarak görülmektedir. Aynı oran bugünkü nüfusa uygulanırsa Çerkeslerin nüfusu yaklaşık 200 bin olmaktadır.

Ancak değişik kaynaklardaki verilerle birleştirildiğinde Çerkes kökenli nüfusu 1 milyonun üzerinde kabul etmek gerekir.

Çerkes kökenli nüfusa ilişkin olarak ÖZBEK’in tespiti 1984 yılı için
1 milyon 100 bindir. Bu arada tarihi veriler incelendiğinde Türkiye’deki Çerkes kökenli nüfusu 1.5 milyon civarında kabul etmek mümkün olmaktadır. Kuzey Kafkas ülkelerinin Çarlık Rusya’sına karşı verdikleri destansı bağımsızlık savaşı 1864’te büyük bir kırıma dönüşen yenilgiyle sonuçlanmış ve Ruslar Çerkesleri sürmüşlerdir. O günkü verilere göre sürülen nüfus farklı kaynaklara göre 600 bin ile 1 milyon 500 bin arasında değişmektedir.

Ancak büyük sefalet içinde gerçekleşen göç sonucu Osmanlı topraklarına ayak basabilenler 400 bin civarında gösterilmektedir. Osmanlı topraklarına gelen Çerkesler; Balkanlar, Suriye, Mısır, Filistin ve Anadolu da iskan edilmişlerdir. Anadolu’ya iskan edilen nüfus 150-200 bin olarak
tahmin edilmektedir. Bunların büyük çoğunluğu Adigeler sonra Abhazlar ve 20 bin civarında Wubıh’la, 3 bin aile Çeçen-İnguş, Türk asıllı Balkar ve Karaçaylardır. Asetinler ve Dağıstanlılar da diğer küçük guruplardır. Çerkesler, kendi soylarından oluşan köyler kurmuşlar ve doğal asimilasyona uzun süre direnmişlerdir. Ancak Müslüman olmaları ve kentleşmenin hızlanması sonucu büyük ölçüde dillerini unutmuşlar ve Türk toplumuyla bütünleşmişlerdir.

Yapılan araştırmaların hemen hemen tamamı göstermektedir ki, Çerkes kökenli unsurlar için Türk kimliği köken kimliklerinden önde gelmektedir. 1993 yılında İstanbul’da yapılan araştırmada ana ve baba tarafından Kafkas kökenliyim diyenlerin oranı % 2.19’dur. Ancak bunların sadece % 0.46 si kimlik olarak Çerkesliğe bağlı olduklarını belirtmişlerdir.

Lazlar
Lazlar Türkiye’nin her tarafına yayılmış bir guruptur. Ancak “yerli”lik itibariyle Lazlığın merkezi Pazar(Rize), Arhavi, Hopa üçgeni gibi küçük bir yöredir. Batılı araştırmacılar Lazları köken itibariyle, Megreller vasıtasıyla Gürcülere bağlama çabası içinde olmuşlardır. Oysa Türkiye “Laz”ları çok eskiden beri Türk boylarının da yerleşim alanı olan bir bölgenin insanları olarak ayrı incelenmek durumundadırlar. (Bkz.sf 124 ) 1964 sayımına göre “Lazca” bilenlerin toplam sayısı oran olarak % 0.26’dır. Andrews’un aktardığı verilere göre Lazca konuşanların sayısı 90 bin-250 bin olarak değişmektedir. Tarihi verilere bakıldığında 1873 Osmanlı kayıtlarına göre Trabzon’a bağlı Hona, Gona, Arhavi, Atina (Pazar) Hemşin’den oluşan “Laz bölgesinin” nüfusu aile olarak 9 bin 205, sayı olarak 55 bin 350 olarak görülmektedir.

Lazlar da aynen Çerkesler gibi Türk kimliğinin ayrılmaz bir parçası durumundadırlar. Konda A.Ş’nin 1993 İstanbul araştırmasında % 4.28’lik gurubun tamamına yakını kendilerini Türk gördüklerim ifade etmişlerdir.

Balkan Kökenliler
Balkanlardan 1923- 1958 arası Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 1 milyon 163 bin 639’dır. Bu sayıya Türkler de dahildir. Türklerin dışında gelenlerin ana dillerine bağlı olarak belirlenen kökenleri Bulgar, Sırp, Pomak, Hırvat, Boşnak, Romen ve Yunanlardır.

Bu gurupların önemli üç özelliği, gönüllü gelmeleri, Müslüman olmaları ve Osmanlı kimliğini benimsemiş olmalarıdır.

1965 sayımına göre anadilleri Türkçe’den başka olanların sayısı
53 bin 903’dur, genel nüfus içindeki oranlan % 0.17’dir. Bu guruplar kimlik tanımlarının sağladığı kolaylıkla, çok kısa bir süre içinde Türkleşmişlerdir.

Azınlıklar:
Lozan antlaşmasıyla üç guruba “azınlık statüsü” tanımıştır. Bunlardan Rumların nüfusu bugün 10 binin, Yahudilerin nüfusu 25 binin altındadır. Ermenilerin nüfusu ise 40-60 bin arasındadır.