ANADİLİ VE ULUSAL BİLİNÇ

Dr. MEŞFEŞŞÜ Necdet Hatam

İyi günler Sayın Dinleyiciler,

Добрый Ден Увэжаемые господа

Bu konferansın toplumumuza uğur getirmesini, ulusal tarihimizde önemli bir kavşak olarak yer almasını, bilincimizde silinmez bir iz bırakmasını diliyor, bizlere bu güzel ortamı hazırlayan Kaf-Fed’İ canı gönülden kutluyorum.

Değerli dinleyiciler, candır dil, ruhtur…

Atasözlerimiz bu gerçeği

Бзэ зимыэм лъэпкъ йыэп – Dili olmayanın ulusu yoktur

Бзэнщэ лъэпкъыр псэнщэщ – Dilsiz ulus ölüdür…       diye vurgulamışlardır.

Evet, Anadili her halkın en büyük hazinesidir.       Ve dilini bildiğiniz halkın kültürüne daha bir yakın olduğunuzu, diliyle seslenebildiğiniz kişilerin sizi kendilerine daha yakın bulduğunu kuşkusuz sizler de yaşadınız, yaşıyorsunuz…..

Ve eğer, dil ruh demekse, “dilsiz ulus ölü” ise eğer, bir halk olduğumuzun bilincindeysek, ülkemiz de ayrı bir halk olduğumuzun farkında ise, anadilimiz yaşatılmalı, geliştirilmelidir. Bir halkın onuru dilidir, şarkısıdır, şiiridir. Dilini işittiğinde, ezgisini dinlediğinde ancak halkın her bireyi coşku duyar. İşte o zaman kendini sever, mutlu olur. Birey tek başına olmadığını bir halkın bir üyesi olduğunu duyumsar. Halkını ülkenin diğer halkları ile eş değerde görür. Bu yaklaşım da kuşkusuz halklar arası barışa, karşılıklı güzel ilişkiye, güçlü ülkeye temel olur.

Ancak ne acıdır ki bugün;

Dünyadaki Çerkeslerin çok büyük bir bölümü artık anadilini bilmiyor.

Anadilini bilen azınlığın çok büyük bir bölümü anadilde okuma yazma bilmiyor. Anadilde okuma yazma bilen azınlığın büyük bölümü anadilde basılı yayınları izleyemiyor.

Adığe cumhuriyetleri dahil,       hiçbir ülkenin eğitim kurumlarında anadilde eğitim verilmiyor.

Yine cumhuriyetlerimiz dahil,       hiçbir ülkede anadili yeterli düzeyde öğretilemiyor.

Hemen her sorunun nedeninin politik olduğu gibi bu sorunumuzun da nedeni politiktir ve bilindiği gibi 18-19.yüzyıllarda halkımıza yaşatılan trajedidir. Sorumluları da Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı İmparatorluğudur.

150 yıl kimi tarihçilere göre daha uzun süren Çarlık Rusya’sı- Kafkasya savaşlarında halkımız kırılır, sağ kalanların yüzde doksanı da anavatanlarından sürülür.       İnsansız bir Kuzey-Batı Kafkasya isteyen Çarlık Rusya’sı iter, bu coğrafyadaki insana ihtiyacı olan Osmanlı imparatorluğu çeker halkımızın çok büyük bir çoğunluğu anavatanından uzak düşürülür Osmanlı illerine dağıtılır..

Tarih tekerleği durmaz. Osmanlı imparatorluğundan yeni devletler doğar, TC Osmanlı döneminde kurulan meşrutiyet ile birlikte doğan Çerkes örgütlerini ve Çerkes Örnek Okulu’nu kapatır. Gönen ve Manyas köylerini sürgüne gönderir anadilimizi yasaklar. Dilimize özgürlüğü verildiğinde de gelişme olanakları sağlanmaz.

Diğer yandan Sovyetler Birliği Çarlık Rusya’sının yerini alır, halkımızı yok oluşa iten halkın destekleri ile çok az nüfus Sovyetler içinde kendi yönetimlerini oluşturur. Bu sayede de okuma yazma yaygın hale getirilir. Destanlarımız derlenir, romanlar şiirler yazılır, yeni şarkılar bestelenir, eski şarkılara yeniden hayat verilir. Anavatandaki azınlık, diasporadaki çoğunluğun umudu olur.       Ancak bu olumlu gelişmelerin tersine halkımızın anavatan kesimi ile diasporasının ilişkileri kesilir. Anavatandaki farklı yönetim birimlerimiz arasındaki ilişki yeterince gelişmez.

Tarihin tekerleği yine döner ve halkımızın, sürgünden bu yana en şanslı olduğu dönem başlar. Türkiye’de de koşullar değişmiştir artık. Çerkesçe kitaplarımız için sorgulandığımız günlerden Çerkesçenin seçmeli ders olduğu, anaokulu açılabildiği, üniversitelerde Çerkesçe bölümlerin açıldığı mutlu günlere gelinmiştir.

Diaspora ülkeleri ile cumhuriyetlerimizin birer üyesi bulunduğu Rusya Federasyonu ilişkileri gittikçe gelişmektedir. Özellikle TC ile RF ilişkileri Soğuk Savaş döneminden çok farklıdır. Dünyadaki bu yumuşamaya paralel bulunduğumuz ülkelerdeki yumuşama da halkımızın her ülkedeki yaşayanları birbirini aramaya bulmaya başlamıştır.

Bu yumuşama Sürgünün ilk günlerinden beri var olan ve Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağınca kristalize edilen, Sovyetler Birliği döneminde de hepten sönmeyen Anavatana Dönüş ateşini harlamış bu ateş de Dünya Çerkes Birliği’nin kuruluşunu sağlamıştır. Çerkeslerin yaşadığı tüm ülkelerden derneklerin oluşturduğu bu yapıyı her politik kendine göre değerlendirmiş, Rus nasyonalistleri Batının Rusya Federasyonundaki üssü, Rusya karşıtları da RF’nun diasporadaki eli olarak görmüş, değerlendirmişlerdir.

Oysa DÇB’nin bir gelecek kurgusu vardır. Taraflardan birinin karşı taraftaki üssü değildir. Amacı küçük büyük Çerkes sorunlarını gündeme getirmek, gündemde tutmak ve çözülmesine katkıda bulunmaktır. Dayatarak sonuç alınamayacağının bilincindedir: yöntemi de sorunu taraflara anlatmak, anlatmak yasal zeminde mücadelesini sürdürmektir.

Dil canlı bir varlıktır. Bir tohumun gelişip yetişmesinde nasıl ki uygun toprak önemli bir etmen ise dilin gelişip serpilmesi için yasal zemin çok önemli bir etmendir. Dolayısı ile Anavatan ile Türkiye Suriye Ürdün ve İsrail’in bu zeminlerini karşılaştırmakta yarar vardır.

Türkiye’de ne mutlu ki “Vatandaş Türkçe Konuş!”günleri, Çerkesçe kitaplar için sorgulamalar, Toplantılarda Çerkesçe konuşulduğu için soruşturmalar döneminden böylesi düzeyli ve devlet yetkililerinin katıldığı, diğer ülkelerden davetlilerin çağrılabildiği bir döneme girilmiştir. Çerkesçe seçmeli dersler arasına alınmış, Kaf-Fed’in hazırlatmış olduğu program onay almıştır. Adana’daki Kaf-Fed üyesi derneğimiz özel anaokulu açılışını yapmıştır. Düzce Üniversitesi Çerkes Dili ve Edebiyatı programı için Adığey’den çağrılan değerli öğretim üyeleri aramızdadır.

Ürdün’de, krallığın kuruluşuna olan katkılarından dolayı Çerkeslerin özel bir statüleri hep olagelmiştir. Sistemleri çok farklı olmasına karşın Sovyetler birliği ile ilişkiler çok erken dönemde başlamış Çerkes Derneği’nin Kadınlar Kolu daha 1974 yılında kraliyetin destekleri ile Çerkesçe dersleri de verilen okulu açmışlardır. İlginçtir 1923’te kapatılan Çerkes Örnek Okulu’nu İstanbul’da, 1919 yılında açan da Çerkes Kadınları Cemiyeti’dir. Özetle Ürdün’de anadil eğitimine sadece izin verilmemekte aynı zamanda yönetimce de desteklenmektedir. Özel de olsa Çerkesçe yayın yapan ilk TV’de Ürdün’de kurulmuştur.

Suriye’nin acınılası durumu bilinmektedir. Ancak iç savaş öncesinde sistem benzerliğinin olumlu katkıları ile       anavatan ile iyi ilişkiler gerçekleştirilebilmiştir. Çerkesçe eğitimi devletçe desteklenmemiş ancak özel anaokulu açılması da engellenmemiştir.

İsrail Çerkesçe derslerini okul programına koyan ilk ve tek diaspora ülkesidir. Dolayısı ile diaspora ülkeleri içerisinde anadilin en iyi bilindiği ülkedir.

Ama bunlar anadilde üreten yazar şair bestekar ses sanatçısı profesyoneller yetiştirmeye yeterli olmamıştır.

Anavatana gelince; Cumhuriyetlerimizin de birer üyesi olduğu Rusya Federasyonu yasaları en demokratik ülkeleri kıskandıracak düzeydedir.

Rusya Federasyonu anayasasının 68. Madde  2. Fıkrasında, Cumhuriyetlerin kendi resmi dillerini seçme özgürlüğü olduğu ve bu resmi dillerin tüm kurum ve kuruluşlarda eş statüde kullanılacağı yazılıdır. ( Cт. 68 пункт 2. Республики вправе устанавливать свои государственные языки. В органах государственной власти, органах местного самоуправления, государственных учреждениях республик они употребляются наряду с государственным языком Российской Федерации.)

Yine anayasanın 68. Madde 3. Fıkrasında RF’nun tüm halkların anadillerinin korunması, öğrenilmesi ve geliştirmeleri için gerekli koşulları sağlayacağının garantörü olduğu yazılıdır.  (Cт. 68 пункт З. Российская Федерация гарантирует всем ее народам право на сохранение родного языка, создание условий для его изучения и развития.)

RF dillerine ilişkin federal yasa da anadillerin Rusça ile eşit haklara sahip olduğunu vurgular.

Cumhuriyetlerimiz anayasalarında Çerkesçenin de resmi dil olduğunun altı çizilmiş Federal anayasa ve yasalarına uyumlu eğitim öğretim yasaları kabul edilmiştir.       Anavatanımzda Üniversitelerde bölümler, araştırma ve öğretmen yetiştiren enstitüler kadrolu öğretmenleri vardır.       Çerkesçe ile geçim sağlanabilmekte geçimini işinden sağlayan yazarlar şairler sanatçılar yetişebilmektedir.

Tüm bunlara karşın dil anavatanda da dil bilincinin gerektiğince derin ve dilin bilinme, yaşamda kullanılma düzeyinin de yeterli olduğu söylenemez. Peki Neden nedir?

RF yetkililerinin eğitimi, anayasadaki gibi düzenlememeleri, anayasanın andığımız bu maddeleri ile çelişen yasalar yürürlüğe koymaları, yaslarla çelişen uygulamalarda bulunmalarıdır. Özetle garantörlük sorumluluğunu yerine getirmemeleridir.

Cumhuriyet yetkililerinin RF anayasası amir hükümlerine karşın Anayasaya ile çelişen yasalar ile kendilerini sınırlamalarıdır.

Bu da bir Rusya Vatandaşının resmi dillerinden birini bilmese de bir cumhuriyete başkan olabileceği garip sonucunu vermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti yaslarla Çerkesçenin önünü açmakta, seçmeli ders olanağı getirmekte ancak bu dersi verecek öğretmenleri maaşla değil ek ders ücreti ile istihdam etmeyi öngörmektedir.

Bu nedenlerle birlikte asıl neden sadece Çerkesçenin günümüzde anavatan dahil dünyanın hiçbir ülkesinde konforlu bir yaşam için yeterli olmadığı, Çerkesçe bilmiyor olmanın da yine anavatanımız dahil dünyanın hiçbir ülkesinde konforlu bir yaşam için zorunlu olmadığı gerçeğidir.

Peki Çözüm.

Sorunun çözümü de politiktir. İşte anadili bilinci, ulusal bilinci olanlar baskın dilleri kültürleri farklı çok sayıda ülkede parçalanmış durumda yaşayan Çerkes halkının anadilini ancak ve ancak, dilin resmi dil kabul edildiği, devlet desteği aldığı, dil bilmenin yaşam düzeyini yükseltilebildiği, dille çalışanların dille geçimlerini sağlayabildikleri kariyer yapabildikleri ülkede yani cumhuriyetlerimizin de birer üyesi olduğu Rusya Federasyonunda mümkün olabileceğini bilir.

Yine bilinçli Çerkes ne gibi olanaklar sağlanırsa sağlansın diasporada dilini ancak ve ancak anavatanın öz suyu ile beslenebildiği ölçüde yaşatabileceğini bilir.

Bir gün anavatana döneceği umudu taşımayanların anadile ilgisinin sınırlı kalacağını bilir.

Gerçek çözümün, reel çözümün ancak ve ancak halkımızı yok oluş uçurumuna iten iki ülkenin Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı İmparatorluğunun varisleri Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin katkıları ile gerçekleşebileceğini her gün iliklerine kadar yaşar.

Evet, biz biliyor ve inanıyoruz ki birbirleri ile iyi geçinen, aralarındaki kültürel ilişkiler gelişen ticaret hacimleri artan bölgenin iki güçlü ülkesi RF ve TC’ne rağmen değil onların katkıları, yardımları ve destekleri ile ancak, sorun kökünden çözümlenebilecektir.

Kesin çözüm de olanak bulanların anavatana dönmeleri ve diasporada RF’nun, RF’nda diaspora ülkelerinin gönüllü elçisi gibi çaba göstermeleridir.

Bu bilinç ve umutla Rusya Federasyonu’nu, Ülkedaşlara ilişkin politikanın anlatıldığı federal yasadaki taahhütlerini yerine getirmeye dönüş yolunu açmaya ve her iki ülkeyi de “çifte vatandaşlık” anlaşması yapmaya çağırıyoruz.

Unutulmasın ki psikolojik araştırmaların ortaya koyduğu gerçek kişiyi önemsememenin, yok saymanın, yapılan  işkenceden bile daha çok yaraladığıdır. Daha çok yaralayan ise önemsenmediği halde önemseniyormuş gibi davranılması, kendisiyle oyun oynanmasıdır.

27 09 2013, Ankara