AH ŞU ”BİZ ÇERKESLER”

Dr. YEDİC Batıray Özbek

Türkiye’de Kaf-Der organizasyonunun yayınladığı “Biz Çerkesler” adlı broşürü ele alıp okuyunca Avrupa fonundan faydalanılarak yayınlanan yapıtın, çok amatörce hazırlandığını göreceğiz. Herhangi bir bilim adamı broşürü ele alınca  bilgi hatalarının yanı sıra yapıta ciddiyet ve güvenirlik kazandıran eksikliklerin olduğunu görecektir. Bir esere (broşür de olsa) güvenirlik kazandıran şey, bilimsel belge ve kanıtlardır. “Bazı bilim adamları şöyle böyle demektedir” benzeri cümleler çok kullanılmaktadır ki, bu hatalıdır ve bilgi eksikliğinin ve güvensizliğin ifadesidir.

Broşürü dört yönde eleştirmek istiyorum;

1) Kullanılan dilde;
a) Taraflı olması
b) Etnozentrik anlatım tarzının kullanılması.

2) Ne verilen bilgilerde ne de grafik ve resimlerde kaynakça verilmemesi.

3) Verilen tarihi bilgiler eskimiş ya da bilgi eksiklikleri ve hatalarının yapılması.

4) Sayfa 43’de belirtilen yüzdelerin kaynağının verilmemesi.

Hayal ve nostaljilerin bir yöne atılarak artık ayaklarımız yere basmalıdır. Dünyada topraklarını terk edip  kendi arzusu ile zorlanmadan çıktıkları topraklara tekrar göç eden hiçbir halk yoktur. Acaba Hitler, Yahudileri yakmasaydı İsrail’e dönerler miydi? Büyük çoğunluğumuz aynı yolun yolcusu olduğumuza göre, bırakın da Kafkasya’da yaşayanlar, kendi çizgilerini kendi istedikleri gibi çizsinler. Bizler de eğer istiyorsak, yaşadığınız ülkelerde nasıl ayakta kalabileceğimizin politikasını çizelim.

  1. Kafkasya ve Çerkesya sözcüklerinin kapsamı verilirken Kafkasya’da yaşayan insanları hiçe sayarak, vasilik ve bilgiçlik yapılmaktadır. Bilgiç ağabey anlayışıyla o topraklarda yaşamadan, o topraklarda yaşayan insanların nabızlarının nasıl attığını bilmeden onları hiçe sayarak, hatta diasporadakilerin çok büyük çoğunluğa da sormadan tepeden inerek tanımlar benimsetilmek istenmektedir.

    Kafkasya, Kuzey Kafkasya tanımları kendi arzularımız ve  isteklerimiz doğrultusunda yapılmaktadır. Bir yandan Kafkasya sözcüğünü kendi tekellerine alırken, diğer yönden Kuzey Kafkasya tanımını da kullanmaktadırlar. Abhazya’yı Kuzey Kafkasya sınırına alma telaşı içinde ”dağların  Güney’ine inerek İngur nehrine” kadar gelinmekte aynı kompleksten hareketle Güney Osetya’da Kuzey’e katılmakta ve gerekçe olarak da ”kültür dokusu ve  köken ortaklığı” (Abhazya ve Güney Osetya Güney’de kalıyorsa da, kültür dokusu ve köken ortaklığı bakımından Kuzey’e dahil edilmektedir s.4) gösterilmektedir. Pekiyi, çeşitli Kafkas halkların kültür ve köken ortaklığını kanıtlayan hangi bilimsel yapıtlar var acaba?

    Öyle sanıyorum ki, aynı kültür dokusu yoktur. Bir kaç örnek verecek olursak; Adigeler taştan ev yapmayı korkaklık kabul ederken, Çeçenler ve Dağıstanlılar kuleler, taştan evler yapmaktadırlar.

    Adigelerde psetlıxu sosyal bir yapı olarak yaşarken, Dağıstanlılarda psetlıxu var mı acaba?

    Bu konuda unutulan, bilinmeyen ya da bilinmek istenmeyen iki nokta daha var:

    1.1. Gürcü, özellikle Svan ve Mengrel kültür dokusunun Adige-Abhazlara Dağıstan ve Çeçenlerden daha yakın olduğu halde,  neden dışlandıkları; hatta Svanların Adige dilini konuştuklarını Lapinsk’den öğrenmekteyiz:

    “22 Temmuz 1859. Lapinsk’nin Suanet bölgesine gitmesi. Lapinsk’nin bizlere aktardığı bilgilere göre; Suanetler Adigelerle aynı örf ve  adetlere sahiplerdir, çoğu  Adigece’yi  konuşabiliyor ve dilleri de Wubıhca’ya çok yakın.” (Bkz Çerkes kronoloji, s. 127 Kaf-Der yayınları) Essad bey de  1930’da Berlin’de yayınladığı ‘’Kafkasya’nın 12 Gizi’’ adlı kitabında  da bunu doğrulamaktadır.

    1.2. Azerbaycan sınırları içinde resmi olarak 500 bin, gayri resmi bir milyon civarında Lezgi yaşamaktadır ve bu topraklar Stalin’in Azerilere hediyesidir: Kuba, Kusary, Chatschmas, Schemacha, Kutkaschen yoğun olarak, ayrıca Baku, Sumgait, Schemacha, Scheki sayı olarak daha az yaşamaktadır. Neden onları Kuzey’deki kardeşleriyle birlikte görmüyor sınır çizgilerini Azerbaycan içlerine kadar çekmiyorsunuz acaba?

    (s.2 Kafkas kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak günlük yaşamımızı paylaştığımız, kaderde ve kıvançta ortak hareket ettiğimiz milyonlarca insanın bizi tanımadığını ya da tanıyamadığını izliyor.)

    Gerçekten Kafkas insanını kimse tanımıyor mu acaba? Onun için mi Kafkas insanından söz etme gereği duyulmakta? Gerçekte Kafkas insanı da Çerkesler de çok iyi bilinmektedir; en azından güzel kızlarımızla,  hain  Çerkes Ethem ile son yüzyılda da Almanya’da bir genç kuaför  Türk bayanın yerinde tarifiyle ”ben Çerkesleri çok iyi tanıyorum. Çok güzel oynarlar” sözleriyle.

    (s.4  Güney Kafkasya (Transkafkasya): Kafkas sıradağlarının Güney’inde kalan ve günümüzde Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Nahçıvan’ı kapsayan bölge)

    Bir kaç kez yazmıştım, anlamak istemeyen arkadaşlar için tekrar yazıyorum; Güney’in karşıtı  Kuzey, Transkafkasya’nın  karşıtı ise Ciskafkasya’dır. (Bilimsel dilde)

Güney Kafkasya’yı  parantez içinde (Transkafkasya) yazarak, Kafkasya sözcüğünü kendi tekeli altına alınmaktadır. Bu da maalesef tutarsız bir bilgidir.

(s.4 Birçok tarihçi ve haritacı Çerkeslerin yurdu anlamında sadece Adige boylarının, Abhaz-Abazin boylarının ve Wubıh halkının topraklarını kapsayan Orta ve Kuzeybatı Kafkasya için bu kavramı kullanmaktadır. Kafkas halklarının tümünü (Adige, Abhaz, Wubıh, Karaçay, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstanlılar) Çerkes üst kimliği kapsamında değerlendiren tarihçiler ve kuruluşlar, tüm Kuzey Kafkasya’yı Çerkasya adıyla ifade etmektedir.)

”Bazı tarihçiler ve kuruluşlar’’ yuvarlak ifadelerdir. Ciddi olması gereken bir broşüre yakışmıyor. Kimdir bu tarihçiler ve kuruluşlar? Olayın ilginç yönü Çeçenler (Türkiye’deki pek azı hariç) hatta Abhazlar, Çerkes kimliğini benimsemezler. Adigelerden hep aynı kişilerin inatla dayatmalarını anlayamıyorum. Neden bu halkları asimile etmek için uğraşıyoruz? Buna hakkımız var mı?

(s. 6 Kafkas-Rus Savaşları sonrasında bölgeye koloniler halinde yerleşen Rus Kazakları, Rus, Belarus, Ukraynalı, Ermeni, Rum, Yahudi gibi yabancı gruplar ise nüfusun diğer bölümlerini oluşturmaktadır.) tanımı da yarı doğru bir tanım. Rumların M.Ö.’deki devirlerden beri Kafkasya’da yaşadığını bilmeyen yok. Savaştan sonra yerleştirilen Ermeniler de vardır, ancak Armavir (Yermel Hable)’nin tarihini araştırmanızı tavsiye edeceğim. Yahudilerin çoğunluğunun ise Türk kökenli Yahudi dinli Hazerlerin kalıntılarının olduğunun  bilinmesi gerekirdi.

(s. 10 Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra özerk yapılar, cumhuriyetler şeklinde yeniden yapılandılar. Kasım 1991’de Çeçenistan bağımsızlığını ilan etti. Ancak, bu bağımsızlığı kabul etmeyen Rusya Çeçenistan’ı işgal etti.)

Peki burada bir soru geliyor akla, Türkiye Doğu’da Kürdistan’ı işgal mi etti ? ‘’Etti‘’ diyorsanız cümlenizi doğru kabul ediyorum.

(s. 16  ÇERKESLER HANGİ IRKTANDIR?
• Beyaz Kafkas Irkından olanlar:
• Adige Boyları, Abhaz(Abaza)!ar, Wubıhlar
• Çeçen-İnguşlar
• Dağıstanlılar (Lezgi, Avar, Lak, Tabasaran, Agul vb.)
• Türk soylular: Karaçay-Balkar, Nogay, Kumuk, Karapapak, Azeriler
• İndo-germen ırkından olanlar Osetler (Digor, İron), Tat, Taliş, Fars,   Ermeniler
• Slav ırkından olanlar: Ruslar, Don Kazakları, Ukraynalılar)’

Irk teriminin  anlam ve kullanılışta  karıştırılmaktadır. Önce beyaz ırk deniliyor; sonra Slav ırkı, Türk soylular ve  İndogermen ırkı.

Eğer deri renklerine göre sınıflandırılıyorsa (beyaz, sarı ve siyah)  Ruslarda dahil olmak üzere yukarıda yazılanların hepsi beyaz yani Caucasian ırkındandır. Bu gerçeği örtbas etmek kompleksi ile birden bire diğer bir sınıflandırma kategorisine geçilerek Rusları Slav ırkına dahil ediliyorlar.   Rus antipatisi burada da sezinleniyor. Slavlar da beyaz ırka dahiller, isteseniz de istemeseniz de.

Görüldüğü gibi, tıpkı Kafkasya ve Çerkes tanımlarında olduğu gibi hayallerimize göre bir tanım yapıyoruz, kaldı ki; günümüzde ırkçılık  çok ilkel bir anlayış olarak her  yerde lanetlenirken, Avrupa fonunun bu tür düşünceleri nasıl finanse ettiğini anlamakta güçlük çekiyorum.

(s. 26- 27 Kafkas dolmenleri)

Yısp wıne denilen bu mezarlar denizden 500 metre yüksekliğe kadar rastlanmaktadır. Karadeniz kıyısında ve Kuzeybatı Kafkasya ve İspanya’da  rastlanmaktadır. Günümüzdeki Kabardey’den, Dağıstan’a kadar rastlandığını ben bilmiyorum. Yanılıyorsam lütfen düzeltiniz.

Prof Marr, Rus mu yoksa Gürcü müydü?

(s.37   IX.-XII. yy.da şimdiki Osetlerin ataları olan Alanlar, Kuzey Kafkasya’da egemen oldular. Bazı tarihçiler bu nedenle Kuzey Kafkasyalıların Ortaçağ başındaki kültürüne “Alan Kültürü” derler.) diyen bazı tarihçiler kimdir? Lütfen kaynakça verin!

Çağımız Sovyet arkeologlarından A. Leskov  Maykop Kültürü demektedir. (Dass man diese Kultur, die von der Halbinsel Taman bis Dagestan verbreitet war, als Maikop-Kultur bezeichnete. Sie spielte eine hervorragende Rolle in der weiteren Entwicklung der Zivilisation im gesamten südlichen Gebiet des europäischen Teils der Sowjetunion.) Taman yarımadasından Dağıstan’a kadar yayılmış olan  bu medeniyet Maykop Kültürü olarak tanımlanmaktadır. Bu kültür Avrupa yakasındaki Güney Rusya’nın medeniyetin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır (Leskov, A. Grabschätze der Adyghen, München 1990, s. 11). Markowin, W.I /  Muntaschajew  R.M.’de Kuzey Kafkasya’da Sanat ve Kültür (Kunst und Kultur im Nordkaukasus- Berlin 1988)’de Maykop Kültürü adını  vermektedirler.

Münster Üniversitesi Doğu Avrupa Halkları Kürsüsü profesörlerinden sayın Frank Kaempfer kendi kendine şu soruyu soruyor: ‘’Çerkesler (Kafkasyalılar değil) neden 1600 ile 1800’li yıllarda Avrupa bilim dünyasından  silindiler?’’ Araştırmaların sonucu,  ‘’Cosmografı’’ (Münster, Sebastian Cosmographie. Basel, 1550)  adlı yapıta  götürür. Bu yapıtta baskı hatası yapılır ve Çerkesler, İskit yapılır. Sonuçta bilim dünyasından 200 yıl kadar silinirler. Yazılanların hepsi Çerkeslerle ilgilidir ancak Alanlarınmış gibi yazılır.

‘’Zychi ve Circassianların Yaşamları’’ adlı yapıt, ‘’Scithlerin (İskit) gelenekleri ve yaşamları’’ olarak tercüme edilir. 1779’da Johann Georg Stritter yapılan hatayı bularak tekrar Zychleri bilim dünyasına kazandırırken, ne garip ve
acı ki, 2005’de Zychlerin torunları onları tekrar tarih sayfasından silmeye kalkışmışlardır. (Bk. Elbruz sitesinde  yayınlanan ‘’Çeviri Sanatı’’ adlı makale Batıray Özbek)

(s. 37 Şamil ve Gıranduk Berzeg’in resimleri. Güzel de; acaba Adigelerin kahramanları yok muydu? Neden onların adları geçmiyor? Tek Berzeg’le mi yürütüldü bağımsızlık savaşları?)

Tarih de bu kadar haksızlığa uğramış, kendi insanları tarafından ayak altına alınan kahramanlar ‘’bizim Çerkeslerde’’ olabilir.

(s. 38 İmam Mansur)

Mansur’un Çeçen  olmadığını çağdaş araştırmacılar yazmaktadırlar. Çarlık Rusya’sına ilk kez organizeli kuvvetlerle karşı koyan İmam Mansur, asıl adı  Giovanni Battista Boetti olan, İslam dinine geçen Cenevizli bir papazdı. Bkz: Joseph Brewda ve Linda de Hoyosö, David Urquhart’ın Kutsal Şavaşcıları.
In: Neue Solidaritaet 1999, sayfa  1.

Adigelerin büyük çoğunluğu 1790’lı yıllarda genelde çok tanrılı ve Hıristiyan dininden olunca, Şeyh Mansur’u nasıl şeyh kabul edip onun bayrağı altında toplandılar ki?

Kitapçığın 43. sayfasında ’’Osmanlı devletinin böylesine ani ve kitlesel göçlere  hazırlıklı bulunmaması  nedeniyle (…)‘’ deniyor ve her nedense suç bastırırcasına Osmanlı’yı zem zem suyuyla yıkamak için elden gelen kelime cambazlığı yapılıyor. Derneğinizin yayınladığı Çerkes Kronolojisi’nin
129. sayfasını lütfen okuyun . Theophil Lapinski 500 subay ve erle 1856’da Çerkesya’ya gider.

5 Aralık 1858 Lapinski’nin Tuapse’den beş askeriyle birlikte bir gemiyle ayrılması. 7 Aralık’ta Trabzon, 21 Aralık’ta da İstanbul’a varır. Çerkesya’ya hareket etmeden önce bol kepçeden vaadlerde bulunan tüm Türk paşaları ve Çerkes asıllı paşalar kendisinden kaçarlar, saklanırlar. İsmail  paşa da adam öldürme ve dolandırıcılıktan Kıbrıs’a sürgün edilir. Oradan Yunanistan’a, daha sonra Fransa’ya kaçar. Fransa’da kendisini Çerkeslerin temsilcisi olarak gösterir. Lapinski, İstanbul’a varınca gördüğü duyduğu haber ve bilgilere hayretler içinde şaşar kalır. Babı-Ali’de yapılan planlara göre Osmanlılar Çerkesleri anavatanlarından göç ettirerek Rumeli’ye yerleştirmeyi tasarlamaktadırlar. Bunun propagandası ise açıkça Osmanlı hükümetince  yapılmaktadır. Lapinski bu planların ve politikanın çok yanlış olduğunu  hükümete anlatmak ister. Ancak kimseye  dinletemez. Bu  planlara göre; Osmanlılar, Balkan halklarına karşı Çerkesleri (aynı amaç ve planlarla Tatarları da getiriyorlardı) bir set şeklinde yerleştirmeyi  düşünüyorlar, bu  yolla Balkanlarda Müslüman azınlığı çoğaltarak, Hıristiyanların ve ulusal ayaklanmaların baskı altına alınarak, kontrol  altına alabilecekler hayali  içindeydiler.

(S. 44 Bu savaş (1877-78) sonucunda Abhazya’yı toplu olarak 50.000 kişi  terketmek zorunda kaldı. )

Sohum Kale’nin Osmanlı askerleri ve işbirlikçi Abhazlarca
yakılması.
 (Kaz Maan’ın Abhaz köylerini yakarak ve insanları öldürerek, silah zoru İle Türkiye’ye göçe zorlaması.)

Kaz Maan önceleri Çar’ın emrindeydi. Abhazya Rusya’ya katılınca krallık yönetimi de sona erer. Kaz Maan İstanbul’a gelir. Sultan, Maan’ı bir saraya yerleştirir. Türklerin tavsiyesine uyarak Kanbolat adını alır. Kızını Abdülhamit ile evlendirir. Kendisine de ‘’Paşalık’’ unvanı verilir. Daha sonra
II. Abdülhamid’in isteği ile Abhazya’yı  fethetmek için, Sohum-Kale’yi Abhaz göçmenlerinin de katıldığı bir çıkarıma yapar. Kaz Maan’a kendi akrabalarından başka kimse yardımda bulunmaz. Abhaz kökenli askerlerin çoğu Abhaz topraklarına ayak basınca sevinçten “anavatanımıza döndük, cehennemden kurtulduk” diyerek toprağı öperler ve ordudan kaçarlar.

Osmanlı topraklarında gördükleri sefaleti, acıyı, yokluğu diğer Abhazlara anlatırlar. Kaz Maan, elinde kalan Osmanlı askerleri ile İngur bölgesine yürür. Orada Rus ordularına yenilir. Kaz Maan İstanbul’a dönünce uğradığı başarısızlıkları başının kesileceği vehmine kapılır. Korkar, haince bir plan hazırlar. Geri çekilirken bütün köyleri yaktırır. Halkı da önüne katarak zorla gemilere bindirir. Binmek istemeyenler alçakça öldürülür. Bu vahşetten kurtulan Abhazların sayısı çok azdır. Böylece, kellesini kurtarabilmek için kendi anavatanını yakıp yıkar ve Abhaz halkını kılıçtan geçirir, Abhazya boşalır, Abhaz halkı ise yokluğa itilir.

Abhazya’da o sırada 78 bin Abhaz yaşarken Kaz Maan’ın vahşetinden sonra anavatan Apsm’da 46 bin Abhaz kalır.’’ (Bkz. Çerkes Kronolijisi 158/59 ve Eva Bolgar Sıttengeschıchte der Völker. Russland  Stuttgart, Hamburg, München, sayfa 18/19 )

Bu tarihi gerçekleri göz ardı etmek ne anlama geliyor acaba?

Musa Kunduh hakkında asıl adı Noıssumbaum olan Esad bey bakın neler yazıyor?

’’Beş Kafkasyalı soylu Rusları Kafkasya’dan kovmak için anlaşırlar. Bu soylular: Asetin Mussa Kunduch, Tabasaran Mussa Uzmi, İnguş Zur, Çeçen Saadula Osman ve Kabardey Ataschuk. Kaberdey soylusu Ataschuk  bu gizli organizasyonu Ruslara ihbar eder. Çar’da, isyankarları ve halklarının yok edilmesi için emir verir. Kunduch ve Osman halklarını kurtarmaya karar verirler. Çar’a, ’’bizleri öldürmene gerek yok. Biz dinsizlerin vatanını kendi isteğimizle terk etmeye hazırız. İstanbul’daki ulu sultan bize karşı lütufkar davranacaktır’’ derler. Çar’ın izniyle Mussa Kunduch önderliğinde Türkiye’ye göç başlar. Bazıları karadan bazıları gemilerle Osmanlı İmparatorluğu’na  giderler. Geldikleri yerlerde hiçte iyi şeylerle karşılaşmazlar. Vaad edilen cenneti bulamazlar. Sultan’ın kendilerine verdiği yerler dağ insanlarının yaşam tarzına uygun değildir. Üstelik yağmacılık ve soygunculuk da yasaktır. Pek çoğu da aç kalmış ve tekrardan anavatanlarına dönebilme hayallerini görürler. Diğer bir kısmı da hastalıklardan hayatlarını yitirirken geri kalanlarda yerli halkla karışarak asimile olmaya başlar. İçlerinden pek azı kendini değiştirerek Osmanlı toplumuna uyum sağlayabilmiştir. Sultanların koruyucu birlikleri Çerkeslerden oluşurken, devlete de en sadık paşalar da yine onların arasından yetişmiştir. Mussa Kunduch da uyumu sağlayan ve yüksek mevkilere gelenlerden birisidir. Anavatanlarını sevinçle üç salvo atışıyla terk etmişlerdi. Göçmen getirdiği halk ise açlıktan yok olmasına rağmen, yine de onu kutsallaştırmıştır.

Aradan uzun yıllar geçti. Rusya’da Kafkas arşivleri açıldı ve günümüzde o zaman oynanan danışıklı oyunun gerçek yönü ortaya çıktı. Göçün ileri gelen önderleri en başta General Kunduch olmak üzere, Rusya hükümetinin çok iyi maaşlı casuslarıydı. Her göçe özendirerek götürdüğü kişi ve aile başına  çokça gümüş Ruble almışlardı. Çok detaylı yazışmalardan öğrendiğimize göre her kişi için uzun uzun pazarlıklar yapılmıştı ve Rusların sevinçleri ise sınırsızdı. Çünkü boşalan yerleşim alanlarına Kazaklar yerleştirilmiştir. Musa Kunduch halkına ve vatanına ihanet eden ve göç ettiren hain bir önderdir. Buna rağmen ne ilginç ki, kendisi Türkiye’deki Kafkasyalılar arasında sayılıp sevilmektedir. Çar’ın emriyle bir çok halkların yok olması ve önderliğini yaptığı kavimler göçüyle halkına ihanet eden General Musa Kunduch ve diğer önderler ve rolleri Kafkas tarihinin tüyler ürpertici bir bölümüdür. (Essad Bey (Noissumbaum/Nusenbaum) Kafkasya’nın On İki Gizi. (Sayfa 264-65)

47.nci sayfada kitapçığa alınan ünlü! Çerkeslerin nasıl ve hangi özelliklere göre seçildiklerini bilmiyorum ama Türkiye’de Çerkes kültürünün yaşamasına damgasını vuran emektar iki değerli büyüğümüzün neden yazılmadığını anlamakta güçlük çekiyorum: Vasfi Güsar ve İzzet Aydemir. Ankara  ve İstanbul derneklerinin kurucular olan, yıllarca her türlü emeğini Çerkesler için harcayan bu iki kişiyi yazmamak çok ama çok düşündürücü doğrusu. Ayrıca Ankara dernek binasının alınmasında etken rol oynayan Dr. Med. Zekiye Kazuk ile TC Meclis Senato Genel Sekreteri sayın Hayri Bozkurt  neden yazılmadılar acaba?

s. 51’de, ”Çerkesler Osmanlı’nın Balkan eyaletlerine yoğun olarak 1853-1866 yıllarında, bugünkü Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk ve Romanya topraklarına yerleştirildiler. Çoğu doğrudan Kafkasya’dan, bazıları da Anadolu’nun Karadeniz kıyılarından gemilerle taşınarak Köstence, Varna ve Burgaz limanlarında karaya çıkarıldılar. Demiryoluyla ve Tuna nehrinden su yoluyla Serna Voda’ya, oradan Lom’a ve Niş’e gönderildiler. Daha sonra dağıtılmak üzere kafileler halinde Bulgar-Sırp sınırı boyunca Sofya, Nikopol, Rusçuk, Dobruca ve Kosova’ya getirildiler. Diğer dağıtım merkezleri Vidin, Silıstrç ve Sviştcv’du” deniyor.

Demiryolu 1866’da Bulgaristan ve Romanya’da, Kosovo Selanik arası ise Ağustos 1873’de taşımacılığa başlamıştır. Olmayan demiryoluyla nasıl götürüldüler ki?

Sonuçta ilk defa Çerkesleri  tanıtmak amacıyla yayınlanan kitapçığın daha özveri ile hazırlanması gerekirdi. Bu broşürle federasyonun güvenilirliği az çok bilimle uğrasan insanlar arasında zedelenmiştir.