ADİGELERİ BİRBİRİNE YAKLAŞTIRACAK OLAN NEDİR?

KHUNIJJ Mıhamed
Dilbilim Asistanı
Kafdağı Dergisi, Ağustos 1990-Ocak 1991, Sayı 43-48 Sayfa 10-11-12-13
Çeviri: DZEPŞ Kimmer

Çağımızın ortaya koyduğu değişimler; bize gözle görünür bir biçimde, halkımızın geçmiş yıllarda çözemediği ve şimdi de önünde duran sorunları yanında, bugünlerimizin dağ gibi yükselttiği sorunları da ayrı bir yaklaşımla ele alma, düşünme, üzerinde daha açık ve özgür bir biçimde konuşma olanağı veriyor. Yaşantımıza kültürümüze ilişkin olarak, geride bıraktığımız yıllarda – yüzyıllarda kaybettiğimiz şeyleri yeniden yerine koymak, bazılarını (hepsini yeniden kazanmamız mümkün olmasa bile) arayıp bulmamız, kararlılıkla, akıllılıkla, gerileme olmadan büyük işleri yapma, sorunları çözümleme olanağımız var oldu.

Kaybettiklerimizden veya yapamadıklarımızdan biri olan ve kalbimi sızlatan bir şeyden söz edeceğim. Fakat açıkça belli olduğu gibi dili yaşatan, gelişmesine katkıda bulunan halktır. Dil insanı yetiştirir, eğitir, dünyasını genişletir. Dil toplumun giysisi, karakteri, zenginliğidir. Halkın güzelliklerini, anlayışını dil açığa çıkarır. O küçüklükten itibaren artarak gelişir. “NI” (= Anne), “TI” ( = Baba), “NAN” (=Anne !) “TYAT” (=Baba!, Babamız), “PSI”(=Su), “HALIĞHU” (=Ekmek) diye başlar, dünyayı ve yaşamı gözler önüne serer. İnsanların içine girerek anlamaya çalışır. İnsanlara, yaşayanlara, iş yapanlara arkadaş olur. Başka bir dilde de bu sözünü ettiğim sözcükleri söylemek mümkündür. Başka halkların dilleri de kendilerine güzel gelir. Onlar da bu söylediğimiz şeyleri anlamlandırırlar. Fakat onlar başka sözdür. Başka seslerden oluşur.

Bak bir dinleyiverin bu sözcüklerden çıkan sesleri: “Psı” (=su), “Pse” (=can), “Psıxho” (=ırmak,çay), “Ğhojı” (=sarı), “şxhuant’e”(=yeşil), “ptlıjı”(=kırmızı), “Ş’utleğhu-mğh”(=sevgi, aşk) ve başkaları. ..Doğrusu yalnız başına bir ses değil bunlar, can taşıyor gibiler. “voda”(=su), “reka”(=ırmak), “duşa”(=can), “pole”(=tarla) “zelenıy” (=yeşil), “lyobov”(=aşk, sevgi) bunlar da güzel sözdür. Bu, dili bulan ve konuşan insanlar için değerlidir. Fakat bunlar bizim için başka dilden (Rusça) sözcüklerdir. Halkın değer biçemeden koruyup, arttırarak taşıdığı büyük bir mülktür. Dolayısıyla bu sözcükler başka bir halkın yarattığı bir dildir.

Değişik dillerin içindeki birkaç sözcüğün söyleniş biçimi, sesleri, ifade ettiği şeyler birbirine yakın olabilmektedir. Böyle oluşunu da bilmek mümkün değil. Halklar birbirleriyle ilişki kurarak, yiyecek, giyecek ve birtakım şeyleri değiştirerek birinin sözcüğü diğerine geçebilmektedir. İşte aşağıdaki örnek bunu bize gösteriyor. İngiliz dilindeki “cipsi” sözcüğü ile Adige dilindeki “şıpsı” anlam bakımından birbirine yakındır. Söyleniş biçimi de birbirine benzemektedir.  İkisi de bir yiyeceği  ifade etmektedir. İngilizce sözcüğün  anlamı! pişmiş patatestir. Berikinin: anlamını söylemek gerekmez. Her Adige onu iyi bilir. İngilizler “cipsi” dediklerinde; bu  sözcüğün  anlamını iyi! bilirler. Fakat bizim “şıpsı”den çıkardığımız   anlamın başka bir yiyecek olmadığını, onun  bizim kültürden; olduğunu, Adigelerin sevdiği şey olduğunu herkes anlıyor. Şıpsı’nm tadı:  sarımsak ve kişniş  kokusuyla  birlikte, sımsıcak   mamırsa’yla ve tavuk eti yanında  olduğu, zaman nasıl iştahımızı kabartır. Ama bu söylenen şeylerin hepsini bizim anladığımız gibi başka bir halkın anlamasını beklemek yersizdir.

Dolayısıyla yukarıdaki örnekte söylemek istediğim, herkes için açıkça ortadadır: Her halk kendi başına, kendi yaşamında kat ettiği yolu kutsal sayarak, koruyarak, değer vererek bir dile sahip olmuştur. O dili yaşatan halk gibi, dilinin de ayrı bir ismi olmuştur. O halk o dille dünyada tanınmaktadır.

Dilimizin ismi Adigece’dir. Adige dili Adigeleri dünyada yaşayan insanların bir kolu yapmıştır.

Bizim için büyük bir anlamı olan dili, canımızın, yaşamımızın bir parçasını koruma, geliştirme, öğrenme, kullanma konusunda nasıl davranıyoruz ? Bu çok büyük bir sorudur. Bu büyük sorunun cevabını vermek de kolay değil. Öyle olsa bile bu sorunun cevabına bugün ihtiyacımız var. Bütün Adigelerin birbirine daha yakın olması, kaynaşması için dilimizin korunması, geliştirilmesi ve kullanılması için çalışmaları gerekiyor.

Ne zaman dilimizin geçmişi hakkında konuşursak, geçmiş yüzyıllarda halkımızın yazı dili olmadı diyoruz. Onu başlangıç noktası kabul ediyoruz. Evet gerçekten böyle yapıyoruz, bunun bize büyük ulusal zararı oluyor. Bu zararın büyüklüğünü anlatmak da kolay değil. Fakat yazı dilimiz, kitaplarımız, kültürümüz için eğitim görmüş insanlarımız uğraşmadılar denemez. NEGUMA Şora da, BIRSEY Wumar da başka birçok kişi de o iş için büyük emek saffettiler. “Okumanın, yazmanın, kitabın arkasına düşeceğimiz zamanlar bizim için de gelecektir.” Adigelerin övünç kaynağı olan büyük insan NEGUME Şora, bu ilginç ve anlamlı sözleriyle umutlarını, kalbini sızlatan gecikmiş beklentilerini bize ulaştırdı. Evet, onun dediği zaman bizim için geldi. Fakat o gelince işimiz nasıl oldu ? Dilimizin var olan olanaklarını yeterince kullana bildik mi ? Hayır, izlememiz gereken yolu terk ettik. Hatalı dönüşümleri hep birlikte gerçekleştirdik. Konuşma dilimiz, konuşma sanatını içeren dilimiz, ilginç, sağlam ve oldukça kullanışlı idi. Onu, yazı dilinin yazım ölçülerine, kuralarına uydurmanın, canlılığını tatlılığını kaybettirmenin peşine düştük. En fazla gücümüzü harcadığımız nokta, dilimizin kurallarını Rus-caya benzeterek düzenlemek, anlamak ve öğrenmek oldu. Onun bize getirdiği ‘yararlar’ işte gözümüzün önünde.

Soy isimlerimizin, isimlerimizin, yer isimlerinin, işyeri isimlerinin ve okul isimlerinin başına   bilinen şey geldi. Adige dilini bildim bileli “Şşhaguaşe”ye Rusça “Belaya” diyoruz. Soy isimlerini Rusça yazarken Adige dilinin özelliklerini ortadan kaldırıyoruz. Sözgelimi, “QUNIJJ” KUNIJEV oluyor. Soy ismini (Koşhable, Şewcenhable, Krasnodar bölgelerinde) “ov” veya “ev” ekleyerek yazıyoruz. Diğerlerini söylediğimiz şekilde Rusça’da da yazıyoruz (Daha çok Texhutamıquay ve Tewuçuej bölgelerinde). Geniş yollardan gelerek ülkemizin sınırlarına yetişince tabelalarda “Adigeyskaya Avtonomnaya Oblast” (=Adige Özerk Bölgesi)(l) yazısı görülmektedir (Lebape ve Labinskiy tarafından gelirken). Oysa bu yazı, önce Adigece’si yazıldıktan sonra yazılsa neden olmaz, anlamıyorum. Adigelerin kendilerinin verdikleri değişik yer ve şehir isimleri var: “Beloreçensk = Şıthale”, “Vust Labinsk =Lebape”, “Labinsk =Çetwun”, “Moskva-=Mezkuw” ve diğerleri. Stanitsa Dondukovske’nin Adigece ismi vardı: Hacemıqohabl. Adigeler çoğunlukla Krasnodar’ı da bugüne dek “Qeleç’e” (Yenişehir) ismiyle anıyor. “Armavir”(=Yermelıhabl).

Bunları değiştirmek gerekiyor diye aklıma getirmiyorum. Fakat benim söz ettiğim başka: Onları Adigece oldukları halde söylemezsek, yazmazsak, kullanmazsak kendi kendimize dilimizin duyusunun suyunu kuruturuz. Bir sözcük bile kaybolsa dilimizin gücü azalacak, değilse artmayacaktır. Onların Rusça olan isimleri kalacak, onları değiştirmeye gerek yok. Fakat biz Adigeler onları özgün adlarıyla söylemeli, yazmalıyız. Bunun kimseye zararı da olmaz. Söylemezsek, yazmazsak, unutursak o zaman dilimize büyük zarar vermiş oluruz. Şimdi biz bakıp   dururken   elimizden çıkanları, kaybolanları bizden sonra yetişenler hiç bulamazlar, ellerine geçiremezler. Ülkemizde birçok demiryolu istasyonu var, (Koşhable, Dondukovske, Cace, Mıyequape, Şıncıye ve diğerleri). Fakat onların hiçbirinde Adigece yazı yok. Bunları Ülke halkının dilinde söylemek o kadar zor bir iş midir, ne var bunda. Onların isimlerini o dille yazmaktan, gelen geçenin bunu görmesinden daha doğru ne olabilir.Bunları düşünmemiz, o sorunları, bizim, bizden sonra gelecek nesiller için çözmemiz konusunu geçiştiriyoruz.

Adigece’nin okunması, öğrenilmesi, konuşulması -diğer halklardan olup da dilimizi öğrenmek isteyenler dahil – konusunda noksanımız çok. Çokça okul (küçükler ve büyükler için) açabilme gücüne eriştiğimizden bu yana yazı biçimimizi sık sık değiştirdik. Değiştirme daha iyiye götürmüşse, dile daha uygun yazı biçimi elde etmişsek iyi, fakat tam tersi daha da ağırlaştırdık. İlk önce Arap harflerini seçtik, düzenledik. Onunla bir müddet okuttuk. Sonra ondan vazgeçerek Latin alfabesine yöneldik. Onunla da başka bir grubu okuttuk, bir kültür oluşturduk, oldukça iyi bir edebiyatımız oldu. Fakat o bizi tatmin etmeden çabucak bir kenara atarak birdenbire Rus yazısına (Kiril diye bilinir) daldık.

Ben çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar bizleri ikna etmek için öğretmenlerimizin gerekçe olarak söylediği hep aynı şeydi: Rusça’yı daha iyi öğrenebilmek için… Rus alfabesine alışacak, böylece Rusça öğrenmemiz kolaylaşacak, bu da işlerimizi kolaylaştıracaktı. Sonuçta hepsinin ulaştığı nokta buydu. Ama böylece Rusça’nın öğrenilmesiyle Adigece onun etkisi altına girecekti, ya da başka bir söyleyişle bu uygulamanın işlevi buydu. Bu açıkça belli olan bir politikaydı. Fakat böyle bir politikaya güçlü Rusya’nın da, dünyası onun kadar büyük olmayan Adigece’nin de ihtiyacı yoktu. Konuya daha akılcı olarak yaklaşmak gerekiyordu.

Ne var ki biz hep sonradan akıllanırız. Bir kültürü diğer bir kültür için kaybeden, kurban eden politika politika olamaz. O hiçbir zaman iyiye götürmez. Benim bu konudan söz etmem, aklıma geliveren bir düşünceye kapılmış olmamdan dolayı değil. Ben gördüğüm, yaşadığım, özümlediğim bir konudan söz etmek istiyorum: Dilimize, Latin harfleri temeline dayalı olarak bir zamanlar kullandığımız alfabeden daha uygun bir alfabemiz hiçbir zaman olmadı. Yazması, okuması çok kolaydı. Benim görüşüm, benim kanaatim bu. Ama geri dönüp aynı yolu yeniden kat etmek her zaman zordur. O yüzden ben bu konudan, sadece kat edilmiş bir yol olarak söz ediyorum. Zira bugün önümüzde başka görevler duruyor.

Adigece’nin başına sorunlar açan nedenler sadece bu değiştirmelerden ibaret değil, çok oluyor. Bunu gizlemeye ne gerek var ! Adige okullarında Adigece öğrenmeyi istememeye, Adigece’yi bir kenara itivermeye kadar vardırmıştık işi hep birlikte. Ben yapılan birçok toplantıyı çok iyi hatırlıyorum: Adigece için bu kadar emek sarf etmeye ne gerek var? Bize şimdi gerekli olan Rus’çadır diyenler çoktu. Neden Adigece? Labe’yi geçince artık lazım olmuyor ki, diyenler de vardı.

Rusça’nın anlamını, gücünü, büyüklüğünü, ona olan ihtiyacımızı çok iyi biliyoruz. Onu yeterince bilmiyor değiliz. Bu konuda kimse yanılgıya düşmesin. Fakat biz Adige’yiz. Adige dilini kullanması, koruması, geliştirmesi gerekenler bizleriz, Adigelerdir. Bu iki hususu unutmak yanılgıya düşmek olur. Bunlardan biri diğerine engel olmamalı, biri diğerine kurban edilmemeli, birinin iktidarı diğerinin ecelini getirmemelidir.

Bunların hepsi ulaştığımız yeri, eksikliklerimizi gösteriyor. Fakat onlardan daha büyük bir engele çarptığımızın sözü edilmezse konu noksan kalırdı. Belirtmek istediğim şu: Konuşunca Adige’yiz diyoruz. Bu doğru, bu konuda söylenecek söz yok, Adige’yiz: Bjeduğh da, Ç’emguy de, Şapsığh da, Kabardey de, Abzax da Besleney de… Bir araya gelirsek birbirimizi çok iyi anlıyoruz, birbirimizi sayıyoruz. Açık kalpliyiz, içtiğimiz su bile bir. Fakat ilginçtir ki, birbirimize karşı olan güzel davranışlarımızı, kalplerimizin birbirine yakınlığını derinleştirme, kültürümüzü daha da geliştirme konusuna gelince grup grup ayrılıyoruz, insanları birbirine yaklaştıran, birbirini anlamasını sağlayan dildir. Adigelerin dili birdir. Fakat başımıza gelen felaketlerden ilki, geçmiş yüzyılda, politik olarak Rus Çarlığı’nın bizi bölmesidir. Bu halkı (Adigeleri) birbirinden uzak başka yerlere gönderdiler, birbirine erişemeyecek, bir araya gelemeyecek, hiç kimsenin kendi başına bir işi olamayacak şekilde böldüler. Bunu herkes biliyor, ayrıca söylemeye bile gerek yok.

Durum böyle olmakla birlikte, Sovyet döneminde hep birbirimize daha yakın olduğumuzdan, kardeşlikten, barıştan söz edip durduk. Ne var ki konuşmaktan öte, yaşam koşullarımız bizi birbirimize yaklaştırmada yeterli olamadı. Ancak ^unun başta gelen sorumlusu biziz, başkası değil. Zira biz birbirimize yakın olmaya pek uğraşmadık, çoğunlukla konuştuk kaldık. “Onu gerçekleştirmek için gerekli faktörlerden, yapılardan söz-etmelisin” diyor bana kalbim. Bir araya geldiğimizde, Kabardey-Balkar’dan ya da Karaçay-Çerkessk’ten misafirler geldiğinde, Adigey’de benimsediğimiz “edebiyat dili” ile onlara hitap ediyoruz. Fakat anlamadıklarını hissettiğimizde Rusça’ya dönüyoruz. Adigey’de oturan Kabardeylerle Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkessk’ten gelenler bazen birbirlerini anlamıyorlar. Böyle olması, Adigey’de yaşayan Kabardeylerin Adigey Adigece’sinin etkisi altında kalmasındandır. Sözgelimi Adigey’deki Kabardeylerin “terez” (=doğru, düzgün, uygun) dediği sözcüğü Kabardey-Balkar’dan gelenler anlamazlar, onların anlayacağı “temam”(=tamam, uygun) sözcüğüdür. Biz “temam”ın ne olduğunu anlamıyoruz veya biz Adigey’de “nef” (aydınlık) dediğimizde bizim için onun anlamı açıktır, fakat Kabardeyler onu “neşşu”(=kör) olarak anlarlar.

Bunun gibi sesleri birbirine uymayan sözcükleri öğrenmek için çalışmıyoruz. Biz bir halkız, bundan kuşku duymak, sorup soruşturmak gerekmez. Dilimiz, konuştuğumuz anadilimiz bir kökten türemedir, yeniden üzerine konuşmak gerekmez. Fakat günümüzde yaşamın zorunlu kıldığı görevleri herkesin bilmesi, herkesin anlaması gerekiyor. Çözüm için herkesin elinden geldiği kadar çalışması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu konu bugün bile, ne Kabardey-Balkar’da, ne Karaçay-Çerkessk’te, ne de Adigey’de gündeme getirilmiş, layık olduğu şekilde köklü olarak ele alınmış değil. Böyle söyleten çok neden var. Kabardey-Balkar’da ayrı bir yazı ve konuşma dili geliştirilmeye çalışılıyor. Karaçay-Çerkessk’te de öyle, Adigey’de de üzerinde durulan konu bu. Adigey’de iş daha da zor. Çünkü Adigece’nin yazım kurallarının geliştirilmesi, düzenlenmesi çalışmaları sonuçlanmış değil, sürüncemede kalmış durumda. Rekabet iyidir, işin ilerlemesi için her zaman gereklidir. Ancak birbirini anlamaya, anlaşmaya, akim yoluna götürüyorsa faydası olur. Biri bir tarafa çekiyor, diğeri başka bir tarafa çekiyor. Bu tür bir yarışma, benim kanaatime göre, hemen her yerde yaşayan Adigelerin ihtiyacı olan, herkesin anlayabileceği yazım kuralları ve bir Adige dili açısından pek umut verici görülmüyor.

Bunu düşünerek, bunu ilk iş olarak ele alırsak, onun için çalışırsak, bize engel olan yöresel yaklaşım farklılıklarından kurtulabilir, ilerlemek için büyük olanaklara sahip olabiliriz. 1957 yılında Maykop’ta Adige Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde yapılan ilk bilimsel toplantıda bu konuyu ortaya attıklarını, üzerinde konuştuklarını, harflerin nasıl yazılacağı üzerinde durduklarını hatırlıyorum. Fakat ondan sonra bu konunun üzerinde hiç durmadılar. Bugün bu konuyu tekrar ciddi olarak ele almak ve geliştirmek gerekiyor. Anlaşabilmemiz, bir tek yazı diline sahip olabilmemiz için şimdiden kendimize bir yol çizmezsek ileride başımıza gelebilecekleri anlamak için fasulye falına bakmaya gerek yok. Bütün Adigelerin anladığı bir dile ve yazıya yönelirsek dilimizi geliştirebiliriz, koruyabiliriz. Bugün Adige dilinin   olanaklarını yeterince anlayamıyoruz. Niçin derseniz, birbirimizden ayrı ve kopuk olarak yaşıyoruz. Sözgelimi “samolet” (=uçak) sözcüğünü Rusçudan biz aldık kullanıyoruz. Kabardeyler ise “Quhtlate”(=uçan gemi, uçak) diyorlar. “Dom” (=ev), “komnata”(=oda) dediklerimize verdiğimiz isim tek “Wune”(=ev, oda) dir. Fakat Kabardeyler bu ikisi için ayrı sözcük üretmişler. Ya da Kabardeylerde olmayan sözcükler bizde var. Bu yönü de göz önünde bulundurmak gerekir.

İlginç olan bir diğer nokta, yabancı ülkelerden gelen Adigeler Kabardeyce’yi, Bjedughca’yı, Ç’emguyce’yi iyi anlıyorlar, konuşuyorlar. Biz bu ülkede yaşadığımız, komşu olduğumuz halde bir araya gelince birbirimizi anlayamıyoruz, dolayısıyla hemen Rusça’ya sarılıyoruz.

Onun için dilimiz konusunda ihtiyaçlarımız çok. Bu ihtiyaçları gidermek için ileride dilimizin ne durumda olacağı, Adigelerin hep birlikte (Yurt dışında ve Ana yurtta yaşayanların) kullanabileceği, yazı biçimini, konuşma biçimini bugün öncelikle seçmeli, düzenlemeliyiz. Daha uzaklara bakmaya da bugün, daha önceki dönemlerden çok daha fazla ihtiyacımız var.

Şahsen ben bu konuya ilişkin olarak, vakit geçirmeden  şu  tür çalışmalara hemen başlamamız gerektiğini düşünüyorum.

İlk olarak; Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey’deki dilbilimcilerin dış ülkelerde yaşayan, konuyla ilgili Adigelerle birlikte Adige alfabesi, yazım kuralları ve Adige dili üzerinde çalışmaları,

İkinci olarak; Adigece-Kabardeyce sözlük hazırlanması,

Üçüncü olarak; Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey’deki Adige okullarında Adigece öğretim yöntemlerinin değiştirilmesi. Buna neden ihtiyaç duyuluyor? Küçük Kabardey çocukları dillerini öğrenirlerken, öğrendikleri sözcüklerin Adigey Adigece’sindeki söyleniş biçimlerini de öğrenmeleri, Adigey okullarında da bunun gibi yapmaları, Karaçay-Çerkessk için de aynı şekilde olmalı.

Dördüncü olarak; Gazete sayfalarında Adigece ve Kabardeyce’ye ilişkin bölüm-er vermeleri. Radyo ve Televizyonda da buna benzer yayınların yapılması.

Beşinci olarak; Okullarda edebiyatın öğretilmesi yöntemlerinin değiştirilmesi, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey yazarlarının yazdıklarının ayrı ayrı öğretilmemesi, ancak bütün Adige yazarlarının yazdıklarının birlikte öğretilmesi. Bütün kitaplarda Adige edebiyatı bu biçimde yer almalı. Yüksek okullar da bu yönde düzenlenmeli.

Altıncı olarak; “Oşhamaxue” adlı dergi ile Adigey’de çıkan “Almanak”ın daha yakın olması, birbirine bağlı olarak bir arada planlama yapmaları, yayımlanan yazıların değişimi, çevrilmesi.

Bütün bu büyük işler için gerekli olan şeyleri bir makalede yazmak mümkün değil. Fakat bu sözünü ettiğim şeylerin ilk adım olacağına inanarak belirtiyorum. Okuyanlar beni desteklerlerse çok memnun olacağım. Niçin derseniz, yukarıda sözünü ettiğim ihtiyaçları gidermek için onların çalışacağına inanıyorum.

(1) Bu yazı, Adigey Cumhuriyet olmadan önce yazıldığından dolayı eski adı kullanılmıştır. (Çev.notu)