ADI YOK BU YAZININ!

Ali Çurey
10.04.2017

Can Dostlarım;

Önce en içten ve en samimi duygularla hepinize yürek dolusu selamlar. Bugün sizlerle birkaç konuyu paylaşmak istiyorum. Bunların bir kısmı ilgi ve bilgi alanımın içindedir. Bir diğer kısmı ise beni zoraki içine çeken konulardır,       yani mecburen ilgilendiğim oluşumlardır. Gene daha önceki yazılarımda kısmen anlatmaya çalıştığım üç kavram sözcükten       söz etmek istiyorum.

1) İhtiyaç : İhtiyaç, doymaktır. Örtünmektir. Barınmaktır. Bu hal hepimizin ortak paydasıdır. Bebeğin ağlaması “doymak” içindir. Bebek doyunca susar. Sonra üşümemesi için giydirilir. Peki, doydu       ve giyindi. Nerede yaşayacak? İşte o yaşayacağı yerin adıdır “barınmak”. Yani “ev”. Bunların olabilmesi için birinci ihtiyaç; iş ve aştır. Yani kısaca para gerekir. Onun için birinci ihtiyaç, iş ve aştır. İşin ve aşın yoksa, hele bir de insan gibi barınabileceğin bir yuvan yani mekanın yoksa, insan için hiçbir şeyin önceliği yoktur.

Sevgili dostlar; işi, aşı ve mekanı olan insanın bu defa ihtiyaç duyacağı sıralı bazı doğal dürtüleri vardır. Örneğin, bir topluma mensup olmak. Yani aidiyet. Ve o toplumda “ben” olabilme ve sonra yuva kurma arzusu. Burada cinsiyet       farkı söz konusu değildir. İki eşit insan vardır. Bu tablo beşeri ilişkilerde her toplumun bireyleri için nüans ayrılıklarla aynıdır. Kısaca, aş ve iş kimliğimizin ve varlığımızın yegane teminatıdır. Özelde, ben “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ferdiyim” diye bilmenin adıdır. Bu maddeye, yani ihtiyaç kavramına bir soru ile son verelim.
– İhtiyacın tavanı tabanı nedir? Ona da siz yanıt arayın.

2) İzdivaç: Bu sözcüğün içeriğini kime sorarsak alacağımız yanıt aynıdır. Yani evlenmek. Peki bu ihtiyaç mıdır? Bakınız, hemen yanıt vermeyiniz, gülüp geçmeyiniz, “bu da mı soru?” demeyiniz.       Sadece biraz düşününüz ve kendinize ”peki ne diyelim” sorusunu sorunuz. Zira iki farklı insan cinsi söz konudur( aykırılıklar müstesna). O halde evliliği de klasik bir aylayışa, yani illaki o bilinen ritüellerden ibaret saymak, en azından onun dışında kalanlara haksızlık olur. Demem o ki; evlilik, sadece cinsellik ekseninde (nikah memuru ve iki şahidin) anlayışıyla olursa, kötü. İki taraf içinde daha iyi bir yaşam hedefleniyorsa, ekonomik olarak, iyidir. Hele, ebeveynlerin “ölmeden önce evladımızın mürvetini görelim” klasiği hakimse her iki taraf için hüsrandır. Maalesef günümüzde pek çok evlilik bunun örnekleriyle doludur. Şimdi birileri ‘Ne diyor Ali Çurey, ahlak dersi mi veriyor?, akıl mı veriyor?’ “Akıl vereceğine para ver gibisine tepki vereceklerde olabilir. Sabırlı olun, yazımın sonucunu bekleyin.

3) İnanç: İnanç sözcüğü ilk etapta dini olarak algılanır. Oysa “inanç “ her konuda insanın enerji deposudur. Umutla, beslenerek varlığını korur. Her iki kavram sözcük, insanların başarı grafiğinde pozitif yönde itici rol oynar. Elbette ki hem göksel ve hem de görsel inançları da ifade eder. Ne var ki, ekonomik güç yoksa, inanç       ve umut tatlı bir rüya gibidir.       Tarihe şöyle bir göz atacak olursak, büyük değişimlerin kılavuzluğunu yapmış       tarihi şahsiyetlerin, kahır ekseriyeti ya bizzat ekonomik olarak güçlü veyahutta ekonomiyi ele geçirdikten sonra başarılı olmuşlardır. Kısaca; güçsüz fikir zavallı, fikirsiz güç ise zalimdir.

Sevgili dostlarım, şimdi gelelim bu girizgahtan sonraki esasa.

Biz Çerkesler, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm yurttaşları gibi ülke sorunlarıyla ilgilenmek, fikir ve düşünce üretmek hakkına sahibiz. Bunda problem yok. Çünkü hepimizin üstünde yaşadığı bu topraklar varlığımızın tek ve yegane teminatıdır. Onu korumak ve kollamak ana amacımızdır. Şimdi, “ama, ancak, velakinnn” ile diyorum ki, bir Çerkes insanı olarak, bazı ve bir kısım yurttaşlara nazaran “benim bir farkım var”. Nedir o? O şudur; ikinci bir anavatanım var. Kafkasya. Orada kadim bir geçmişim var.       Şu anda bir parçam orada. Özgün dilim ve kültürüm var. Hani ya “aslını inkar eden haramzadedir”.       Kendisini koruyamayan, yani Çerkes insanı olarak kalamayan birinin, bir başkasına ne hayrı olur?       Yine derler ya “adam olsa idi……?” Şu andaki Suriyelilerin kendi ülkeleri için ”müsait olanlar” yapabileceklerini yapmamaları ne kadar doğru? Tıpkı bunun gibi, biz Çerkesler kendi varlığımız için ne yapıyoruz da başkalarına yurtseverlik, dindarlık, çalışkanlık ve dürüstlük dersi veriyoruz.

Önce kendine sor bakalım.

– Ben kimim. Nereden geldim. Ne durumdayım ve yarın ne olacağım? Aklını ve özünü tamamen yitirmedinse, sanırım kendine bir yanıtın olacaktır.

Sevgili dostlarım, gerçekten konum ve ilgi alanım içinde değildir ama, dedik ya “bu ülkede yaşıyoruz” diye. Manzaraya bakar mısınız? 18 maddelik bir tasarı metin. Hemde Türkçe yazılı. Bunu koca koca proflar, siyasetçiler, ekonomistler ve hukukçular tartışıyor, oysa konu tamamen hukuki. O halde tartışması gereken hukukçulardır. Peki sorun nedir? Dildir. İşte biz Çerkesler bu atmosferin içindeyiz. Günümüzde Türkçe yazılı 18 maddelik metnin içeriği tartışılıyorsa, 1500 yıl önce yazılan Kureyş Arap Kabile dili nasıl anlaşılacak? Pes vallahi. Neyse…

Sevgili Çerkes kardeşim; ihtiyaç, izdivaç ve inanç üçgeninde “muhtacım, mahcubum” bahanesi ile “yok” olmayı kabullenme. Bir nebze olsun özünle ilgilen. Güzel fikir ve düşüncelerini, o kutsal enerjini birazda özünle paylaş. Tanrı tanziminin sonucu olduğunu hatırla. Aidiyet duygusu başkasını inkar değildir.

NOTLAR
1) Osmanlı’nın, Çarlık Rusya’sı ile savaş problemi vardı. Onun için Osmanlı’nın Kafkasyalılarla ilgilenmesi günün koşulları gereği onaylanabilir.
2) Günümüz Ankara’sının Suriye ile ne alıp ne veremediğini anlamakta zorlanıyorum.
             a) Kürt meselesi mi?
             b) Mezhep meselesi mi?
             c) Petrol meselesi mi?
             d) Yoksa güçler dengesi ve egemen orduların deneme ve eğitim alanı mıdır?
Veyahut hepsi birden mi?
3) Şu anda Suriyeli Çerkesler tıpkı Çarlık Rusya’sı Kafkasyalılarının yurtlarından olmaları gibi bir sonuçla       karşı karşıyayız. Hem Suriye yerlileri ve hem de Çerkeslerin bu acı sonuçta günahları nedir?