ABHAZ-ADİGE KARDEŞLİĞİ

YAĞAN Adnan Özveri

Diasporadaki Çerkes halkı (özellikle de Abhaz halkı) bugünlerde çok önemli tarihsel bir sınavdan geçiyor. Bu tarihsel sınavın sonucunda Abhaz (ya da Abaza ne derseniz deyin) halkı, kendi tarihinin öznesi mi yoksa basit bir nesnesi mi olduğuna karar verecek. Daha somutlaştıracak olursak Çerkes halkı tarihte daha önceleri olduğu gibi (Kafkas -Rus Savaşlarında) birilerinin oyuncağı haline mi gelecek yoksa ilk defa olarak kendi kaderini kendisi mi belirleyecek?

Evet, hepinizin anladığı gibi bugün birilerince pişirilip toplumumuzun önüne getirilen Adige-Abhaz (Abaza) kardeşliğine kama sokma hareketinden başka bir şey olmayan “Abhaz Federasyonu” kurma girişiminden söz ediyorum. Oysa bugün oluşmuş olan Abhaz-Adige birlikteliği yılların ürünüdür. Bu birliktelikte aramızda bulunan veya artık yaşamayan birçok değerli insanın beyin emeği ve çabası vardır.

Lafı eğip bükmeden şurasını açıkça belirtelim ki; aslında, Adigelerin çoğunun çok önceden bildiği Abhaz-Adige kardeşliğini, -Adapazarı yöresi Abhazlarının önemli bir kısmı- ancak Abhazya’nın bağımsızlık savaşımı sırasında tanımış ve bu kardeşliğin ne demek olduğunu, nasıl ölümüne bir birliktelik olduğunu bizzat yaşayarak görmüştür. Adige-Abhaz kardeşliği o zor süreçte gerek Kafkasya gerek diasporada ateş çemberinden geçerek sınanmış ve her gün kendini yeniden üreterek pekişmiştir.

O sıcak süreç içerisinde, başta bugün Adige ağırlıklı diye eleştirmeye kalktığımız Ankara Kafkas Derneği’nin Adige yöneticilerin ve tabandaki sıradan üyelerin, Abhazya için daha fazla ne yapabilirim çırpınışlarını birçok insan gibi biz de biliyoruz. Kuşkusuz, şimdi burada bu insanları tek tek anlatacak değiliz. Çünkü onlar bu çabalarını ileride birileri bizi anlatsın diye yapmadılar. Onlar bugün de o günde harekete geçiren şey; Adige-Abhaz kardeşliğine sarsılmazlık bağlılık ve haklı davalarına olan inançtı.

Şimdi birileri Adigeleri ayırarak “Abhaz Federasyonu” adı altında yeni bir oluşuma gitmek istiyor ve gerekçe olarak da bu şekildeki örgütlenmenin daha büyük güç sağlayacağını ve Abhazya’nın buna ihtiyacı olduğunu söylüyorlar.

Şimdi düşünmek gerekir, madem Abhazya’nın böyle bir örgütlenmeye ihtiyacı vardı. Bu şekilde daha güçlü olunuyordu da bu girişimin sahipleri neden şimdiye kadar beklediler. Daha önce yani savaş sırasında ya da sonrasında bir federasyon haline gelip Adigelerden (hatta sevmedikleri şimdilik mecburen katlandıkları kimi Abazalardan) ayrı bir şekilde ortaya çıkıp da Abhazya için ve onun bağımsızlığı için uğraşmadılar da, Abhazya’nın bağımsızlığını Rusya’nın ve bazı ülkelerin tanıması arifesinde hemen harekete geçtiler? Sahi niye bu kadar(on yedi sene) beklediler? Vakitleri mi yoktu? Başka işlerle mi uğraşıyorlardı ya da şimdi mi akılları başlarına geldi; değişen ne? Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir.

Aslında değişen bir şey var; o da şu: O zamanlar Abhazya’nın daha ne olacağı belli değildi. Durumu muğlaktı. Abhazya alaca karanlık bir yolda yürüyordu. O zamanlar Abhazya için uğraşanların tek düşüncesi: ‘’Ben Abhazya’ya ne gibi katkıda bulunabilirim’’ yani ‘’Abhazya’ya ne verebilirim’’ idi. Şimdi ise düşünceler çeşitlendi, ticarilendi. “Abhaz Federasyonu” kurma girişimi ile “Abhazya için uğraşan”ların uğraşısının başına “Abhazya bana ne verebilir” düşüncesi de eklendi. İşte (bir amacı da kişisel egoları tatmin etmek olan) şimdiki örgütlenmenin itici gücü, motoru da bu düşüncedir.

Kuşkusuz herkesi aynı kefeye koyup, bu sürece katılan iyi niyetlileri de toptancı bir yaklaşımla karalamak istemiyorum. Ama bilelim ki bu işin başını çekenlerin temel düşüncesi, itici gücü budur. Tabandaki insanlar iyi niyetli olabilir. Ama unutmayalım “Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” diye bir de atasözü vardır.

Ancak Abhaz halkı bu kadar vefasız değildir. Abhaz halkının hafızasını balık hafızası sananlar ve biz onları istediğimiz gibi yönlendiririz diyenler yanılıyor ya da yanıldıklarını mutlaka görmeleri lazım ki bir daha birileri böyle şeylere tevessül etmesin.

Ayrıca şunu bilelim ki bu güne kadar Abhazya ile Türkiye’nin ilişkileri, Abhaz Dayanışma Komitesinin şimdiye kadar yaptığı gibi kafakol ilişkileri sayesinde ne bir adım ileri gitmiştir ne de gidebilir. Üçüncü sınıf emniyet müdürleri ve bürokratlarla, onların sırt sıvazlamasıyla, Osmanlının daha önce tarihte benzerlerini yaptığı gibi “Aslan Çerkes, Kaplan Çerkesler, siz önce aranızdaki yaramaz adamları uzaklaştırın. Biz siz tanırız” aldatmalarıyla bu işler olmaz ve olmayacaktır. Olay tamamen kendi içinde maddi olguları olan ve birçok değişkeni barındıran bağlamsal bir süreçtir. Değişen dünya koşulları ve dengeler zaten çok yakın bir süreç içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’ne Abhazya’yı tanımayı dayatacaktır.

Öte yandan biz örgütlerimiz aracılığıyla yapacağımız çeşitli çalışmalarla bu sürece etki yapıp şekillendirir ve süreci kısaltabiliriz. Şuna kadar Kaf-Fed’in yaptığı da eksiği fazlasıyla (birçok engellemelere rağmen) budur. Yoksa bu işler kişisel ilişkiler ve kapalı kapılar ardında verilen sözlerle olmaz. Örgütlülüğe inananların çok iyi bildiği gibi hak verilmez alınır.

Şu anda “Abhaz Federasyonu” girişimi çevresinde duyulan sesler, daha çok ticari ve kişisel kaygıları ön planda olan bir korodur. Oysa bizlerin çok daha net berrak ve güçlü seslere ihtiyacımız vardır. Bu sesler de var olan yığınsal örgütleri zayıflatmak ve parçalamakla olmaz. Tam tersi safları sıklaştırmakla olur

Yaşanmakta olan bu süreç aklı başında ve sağduyulu davranmamızı gerektiren tarihsel bir süreçtir. Tarih denilen şey tamamen toplumların dışında kendiliğinden gelişen bir olgu olmadığı gibi, Abhaz toplumu da birilerinin gördüğü ya da sandığı gibi saçta piştikçe diğer yüzü çevrilen bir Türkmen bazlaması değildir. Onun için de Adige-Abhaz kardeşliğinin zararına olduğu çok açık olarak belli olan bu oluşuma karşı ayağa kakıp söylenecek tek bir sözcük vardır. O da kocaman bir hayırdır.

Herkesi bu “hayır”ı söylemek ve bu sınavdan yüz akıyla çıkabilmek için toplumsal sorumluluğunu almaya ve örgütsel birliğimize sokulmaya çalışılan bu kamayı kırmaya çağırıyorum.