1787-1792 OSMANLI-RUS SAVAŞI VE ÇERKESYA’YLA İLGİLİ BİR RAPOR

YENEMUK Mehmet Mahir

Osmanlılar 1774 yılında imzalamış oldukları Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla kaybettikleri toprakları geri almak amacıyla 1787-1792 yılları arasında Rus ve Avusturya Devletleriyle beş yıl boyunca savaşmıştır. Savaş I. Abdülhamit’in saltanatı sırasında başladı. İngiliz ve Fransızlar savaşa katılmamakla birlikte bu savaşta Osmanlı Devleti‘nin yanında yer aldılar. Ancak Avusturya da savaşa girince Osmanlı Devleti beklemediği bir şekilde kendisini Avusturya’nın da karşısında buldu. Rus Generali Potemkin 1788 yılında Özi’yi alarak kentin bütün sakinlerini katledince. I. Abdülhamit üzüntüsünden vefat etti.

Tahta III. Selim’in geçmesinden sonra kayıplar devam etti. Sonunda Osmanlı Devleti’ne karşı Rusya kadar başarılı olamayan Avusturya Osmanlı Devletiyle 4 Ağustos 1791’de Ziştovi Antlaşmasını imzaladı.

Avusturya’nın savaştan çekilmesinden birkaç ay sonra Rusya da barış antlaşması yapmağa razı oldu (Yaş Antlaşması 9 Ocak 1792). Osmanlı Devleti bu antlaşmayla Kırım’ın Rusya’nın egemenliği altına geçtiğini tekrar kabul etmek zorunda kaldı. Dinyester nehri Rusya ile Osmanlı Devleti arasında sınır olarak kabul edildi. Karadeniz kıyısında bulunan Anapa Kalesi Osmanlılara geri verildi.

Bu kanlı savaşlar sürecinde 1789 yılının Ramazan ayında Kutaisli (1) Mehmet Bey tarafından Bab-ı Ali’ye bir rapor arz edildi. İçeriği tamamen Adigelerle ilgili olan bu rapor ve raportörü hakkındaki bilgileri ilk elden Tarih-i Cevdet’ten derleyip sadeleştirmiş bulunuyoruz.

Bazı resmi evrakta adı Kütais’li Mehmet Bey diye görülür, bazı tarih yazarları da bu savaşta ortaya çıkan gayretini övmüştür ama Haşim Efendi (2) Mehmet Beyin hal tercümesini şöyle yazıyor:

“Mehmet Bey Acaralı Gürcü asıllı bir çocuk iken geçen savaşta Hacı Ali Paşa’nın yanında hizmetkarlıkla Kırım’a gidip yapılan savaşta esir olmuştu. Bir Rus generali yanında hizmetkar olarak bu generalle birlikte Kırım içinde ve dışında gezip dolaştı. Sonra bu General, Kabardey tarafında görev alıp gidince yanından kaçtı ve Nogay kabileleri içine düştü. Bir süre içlerinde gezerek Abaza tarafında kaldı. Kabilelerin merasim ve adetlerini iyice öğrendikten sonra bir iki esirle bir gemiye binip İstanbul’a geldiği sırada esir pazarı tüccarlarından Bicanoğlu Ali Paşa’nın Mirmiranlıkla (3) Anapa muhafızı olduğunu duydu. Doğru Ali Paşa’ya gitti. Kendisine yalnız bir şeref unvanı olmak üzere bedava hazinedarlık hizmeti görerek kendisiyle birlikte gideceğini bildirdi. Ali Paşa da bunun cana minnet bilerek Mehmet Beyi Anapa’ya götürdü. Herkesin görünüşüne bakanlar onu bir süre doğrudan hazinedar bilirlerdi.

Sonra esir ticaretiyle İstanbul’a geldi. Bu nedenle devlet ileri gelenlerinin evlerinde kalıp burada da kendisini beyzade ve kişizade tanıttı… Hatta kabileler halkı güya büsbütün kendi dediğine göre iş görürdü. Kendisine vezirlik verilse hepsinin kendisine tabi olacaklarına dair kabileler tarafından mahzar (4) gibi uydurma kağıtlar ileri sürerdi. “Kabardey halkına yardım edilirse Rus topraklarına akın ederek şehir ve köylerini yakıp yıkacakları şüphesizdir” demek gibi uydurmalarla devlet büyüklerini yanılttı. Sonra, Battal Paşa’nın Kabardey’e gitmesini ve eğer gitmeyerek özür beyan edecek olursa da idam edilmesi için yanında bulunan mübaşirin eline bir padişah buyruğu verilmesinin güzel bir tedbir olacağını devlet yetkililerine anlatıp kabul ettirmiştir.

Battal Paşa’dan da biraz bahşiş almak maksadı ile mübaşirin yanında böyle bir padişah fermanı olduğunu söyledi. Sonunda Battal Paşa’nın can korkusu ile tantanalı ve haşmetli vezirliği bırakıp esareti kabul etmesine başlı başına sebep olduktan sonra beş on Abaza’yı, “Osmanlı devletinden size yay ve tüfek ve başka hediyeleri alıveririm, ben ne dersem siz de kabilelerin sözü bizdedir diyerek beni tasdik ediniz”, diye aldatıp İstanbul’a getirdi. Bir şeyden haberleri olmayan Abazaların dilinden Bab-ı Ali’ye (5) uydurma raporlar takdim etti. Yine Osmanlı Devleti’nden çok mal ve eşya alıp Anapa’ya döndüğü sırada Bahçekapısı içinde bana rastladı. İşin hakikatini bildiğimi söylemeyeyim diye “Aman beni tasdik et şimdi bana Mehmet Bey derler” diye rica edip yalvardı. ‘’Efendilerimiz işin aslını sorarlarsa doğru söylemeye mecburum diye ret cevabı verdim.”

Mehmet Bey bu savaş yıllarında Kafkasya ile İstanbul arasında defalarca gidip gelmiş, Kabile reislerinden Bab-ı Ali’ye gönderilen dilekçe heyetinde bulunmuş, İstanbul’dan kabile reislerine padişah fermanları ve Sadaret emirleri götürmüştür. Mehmet Bey 1203 (Miladi 1789) yılında Anapa’dan İstanbul’a giderek yazmış olduğu raporunu Ramazan’ın üçünde makama arz etmiştir.

Rapor

Kulunuz geçen yıl ordudan Kabardey Beylerine ve Kuban’da olan Abaza ve Çerkes kabilesi kumandanlarına gönderilen emirleri alıp doğru İstanbul’a geldim. Oyalanmadan Canik tarafına geçtim, Soğucak ve Anapa seraskeri Vezir Battal Paşa’yı Bafra’da bulup görüştüm. Bu görüşmem geçen yılın Ramazan’ında idi. Daha önce Kuban’dan dönüşümde kabileler halkı genellikle Abaza ve Çerkes Beyleri eğer Osmanlı Devleti bize asker ve mühimmat ile yardım yapacaksa, ilk önce bize haberini getir. İmdat gelmeyecekse bile bir kağıtla bize bildir, biz de ona göre hareket edelim, demişlerdi. Kulunuz da Osmanlı Devleti’nden size imdat gelir, ben kefilim ve yardım geleceğinin haberi ile yakında size gelirim demiştim.

Biliyordum ki, Ruslar kabileler halkına daima:

“Benim sizinle savaşım yoktur. Mademki size Osmanlı’dan yardım gelmiyor, benimle savaş etmeyin. Yardım gelirse mazeretlisiniz, savaşınız. Göreceksiniz ya, Osmanlı Devleti size yardım etmezse ne siz benim üzerime hareket ediniz ne de ben sizin üzerinize asker göndereyim. Olduğunuz gibi durun. Benim kavgam Osmanlı iledir”, sözleriyle kabile halkı içinde ikilik yaratıyor.

Serasker paşayla görüşmemizde bu durumu kendisine anlattım. Beni bir miktar askerle bir an önce Anapa’ya gönder, Osmanlı Devleti’nden kendilerine imdat geleceğini kabileler halkına haber vereyim. Osmanlı askerinin örneğini gösterip, sizin de gelip şeref vereceğinizi sevinçle bildireyim, diye epeyce uğraştım. Battal Paşa da 300 askeri ile kulunuzu Anapa’ya gönderdi, ben de Anapa’ya vardım. Köse Paşa hazretleri huzuruna bir Çerkes gelerek, Hatukuay kabilesini Moskof askeri gelip bastı, diye haber verdi. Köse Paşa Moskof’un böyle gelişini “kabileler davet etmiştir diyerek”, önlem alıp harekete geçmekte ağır ve yavaş davrandı. Soğucak ve Anapa kalelerini muhafaza etmeyi açıklayacağını anladım, kendisine:

“Efendim, Moskof kabilelerin davetiyle gelse ilk önce kendilerini basıp zarara sokmazdı. Düşmanın niyeti kabileleri dağıtıp perişan etmektir. Nasıl mümkün olursa bir kaç yüz asker çıkarıp Hatukuay Kabilesi’ne çabuk yardım göndermelisiniz. İleride düşmanı tutmazsanız sonra Anapa üzerine gelir, iş güçleşir” dedim.

Nasılsa bir kaç yüz asker toplandı, İpeklizade Mustafa Paşa ile Hatukuay Kabilesi tarafına gönderildi. -Ancak diğer kabileler halkına yardıma koşmadı.-

Anapa’dan giden askerler düşmana karşı koyamayacaklarını anlayarak geriye dönüp çekilmeye başlamışlardı. Kulunuz Hatukuay kabilesine varıp; “Bende fermanlar vardır, yukarı kabileler halkına götüreceğim, hepsini size yardıma göndereceğim. Sizler hemen olduğunuz yerde dayanın, düşmanı yanınıza uğratmayasınız” diye birçok teselli edip oradan yukarı kabilelere, Şayşuk (Shapsugh), Abazek (Abzegh), Semerküy (Çemguy), Besni ve Mohoş (Mekhoş) kabilelerinden her birine uğrayarak fermanları gösterip; “Ne duruyorsunuz. İşte Hatukuay kabilesinde savaş var. Osmanlı askeri yardımına geldi. Geriden yere sığmaz askerle paşa da geliyor. Siz de atlarınıza binip Hatukuay kabilesine yardım edip düşmandan intikam alın” diye bu işe sürükledim.

Dalga dalga kabileler halkı erişip Allah’ın yardımı ile Moskof ordusunu perişan ettiler. Bu kazanılan savaşın haberi o vakit İstanbul’a varmıştı, sizce bilinir.

Kuban’da olan kabileler halkını böylece savaşa teşvik ettikten sonra kulunuz Kabardeyler bölgesine gittim. Vardığımda Kabardey Beylerine yazılmış padişah emirlerini gösterdim. Kabardey beyleri şöyle cevap verdiler:

“Bu bir kuru fermandır. Bunu ne yapmalı? Bize asker ve mühimmatla yardım edilmezse elimizden ne gelir? Daha önce Osmanlı Devleti tarafından yardımımıza asker geleceğini haber aldık, o asker ne oldu? Düşman ile savaşmamız isteniliyorsa, epey zamandır bu kafirle savaştık, sonra başa çıkamayıp barış yaptık. Şimdi bu barış dönemini yaşıyoruz, bizi kendi halimize bıraksanız olmaz mı?” dediler. Ben de:

“Osmanlı Devleti’ne göre hiçbir şeyde güçlük yoktur. İstediğiniz asker değil mi? İşte bu kadar bin asker ile Serasker Paşa geliyor. Sizin iş görmeye niyetiniz varsa fırsatı kaçırmayıp düşmana büyük zayiat verdirin. Size oranla Abaza ve Çerkes oldukça vahşi ve Müslüman oldukları belli değilken, gayret edip Moskof’la savaşıyor. Osmanlı Devleti onlara yardım bile gönderdi. Sizin ise bu kadar mescit ve mabetleriniz var. Böyle zamanda savaştan dönmeyiniz, dünya ve Ahret’te utanacaksınız. Size getirdiğim fermanı aklınız ile kabul edin, bu ferman bütün topraklarınıza değer ve bunu Padişahımız üç tuğlu paşalara gönderir. Size nasıl değer veriyor ki, ferman gönderdi. Bu fermana göre iş görün. Allah korusun memleketiniz elinizden gitse bu fermanı Osmanlı Devleti’ne götürüp şu fermana uyduk, uğraştık ama bahtımız yokmuş, memleketimiz elimizden gitti, deseniz Osmanlı Devleti size en iyi toprakları ihsan eder, başkasının elinde olsa bile yine Osmanlı Devleti’nden ikram görür ve şöyle olur, böyle olur” diyerek hepsini savaşa teşvik eylemeğe uğraştım.

Bunun üzerine Kabardey halkı gayrete gelip derhal Moskof’la yaptıkları sulh anlaşmasını kaldırdılar. Kendi bölgelerine yakın Rus topraklarına taarruz edip kasaba ve köyleri yakıp mal ve eşyalarını yağma ettiler. Bin 200 hane kadar esir alıp kendi taraflarına getirdiler.

Kabardey’e yakın Tiflis’e açılan yol üzerinde bulunan Engüş (İngush) kabilesi halkı birkaç bin hane idi. Bunlar aslında Mecusi (6) iken daha önce Moskof’lar bunlara elçi ve adamlar gönderip Hıristiyan mezhebine sokmuştu. Bu kabile halkı Kaberdeylerin bu gayretini görünce Rusların tabiiyeti altından çıkıp Kaberdeylere tabi oldular. Şimdi Kabardeyler bu durumda olup Osmanlı Devleti’nden askerle yardım bekliyorlar. Serasker Battal Paşa ile geçen yıl Bafra’da yaptığım görüşmede; “Abazalar, Çerkesler ve Kabardeyler halkını alıp Moskof topraklarına taarruza geçseniz çok yerler ele geçirirsiniz. Tamda şan kazanacak ve yükselip feyiz alacağınız yerdir” dediğim zaman o tarafın durumuna en ufak bilgisi olmadığı için “kabileler halkına ne hacet, Kuban’a niçin akıl yormalı? Biraz askerle Kırım’a geçilir, Allah ya bize ya da kafire verir. Taman ve Temrek kaleleri elimize geçer” dedi.

Kulunuz karşılık verdim:

“Taman ve Temrek Kaleleri bugün boştur. Onları yüz adam ile ele geçirirsiniz. İş orada değil, Kırım yarımadasının beri taraftan ele geçirilmesi zordur. Zira kıyılara çıkarılacak asker ve zahire ve mühimmatı ileri sürmeğe hayvan ve araba lazımdır. Nereden bulacaksınız. Yakınlarında köyler yok, çöl gibi bir yerdir. Bir kalenin kuşatılması 10 bin Osmanlı askerini şehit eder. Düşmana en ufak zarar asla gelmez. Varsın Ruslar Kırım’ı takviye etsin dursun. Kuban tarafından Kabartalar üzerinden Petersburg’a kadar Rus topraklarını yakıp yıkmak mümkündür, o vakit Kırım’ı kendisi bırakıp çekilir. Şimdi siz 10 bin askerle Abaza ve Çerkes içine girseniz, para pul harcamadan 50 bin yetişmiş kılıca kadir askeri başınıza toplarsınız. Eğer 20 bin askerle Kaberdeylere varsanız 100 bin asker toplanır. Bu toplanan askerle Rus topraklarına taarruza geçilirse Ejderhan ve Kazan Tatarları tabiatıyla buna uyacaklardır. Mal ve ırzlarına taarruz edilmediği halde o bölgede olan Rus reayası (7) da Osmanlı Devleti’ne reaya olmağı kabul edip canla başla hizmet ederler. Bu toplanan parlak kuvvetle Moskof toprakları içine dalıp ateşler bırakılır. Bu yolu tutarsanız kıyamete kadar nam ve şanınız her Osmanlının ağzında dolaşır” dedim.

Hakikaten düşmana galip gelmek ve Ruslardan intikam almak için kesin olarak Kaberdeylere beş on bin askerle yardım edip o taraftan düşman toprakları üzerine taarruza bağlıdır. Başka yerlerde 10 bin kese Akçe harcanıp dünya kadar zorluk çekilirken yine de düşman’ı dağıtmak mümkün olmaz ama bu dediğim şekilde derhal bu yıl içinde Kırım ve Özü ve başka yerleri terk etmeğe ve Osmanlı Devleti’nin istediği gibi sulh anlaşmasına yanaşır. Ruslar Osmanlı Devleti’ni zarara sokacak durumları hiç gözden kaçırmazlar. Kırım adasını ele geçirinceye kadar ne tekliflerde bulundu. Kırım’ı ele geçirdi sonra da Özü’yü işgal etti. Başka Osmanlı topraklarına taarruz etmek Ruslar için kolaydı. Moskof topraklarını yakıp yıkarak Rus Devleti’ni berbat etmek ve istenildiği gibi intikam almak için Osmanlı Devleti için kolaylık yalnız Kuban bölgesinde Kubanları takviye edip serasker paşayı o taraftan Moskof topraklarına yürütmektir.

Kulunuz Moskof topraklarını baştan başa gezdim, hepsini bilirim. Ruslara galip gelmek bu taraftan kolaydır. Ben böyle biliyorum. Yine her halde irade efendimizindir. Serasker Battal Paşa hazretleri Abaza ve Çerkes halkını kullanıp Kaberdeylere asker göndermeyi istemez. Kendi mizacına kalırsa Anapa’dan bir adım ileri gitmez. Osmanlı Devleti buna bir akça vermez kendi kesesinden harcattırır, düşüncesindedir. Birkaç adamla güçlükle Soğucak’a geçmesi bile Osmanlı Devleti korkusundandı. Yine korkutulmaz ve uğraşılmazsa Soğucak’dan harekata geçmez. İleri ve Kabardey üzerine asker gönder veyahut kendin git diye yola getirilse bile Osmanlı Devleti’ne iki kat masraf gösterecektir. Belki de Abaza ve Çerkes kabilelerinden bir yolunu bulup mühür alıp mahzar tertip eder. Kabileler halkı uygun görmüyorlar diye yazı göndereceğini düşünüyoruz. Bu yolda tedbir ne ise alınıp yerine getirilmesi Osmanlı Devletinin iradesine aittir.

Moskof’ların kötü düşüncesi Kırım yarımadası eli altında olunca Özü’yü bile ele geçirdi. Şimdi kabilelere yardım yeri olan Anapa ve Soğucak’ı da işgal ve istila edip kabilelerin hepsini ele alıp Açıkbaş (8) ve Tiflis Hanları kendine taraftar olduğu için onlarla ittifak edip kararından Ahıska ve Erzurum üzerine yürümeği tasarlıyor. Allah korusun Anadolu’da bile karışıklık çıkarıp denizden uğursuz gemileriyle Karadeniz kıyılarına saldırıp öylece Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmak düşüncesinde olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Geçen yı1 bu tasarısını yerine getiremedi. Anapa’da perişan oldu, ama bu yıl yavaş davranılırsa o taraflardan korkulur. Bu şekilde başka yerlerle uğraşmaktan ise Anapa ve Soğucak’ın elde kalıp durmasında yardımı olan kabileler halkı ve Kaberdeylere takviye göndermelidir. Kaberdeylere asker geleceği müjdesini verdim. Tersine çıkarsa bu tutumla bir daha güven sağlanamaz. Ruslar Kaberdeylere para ve başka şeyler teklif etmekten geri durmuyorlar. Bugün yüz vermiyorlar, şimdilik bir nesnelerini kabul etmediler. Lakin Osmanlı Devletinden asker ve yardım gönderilmezse, işin ne şekil alacağını bilemem.

Tiflis Hanı Ereğli Han Ruslara elçi gönderip “Osmanlıya bir çocuk rehin verdim, şimdilik yatıştılar. Senin kuvvetin varsa bana 20 bin asker gönder, elimden gelen hıyaneti Osmanlı Devleti’ne edeyim” demiş.

Ruslar da rehin olan oğlunu Ereğli Han’a gönderip asker göndereceğini bile vaat etmiş. Lakin Kaberdeyleri yukarda geçen hareketi Rusların Tiflis’e göndereceği askere engel oldu. Zira Kabardey Tiflis’e giden yolun tam başındadır. Böylece bu yol kapalı gibidir. Şimdi Kaberdeylere asker yardımı yapılsa Dağıstan halkı da davranıp Açıkbaş mülküne ve Tiflis Hanı’na nefes aldırmazlar.

Rus topraklarından Kazan Tatarlarının oturdukları yerlerle Ejderhan toprakları arasında Olemburg adlı şehirde bir fitne ortaya çıktı. Bazılarının rivayetine göre geçen savaşta sulh anlaşması sırasında yine o İmparatoriçe’nin kocası güya hayatta imiş. Bu defa da o bölgede ihtilal çıkmasına sebep olmuş. Her nasılsa bu fitnenin onlara faydası vardır. Kaberdeylerin Ruslara karşı davranışından sonra o bölgede fitne eksik olmaz. Kazan Tatarlarında ve Ejderhan’da, Karakalpak Tatarların da birçok Müslüman ve alim kişiler vardır. Bunlar Ruslara karşı iyi davranmazlar, Ruslar da bunlardan çekinir. Hatta bu savaş açıldığı zaman Kaberdeylere, Kazan ve Ejderhan Tatarlarına özel kağıtlar göndermiş, içinde; “Osmanlı Devleti’ne galip gelmişken yalnız bize lazım olan Kırım’la yetindik. Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmaktan vazgeçtik. Bu iyiliğimizi bilmesi lazımken, Osmanlı Devleti bizi gafil avlayıp üzerimize sefer açtı. Böyle hareket hangi kitapta vardır? Siz de Müslümansınız, kendi halinde olan adamı incitmek kitabınızda var mıdır?” diye büyük hile ile biraz taşkınlık etmiş, olmayacak şeyler yazmış. Bundan da Kabardey ve Tatarlardan ne kadar çok çekindiği anlaşılır.

Sözü toplarsak, bu fırsatı Osmanlı Devleti elden kaçırmayıp nasıl mümkünse beş-on bin adamla şu Kaberdeylere yardım etmelidir. Hazinenin gittiğine bakmayıp Soğucak ve Anapa gibi ikinci Kırım sayılan yerleri ve kabileler halkı gibi bir alay askeri elden çıkarmamaya çalışıp uğraşılsın. Bugün için o tarafın takviyesi farz gibidir. Anapa’da olan Zanoğlu Mehmet Bey bir şeyini esirgemeyen Osmanlı Devleti’nden bu kadar ihsan ve nimetlere kavuşmuş iken Kuban’da olan Bahadır Giray Sultan ve Arslan Giray Sultan ile işbirliği edip geçen yıl Rusları Anapa üzerine davet etmişlerdi. Hatta gelen tabur içinde Bahadır Giray Sultanın Rusya’daki oğlu beraberdi diye söylenti var. Bu üç kimsenin Kuban’dan kovulması lazımdır.

Osmanlı Devleti şunu da bilmelidir. Kabileler halkı, yani Abaza ve Çerkesler ve hususiyle Kabardeyler; “Biz Osmanlı Devletinin paşalı askeriyiz. Seraskerin dediğini yapar, onun emriyle hareket ederiz. Kuban’a gelen Kırım sultanları kendi milletlerinden olan Tatara yani Nogaylıya söz geçirirler, bize ancak Osmanlı Devleti’nden tayin edilen paşa emreder,” diye iftihar ederler. Sultanlardan haz etmediklerinin hikmeti de bir tarihte Kabardeyler Selatin’den (Kırım Sultanlarından) bir iki sultanı öldürmüşler. Öldürülen sultanın kanını bizden dava ederler düşüncesiyle hangi sultan olursa olsun ondan kuşku duyarlar. Bu yüzden aralarını bulmak gayet güçtür.
DİPNOTLAR:
1)
Gürcistan’da bir kent

2) Mehmed Haşim Efendi: Ferah Ali Paşa’nın Anapa muhafızlığı görevi süresince onun (1781-1784) katipliğini yapmıştır. “Fi Ahval-i Anapa ve Çerkes” adlı notları ile Kuzey Kafkasya ve Çerkesler hakkında önemli bilgiler vermiştir. Bu defter tesadüfen A. Cevdet Paşa tarafından bulunmuş ve düzenlenerek “Tarih-i Cevdet”e yayınlanmıştır.

3) Sivil Paşalık rütbesinde mülki amirlik.

4) Çok sayıda imzadan oluşan dilekçeler.

5) Osmanlı Devletinin son döneminde sadrazamlık makamına ve hükümete verilen ad.

6) Ateşperestlik olarak da  bilinen eski İran dini.

7) Vergi veren halkı

8) Katip Çelebi, Cihannüma ile Coğrafya-yi Kebîr’de “Halis Gürcü itibar olunur” şeklinde tanımladığı, Safavî kaynaklarında da Gürcistan-ı seb’a (yedi Gürcistan) dan biri Başıaçuk (Dede Korkut’ta da geçen İmeret) olarak tanımlanan Gürcülerin yedi kolundan biri.