Kültürel kimliklerin sürdürebilmesi
için yapılabilecek şeyler, yaşadığın ülkenin sosyal ve demokratik
yapılarıyla orantılı ve sınırlıdır.
Yaşadığımız ülkelerde demokratik hak ve özgürlüklerin yaşama
geçirilmesini isteyenler olmakla beraber, etkin güçler, ülkelerin
bölünebileceği endişesi ya da bahanesiyle farklı kültürlerin
varlıklarını sürdürme çabalarına sıcak bakılmamıştır. Genelde
biçimsel ve göstermelik bir demokrasi yeterli görülmüştür.
Bu durumu kimse inkar edemez yok da sayamazdı. Yaşadığımız
ülkeler gelişmiş ve demokrat dünyadaki yerini alsa kültürel
kimliğimizi daha rahat yaşayacağımız bir gerçekti ama o da olmadı.
Geldiğimiz ülkelerde bu sürgün yaşam biçiminde Çerkesler bu mevcut
duruma karşı koymak anlamında olmazsa bile kültürümüzün gelecekte
uğrayacağı erozyona karşı koymaya ne kadar çaba gösterdi?
Çok çaba gösterildiği söylenemez. Benim çocukluğumda dil bilmenin
bir kıymeti harbiyesi yoktu. Tam tersi düzgün Türkçe'miz yok diye
hor görüldüğümüz de olmuyor değildi. Bu kültür, bu dil biter
endişesi hiç yoktu. En azında benim yaşadığım çevrede yoktu. Ne
zaman ki göçler, dışarıya açılımlar başladı o zaman nereye doğru
gittiğimizin farkında olacaktık.
Köylerden şehirlere hızla göçler başladıktan sonra kültürümüz,
dilimiz en büyük yarayı o dönemde aldı. Nihayet biraz olsun fark
edildi geç fark edilse de yarayı sarma çabaları gösterilse de bu
arada kangren olanlar olmadı değil, kültürümüz adına
kaybettiklerimiz bile hayli çok.
Köylülükten biraz olsun çıkanlarda yani iyi eğitim almış kişiler
de çoğu geriye bakmadı. Bakınca çıktığı kabuğu beğenmedi. Çoğu da
yabancı evlilik yaptı. Dış evlilikler yapanlar bir kendileriyle
bitmedi. Yabancı evlilikle içimize gelenlerin bize ayak uydurmak
yerine fedakarlık yine bize düştü, biz onlara uyum sağlamaya
çalıştık. Ortam içinde dilimizi anlamıyor Çerkesce konuşmayalım,
adetimizi bilmiyor diye nasıl davrandılarsa öyle kabul ettik
sesimiz çıkarmadık. Hatta içimize gelenlerden de bazılarından bizi
sindirenlerde çıkmadı değil.
İkinci grup olan iyi eğitim almışlardan da (yabancı evlilik
yapmayanlarda dahil) çok hayır gelmedi. Diğer gruptan ayrı olarak
onlardan kayda değer asimilasyona onlarda direnç gösteremedi,
kültürümüze olumlu katkıları olmadı denilebilir. Anne-baba dil
bilse de çocuklarına kendi bildikleri dili dahi öğretemediler. Bir
dönem asimilasyon çarkı onlarla da daha da ivme kazandı.
Bir arkadaşım şunları anlatmıştı:
Babam yargıçtı. Türkiye'nin birçok yerinde kaldık. Nereye gitsek
Çerkes olduğumuzu duyan hemşerilerimiz hemen gelip bizimle
tanışıyorlardı. Bize çok değer veriliyor, el üstünde tutuluyorduk.
Genelde taşradan eğitimsiz ve maddi durumları zayıf insanlarla
karşılaşıyorduk. Mevcut durumlarından ve bize gösterilen bu ilgi
ve alakadan babam, annem, kardeşlerin en büyükleri ve ayrıca
geleneğimize en yakın olan ve büyükleri olarak ben bu durumdan çok
memnun ve mutlu oluyorduk. Fakat diğer kız kardeşlerim benim kadar
şanlı değillerdi. Onlar bana göre geleneklerimize ve toplumumuzdan
uzak kalmışlardı hatta yabancılaşmışlardı. Çocuk aklı işte en
küçük kardeşimiz kendi okul arkadaş ortamında çekiniyor ''ben
Çerkes'im'' demek istemiyordu.
Kolejde okurken halk dansları ekibindeydi. Ekibin gösterisi için
davulcu-zurnacı gelmiş. Kardeşim sarışın, şirin tatlı bir kız
çocuğuydu, sevimli de olunca zurna çalan esmer adamın dikkatini
çekmiş kardeşime yaklaşıp soru sormak, sevmek istemiş. Çocuk
aklıyla zurnacının imajı iyi gelmedi ki, daha ne soracağının
bilmeden ''Eyvah! zurnacı da Çerkes beni de tanıdı arkadaşlarımın
yanında sen Çerkes misin'' diyecek diye, o sormadan kardeşim
atılmış "ben Çerkes değilim demiş" ve eve gelip bunu bizlere
anlatmıştı.
Babamda, ''kızım bizim Çerkeslerden zaten zurnacı çıkmaz! Sana
başka bir şey diyecekti, keşke öyle söylemeseydin'' diye güldük,
diye anlatmıştı.
Bir dönem böyle işte çocuklarımız Çerkes'im demek dahi
istemiyorlardı. Çerkes olmak sakıncalı olmakla eş anlamlı gibi
algılayan nesillerin getirdiği bir gün geldiğimiz bugünkü günümüz.
|