Adige dilinde güzel
bir atasözü var: Güçlüler dünyanın üzerinde, güçsüzler mi, dünya
da onların üzerinde. (Къулер дунейм тетщ мыкъулем дунейр къытетщ.)
Toz dumana karışarak yeryüzünde tepişilirken insanlar neler çeker,
ne yer, ne içer, nasıl geçinir, ne konuşur, onu mutlu kılacak şey
nedir kimin umurunda. Güç paylaşımı ve benzeri nedenlerle itiş
kakış içerisinde kim ezilir kimler ayak altında kalır sanırım
kimsenin umurunda olmaz.
Kültür mü?
O neyin nesi ise.
Hani önemli bir düşünür demiş; haksızlığı meslek edinmiş
kişilerden hak iddia etmek hakka karşı bir haksızlıktır.
Hayat çok güzel, yaşamak çok güzel, bu dünya hepimize yeter,
birazcık hayatı çekilmez hale getirmeseydik ne güzel olacaktı.
Herkes içerisinde yaşadığı toplumdan, ülkeden, çevreden mutlu
olarak yaşayacaktı ama heyhat.
Hayat öyle bir çekilmez hale niçin mi geldi çok açık: İleriye
doğru yuvarladığın taş yine senin ayağına takılır. (Ипэк1э бгъажэ
нывэм уолъэпэрэпэж.)
Ülkeyi yönetenler o kadar taş yuvarladılar ki ileriye doğru, artık
yürünmez hale geldi. Yine de taş yuvarlama işi de kesilmeksizin
devam ediyor. Kimsenin de geri duracağı yok. Hırs insanları ne
hale getiriyor bunun ölçüsü haddi hududu yok gibi.
Yine Adige dilinde bir atasözü var, onu da söylemeden
geçemeyeceğim. Çünkü insanlar bunları biliyor olsalardı belki bu
duruma düşmeyeceklerdi.
Düşman addettiğin veya istemediğin biri için başlattığın kural,
kanun; döner dolaşır geri sana kural, kanun olur. (Уи бийм
къыхуэбублэ хабзэр уэ хабзэ пхуохъуж.)
Karşıdakinin önünü kesebilmek için konulan kurallar yumağı
içerisinden çıkılmaz konuma bizi her gün biraz daha yaklaştırıyor.
Hırs gözleri o denli bürümüş ki, kimsenin bu durumu görmeye niyeti
de yok. Olan yine dünya kimin sırtında ise ona oluyor. Nasıl olsa
hiç sorgulamadan kurban olmayı bekleyen nice kuzucuklar var.
İnsanlar yani kuzucuklar üretilen tanrılara kurban olmaya hazır.
Kimin kurban verildiği de o kutsallar için bir önem arz etmiyor.
Her şey, her kurumun varlığı karşısında insan feda olmuş ne önemi
var ki. Sanki o kurumlar insan için değil de insanlar o kurumları
yaşatmak için var.
Hani ilkokullarda okutulurdu, Kınalı Mehmet diye. Mehmet askere
gider elleri kınalıdır.
Komutanı sorar, ellerinin niçin kınalı olduğunu, o da annesine
sorar. Anne cevap verir: Bizde üç şey için kına yakılır.
Birincisi; kurbanlık koçlara kına yakılır, Allah’a kurban olsun
diye. İkincisi; gelinlik kızlara kına yakılır kocasına kurban
olsun diye. Üçüncüsü ise askere gidenlere kına yakılır, vatana
kurban olsun diye.
Aslında kurban olunacak şeyler sıralamakla bitmez de ben sadece
oradaki üç tanesini saydım sadece. Yine yeni tanrılar üretilip
onlara da kurban olunabilir. Nasıl olsa yeterli miktarda kurbanlık
kuzu rezervi var. Ben bu kuzucuğu yaşatsam iş aş ister. Ağrımayan
başım niçin ağrısın? Bir yerlere hem de sorgulamadan kurban olursa
daha iyi değil mi? Sahi aldığımız eğitim sonunda bir yerlere
kurban nasıl olunacağı mı yoksa insan gibi nasıl yaşanacağını mı
öğreniyoruz. Başımızı bir elimizin arasına koyup düşünelim.
Bir ülke;
Ya krallarca yönetilir,
Ya askerlerce yönetilir,
Ya yargıçlarca yönetilir,
Ya kutsiyet atfedilen ailelerce yönetilir,
Ya elitler eliyle yönetilir,
Son olarak da halk katılımcı demokrasi dediğimiz biçimde yönetir.
Biz bunlardan hangisine giriyoruz?
Etrafına bak öyle otur ve düşün sonra konuş.
Гупсысэй псалъэ зыплъыхьи т1ыс. |