Kurgu boşa çıktı, Kafkasya ve Kafkas halkları 2014’ü
kazasız-belasız atlattı. Kurgu tutsaydı, muhtemelen
Kafkasya, şu günlerde, Batı ile Rusya arasında yaşanan yeni
soğuk savaşın yegane sıcak hattı olacaktı. Neyse ki tutmadı…
Neydi kurgu? Sürgünün 150.yılıydı. Üstüne üstlük, Rusya,
sürgünle özdeşik Soçi/Kbaada’da kış olimpiyatları
düzenliyordu. Velhasılı 2014, Kafkas (ya da Çerkes)
intifadası için biçilmiş yıldı. Durumdan vazife çıkaran
Amerikalı (biraz da Avrupalı) sivil-askeri kurmaylar Tiflis
karargahında toplanıp planlar hazırlamışlardı. Ne zaman?
Gürcistan’ın G. Osetya’ya saldırıp Rusya’dan misilleme
gördüğü 2008 Ağustos’unun hemen ardından. Plan iki yönlüydü;
hem Gürcistan’a onurunu geri kazanma fırsatı sunuyordu, hem
de Kuzey Kafkasya halklarına ‘tarihi bir rövanş şansı’
veriyordu. Neyse ki tutmadı. Ya biz uslandık ve bu kez oyuna
gelmedik, ya da bugünkü ‘Çerkessever’ Amerikalılar dünkü
İngiliz meslektaşları kadar becerikli çıkmadı. Kimbilir,
belki de Rusya’nın ‘önleyici’ tedbirleri etkili oldu. Her
neyse, iyi ki tutmadı, tutmadı da ‘tarih tekerrürden ibaret’
olmadı…
Komplo teorisi gibi, değil mi?
Balık hafızalar ve tarih bilmeyenler için elbet öyledir.
Bunun komplo teorisi değil de gerçeğin daniskası olduğunu
anlamayanlara, yani akıl körlüğü çekenlere, yakın gözlük
niyetine, 2010’dan itibaren hızlandırılan çalışmaları kısaca
hatırlatmak isterim. CIA ve Pentegon destekli Amerikan
‘derin’ sivil toplum kuruluşu
“The
Jamestown Foundation”ın (ki, başkanı Glen Howard eski bir
Pentagon mensubudur)
öncülüğünde peş peşe
yapılan ‘Çerkes soykırımı’ toplantılarını, Gürcistan
hükümeti içinde Kuzey Kafkasya’yı Rusya’ya karşı örgütlemek
üzere özel birim kurulmasını, Gürcistan Parlamentosu’nın
“Çerkes soykırımı”nı tanıyan kararını, Gürcistan’da
(Anaklia’da) “Çerkes soykırımı” anıtının açılmasını,
Gürcistan Diyaspora Bakanı’nın diyasporadaki Çerkeslere
‘Çerkes soykırımı’nı anlatmak üzere sık sık Türkiye’ye
gelişini ve daha pekçok hazırlığı…
Bu ‘soykırım’ söylemi tutmuştu, ‘göç’ten ‘sürgün’
terminolojisine onyıllar içinde geçebilmiş olan
diyasporadaki örgütlenmeler, ışık hızıyla yarışır bir
zihinsel sıçramayla ‘soykırım’ demeye başlamış ve sokağa
taşan bir tepkiselliğe yönelivermişlerdi. İşler iyi
gidiyordu ve işlerin iyi gittiğini, 2011’de,
‘Atlantik Konseyi’ başkanı olan ABD’nin eski Ankara
Büyükelçisi Ross Wilson, “Arap Baharı’ndan sonra sırada
Kafkas Baharı var” diye müjdelemişti.
Gürcistan
Parlamentosu sözcüsü Levan Vepkhadze ise bu müjdeji,
“tarihsel tecrübelerimize dayanarak yakın gelecekte Kuzey
Kafkasya’da ayrılıkçı bir hareketin patlayacağını
bekliyoruz” diyerek somutlaştırmıştı.
Howard ve adamları çalışıyor, angaje olan dahili ve harici
‘Çerkes aktivistlerin’ sesi yükseliyor, Wilson ve
Vepkhadze de gönül rahatlığıyla
müjdeliyordu. “Kafkasya Baharı” 2014’de arz-ı endam
edecekti.
Olmadı, olamadı. Önce Tiflis karargahı çöktü. Taşeron lider
Mihail Saakaşvili’nin ayağı kaydı, Kasım 2013’de devlet
başkanlığı seçimini kaybetti ve Gürcistan’ı terketti.
Taşeronunu kaybeden
“The
Jamestown Foundation” başkanı Howard ve saha elemanları
sırra kadem bastı. Onlara eklemlenmiş dahili ve harici
‘Çerkes aktivistler’ de çil yavrusu gibi dağıldı.
Amerika’nın, dünyanın hemen her yerinde tıkır tıkır işleyen
‘demokrasi’ ve ‘bahar’ kurguları Kafkasya’da tutmadı.
Hala
mı komplo teorisi diyorsunuz? Daha derinlemesine bakmak ve
görmek isteyenler için, uzak gözlük niyetine, Türkçe yayın
editörlüğünü yapma şerefine nail olduğum iki kitabı tavsiye
edeceğim:
İlk
kitap, 2014 başında çıkan Abhazya Tarihi’dir…
Kitabı, editör önsözüyle kısaca tanıtmak isterim;
“Abhazya’nın önde gelen tarihçileri, arkeologları,
etnografları, folklor uzmanları, dilbilimcilerı, edebiyat
araştırmacıları ve sanat tarihçileri tarafından ortak
yazılmış olan bu kitapta, Abhazya’nın ve Abhazların tarihi
(ilk çağlardan günümüze toplumsal, kültürel ve siyasal
gelişim süreci), çevre coğrafyadaki halklarla ve
siyasal-kültürel merkezlerle karşılıklı ilişkilerini de
kapsayan çokyönlü bir bütünsellik içinde anlatılmaktadır. Bu
yönüyle, Kafkasya tarihinin de bir özeti gibidir.
Tarihe “Kafkas Savaşları” ya da “Rus-Kafkas Savaşları” olarak
geçen ve Abhaz-Adige nüfusunun büyük çoğunluğunun, Ubıh
nüfusunun ise tamamının sürgünüyle sonuçlanan uzun yıkıcı
süreç, bu kitapta kapsamlı olarak ele alınmıştır. Kafkas
halklarının Rus, Osmanlı, İngiliz imparatorluklarının
Kafkasya üzerindeki güç oyunlarına nasıl kurban edildiği,
ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Bugün için çıkarılacak
pekçok ders vardır.”
İkinci kitap ise 2014 sonunda çıkan Kafkas
Atlantisi’dir.
Bu kitabı da aynı şekilde editör önsözüyle kısaca tanıtmak
isterim;
“İnsanlık tarihinin en uzun ve en yıkıcı savaşlarından biri
Kafkasya’da yaşandı. 1700’lerin başından itibaren Rusya
İmparatorluğu’nun kısmi askeri harekatlarıyla başlayan,
1800’ler boyunca tüm Kafkasya’yı içine alacak bir ateşe
dönüşen ve nihayet Rusya’nın bölgey hakimiyeti altına
almasıyla sonuçlanan bu savaşın en trajik boyutu, savaş
boyunca ve ağırlıklı olarak savaştan sonra Kafkas
halklarının (özellikle de Adige, Abhaz/Abaza ve Ubıhların)
yurtlarından sürgün edilişidir.
Yazar Yakov Gordin’e göre, bu savaş ve kitlesel sürgün
Kafkasya’yı büyük bir felakete sürükledi. Bunu, ünlü
etnograf İvan N.Klingen’den alıntıyla, şöyle anlatıyor:
“Çerkesleri ülkeden çıkararak, medeniyet önünde üzerimize,
yitirilen güçlerin ve mahvolan bir kültürün ahlaki borcunu
almış olduk. 3.000 yıl süresince biriken bu kültür, artık
yerlinin deneyimli ve güçlü eliyle desteklenmediği için,
doğanın devasa yaratıcı gücünün baskısı altında, 30 yılda
mahvoldu… Burada ateş ve kılıç bir işe yaramaz, ve temelsiz
projeler derde deva olmaz, çünkü eski gelenekler ebediyen
öldü ve eski kültür neredeyse iz bırakmadan kayboldu.”…
İşte bu yüzden Gordin, kitabına, mitolojik (kayıp
kıta) Atlantis’e atfen, “Kafkas Atlantsi” adını verdi.
Kafkas Savaşı’nın pekçok tanımı vardır. En yalın
haliyle, bölgeyi işgal etmek isteyen Rusya ile yurtlarını
savunan Kafkas halkları arasındaki savaştır. Diğer yanıyla,
Rusya ile İngiltere arasında Asya üzerine yapılan büyük
paylaşım mücadelesinin kilit savaşıdır. Başka bir yanıyla
da, Rusya ile Osmanlı (ve İran) arasında,
Hıristiyanlık-Müslümanlık temeli üzerinden yürütülen nüfuz
savaşıdır. Hem ayrı ayrı her biridir, hem birarada hepsidir.
Her halükarda, savaşın kaybedeni Kafkasya ve Kafkas halkları
olmuştur…
Kafkas Savaşı, savaşın tarafları, tarafların
siyasi-stratejik-ekonomik gerekçeleri, savaşın seyri ve
yarattığı sonuçları bakımından daha çok
irdelenmeye-sorgulanmaya muhtaçtır. Gordin bu kitabıyla, sığ
ve kaba bilgi dağarcığımızı hem genişletiyor hem de rafine
ediyor. Bu savaşın fikri ve fiili başrol oyuncularının
aklını okumamızı, bu sayede hangi stratejik, ideolojik ve
ahlaki saiklerle bu kanlı savaşın sürdürüldüğünü anlamamızı
sağlıyor. Özetle, tarihin ‘geçmişin kronolojik dökümü’
olmaktan öte bir anlam taşıdığını, tarihin esas olarak
bugünü anlamamız ve geleceği öngörebilmemiz bakımından
vazgeçilmez bir ‘dersler manzumesı’ olduğunu gösteriyor.
Bu kitabı, sürgünün 150.yılı vesilesiyle, Kafkas
halklarının acılarla ve kayıplarla dolu geçmişlerinin
hatırasına ithaf ediyoruz. Ve elbet, bugüne ve geleceğe dair
umutlarına da…
Kafkasya’da 300 yıldır süren “ateş ve kılıç”
çağının artık sona ermesini ve yerine barış, demokrasi,
adalet ve refah çağının başlamasını diliyoruz.”
Bugünü daha iyi anlamak bakımından bu iki kitabı
edinip dikkatle okumanızı öneririm.
Evet, 2014 kurgusu tutmadı, ama hiç kuşku yok Kafkasya üzerine
kurgular devam edecek. 2015 ve sonrası için en büyük risk,
halen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yoğunlaşmış olan radikal
dini şiddetin yeniden Kafkasya’ya sıçramasıdır ki, bu da
ayrı bir yazı konusudur.
|