Sanal sitedeki komşumun öfkesi de
başbakanınki gibi, durdurulamaz ve kontrol edilemez. Büyük,
güçlü ve ‘her faninin tadacağı’ türden mutlak bir öfke. Ne
yapsanız ondan kaçamazsınız, sadece sırasının size geç
gelmesi için dua edebilirsiniz. Duanız tuttu diye sakın ha
benim gibi gevşemeyin, öfkecinin tokadı her an ensenizde
patlayıverir...
Sanırım beni bugüne kadar koruyup kollayan
şey komşuluk şemsiyesiydi.
Şemsiye dediğim ‘komşuluk hukuku’dur.
Hayatımızı düzenleyen değerlerden biridir o. Diğer
düzenleyiciler (kardeşlik hukuku, arkadaşlık hukuku vs.)
kadar önemli, hatta bazen daha da önemlidir.
Komşuluk hukuku karşılıklılık temeli üzerine
kuruluyor. Hak ve yükümlülüklerle birlikte sevgi, saygı,
güven, hoşgörü, dayanışma gibi yapıcı unsurlarla bina
ediliyor. Birarada uyumlu yaşamanın yordamını oluşturuyor.
Köyün, mahallenin, sokağın, sitenin, apartmanın ahengini
sağlıyor. Yani komşuluk hukuku iyi bir şey, ‘ev alma, komşu
al’ dedirtecek kadar herkese lazım bir şey...
Eh, her şemsiyenin de bir kapasitesi var. Bir
korudu, iki korudu... üçüncüsünde, ensemi öfkecinin nazarına
teslim ediverdi.
Komşu öfkesine maruz kalmak insana pas yutmuş
duygusu veriyor. Öksürüp kurtulmaya çabaladıkça artan ve
yayılan bir tat, başa çıkılamaz bir ağu... Ne yapacağımı
bilmiyorum. Karşı gelmek, mücadele etmek öfkeyi daha da
büyütür ve diğer komşuları da mağdur eder. Pes etmekse ‘hıh,
hak etti’ dedirtir. Zor bir durum.
Neyse ki komşumun öfkesi öldürücü değil...
Öldürücü olan nefrettir. Bu coğrafyada bolca
yeşertilen, büyütülen ve organize edilen nefret...
Organize nefretin son kurbanı Hrant Dink’tir.
Hrant, kimlik üzerinden yaratılmış bir nefretin, ya da,
nefret üzerinden yaratılmış bir kimliğin kurbanı oldu...
Hrant Dink, kimlik meselesinde hepimiz için
öğretici sözler söylemişti. Şöyle ki;
“Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre
konumlamak hastalıktır. Kimliğini yaşatabilmek için sana bir
düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıktır...”
Bu, toplum kimliği (etnik, dini, siyasi, vs.)
kadar birey kimliği bakımından da doğru bir tanım, yüzde yüz
katılıyorum. Hiçbir kimlik, nefret ve düşmanlık üzerinden
inşa edilmemeli.
Gelin görün ki bu hastalık Çerkeslerin
dünyasında sıkça görülmeye başlandı.
Bireyin kendi kimliğini ötekine göre
konumlandırmasına ‘kibir’ hastalığı diyebiliriz, bunun
etkisi de yıkıcılığı da sınırlıdır. Asıl tehlike toplum
kimliğini ötekine göre konumlandırmaktır. Bu ‘nefret’
hastalığıdır ve toplu kırıma yolaçabilecek bir salgın
türüdür.
Evelden Türkiye’de Çerkes kimliğini Rusya’ya
nefret ve düşmanlık üzerinden inşa etmenin öncülüğünü
Türkçülükten ve islamcılıktan feyz alanlar yapıyordu. Şimdi
buna bazı ‘sol mektep’ mezunları ve ‘liberal mektep’
müdavimleri de eklenmeye başladı.
Yeni mücahitlerin söylemi eskilerinkinden
daha da vahim. Diyorlar ki, “Ermeniler Türklere,
Filistinliler Yahudilere, Yahudiler Arapalara ve
Filistinlilere, Kürtler Türklere karşı nefret sayesinde
ayakta duruyor, Çerkesleri ayakta tutacak şey de Rusya
nefretidir ”...
Hadi hastalık ateşi bunların aklını kemirdi
ve bugüne şaşı baktılar, peki Alman kimliğini Yahudi nefreti
üzerine inşaa etmenin yıkıcı sonuçlarını nasıl hasıraltı
ettiler?..
Nefret hep ırkçılığın ve faşizmin sermayesi
olmuştur ve kimseye hayır getirmemiştir. Bize de
getirmeyeceği muhakkaktır. Aman uzak duralım!... |