...................
...................
ÖFKE VE NEFRET...

25.01.2013

Sezai Babakuş
...................
...................

Sanal sitedeki komşumun öfkesi de başbakanınki gibi, durdurulamaz ve kontrol edilemez. Büyük, güçlü ve ‘her faninin tadacağı’ türden mutlak bir öfke. Ne yapsanız ondan kaçamazsınız, sadece sırasının size geç gelmesi için dua edebilirsiniz. Duanız tuttu diye sakın ha benim gibi gevşemeyin, öfkecinin tokadı her an ensenizde patlayıverir...

Sanırım beni bugüne kadar koruyup kollayan şey komşuluk şemsiyesiydi.

Şemsiye dediğim ‘komşuluk hukuku’dur. Hayatımızı düzenleyen değerlerden biridir o. Diğer düzenleyiciler (kardeşlik hukuku, arkadaşlık hukuku vs.) kadar önemli, hatta bazen daha da önemlidir.

Komşuluk hukuku karşılıklılık temeli üzerine kuruluyor. Hak ve yükümlülüklerle birlikte sevgi, saygı, güven, hoşgörü, dayanışma gibi yapıcı unsurlarla bina ediliyor. Birarada uyumlu yaşamanın yordamını oluşturuyor. Köyün, mahallenin, sokağın, sitenin, apartmanın ahengini sağlıyor. Yani komşuluk hukuku iyi bir şey, ‘ev alma, komşu al’ dedirtecek kadar herkese lazım bir şey...

Eh, her şemsiyenin de bir kapasitesi var. Bir korudu, iki korudu... üçüncüsünde, ensemi öfkecinin nazarına teslim ediverdi.

Komşu öfkesine maruz kalmak insana pas yutmuş duygusu veriyor. Öksürüp kurtulmaya çabaladıkça artan ve yayılan bir tat, başa çıkılamaz bir ağu... Ne yapacağımı bilmiyorum. Karşı gelmek, mücadele etmek öfkeyi daha da büyütür ve diğer komşuları da mağdur eder. Pes etmekse ‘hıh, hak etti’ dedirtir. Zor bir durum.

Neyse ki komşumun öfkesi öldürücü değil...

 

Öldürücü olan nefrettir. Bu coğrafyada bolca yeşertilen, büyütülen ve organize edilen nefret...

Organize nefretin son kurbanı Hrant Dink’tir. Hrant, kimlik üzerinden yaratılmış bir nefretin, ya da, nefret üzerinden yaratılmış bir kimliğin kurbanı oldu...

Hrant Dink, kimlik meselesinde hepimiz için öğretici sözler söylemişti. Şöyle ki;

“Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlamak hastalıktır. Kimliğini yaşatabilmek için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıktır...”

Bu, toplum kimliği (etnik, dini, siyasi, vs.) kadar birey kimliği bakımından da doğru bir tanım, yüzde yüz katılıyorum. Hiçbir kimlik, nefret ve düşmanlık üzerinden inşa edilmemeli.

Gelin görün ki bu hastalık Çerkeslerin dünyasında sıkça görülmeye başlandı.

Bireyin kendi kimliğini ötekine göre konumlandırmasına ‘kibir’ hastalığı diyebiliriz, bunun etkisi de yıkıcılığı da sınırlıdır. Asıl tehlike toplum kimliğini ötekine göre konumlandırmaktır. Bu ‘nefret’ hastalığıdır ve toplu kırıma yolaçabilecek bir salgın türüdür.

Evelden Türkiye’de Çerkes kimliğini Rusya’ya nefret ve düşmanlık üzerinden inşa etmenin öncülüğünü Türkçülükten ve islamcılıktan feyz alanlar yapıyordu. Şimdi buna bazı ‘sol mektep’ mezunları ve ‘liberal mektep’ müdavimleri de eklenmeye başladı.

Yeni mücahitlerin söylemi eskilerinkinden daha da vahim. Diyorlar ki, “Ermeniler Türklere, Filistinliler Yahudilere, Yahudiler Arapalara ve Filistinlilere, Kürtler Türklere karşı nefret sayesinde ayakta duruyor, Çerkesleri ayakta tutacak şey de Rusya nefretidir ”...

Hadi hastalık ateşi bunların aklını kemirdi ve bugüne şaşı baktılar, peki Alman kimliğini Yahudi nefreti üzerine inşaa etmenin yıkıcı sonuçlarını nasıl hasıraltı ettiler?..

Nefret hep ırkçılığın ve faşizmin sermayesi olmuştur ve kimseye hayır getirmemiştir. Bize de getirmeyeceği muhakkaktır. Aman uzak duralım!...