Bize
dair ne varsa bir satırda söylenmiştir: Biz halkız, yeniden
doğarız ölümlerde... Nartların çocuklarıyız biz;
savaşlarda-sürgünlerde ölsek, kırılsak, savrulsak da...
köklerimize tutunup yeniden ve yeniden boy atarız. Kafdağının
anka’larıyız biz; kor ateşlerde yansak kül olsak da...
ruhumuza tutunup yeniden ve yeniden kanat çırparız. Evet, biz
halkız ve yeniden doğarız ölümlerde...
Bütün toplumlar gibi biz de tarihin aynasında yol alırız.
İnişli-çıkışlı uzun bir yolculuktur bu. Geçmişten bugüne gelen
ve bugünden geleceğe sürmekte olan. Düşe-kalka yürünen zorlu
bir yolculuktur bu. Hele bizimkine benzer sert coğrafyalarda
yaşayan toplumlar için yolculuk daha bir zordur. Rekabet
demoklesin kılıcı kadar keskindir ve riskler pusu kurmuş
mayınlar kadar sinsi. Attığımız her adımı ölçüp biçeriz.
Nefesleniriz, dikkatle etrafı dinler kolaçan ederiz. Sonra bir
adım daha, bir adım daha... Temkini elden düşürmeden ve umuda
halel getirmeden yürürüz geleceğe...
Tarih bazen küser bize. Karakışlar, afetler, kıtlıklar,
salgınlar olur hırpalanırız. Savaşlar, kıyımlar olur ölürüz.
Sürgünler, göçler olur savruluruz... Tarih bazen barışır
bizle. Gün olur-güneş olur güçlenir, serpiliriz. Bolluk
olur-bereket olur refaha ereriz. Barış olur-istitrar olur
çoğalırız. Bunların hepsi bu uzun yolculuğa dahildir. Ve
bunların hepsi bütün toplumlar için mukadderdir. Nasıl hiçbir
toplum hep kazanan olamazsa, hiçbir toplum da hep kaybeden
olmaz. Bazen biz palazlanıp genişleriz, bazen palazlanan
diğerinin genişleme iştahının hedefi oluruz...
İşte böyledir hayat. Ve böyle olmaya devam edecektir. Böyle
olduğu için, daha dün büyük bir yenilginin (21 Mayıs 1864)
yasını tutarken bugün büyük bir zaferin (30 Eylül 1993)
coşkusunu kutluyoruz. Böyle olduğu için, daha düne kadar
diyasporada öldük-bittik (asimile olduk-dilimizi yitirdik)
ağıtları yakarken bugün kimliğimizi-dilimizi yüceltme umudunun
şarkılarını söylüyoruz.
Şair (Pablo Neruda), bize dair ne varsa bir satırda
özetlemiştir: Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde...(*)
Evet, biz halkız. Tarihin aynasında düşe-kalka yol alırız.
Dün, ölümcül bir paylaşım savaşının arasında kaldık. Büyük bir
yıkımın kurbanı olduk. Kırıldık, sürüldük. Bir yanımız
hasta-çelimsiz bir çocuk gibi kaldı anavatanda, diğer yanımız
öksüz-çaresiz bir çocuk gibi savruldu dünyanın dört bir
yanına. Bir demir perdenin iki yanında birbirinden habersiz,
ilintisiz uzun bir bekleyişe mahsur kaldık. Yeniden ve yeniden
kırıldık savaşlarda. Yandık kül olduk kerelerce. Bir heyelan
kadar toprak atıldı üstümüze, bir buzul kadar donduk yerin
altında. Yıllar, onyıllar aktı. Yüzyıl aktı, yüzyıl. Umutla,
sabırla bekledik. Biliriz ki biz Nart’ların çocuklarıyız. Gün
olur köklerimize tutunup yeniden boy atarız. Biliriz ki biz
Kaf dağının Anka’larıyız. Vakti gelir ruhumuza tutunup yeniden
kanat çırparız. Evet, ‘biz halkız, yeniden doğarız
ölümlerde’...
Gün olur, iklim değişir...
Bekledik, umutla ve sabırla. Gün oldu. İklim değişti. Önce
anavatanda ve hemen ardından diyasporada buzlar çözülmeye,
üstümüzdeki toprak gevşemeye başkadı. Yeniden filize durduk.
Aramızdaki demir perde yıkıldı, yollar açıldı. Anavatanla
diyaspora arasında koklaşmalar, kucaklaşalar başladı. Ne ki
daha köklerimize tam tutunamadan, daha yeterince boy atamadan,
aç kurtların-çakalların saldırısına uğradık (14 Ağustos 1992).
Aramızdan bilge ve gözü pek bir yiğit çıktı (Vladislav
Ardzınba), etrafımda toplanın ve safları sıklaştırın, diye
haykırdı. Tek şansımız birlik olmak, dedi. Kuzeye seslendi,
güneye, doğuya, batıya. Anavatandaki kardeşlere seslendi,
diyasporadakilere. Haydi, dedi. Okyanusları buzulları, çölleri
aşıp, bir kirli su bataklığına teslim olamayız, dedi. Biz
Nartların çocuklarıyız, dedi. Haydi, dedi; gün bugün. Sesi
duyan koştu, liderin etrafında birleşti.
Gevşek metal nasıl su verilerek çelikleştiyse ürkek yürekler
de öyle yurtseverliğin ve cesaretin ateşiyle alevlendi. Büyük
bir savaştı bu savaş. Varoluş savaşı. 30 Eylül’de (1993) zafer
kazanıldı. Kazandığımız zaferle küllerimizden yeniden doğduk.
Yeniden boy attık, yeniden kanatlandık. Tarih bize gülümsedi.
İmkansız görüleni, inanılmaz denileni başardık. Bu zafer
birliğin, yurtseverliğin, cesaretin destanıdır. Zaferimiz
hepimize kutlu olsun...
Dünkü büyük paylaşım savaşındaki yenilgimizin hüsranı ne kadar
büyükse ve kayıplarımız ne kadar fazlaysa, bugünkü zaferimizin
sevinci ve kazancı en az o kadar büyüktür. Üstelik bugün
başkalarının stratjik çıkarı ya da dini nüfuz hesapları için
değil, kendimiz için mücadele verdik. Dünkü yenilgimiz bizi
nasıl parçalayıp savurduysa bugünkü yengimiz bizi birleştirdi
ve ayağa kaldırdı. Zaferimiz büyüktür, başarımız büyük. Bunun
değerini, önemini bilelim ve kendimizle gurur duyalım.
Tarih bize gülümsedi. Zaferimizi tahkim ederek ebedi kılmak,
olası iklim dalgalanmalarına karşı sarsılmadan ayakta durmak
ve tarihin aynasında geleceğe güvenle yürümek artık bizim
elimizde. Bunun için tek yol diyasporada ve anavatanda
kimliğimize tutunmak, birlikte ve birarada yol almaktır. Büyük
liderimizin dediği gibi, safları daha da sıklaştırarak...
30 Eylül’ün önemi...
30 Eylül 1993 bizim için tarihi dönüm noktasıdır. Bu sayede
bugün anavatanımızda bağımsızlığımızın bayrağı
dalgalanmaktadır. Bu sayede bugün diyasporada gururla
kimliğimizi sahiplenmekteyiz. Bu sayede gelecek için büyük
umutlar beslemekteyiz. 30 Eylül küllerimizden yeniden
doğduğumuz gündür.
30 Eylül Abhazya’da ve kardeş cumhuriyetlerde her yıl büyük
bir coşkuyla kutlanmaktadır. Diyasporada bu coşkuya ortaktır.
Çünkü bu zaferde diyasporanın da payı vardır. Diyasporanın
emeği vardır, canı vardır, kanı vardır. Bu zafer hepimizin.
Kutlu olsun.
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Akbalık’ta zaferimizi
kutlayacağız. Şehitlerimizi anacağız, yiğitlerimizi
selamlayacağız. 30 Eylül Pazar günü, coşkulu bir katılımla,
bizi zafere ulaştıran, özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşturan
birliğimizi daha da yücelteceğiz. Biz birlik oldukça güçlüyüz,
ve birlikte oldukça kazananız...
Yaşasın birlik, zafer ve özgürlük...
Yaşasın Abhazya...
(*)
halkız biz yeniden doğarız ölümlerde
halkım ben, parmakla sayılmayan
sesimde pırıl pırıl bir güç var
karanlıkta boy atmaya
sessizliği aşmaya yarayan
ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden
ve halk, toprağa gömülü
tohuma durur bir yerde
buğday nasıl filizini sürer de
çıkarsa toprağın üstüne
güzelim kızıl elleriyle
sessizliği burgu gibi deler de
biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.
Pablo Neruda
|
|