Geçen hafta,
Türkiye’nin yüz yıllık ulus-devlet serüveninde yok sayılan,
bastırılan, mağdur edilen, ezilen, zulüm edilen, dışlanan,
hakları gaspedilen, kıyıma ve asimilasyona uğrayan...
velhasılı öteki’leştirilen halkların ve dinlerin
temsilcilerini buluşturan tarihi bir toplantı yapıldı;
Adige’si, Abaza’sı, Ubıh’ı, Oset’i, Çeçen’i, Laz’ı, Ermeni’si,
Süryani’si, Yahudi’si, Kürt’ü, Zaza’sı, Arap’ı, Gürcü’sü
biraraya gelip varoluş sorunlarımızı konuştuk ve gelecek için
beklentilerimizi ortaya koyduk. Meğer dertlerimiz ne kadar
çokmuş, meğer dertlerimiz ne kadar benzermiş ve meğer
dertlerimize çare aramak için birlikte mücadele etmek ne kadar
elzemmiş...
11-12 Şubat’ta (2012) Bolu Koru Oteli’de yapılan bu toplantı,
Kafkas Dernekleri Federasyonu ile Laz Kültür Derneği’nin proje
ortaklığında gerçekleştirilen “Farklılıklarımızla Var Olmak
İstiyoruz” adlı Ortak Akıl toplantıları dizisinin
sonuncusuydu. Daha önce 7-8 Ocak’ta Lazları, 14-15 Ocak ve
28-29 Ocak’ta Çerkesleri biraraya getiren toplantılar
yapılmıştı. Bu son toplantı ise ilk üçünün birikimi ve daha
geniş katılımla (çoğunluk yine Çerkesler ve Lazlar olsa da)
hem nitelik hem nicelik bakımından çok daha zengin sonuçlar
ortaya koydu. Hukuk profesörü Mithat Sancar, iletişim
profesörü Sevda Alankuş gibi yetkin akademisyenlerin ve farklı
medya gruplarından duyarlı gazetecilerin katılımı da
toplantının özgül ağırlığını artırdı.
Sisma’dan Dr.İrfan Mısırlıoğlu’nun moderatörlüğünde
gerçekleşen toplantı, Türkiye’de yaşayan halkların ve dini
grupların birbirini tanıması, dünden bugüne yaşadıkları
sorunları paylaşmaları ve gelecek için umut ve beklentilerini
ortaya koyarak bu uğurda ortak mücadele zemin oluşturmaları
bakımından tarihi değer taşıyor. Hepimiz anladık ki, biz hem
farklıyız hem aynı. Farklıyız ama ortak dertlerimiz ve
umutlarımızla aynıyız. Hem farklılıklarımızı korumak hem de
birlikte yaşama zenginliğini geliştirmek istiyoruz. Özetle,
farklılıklarımızla var olmak istiyoruz... Hepimiz anladık ki,
ne kadar farklı olursak olalım bu ulus-devlet cenderesinde
halleri benzeşenleriz, Türk-Sünni dayatmasının mağdurlarıyız.
Ve anladık ki, halleri benzeşenler birlikte yol alır ve
birlikte çare arar...
Elbette bu toplantıların ev sahipliğini yapan Kafkas
Dernekleri Federasyonu ile Laz Kültür Derneği, bu
toplantılarda ortaya çıkan düşünceleri, tespitleri, öneri ve
talepleri en geniş şekliyle kamuoyuna duyuracaklardır; çalışma
gruplarının çok değerli sunumlarını ve bunlar ışığında
hazırlanacak kapsamlı ortak raporu paylaşacaklardır. Benim bu
notlarım kişisel gözlem ve değerlendirmelerden ibarettir...
Geçmişle yüzleşme ve yeni travmalar...
Toplantıya katılan herkesin (57 kişi) sözü değerliydi.
Yine de, Prof. Dr. Mithat Sancar’ın toparlayıcı konuşması ayrı
bir değere sahipti. Mithat hoca, hepimizin fikirlerini,
beklentilerini dinledikten sonra birleştirici bir analiz
yaptı. Şöyle ki;
- Türkiye’nin geçmişinde pekçok ağır travmalar var. Elbette
geçmişle yüzleşeceğiz ama bilmeliyiz ki bu yüzleşme yeni
travmalara yolaçacak. Özellikle egemen güç (Türk-Sünni) üst
düzeyde tepki verecek. Şimdiden bile Türk milliyetçiliğinin ve
Sünni muhafazakarlığın reflekslerini görebiliyoruz. Bunlar
daha da artacak ve şiddetlenecek. Buna hazırlıklı olmak gerek.
- Gündemimizde yeni anayasa var. Bu, herkesin-herkesimin
yararına yeni bir toplumsal uzlaşıyı inşaa etmek için çok
önemli bir fırsat. Evet, 1924’den beri yapılan tüm anayasalar
Kemalist ulus-devlet ideolojisinin ürünüdür. Evet, şimdi makas
değiştirme zamanıdır. Yine de anayasanın sihirli bir değnek
olmadığını bilmeli ve her sorunu çözemeyeceğini kabul
etmeliyiz. Başka bir değişle, bu anayasa bazı sorunları
çözecek bazılarını ise çözemeyecektir. O yüzden belki yeni
anayasadan beklentimizi, her sorunu çözen değil her sorunun
çözümüne engel olmayan bir anayasa diye tariflemeliyiz.
- Elbette önümüzdeki süreçte Türkiye’nin varoluş paradigması,
devlet yapısı, siyasi ve idari sistemi sorgulanacak. Belki
coğrafi veya toplumsal federalizm modelleri, ya da ne bileyim
şimdi akla gelmeyen farklı yol arayışları konuşulup
tartışılacak. Ama bu tartışmaların-önermelerin olgunlaşması,
benimsenmesi, hazmedilmesi ve nihayetinde herkesin
kabulleneceği bir model ortaya konması epey zaman
gerektirecek. Demek istediğim, şimdi yapılacak anayasa ile bu
kadar derin-komplike sorunları bir çırpıda çözemeyiz, ama
anayasayı daha sonra bizi bu sorunları çözmeye götürecek yolda
engel teşkil etmeyecek şekilde yapabiliriz.
- Büyük ve karmaşık bir değişim-dönüşüm yaşıyoruz. Bu süreçte
herşeyin atbaşı (senkronize) gitmesini beklememeliyiz. Bazı
noktalarda hızlı, bazı noktalarda yavaş yol alacağız. Toplumun
farklı kesimlerinin tepkisi-katılımı farklı farklı olacak.
Belki burada bulunanlarımızın birçoğu temsil ettikleri
toplumların duyarsızlığından, ataletinden ve katılıma hevesli
olmayışlarından yakınıyordur. Hiç moralimizi bozmayalım, bu
giderek yaygınlık ve ivme kazanacak bir süreçtir. En zoru, ilk
baştaki birkaç adımı atmaktır. Yürümeyi öğrenmek gibi; ürkek,
yalpalayan ilk adımlardan sonra güvenle yürümeye başlanır.
Güven arttıkça yere daha sağlam basan adımlar atılır.
Eşitlik ve özgürlük...
İki gün boyunca hepimiz daha özgür, daha mutlu, daha
müreffeh bir yaşam için düşüncelerimizi paylaştık. Kendi
kendimize kırmızı çizgi koymamaya, düşüncemize sansür
uygulamamaya çabaladık. Yine de hepimiz ürkektik. Hatta öyle
ki, benim gibi kendi toplumunun tutuk hallerinden yakınanlar
gördük ki, diğer pekçok toplum bizden de tutukmuş. Evet,
herkeste bir iyimserlik vardı, herkeste bir umut. Ama henüz
epey temkinli ve epey ölçülü. Mithat hocanın sözünü ettiği
gibi, güven arttıkça çoğalacak cinsten bir iyimserlik, artacak
cinsten bir umut.
Benim kişisel çıkarsamam şöyle özetlendi;
- Geçmişten bugüne zaman zaman çeşitli vesilelerle ve daha çok
sınırlı projelerle biraraya geldiğimiz Türkiye’nin diğer
‘öteki’leriyle ilk kez bu kadar kapsamlı ve bu kadar geniş
katılımlı bir buluşma imkanı bulduk, etraflıca
konuşup-dertleşip gelecek için birlikte mücadele zemini
oluşturduk. Bu hem öğreten, hem empati ve sinerji yaratan bir
buluşma oldu. Mutlaka devamı gelmeli...
- Türkiye her ne kadar değişim-dönüşüm sürecine girmiş olsa da
hala zihinlerdeki prangalar yeterince kırılabilmiş değildir Bu
nedenledir ki, bu toplantıda sorunların tespiti konusunda
ortaya konan cesaret ve özgüven, sorunların çözümü konusunda
pek kendini gösteremedi. Örneğin halkların siyasi temsili,
yönetime katılımı, toplumsal federalizm vs. gibi canalıcı
kavramları yeterince konuşup tartışamadık. Çünkü, zihinlerimiz
henüz tam anlamıyla özgürleşemedi.
- Düşünsel özgürleşmenin eşitlikçi siyasal terminolojiyle
desteklenmeye ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de ‘öteki’ye karşı kullanılan adlandırmalar,
tanımlar ve kavramlar eşitlikçi oldukça ‘öteki’ de o kadar
kendini özgür hissedecektir. Başka bir değişle, ‘etnik grup’
ya da ‘kültürel grup’ gibi alt tanımlar yerine ‘halk’ gibi
eşitlikçi tanımlar kullanmak; ‘tolerans’ veya ‘hoşgörü’ gibi
katlanma-lütfetme ifade eden kavramların yerine ‘farklılık
hakkı’ veya ‘farklılığa saygı’ gibi eşitlikçi kavramlar
kullanmak; ‘Kürt kökenli’, ‘Çerkes kökenli’, ‘Ermeni kökenli’
vs. gibi ikincillendirilmiş adlandırmalar yerine Kürt, Çerkes,
Ermeni vs. gibi eşitlikçi adlandırmalar kullanmak, eşitliği
içselleştirmek ve özgüveni artırmak bakımından büyük önem
taşımaktadır. Bu toplantının bir artısı da, eşitlikçiliğe
değer vermesidir.
- Bu buluşma aynı zamanda bileşenlerinin birbirini güven ve
samimiyet testine tabi tuttuğu bir sınama ortamıydı. Bence
herkesin birbirine geçer not verdiği bir sınav oldu. Bundan
sonraki buluşmalarda herkes kendini daha rahat hissedecek,
otokontrole ihtiyaç duymadan düşüncelerini açıkça ifade
edebilecektir.
- Türkiye’de, ‘öteki’lerin egemen-baskın güce karşı alan
genişletebilmeleri, ancak birlikte mücadele etmeleriyle
mümkün. Bu toplantıda hepimiz, sorunlarımızın ne kadar benzer,
ne kadar ortak olduğunu daha iyi öğrendik ve anladık. Bundan
sonrası, bu sorunlarla başa çıkma çabalarımızı da
ortaklaştırmak, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine birlikte
daha fazla katkı ve katılım sağlamaktır.
KAFFED’i ve Laz Kültür Derneği’ni bu değerli organizasyon için
kutluyorum. |