1864’den 1878’e onbeş yılda birbuçuk milyonduk vatanı terke
zorlanan, 1990’dan 2010’a yirmi yılda üçbiniz vatana geri
yolalan. Henüz üçbin dönüş öyküsü yazabildik, üç bin dönüş
türküsü. Binleri onbinlere, onbinleri yüzbinlere
ulaştırabilsek bir destan yazmış olacağız. Şimdilik her
dönüşçü kendi öyküsünde, kendi türküsünde. Herbirı kıymetli,
herbiri destanımıza bir iplik. Ve elbet, bu ayrı öykülerin bu
ayrı türkülerin hepsinde ortak bir söz, ortak bir ses vardır:
zordur dönüşçü olmak...
Evet, dönüşçü olmak zordur. En başında karar verip yola
düşmek...
İster dönüşü ‘olmazsa olmaz’laştıran bir yurtseverliğin ve
milliyetçiliğin neferi ol, ister toplumsallığı kişiselliğin
önünde tutan bir idealist-yurtsever-ol, bil ki o an
geldiğinde, yani ‘artık vaktidir’ dendiğinde aklın-yüreğin
ürker, ayakların titrer. Eee kolay değil, bilinen bir hayatı
terkedeceksindir bilinmez bir hayat uğruna. Olmazlarını aşıp,
acabalarını dindirip yola düştüğünde ise, sen gibi sınavı
geçip yola düşenlerin sayısının ne kadar da az olduğunu görüp
bocalarsın. Fikirdaşlıkta ‘mangal yürek’ dostlarının
yoldaşlıkta nasıl yan çizer olduklarını görüp, şaşırırsın.
Kızarsın, küsersin, kahredersin.
Yine
de bilirsin iş başa düşmüştür, devam edersin; yüzyıldır
biriktirdiğin hasleti-hasreti sırtlanıp yürürsün anavatanına,
atalarının bıraktığı ocağı yeniden alevlemeye.
Hiç
kuşku yok sen en doğru olanı yapmışsındır, hiç kuşku yok sen
inandığın uğruna tarihi bir adım atmışsındır. Ama bil ki seni
karşılayan gerçeklik tehayyül ettiğinden epeyce farklı
olacaktır. İdealize ettiğin vatanla karşılaşacağın vatan aynı
olmayacaktır. Senin vatan-millet aşkınla, yurtseverliğinle,
hasretinle, toplumsal mücadele inancınla, yaşam anlayışınla,
hasletinle, hedefinle... velhasılı önceliklendirdiğin ve
önemsediğin ne varsa, ya karşılığını bulamayacaksın ya da
epeyce farklı karşılıklar bulacaksındır. Zira adım attığın bu
dünyada, hem aciliyetler farklıdır hem düşünme-önemseme tarzı
ve eylem şekli ...
Evet, adım attığın bu vatanda herşey farklıdır. Bu yüzden,
belki yurtseverliği senden on kat fazla olan oralıyı sen
yurtsever olarak bile görmeyeceksin. Belki senden on kez fazla
Adige, Abaza olanı sen beğenmeyeceksin. Kimse senin gibi
bakmayacak, kimse senin gibi düşünmeyecek. En
anlaşabildiğin-uyuşabildiğin ve en yakın dostluk kurduğun
üçbeş kişinin bile, aslında senden ne kadar da uzakta olduğunu
görecek ve kendini yalnız hissedeceksin. Ve anavatanına, o her
gününe düşünce, her gecene düş olup giren vatanına, seni
yeterince sarmadığı için serzenişte bulunmaya başlayacaksın.
Yanlış-eksik anlamaların her geçen gün artacak, oradanları
‘çıkarcı, bencil’ olmakla suçlamaya başlayacaksın. Hergün
aklın-yüreğin örselenecek. Hergün yurtseverliğin-toplumseverliğin
sınanacak. Sohum, Nalçik, Maykop ya da Çerkesk sokaklarında
adımlarını ürkek ve kararsız atmaya başlayacaksın. Bibaşına
uzun yürüyüşler yapacaksın. En sıcak havada bile sırtın
üşüyecek. Akşam tek göz evine çekildiğinde, hayal
kırıklıklarının üstünü umuttan ve sabırdan bir battaniye
örterek ısınmaya çalışacaksın. Umut düşüşünü tutacak, sabır
zorluğa direncinin yeganesi olacak. Dönüşçü olmak zordur.
Zordur dönüşçü olmak. Eğer yelkenlerini şişiren ve seni
taşıyan yegane rüzgar toplumsal sorumluluksa, yani bireyciliği
değil toplumculuğu yücelten bir felsefenin çocuğu isen, daha
bir zordur dönüşçü olmak. Çünkü, toplumculuğu öne koyup yola
çıkan sen, toplumculuktan yorgun düşmüş olanlar diyarına adım
atmışsındır. Sen, bireyciliğin zemininden çıkıp kolektif
geleceğin merdivenlerini tırmanarak oraya varmışken, orada
karşılaşacaklarının çoğu kolektivizm dersinden sıkılıp
bireysel kurtuluşa inmeye başlayanlar olacaktır. Sen onlara
bıktıkları dersi anlatmaya çalışacaksın, onlarsa sana
reddettiğin hayatın elzemlerini. Zorluk buradadır. Hem dönen
sen için zordur, hem karşılayan onlar için. Bu mersin’e
gidenle tersin’e gidenin hikayesi gibidir. Kesişmeyen yollarda
kucaklaşma aramak gibidir. Bakınırsın etrafa boş gözlerle...
Dönüşcü olmak zordur. Senin zorluğun, gerçekliğini yeterince
ölçmeden-biçmeden, en yalın-en masum duygu ve düşüncelerle
idealize ettiğin bir vatana adım atmış olmandır. Kendi kendine
bir cennet tasavvur etmiş, onun peşinden gitmişsindir. Aslında
bir bakıma öyledir de, epeyce öyledir. Dağına-taşına,
toprağına-suyuna, havasına-kuşuna herşeyiyle hep hayal ettiğin
gibidir. Arada bir, geride bıraktığın ülkede uzak durmaya
çabaladığın solgun beton bloklar, karamsarlık abidesi
kaba-saba binalar, hoyratca hırpalanmış güzelim doğa, en geri
kalmış ülkeleri aratmayan pazarlar-çarşılar-dükkanlar kafana
takılsa da, bahtiyarsındır, vatana gelmiş olmaktan. Herşeye
rağmen o kadar güçlüdür ki doğa ve o kadar güzeldir ki
memleket, secde edersin sevinçle, gururla. Toprak ısıtır
yüreğini. Gökyüzündeki yıldızlar, gelişinden sevinen
atalarınmış gibi gözkırpar, sıcacık kucaklar seni. Her
soluklanışta başın döner oksijen bolluğundan. Suyu berraktır,
ekmeği lezzet. Geçer günlerin pür heyecan. Rasladığın herkes
yüzüne gülümser, anlarsın sevildiğini. İşler yolunda dersin.
İyi ki geldim dersin. Hiç kuşku yok, iyi ki gelmişsindir.
İşte
zorluk da bundan sonra başlar. Hoşbeşi geçer, memleketin
haline milletin ahvaline koyulursun. Ne yaparsın ki,
toplumsallık, yurtseverlik vazgeçemeyeceğin bir
bağımlılıktır(!)... Varlığının ve gelişinin sebeb-i hikmeti
budur. Düşünceni düşünceleriyle, duygunu duygularıyla
harmanlamak istersin. Konuştuğunuz aynı dildir. Hiç değilse
derdinin yarısını anlatabilir, söylenenin yarısından çoğunu
anlayabilirsin. Derinlik kazmaya başlarsın memleket meseleleri
üzerine. Sen kazdıkça etrafındakilerin sayısı azalır.
Farketmezsin, kazmaya devam edersin. Sonra başını kaldırır,
bakarsın yalnız kalışına. Yüreğin burkulur, aklın karışır. Ah,
dersin ne hata yaptım. Hata sende değildir, sen kendi
gerçeğinle, sen kendi bildiğinle derinlere yol almışsındır.
Onlar da kendi gerçekleriyle, bildikleriyle. Belki aynı
derinliklerdesinizdir, ayrı yollarda...
Dönüşçü olmak zordur. Herşeyden önce döndüğün topraklarda
hayat zordur, mücadele çetin. Hümanizmin denizinden,
idealizmin kumsalından, romantizmin savanlarından çıkıp
gelmişsen, bu iklime ayak uydurman zordur. Kuzeyin sert-soğuk
iklimi tependedir. ‘Büyük birader’ daha asık suratlıdır ve
‘Tanrı’nın adamları’ daha acımasız. Hani evindesin hakkındır
ya, daha fazla konfor düşlersen, diyasporanda bulmadığın kadar
demokrasi beklersen, diyasporanda bilmediğin kadar insan hakkı
istersen, bil ki boşunadır. Her sözün kuşku çeker, her
düşüncen sorgulanır. Büyük bir gözaltının mazlumu olursun,
demirden bir rafın kalın bir dosyası. Bilesin, geldiğin yer
vatandır ve her vatan gibi dikenli bir gül bahçesi.
Zordur dönüşçü olmak. Hele büyük bir kentten çıkmışsan yola,
dokunmuşsan iyi-kötü metropol depdebesine, tatmışsan şehir
uygarlığının sunduğu binbir karmaşık lezzeti, dönüşçü olmak
daha bir zordur. Çünkü varacağın en iyi yer, 30-40 yıl önce
geride bıraktığın kasaba kentlerdir. Kasaba hayat tarzı,
kasaba sosyetesi, kasaba demokrasisi çevreler seni. Birtürlü
kaybolamazsın içinde, kaybolup kendin olamazsın. Attığın her
adım gözlenir, yaptığın her iş markajlanır. Doğrun önemsizdir,
yanlışın dillenir. Bir kalabalığın içindesindir ama ait
olamazsın, bibaşınasındır ama birey olamazsın. Kasaba havası
zapteder seni, üstüne yapışır. Sıkar, boğar, nefessiz bırakır
adım adım. Bilesin, dönüşçü olmak zordur.
Ve
her zorluk yeni zorluklara iter seni. Oralılarla yeterince
halhamur olamayışın seni, senin gibi hasretini-hasletini
yüklenip gelmiş diğer dönüşçülerle yol arkadaşlığına zorlar.
Hayalkırıklıklarının paylaşıldığı, yanlışların abartıldığı,
kızgınlıkların solunduğu küskün bir birlik-beraberlik ruhunun
parçası olursun. Benzeştiklerin ve benzeşmediklerinle yatıp
kalkarsın. Her geçen gün marjinalleşirsin. Hiç aklında yokken,
hiç isteğin değilken savunmacı bir gettonun parçası olursun.
Yavaş yavaş anadilini mükemmelleştirmeye başlamışken yeniden
diyaspora diline dönersin. Uydu antenini diyaspora
televizyonlarına nişanlar, yeniden diyaspora gündemine
kitlenirsin. Sen harici gettonun parçası oldukça, oralıların
sana mesafesi daha da artar. Ve getto içinde çekişmeler artar,
çatlamalar başlar. Küçük hizip gruplar oluşur birine
kapılırsın ya da nev-i şahsına münhasır tek kişilik hizip
olursun. Kavgalar, gürültüler artar. Belki geldiğin yerde
edinmediğin kahvehane kültürüyle burada tanışacaksın. Belki
sen de okey stakanı birinin başına geçirmeye niyetleneceksin.
Aylaklığa düşeceksin. Tükenişin hızlanacak. Ve akşam başına
yastığa koyduğunda, ‘neredeyim ben’ diyeceksin. Dönüşcü olmak
zordur.
Belki bir can dostunla çıkmıştın yola, belki
eşin-çocukların... Son kalen onlardır, son tutunacakların.
Dönüşçü olmak zordur ve zorluk arttıkça çember daha da
daralır. Ve can dostluklar, hayat arkadaşlıklar çetin
sınavlardan geçer. Şanslıysan, bil ki marifet sende değil
yanındakilerdedir. Kendini bir süre daha taşıdıysan, bil ki
sana katlananların payanda fedakarlığındandır. Eğer onlar da
senin kadar yorulmuş, yıpranmış ve hırçınlaşmışsa, dönülmez
akşamın ufkuna vardın demektir. Ya sen terkedeceksin yol
arkadaşlarını, ya onların terketmesine göz yumacaksın. Sonra
kafadengi yenilerin gelişini bekleyeceksin, dört gözle.
Dostlukları tükettikçe, tüketecek yeni dostluklar arayacaksın.
Gözlerin yolda kaldıkça sabırsızlığın artacak, arada bir geri
gönüp fikirdaşlığını yoldaşlığa çeviremeyenlere, seni yarı
yolda bırakanlara hiddetleneceksin. Öfken artacak, içindeki
huzursuzluk seni teslim alacak. Evet dostum, bunlar gerçektir
ve bu yüzden dönüşçü olmak zor zanaattır.
Dönüşçü olmak, kurdu içinde bir ağaç olmaktır. İçindeki
idealizm, yurtseverlik, toplumculuk, sorumluluk... ne varsa
hepsi seni kemirir. Dönüşçü olmak, yüz küsür yıllık hava
değişiminin şarhoşu olmaktır; yavaş nefes almayı bilmezsen
afallarsın, sendelersin...
Belki sen, idealizmden öte malvarlığı olmayan son kuşaksındır,
belki sonrakiler değişir, idealizmle-gerçekliği aynı valize
sığdırıp çıkar yola. Belki anavatandakiler değişir, ‘bireysel
kurtuluş illüzyonu’nu aralayıp, unuttukları idealizme banarlar
yine. Ve sonunda biraz burdan- biraz ordan’ların buluştuğu,
birbirini daha kolay-iyi anlayıp kucakladığı bir makuliyet
denkliğine ulaşılır. Bu denkliğe ulaşmadan, zordur dönüşçü
olmak.
Dönüşcü olmak zordur da zorlukları aşmak mümkündür, bilesin.
Tek yapacağın, yeni gerçekliğin nehrinde akıntıya kendini
bırakmaktır. Önceki hayatından taşıdığın doğrularını,
gerekliliklerini, hedeflerini, önceliklerini... velhasılı
bütün akli-kalbi yüklerini hafifletecek, varoluş felsefeni
yeni hayatına göre ve ona uygun olarak yeniden
yapılandıracaksın. Bir kere tevazuyu elden bırakmayacak,
oralılara afralanmayacaksın. ‘İyi ki geldin’ nezaketini
zorlayıp tafralanmayacaksın. Doğrularını dayatma, bildiklerini
öğretme iddiandan vazgeçip, oranın bilinenlerini öğrenmeye
niyetleneceksin. Marifet ayak diremek değil ayak uydurmaktır,
bileceksin. Usulca kabulleneceksin. Orada seni taşıyacak olan,
ebediyyen taşıyacak olan yegane şey oranın gerçekliğidir. Bunu
yalayıp yutmalı, bir güzel hazmetmelisin.
Dönüşü kalışa tahvil etmek için olumsuzluk antenlerini söküp
atmalı, vesveseli dikkatini dağıtmalısın. Belki yeni
meşgaleler, yani seni taşıyacak yeni rüzgarlar bulmalısın.
Mesela aşık olmalı ve belki evlenmelisin, bir yoldur. Ya da ne
bileyim, yeni beceriler-yeni meslekler edinip işine
hırslanmalısın. Ya da biraz vurdumduymaz, hasırı yanmaz bir
geniş yürek edinmelisin. İtiş-kakışları Kabe ziyaretcisi bir
sevinçle karşılamayı bilmelisin. Düşünmekten çok koşmayı
sevmelisin, üzülmekten çok kayıtsızca gülmeyi. Gemileri yaktım
demelisin, gözün-gönlün arkada olmamalı. Geride kalanlara,
seni yarı yolda bırakanlara hiddetini, ‘Allah müstehakınızı
versin, cesaret sizi de bulsun’ hafifliğinde geçiştirmelisin.
Her hal ve şartta, arada bir sorhoş olup unutmaya yatacak
kadar votka içebilmelisin. Misafir sofralarını kaçırmamalı,
bir otura bir kalka kişiye özel hamasetle keşlenmenin keyfine
varmalısın. Yurtsever-toplumcu düşüncelerinle başbaşa
bırakırsan kendini, yani fikri bol meşgalesi az bir aylaklığa
çevirirsen günlerini, yaşamı taşımak zordur, dönüşçü olmak
zor.
Evet
dostum, dönüşçü olmak zordur. Bir kez oldum. 1990’dan 1996’ya
yedi yıl sürdü.
Öyle
dönüşü siyaseten öncelik belleyen, ‘başka yolu yok’ diyen bir
militanlığın peşinde değil de, mütevazi bir idealizmin
tesadüfiyle sürüklendim. İyiki de sürüklendim ve şanslı bir
başlangıç yaptım. Bir büyük tehditin yeniden yükselttiği
yurtseverlik-toplumculuk-kolektivizm dalgasına denk geldim,
kendimce sörf yaptım. Birlikteliğin, ortak mücadelenin,
toplumsallığın en keskin ortamına daldım. Yurseverliğin
kararlılığa, kararlılığın direnişe, direnişin zafere
yükseldiği bir derya denize girdim. Toplumsal zaferi ilk kez
tattım, çok şükür. Ne büyük bir andı, ne büyük bir
bahtiyarlık...
Sonra dalgalar yeniden duruldu, zaferin sarhoşluğuyla karaya
vurduk. Savaşta herkes hasara uğrar, herkes bedel öder. Zafere
ulaşmak zordu da, zaferin yükünü taşımak daha zor oldu. Benim
payıma, en benden olanları yitirmek düştü. Bir de,
toplumsallığın kırılmasını, birlikteliğin ufalanmasını görmek.
Dayanışmanın yerini çekişme, yardımlaşmanın yerini didişme
aldı. Yeniden bizbize’nin taşınamayan ağırlığı çöküverdi.
‘Bazen böyle olur, sık dişini’ dedi aklım, ama yüreğim
dinlemedi; direncim, umudum iflas etti. Savaştan çok, savaş
sonrasının çöküntüsünden korktum. Yükü taşıyamadım. Kendimi
taşıyamadım. Pes ettim, en azından yeniden güç toplayana dek,
diyasporama geri çekildim. Ondört yıldır kendimi kandırırım,
ha bugün ha yarın diye yenilgimin tesbihini çekerim. Yeniden
pas tutar yüreğim. Arada bir, bir gemi düşlerim, beşyüz cesur
yürek yüklensin, bir de ben olayım. Bir gemi beklerim içimdeki
pası söksün, söksün beni sürüklesin yeniden vatanıma...
Ey
dönüşçü kardeş, işte kıssadan hisse sana. Sen sen ol sakın ola
yılma pes etme, ben gibi. Sakın ola, ‘bir soluklanayım yeniden
dönerim’ tuzağına düşme, ben gibi. Orada, dişinle tırnağınla
öykünü yazmaya ve avazınla türkünü söylemeye devam et. Bir kez
ara verdin mi vay haline, ben gibi... Cenette de cehennemde de
yeri olmayan bir zebani misali kalırsın arafta, ben gibi.
Dönüşçü olmak zordur, ama bilesin arafta kalmak daha da zor...
Ey
dönüçcü kardeş sık dişini, tırnaklarınla tutun. Bırak
yaptığının değerini toplum biçsin, yeter ki tutun. Bırak
attığın adımın büyüklüğünü tarih ölçsün, yeter ki tutun. Hiç
endişen olmasın, toplumun seni bilir seni tanır, hergün öykünü
okur türkünü dinler. Hiç kuşkun olmasın, tarih seni bilir seni
tanır, her satırınla ve her nakaratınla büyük bir destana
iplik dokursun.
Başardığın için ve başarmaya devam ettiğin için önünde diz
çöker, saygı dururuz. Sen, birbuçuk milyon terkedenimizin
vicdanısın, sen birbuçuk milyon sökülüp atılanımızın yüreği...
Yükün ağır, umudumuzu taşırsın...
Sen
geleceğimizsin, destanımıza ipekten bir ilmik... |