|
|
................... |
|
................... |
BİR AMERİKAN
ŞEYİ DEĞER BİZE (*) |
19.07.2010 |
|
Sezai Babakuş |
................... |
|
................... |
Dünyanın neresinde olursak olalım
mutlaka bir Amerikan şeyi değer, dokunur bize. Bu şey bazen
küçüktür gündelik yaşamımıza değer; bir paket cıgara ya da bir
şişe cola olur keyfimize değer, bir blue jean olur mabadımıza
değer... Bazen büyük olur hayatımıza değer; bilimdir,
teknolojidir, insanlık namına ilerlemedir. Bazen demokrasidir
ve özgürlük. Geçmişimize değer ve geleceğimize. Bilincimize
değer bilincimize. Efendimizmişçesine hayatımıza değer.
İstesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de değer bize.
Bazen tenimize değer geçer, bazen içimize değer; gözümüzden
kulağımıza, dilimizden damağımıza, gırtlağımızdan midemize,
kalbimizden aklımıza. Dibimize değer dibimize. Sevincimiz
kadar hüznümüze, düşüncelerimiz kadar düşlerimize değer.
İhtiyacımız olduğunda Hollywood işi bir kahramanlık ya da
mutlu sonla biten bir aşk olur değer; Nicole Kidman’ların
koynunda hazza, Brad Pitt’lerin kolunda mutluluğa uçurur bizi.
Yedekte ya bir pembe dizisi vardır ya da bir Playboy-Penthouse
güzeli. Arzularımıza değer. Elimize, belimize...
Bir Amerikan şeyi illaki değer dokunur bize. Amorfdur, her
şekle girer değer bize. Her hal ve şartta değer bize. Belki
desteklediği bir diktatörlüğün ezileni ya da nemalananıyızdır,
belki de hizaya getirmek istediği bir ülkenin mağduru ya da
mutasyona uğramış bir işbirlikçisi. Bazen karşıtı olduğumuz
için delinir postumuz, bazen taraftarı göründüğümüz için
kellemiz koltuktadır. Ya Pentagon’un havadaki gözü çekmiştir
resmimizi, ya CIA’nın kulağı işitmiştir sesimizi. Kaçış yok,
değer bize. Kimileyin süttozu, sardalye konservesi, fıstık
ezmesi olup koli koli yağar şansımıza, kimileyin akıllı
bombalar olup düşer bahtımıza. Dolar olur, ‘drug’ olur, ‘gun’
olur değer bize. Kaçış yok, illaki değer bize.
Dünyanın neresinde olursak olalım ya Amerikan rüyasından bir
şey değer ya da Amerikan gerçeğinden. Şarkı gibi, onla da
olmuyor onsuz da. Küçük ya da büyük, iyi ya da kötü bir
Amerikan şeyi değer bize. İllaki değer...
Amerikan şeyi bugünlerde jeopolitiğimize ve kimliğimize sıkça
değmeye başladı.
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un önceki hafta Azerbaycan,
Ermenistan ve Gürcistan’ı kapsayan gezisi ve özellikle Tiflis
durağındaki ‘Abhazya ve Güney Osetya’da Rus işgali’ yollu
sözleri, dünyanın her yerine uzanan Amerikan şeyinin
Kafkasya’nın da jeopolitiğine iyice deydiğini müjdeler. Bu,
‘resmi’ değmedir.
Bir de ‘sivil’ değme var. Bir nevi ön sevişme. Kıvama gelmemiz
için kimliğimize dokunur, gönlümüzü okşar. Amerikan şeyini
Kafkasya’nın içlerine, Rusya’nın yumuşak karnına doğru
yerleştirmektir amaç. The Jamestown Foundation gibi
kayganlaştırıcılar kullanır. Soçi Olimpiyatları “fırsat
objesi”dir, 21 Mayıs1864 trajedisine atıfla hassasiyetimize
değer. Rus mezalimine direnme görevimizi update eder.
Tiflis’te parti düzenler (20-21 Mart 2010), yetmezse
Washington’da (18 Temmuz 2010).
Yakında, Amerikan resmi ve sivil şeyinin bize ne kadar
değdiğini ve ne kadar içimize işlediğini iyice anlarız ya,
Allah kolaylık versin...
Amerika’nın, bir yandan Gürcistan’ın saldırgan politikalarına
destek vererek Kafkasya’daki güncel haksızlığı ve zorbalığı
körüklemesi, bir yandan da tarihi bir trajediden faydalanarak
Kafkas halklarının gönlüne değmeye çalışması paradoks mu? İyi
de, allaaşkına kimin umurunda. Dedik ya, Amerikan şeyi
amorfdur. Öyle de değer böyle de...
Ayrıca, Amerikan paradoksu arıyorsanız örnekler çok. İşte tam
da mevzuya cuk oturanı;
Rus otokrasisinin Kafkasya’yı ‘dağlı halklar’dan arındırma
harekatı ile Amerikan demokrasisinin Batı’yı ‘vahşi
halklar’dan arındırma harekatı aynı tarihlerde olmuştur.
Kafkasya’nın ‘dağlı’ halkları Çerkeslerle Amerika’nın ‘vahşi’
halkları Kızılderililer aynı trajik kaderi paylaşmıştır. Her
iki dünyada da toplu kıyımlar, sürgünler, tecritler
yaşanmıştır. Her iki tarafta da halkları yurtlarından kovulup
hakları gasp edilmiştir. Çerkeslerin uğradığı zulüm ve
haksızlık mı yoksa Kızılderililerinki mi daha ağırdı? Hangisi
daha vahim, daha kabul edilemez, daha büyük bir insanlık
suçuydu? Hangisi daha çok can yaktı, kan döktü? Hangisi daha
çok insanı yurdundan etti? Kimin ‘gözyaşı yolu’ daha uzun?
Mukayese için lütfen internette biraz sörf yapın.
Benim kuşağım Amerikan propagandasının ürettiği “iyi
Amerikalı, kötü Kızılderili” çizgi romanlarıyla, filmleriyle
büyüdü. Tommiks’ler, Teksas’lar, Zagor’lar ve daha nice
“kahramanlar” üretildi; Amerika’nın nasıl vahşi
Kızılderilileri yendiği üzerine öyküler tüm dünyaya servis
edildi. Amerika’da hala bu çizgi romanlar, filmler iş yapıyor.
En büyük televizyon kanallarında hala nasıl “son kötü
Kızılderili”nin öldürülerek modern Amerika’nın kurulduğunu
anlatan filmler, çizgi filmler cirit atıyor. Amerikan resmi
ideolojisinin propagandası o kadar ağır ki, bugün
Amerikalıların büyük çoğunluğu her yıl kutladıkları Şükran
Günü’nün (Thanksgiving Day) Amerika’ya gelen göçmen atalarının
Kızılderililerin verdiği yiyeceklerle, giyeceklerle ve
onlardan yaban hindisi avlamayı, patates-mısır ekip biçmeyi
öğrenerek hayata tutunduklarının günü olduğunu dahi
bilmemektedir.
Peki nerede o beyaz adama insani yardımda bulunan
Kızılderililer? Nerede Siyular, Apaçiler, Çerokiler, Çayenler,
Navajolar, Komançiler, Dakotalar, Crekler ve daha niceleri?
Hemen hepsi yok edildi. Kalanlar da eridi gitti. Sistemli
asimilasyon yüzünden çok azı kimliğini bugüne taşıyabilmiştir.
Ve sadece Lakota halkı geleceğe tutunmak için
direnebilmektedir.
Dahası, Kızılderililere yapılan haksızlık Amerikan Yüksek
Mahkemesi’nce tescil edilmişken (bkz. 1980 tarihli Lakota
halkıyla ilgili kararı) Amerikan yönetimi hak gaspına devam
ediyor. Bugün milyonlarca Amerikan yerlisi dilinden,
kültüründen, yurdundan koparılmış, kimliği yok sayılmış,
hakları ellerinden alınmış bir halde yaşıyor. Ve sadece
turistik şovlarda kimliklerine bürünme izni bulabiliyor.
Amerikan şeyi Kafkasya’da insan hakları savunucusu olarak
arz-ı endam eylerken kendi sınırlarında insan hakları
iğfalcisi olabiliyor. İşte size sıkı bir paradoks.
Lakota halkı, bugünkü Amerikan demokrasisinin gasp ettiği
haklarını alabilmek için Abhazların ve Adigelerin de içinde
bulunduğu UNPO (Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü)
çatısı altında mücadeleye devam ediyor. Yerli halklara zulüm
konusunda Washington’un sabıkası Moskova’nınkiyle yarışır
zenginliktedir. Ama kimin umurunda, dedik ya Amerikan şeyi
amorftur.
Dahanın dahası da var.
Amerikan yönetiminin Amerika’nın yerli halklarını yok etme ve
yok sayma politikası o kadar ağır ve kroniktir ki, bugün dahi
bunu zaafa uğratacak en küçük kıpırtılara bile tahammül
göstermez. Sapkın bir saplantıya dönüşmüştür. Şöyle ki;
Yerli halkların hakları konusu, UNPO’nun ısrarlı çabaları ve
kimi ülkelerin girişimiyle 2007’de Birleşmiş Milletler (BM)
genel kurulunda gündeme gelir. Büyük tartışmalar sonunda yerli
halkların haklarını koruma altına almayı teşvik edecek bir
deklarasyon hazırlanır. Deklarasyonun yaptırım güçü yoktur,
sadece tavsiye kararı niteliğindedir. Yine de Amerika bu
deklarasyonun BM genel kurulundan geçmesi için muazzam bir
çaba gösterir. Beğenmediği kararların geçmemesi için her zaman
uyguladığı yöntemlerle ülkelere baskı uygular. Çabası, baskısı
nafiledir. Sadece, kendisi gibi yerli halklara karşı sabıkalı
ülkelerden Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı yanına
çekebilir.
13 Eylül 2007’de yapılan oylamada bu dört ülke ret oyu verir.
Aralarında Rusya ve Gürcistan’ın da bulunduğu 11 ülke çekimser
oy kullanarak Amerika’yı zımnen destekler. 34 ülke oylamaya
katılmayarak araziye uyar. Nihayetinde deklarasyon, aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu 143 ülke tarafından kabul edilir. Bu
deklarasyona ‘evet’ diyen tüm ülkelere teşekkür. Muhtemelen
birçoğunda yerli halklar baskı altındadır, hakları gasp
edilmiştir ve bu hal muhtemelen uzun yıllar devam edecektir.
Yine de, yerli halkların haklarının korunması için iyiniyetli
bir taahhütte bulunmaları bile insanlık adına alkışı hakeder.
BM Genel Kurulu'nun “Yerli Halkların Hakları Deklarasyonu”
başlığı altında aldığı bu tavsiye kararında öne çıkan
maddelere şöyle bir göz atalım;
- Yerli halklar özgürdürler ve diğer tüm halklarla eşittirler.
- Yerli halklar kendi geleceklerini kendileri belirleme ve
kendi kendini yönetme hakkına sahiptir
- Yerli halklar, kendilerine has siyasi, yasal, ekonomik,
sosyal ve kültürel kurumlara sahip olma ve bunları güçlendirme
hakkına sahiptir.
- Yerli halklar asimilasyona zorlanmama veya kültürlerinin yok
edilmesine maruz kalmama hakkına sahiptir. Yerli halklar
asimilasyona ve entegrasyona zorlanamaz.
- Yerli halkları toprakları, bölgeleri veya kaynaklarından
ayırmayı amaçlayan veya hedefleyen her türlü hareket kabul
edilemez. Yerli halkların haklarını ihlal etme amacı veya
gayesiyle büyük nüfus yer değiştirmeleri kabul edilemez.
- Yerli halklara karşı ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı
körükleyecek her türlü propaganda kabul edilemez.
- Yerli halklar, toprakları veya arazilerinden zorla
uzaklaştırılamaz.
- Yerli halklar kendi kültürel gelenek ve göreneklerini
yaşamak ve yaşatmak hakkına sahiptir. Yerli halklar, kendi
tarihlerini, dillerini, sözel geleneklerini, filozofilerini,
yazı sistemlerini ve edebiyatlarını yaşatma, kullanma,
geliştirme ve gelecek kuşaklara aktarma ve toplumlarının,
yerleşim yerlerinin ve insanların isimlerini belirleme ve bu
isimleri kullanma hakkına sahiptir.
- Yerli halklar kendi dillerinde eğitim görme, bu amaçla
eğitim sistemleri ve kurumlarını kurma ve kontrol etme hakkına
sahiptir.
- Yerli halklar kendi medyalarını kendi dillerinde oluşturma
hakkına sahiptir.
- Yerli halklar, kendi karar mekanizmalarına sahip olma ve
bunları geliştirmenin yanı sıra, kendilerini ilgilendiren
konulardaki karar alma süreçlerine kendilerinin belirleyeceği
temsilciler aracılığıyla katılma hakkına sahiptir.
- Yerli halklar kendi siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerine
ve kurumlarına sahip olma ve bunları geliştirme, varlık ve
kalkınma araçlarına güvenle sahıp çıkma ve geleneksel ve diğer
ekonomik faaliyetlerini özgürce sürdürme hakkına sahiptir.
Yerli halklar kalkınma haklarını kullanmak üzere kendi
önceliklerini ve stratejilerini belirleme ve geliştirme
hakkına sahiptir.
- Varlık ve kalkınma araçlarından mahrum edilen yerli halklar
adil bir tazminat almaya hak kazanır.
- Yerli halklar geleneksel olarak sahip oldukları arazileri,
toprakları ve kaynakları koruma ve sahiplenme hakkına
sahiptir.
- Yerli halkların kendilerinin özgürce verecekleri bir karar
ve onlardan gelecek bir talep olmadığı sürece yerli halkların
topraklarında veya arazilerinde askeri faaliyetlerde
bulunulamaz.
- Yerli halkların tüm hakları adalet, demokrasi, insan
haklarına saygı, eşitlik, sıfır ayrımcılık, iyi yönetim ve iyi
niyet temelinde garanti altına alınmalıdır.
Merak ediyorsunuz, acaba Amerika bu maddelerden hangilerine
karşı çıkmış? Hemen söyleyelim: HEPSİNE. Noktasına virgülüne
varasıya hepsine. Çünkü Amerika tümüyle yerli halklardan
çalınmış bir ülkedir. Ve bugün 300 milyonluk Amerika’da yerli
halkların oranı sadece yüzde 1,5’dur. Çalınan ve gaspedilen bu
yüzde bir buçuğun hakkıdır.
Velhasıl,
Amerika’nın demokrasi ve insan hakları paradoksu böyle
büyük bir şeydir. Ve Amerika’nın bugünlerde bize deymekte olan
şeyi, paradoksu kadar büyüktür. Dikkat! Dibimize değen şey
büyüktür. Zevk vereceğini sananlara duyurulur.
(*) 18 yaşın altındakilerin okuması sakıncalıdır... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|