Mayıs ayı, büyük kurgu (doğa) ile ters düştüğümüz aydır. Doğa
için meydan okuyuştur, uyanıştır, direniştir, yenileniştir.
Bizim için ise yeniliştir, sürgündür, hazandır. Mayıs
paradokstur. Doğanın coşkusunu kıskanacak kadar acı saplar
yüreğimize. Mayıs sendromdur. Hüzünlendirir, öfkelendirir,
hırçınlaştırır. Yüreğimizi burkar, aklımızı karıştırır.
Bu kez erken çalmıştır kapımızı Mayıs sendromu. Yeni
alametlerle. Bir ihanet ninnisi, bir gaflet uykusu gibi...
Denizcilik bilgeliği der ki, ‘kılıç, uykuda vurulur’. Kılıç,
avlanması en zor balıkmış. Tehlikeyi çabuk sezen güçlü
algıları varmış. Çevikmiş, hızlıymış. Bir tek uykudayken
avlanabilirmiş. Kılıç, önce deniz kızının sihirli şarkısını
duyarmış ve yavaşça tutulurmuş. Sonra deniz kızının baştan
çıkarıcı güzelliğine kapılırmış, teslim olup uyurmuş. Duyduğu
ihanet ninnisidir, yattığı gaflet uykusu. Vurulduğunu
anlamazmış. Deniz kızının koynuna girer gibi girermiş ölümün
koynuna. Kılıç’ın bu ölümcül uykusunu balıkçılar da bilirmiş,
köpek balıkları da...
Amerikan-Gürcü oyunlarını yazdık ya, av olmaya meraklı
balıkların huzuru kaçmış. Dilerim uykuları da kaçar. Kaçar da,
şu Tiflis’te Gürcü politikacılarla ve Amerikan ‘derin’ sivil
toplumcularla tutuştukları ‘soykırım’ dansının çıkmazına
uyanırlar...
21 Mayıs’ı anlamak
Biz, imparatorluklar çağının güç oyunlarının son
kurbanlarıyız. Bir imparatorluğun genişleme iştahına,
diğerlerinin nüfuz hevesine yenik düştük. Kiminin toprağımızda
gözü vardı, kiminin insanımızda. Direndik, savaştık. Onlar
kazandı. Toprağımızı Çar, insanımızı Sultan aldı. Bölüşüldük.
Biz yenildik ve kaybettik.
Bu, uzun yıllara yayılan karmaşık bir
direniş-yeniliş tarihidir. Kimine göre 200 bin, kimine göre
500 bin kayıp verdik. Kimine göre istilacılara karşı
yurtseverliğin savaşını verdik, kimine göre güç oyunlarının
piyonları olduk. Kimine göre 500 bin, kimine göre 1 milyon 500
bin sürgün verdik. Kimine göre Osmanlı’ya zorla gönderildik,
kimine göre kandırılıp getirildik...
Hangi rakamı, hangi bakışı referans alırsak alalım gerçek
değişmiyor; 21 Mayıs yenilgimizin günüdür. Cesaretin ateşinde
yandığımız kadar korkunun gölgesine sığındığımız, sürüldüğümüz
kadar terkettiğimiz gündür. 21 Mayıs, özgürlük tutkumuzu
onurlandırdığı kadar güç oyunlarına alet oluşumuzun çıkmazını
da çarpar yüzümüze. Kahramanlığımız kadar korkularımızı,
yurtseverliğimiz kadar basiretsizliğimizi söyler. Çaresizliğe
teslim oluşumuzu anlatır.
Sonuçta, nüfusumuzun dörtte biri anavatanda kaldı, dörtte üçü
dünyaya savruldu. 150 yıl sonra şimdi, anavatanda kalanla
terkeden taraflar olarak tarih okumalarımızı denkleştirmeye ve
birbirimizi anlamaya çabalıyoruz.
Tarihi okuyacaksak satır atlamayacağız, dinleyeceksek her
dediğini duyacağız. Yoksa, eksik kalırız. Eksik kalınca ders
çıkarmakta zorlanırız. Zorlanıyoruz da...
Güç ve çıkar savaşları devam ediyor, 150 yıl öncesi gibi.
Savaş aynı savaş, aktörlerse hemen hemen aynı. Büyük oyun
Rusya ile Britanya-Osmanlı ekseninin yerine geçen
ABD-Gürcistan ittifakı arasında. Türkiye biraz ABD’ye angaje,
biraz ayrı rol hevesinde. İran Şii’liği de işin içinde, Suudi
destekli Sünni nüfuz odakları da. Kafkasya yine satranç
tahtası. Ve biz, yine oyunun ortasındayız.
Tehditler ve vaatler üzerine bir oyun. Oyun kızıştıkça
üzerimizdeki gerilim artıyor ve aklımız karışıyor. Hangi
roldeyiz? Yine faydalanılacak piyonlar mıyız? Hangi
taraftayız?
Tarihi anlayacak kadar dikkatli okuduysak bu kez başkalarının
hesabı için kolay piyon olmayacağız. Taraf seçimini de daha
titiz, daha akıllı, daha çıkarcı yapacağız. Yeni yıkımlara
lüksümüz yok.
Geleceği başarmak
Geçmişi bilmek, bugünü anlamak ve geleceği öngörmek... Bu
önermeyle 21 Mayıs’ı değerlendirirsek, dünü biliyor bugünü
anlıyoruz; sürüldük, hala sürgündeyiz... Zor olanı ve asıl
olanı geleceği öngörmek. Geleceğimizin tarihini biz mi
yazacağız yoksa başkalarının yazdığını mı oynayacağız?
Geleceği nasıl başaracağız?
2008’ın Ağustos ayında Kafkasya’da olup bitenler üzerine Show
TV’de Ali Kırca’nın “Siyaset Meydanı” programına katılmıştım.
Her kalemden, her kelamdan kalabalık bir tartışmacı vardı.
Gürcü tarafının demagogları ve destekçileri klasik Rus
düşmanlığı üzerine oynayıp, Abhazya ve Osetya’nın nasıl olur
da Rusya ile ittifak yaptığına şaşırdıklarından dem
vurmuşlardı.
Beklemedikleri bir cevap vermiştim; “Ruslarla yüzyıllardır
kahramanca savaştık. Artık kahramanlığı Gürcülere bırakıyoruz.
Biraz da onlar savaşsın, kahraman olsun. Biz dinleneceğiz,
yaralarımızı saracağız. Artık Ruslarla savaşmayı değil
barışmayı seçiyoruz.”
Bu pek hoşlarına gitmedi. İçimizdeki teklifsiz Rus
düşmanlarının da hoşuna gitmedi. Ne demek Ruslarla barışmak!
Hiç olacak şey mi...
‘Teslimiyetçi ve Rusçu’ duruşumu buradan bir kez daha
tekrarlıyorum. Sesimi duyan tüm Kuzey Kafkasyalılara
söylüyorum. Geleceğimizi Rusya ile savaşarak değil Ruslarla
barışarak kurabiliriz. Ve illaki, diasporadakileri anavatana
taşıyarak başarabiliriz. İşte benim önerim ve gelecek
öngörüm...
Fazlasını merak edenlere tavsiyem, Abhazya’nın Dostları
tarafından yayınlanan “Abhazya’nın Bağımsızlığı ve
Kafkasya’nın Geleceği” kitabını okumalarıdır. 2009’un
Mayıs’nda, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde aynı başlık altında
yapılan uluslararası konferansın tüm tebliğlerini ve
konuşmalarını içeriyor. Kafkasya üzerine bugüne kadar Türkçe
yayınlanmış en kapsamlı kaynak kitap. Dünyanın önde gelen
Kafkasya uzmanlarının, düne, bugüne ve yarına dair çok değerli
bilgilerini, analizlerini ve düşüncelerin birarada topluyor.
Velhasıl,
21
Mayıs sürgünü Adige ve Abhazların ortak acısıdır. Ve,
Amerika-Gürcü kumpasına peşkeş çekilemeyecek kadar özeldir ve
bizi birbirimize bağlar. Adlandırmak, anlamlandırmak ve
dillendirmek bize düşer. Duyduğumuz ihanet ninnisidir, deniz
kızı hayal. Yine gaflet uykusuna yatmayalım, avlanmayalım... |