Her geçen gün,
insandan farkında bile olmadan çok şeyler alıp götürür. Geçmişe
dönüp baktığımızda bazı anılarımız acı verir bize, tarif
edemediğimiz bir hüzün.
Çok küçüktüm, annesinden ayrı nasıl kalabilir dedirtecek kadar
küçük. Ancak her fırsatta köye; ya halamlara ya da amcamlara
gitmek için can atardım. Hayal gibi anımsarım, köye amcamlara
misafir gittiğim günleri. Akşam yemekten sonra, yaşlılar bir evde
toplanırdı, gençlerde kendi aralarında başka yerde. Gaz lambasının
ışığında tadına doyum olmayan sohbetler başlardı. Biz çocuklar ise
nedendir bilmem yaşlıların sohbetini tercih ederdik. Belki çok
sevdiğimiz dedemiz, amcamız ya da dayımız o sohbetin içinde olduğu
içindi, bekli de onların anlattıklarıydı bizi oraya çeken.
Genişçe bir oda, bir köşede yanan gaz lambası ve gençlik
yıllarında yaşamış oldukları maceraları anlatan, kahkahalar ile
gülen o dünya tatlısı yaşlılar.
Yaşlıların sohbeti neşe içinde sürerken, köşede birisinin
görevlendirilmiş olarak başında beklediği radyo kısık bir ses ile
yayınını yapardı. Radyonun başında bekleyen kişinin başlıyor
demesi ile ortalık sus pus olurdu. Biz çocuklar tek kelime
söylemeden merakla kulağımızı radyoya doğru kabartırdık. Radyoda
Kafkasya’dan Çerkesce yayın yapan bir kanal içindi yaşanan bu
sessizlik. Yayın bitene kadar hiç kimse konuşmazdı. Nasılda
merakla dinlenirdi Kafkasya’nın Sesi.
Yayının bitmesi ile sohbete kalınan yerden devam edilirdi. Her
zaman kulağımız büyüklerin anlattığı öyküler de olurdu. Bir
taraftan da gürültü yapmayın ikazını alacak durumu yaratmadan
“abacu cu cu pırrr” diye başlayan oyunumuzu oynar ya da Çerkesce
masallarımızı anlatırdık. Evde annem ile babam sürekli Çerkesce
konuştuğu için bütün söylenenleri rahatça anlardım fakat
konuşamazdım. O yüzden çocuklar bana sanki anlayamıyorum gibi
yarım Türkçeleri ile konuşmaya çalışırlardı.
Gerçek Çerkes aile yapısını ve komşuluk ilişkilerini oralarda
gördüm ve halen özlem duyarım. Hatırladıkça içimde ince, tarif
edemediğim bir sızı olur. Birçok defa “acaba çocuk olduğum için mi
o kadar mutluluk almıştım ben o günlerden” diye sorarım kendime.
Fakat hayır, aynı çocukluk dönemimde içimde böylesi tatlı ve bir o
kadar da hüzün veren başka özlemim hiç olmadı. Demek ki,
çocukluğumda o insanlarının birbirleri ile olan ilişkileriydi beni
asıl mutlu eden, özlem duymamı sağlayan.
Aradan yıllar geçti ve anlam veremediğim gariplikler yaşadım. Bu
gün oldu halen anlam verebilmiş de değilim. Radyonun başında
Kafkasya’dan bir sesi saatlerce bekleyenler gitmiş onların yerine
çocukları gelmişti. Çocukları radyoyu dinlemediği gibi, kimine
komünist-dinsiz diye kızıyordu, kimine de aferin Müslüman çocuklar
diyorlardı.
Komünist denenler özellikle derneklerde bir araya gelmeye çalışan
ve Çerkeslik adına uğraşlar sergileyenlerdi. Dinsizlik ile
özdeşleştirilip toplumun tepkisini çeken, yerden yere
vurulanlardı. O günlerde dışlanan ama bu gün elimizde olanları
bize bırakan yürekten Çerkes olanlardı onlar. Bunun yanında övgü
ile bahsedilenler kimlerdi dersiniz? Onlarda Ülkü Ocakları'nda
faaliyet gösterenler.
Ne garip ki, bunların hiçbiri Çerkeslik adına hiçbir şey ortaya
koymazdı. Fakat sadece namaz kıldıkları için, derneğe gidenlerden
daha çok itibar edinirlerdi. Başka yerlerde nasıldı bilemem ama
benim çocukluğumu ve gençliğimi yaşadığım yerde durum bu
şekildeydi.
Hayat boyu hep bir yerlerden tutturmaya çalıştık ama nedense
hedefi sürekli şaşırdık. İşte o yüzden olsa gerek yürekten
kültürüne, diline sahip çıkmak istemeyenler Kafkasya’yı anlayamaz
endişesini içimde hep taşımışımdır. Elimde olmadan diasporanın
Kafkasya üzerine düşüncelerine şüphe ile bakmışımdır.
Ne yapayım elimde değil… |