...................
...................
TELEVİZYON -2

28.01.2006

Semra Ademey Gürel
...................
...................

Evet hafta içi yarım saat olarak izlediğimiz Çerkesce yayın neden ilgi görmedi? Bu durum bizim Çerkesliğe olan ilgisizliğimizi mi gösterir, yoksa saf yerine konulmak istemediğimizi mi?

Ben “kültürel zenginliğimiz” adlı programı ara ara izleme şansı buldum. O yüzden de gözlemlerimi rahatça anlatabilirim. Hafta içi sadece yarım saat ve en ölü saatte verilen bir yayının içeriğine bakarsak, kültürümüz ve dilimiz adına bize ne verebilir acaba, diye düşünmeden edemiyorum. Yayın akışında arada bir çıkan sevdiğimiz sanatçıların güzel woredleri ve milli kıyafetlerimiz dışında bize has ne var? Tabi ki kocaman bir hiç.

İzlemek şöyle dursun, ciddi anlamda insanın sinirine dokunan bir yayın anlayışı ile hazırlanmış olan bu programa biraz daha geniş açıdan bakacak olursak…

Yayın sabah saat 10:30 da başlıyor ve tam yarım saat sürüyor. Bu saatler insanın en yoğun olduğu saatlerdir. Bir defa çalışan kesim için yayını izlemek mümkün değildir. Evde olan kişi için ise (ev hanımı) ev işleri vs gibi sebeplerden dolayı en yoğun saatleridir. Yani yayın saati izletmek için değil, laf olsun diye seçilmiş bir saattir. Akşam saatlerinde neredeyse 2 saat izlediğimiz bir magazin programı kadar dahi değeri yoktur. Bu kadar kanal seçiminin olduğu bir ortamda acaba akşam ev halkının ortaklaşa izleyebileceği bir saat seçilemez miydi, diye sormadan edemiyorum.   

Giriş genelde sevdiğimiz Çerkes bir sanatçının woredi ile başlar. Koskoca, dağa taşa sığmayan bu yarım saat içinde belki de tek kayda değer yer bu kısmıdır. Peki, biz bu sanatçılarımızı illa da TV’dan görerek izleyeceğiz diye dövünür müyüz? Tabi ki hayır. Çünkü bu sanatçılarımızın eskiden kasetleri şimdide CD’leri birçoğumuzda zaten var. Televizyonda onları görebilmek için ayrıca bir çaba içerisine çoğumuz girmeyiz. Bir şarkı ve ufak bir milli oyun yarım saate ekmek arası salam gibi inceden inceye öylesine sıkıştırılmış ki lezzetine doyum olmuyor! Maalesef çekici değil tam tersi öylesi değerli sanatçılarımızı orada görmek bana bazen itici geliyor.

Wored biter bitmez bir belgesel ortaya çıkıyor. Aman da aman çiçekler, böcekler, kurtlar, kuşlar meğer nelerde varmış diye nasılda sevindiriyor bizleri, sormayın gitsin. İnanılmaz derecede insanı geren, komik ötesi bir durum. Aynen kadınlar günü gibi. Bu olay kadın sohbetlerinde kırkının birden konuşması ve garip şekilde anlaşmasına benziyor.

Algılama ve algıda seçicilik diye bir durumu sanırım programın hazırlayıcıları bilmiyor. İnsan baktığı ve duyduğu şeylerde farkında olmadan seçici olur. Mesela, gürültülü bir ortamda özellikle söyleneni anlamak için duymak istediğinizde diğer sesleri duymazsınız. Farkında olmadan şartlanmış olursunuz. Burada da zaten Çerkesce’yi çok bilmediğiniz için Türkçe ve Çerkesce anlatımın içinde her ikisine birden şartlanamıyorsunuz. Burada daha iyi anladığınız Türkçe baskın çıkıyor. Bunu farkında olmadan yapıyorsunuz. 

Bu belgesel kısmını neden sevemediğimi biraz daha açacak olursam ne demek istediğimi sanırım daha iyi anlatabileceğim. Belgesel başladığında alttan gelen sesin söylediği her kelime oldukça net ve belki de üste monte edilenden daha açık seçik anlaşılıyor. Türkçe seslendirme öylesine baskın ki, dil bilen ben dahi Çerkesce söylenen kelimelere konsantre olamıyorum. Kuşlar, çiçekler, böcekler derken koca yarım saat Kültür zenginliği ile bitip gidiyor.

Şimdi bu yayın, yani Kültürel zenginlik neden ve niçin ekrandan veriliyor hepimiz biliyoruz. Avrupa’ya “bakkk biz ne kadar demokratik’iz, diğer kültürlere nasılda önem veriyoruz gördünüz mü” demek için. Bizler de bunu bildiğimiz için demokrasimize zarar gelmesin, ülke menfaatine işler sergilensin diye eyvallah diyoruz.  Fakat yarın bir gün biri çıkarda “biz kültürel değerlerinizi yaşatmanızı sağlamak ve sizleri tanımak, için bu yayını yapıyoruz, fakat sizler yarım saatlik bir programı bile izlemediniz” diyecek olursa, bizlerde en azından nedenlerimizi söylemiş oluruz. Sözün kısası sanırız yayın bizler kültürü algılayalım diye değil Avrupalılar buyurun gelin desin diye var. Bizimde ilgimiz ve alakamız bu şartlarda anca o kadar oluyor.

Sonuçta asıl anlatmak istediğim nokta şu “taşıma su ile değirmen dönmüyor” maalesef dönmez de. Ekran sana sıcak gelecek, seni çeken bir şeyler olacak. Sabahtan akşama kadar sadece Çerkesce yayın yapsa, Elbruz, Nalçik, Maykop caddelerini gösterse, Nalmes’i doya doya izletse ve örf-adetlerimize göre programlar yayınlansa, ekonomisinden, sanatından, edebiyatından bilgi verse inanın istemesek dahi birçok şeyi öğrenmiş oluruz.


Ben televizyonumu istiyorum, si televizyonur sıxueys, I want my television.