Yıl 2010 Şubat ayı.
Türkiye’de bir ilk gerçekleşiyor.
Cevat Fehmi Başkut’un
“Buzlar Çözülmeden” eserinden, ünlü tiyatro sanatçısı Sayın
Haldun Dormen’in uyarladığı “Çîrokeke Zivistanê” yani “Bir Kış
Öyküsü” adlı müzikalin prömiyeri (ilk gösterimi) Diyarbakır
Belediye Tiyatrosu’nda Kürtçe olarak yapılıyor.
Çok
normal değil, Türkiye’de bir eser, ilk kez tamamen
Kürtçe olarak sahneleniyor.
Salonda kimler yok ki?
Diyarbakır valisi,
milletvekilleri, büyükşehir belediye başkanı,
DEP eski milletvekilleri,
sanatçı Ahmet Kaya'nın
eşi ve çok sayıda sanatsever, oyunu büyük ilgiyle izliyor.
Programın sonunda “Kandil”den gelen PKK'lıların da aralarında
bulunduğu konuklar sahneye çıkarak oyuncuları tebrik
ediyor, oyunculara karanfil dağıtıyor.
İnsanın “Karlar
eriyor, buzlar çözülüyor galiba!” diyesi geliyor.
Bu olaya kim nasıl bakar bilmiyorum ama bu tablo beni
heyecanlandırdı.
Dilin, toplumsal önemi,
tiyatronun misyonu
adına doğrusu ben de çok heyecan duydum.
Oyun sonunda Sayın
Haldun Dormen,
hayatının en güzel ve heyecan verici oyununu sergilediğini
söylüyor.
Diyarbakır büyükşehir belediye başkanı ise,
Dormen ve arkadaşlarına teşekkür ettiğini belirtiyor: "Bu gece
70 yıllık 80 yıllık karlar eriyor. Ve daha eriyecek. Önümüzde
Allah'ın izniyle bahar var, kültür bayramı var, dil bayramı var."
diyor.
Bu günleri, Türkçenin dışında başka bir dille
konuşmanın, kasette şarkı dinlemenin yasak olduğu günlere
kıyaslarsanız insan moral buluyor, birden ümitleniveriyor.
Kültürel duyarlılığa sahip herkes bu kareleri gönülden
alkışlamıştır.
HANGİSİ YANLIŞ?
Yıl 2019 Şubat ayıi Geriye mi gittik ileriye mi?
Neler oluyor?
Kim kiminle oynuyor?
ANA DİL, TİYATRO ve TOPLUM
Ana dille tiyatro izlemek dil ve kültür bilincine sahip kimleri
heyecanlandırmaz ki?
Tiyatro diye geçmemek lazım.
Tiyatro, hayatın aynasıdır.
Muhsin Ertuğrul’un ifadesiyle “Tiyatrosuz
kalan bir toplum, önce dilini yitirir, geleneğini unutur;
sonra bütün bağları çözülür, sokağa düşer.
En büyük kötülük birbirimizden ayrıldığımız gün başlar.”
Almanlar yakılıp yıkılan şehirlerinde hastaneden, üniversiteden,
tapınaktan, okuldan önce, on beş yılda tam yüz yeni tiyatro
yaptırmışlar.
Eski Yunan'da 70 bin kişilik
Megalopolis'te 40 bin
kişilik tiyatro vardı.
Bugün Yunanistan'da hâlâ
kullanılan 55 basamaklı Epidauros tiyatrosu 14 bin kişi alıyor.
Bergama'da, Virankapı'daki
Roma tiyatrosu 30 bin
kişiliktir.
Tellidere'deki tiyatro 50 bin kişilik.
Asklepion'daki
tiyatronun hatırı sayılır bir kısmı, hastalara ayrılmış.
Bergama’nın nüfusu 160 bin iken 100 bin kişi alan 4 tiyatrosu
varmış.
Muhsin Ertuğrul’a göre, “Hastane gövdelerin,
tiyatro ruhların şifa kaynağıdır.
Ruhsuz adam bir kalıptır.
Düşünmekten, duymaktan, insanlıktan, iyi ve kötüyü ayırt etmekten
uzak bir kalıp!
En korkunç suçları işleyenler hep bu
ruhsuz kalıplardır.
Çevremizi karartan, eğitim
ışığına varamamış bu sakat ruhlardır.”
Tiyatro okul
kadar, hastane kadar önemlidir.
Gövde hastası ölür, ruh hastası öldürür.
Tiyatronun en
büyük gücü "söz"dedir.
İnsanlığın sesi, tiyatroda duyulan sözlerle kulaktan kulağa,
kuşaktan kuşağa geçer, geleceğe armağan kalır.
Tiyatroda seyircinin
kana kana içeceği bu söz yağmurudur; ruhları yıkayan bu söz
tufanıdır.
Tiyatro, dil kültürüyle de doğrudan
bağlantılıdır.
Unutmayalım, Türkiye’de daha fazla ana dille
tiyatro, kardeşliğe, barışa ve dayanışmaya hizmet edecektir.
Tiyatronun gücünden daha fazla yararlanmak için biraz daha gayret! |