Bir öğretim- öğretim yılı
daha geride kaldı.
Eğitim, hepimizi
ilgilendiren bir konu.
Eğitim denilince akan
sular durmalı.
Millî
Eğitim Bakanlığı Müsteşarı
Doç. Dr. Yusuf Tekin’i dinliyorum.
Öğretim yılı, mesleki çalışma programı kapsamında yaptığı "yıl
sonu değerlendirme konuşması"
Türkiye’de eğitimin
başındaki insan eğitimi anlatıyor, eğitim adına neler yapılmış,
neler yapılacak…
Sayın Müsteşarın vereceği
mesaj önemli olmalı ki konuşmanın gün ve saati günler öncesinden
duyurulmuş.
Bir milyonu aşkın personel,
bir o kadar veli ve öğrenci bu konuşmayı dinliyor.
MÜSTEŞAR BEY KONUŞUYOR
Suratı asık, yorgun,
uykusuz görünen bir yüz ifadesiyle konuşuyor.
Oldukça donuk.
Dinliyorum, can kulağıyla
dinliyorum.
Cümleler çıkmıyor ağızdan, çıkanlar da
kırık ve dökük.
Acaba
müsteşarın hitabet gücü
bu kadar mı yoksa ekrana hazırlıksız mı çıktı?
Sanki
silah zoruyla
konuşuyor gibi.
Siyasi mesajlarla dolu,
samimiyetten uzak, darmadağınık bir konuşma.
“Bir eğitim- öğretim
yılını daha birlikte atlattık.”
“Atlattık!” iadesi
oldukça manidar.
Bir cümlesi dikkat
çekiciydi.
“Personelimize sonsuz teşekkür ediyorum.
Çok çok beklentilerimizin
üzerinde güzel bir eğitim-öğretim yılı geride bıraktık.”
Demek
ki müsteşar Bey uygulanan eğitim- öğretim sisteminden ve
sonuçtan memnun, hem
de ziyadesiyle.
Düşünüyorum da bu kadar yıldır eğitimin içerisindeyim,
ya benim gördüklerim,
yaşadıklarım, izlenimlerim yalan ya da Müsteşar Beyin ifadeleri…
Konuşmayı dinlerken
Pedagog, Eğitimci Yazar Adem Güneşi’in son kitabında geçen şu
ifadeler zihnimde canlanıveriyor:
Eğitim sistemleri genel
hattı ile üçe ayrılır:
Modern Eğitim, Klasik Eğitim,
Transmisyoner Eğitim
Modern Eğitim:
“Öğrenci merkezli” dir.
Her çocuğun kendine has bir öğrenme şekli olduğu düşünülür.
Çocuklar, bireysel özellikleri dikkate alınarak eğitim alırlar.”
“Bu farklılıklar görmezden gelinirse, sosyal bir
çocuk eğitim sisteminin içinde harap olur gider…”
“Gelişmiş ülkelerin
eğitimde başarısının sırrı, öğrenci merkezli eğitim sistemlerini
kullanmasıdır.”
Klasik Eğitim:
“Öğrenme merkezli” dir. Zorla da olsa bilgi çocuğun beynine
yerleştirilir… Öğrenemeyen çocuk not ile cezalandırılır,
aşağılanır… Gerekirse dövülür, sövülür… Duyarlı bir anne baba, “Sevgili
öğretmenim, bizim çocuğu niye aşağılıyorsunuz?” diye sorsa,
klasik eğitimi benimsemiş eğitici “Çocuğunuzun iyiliği için
dövdüm, size de iyilik yaramıyor!” deyiverir birden.”
“Yüz
yılı aşkın zamandır
ülkemizde çocuklar klasik eğitim ile öğütülüyor… “
“Eğiticiler eğitilmeden,
Modern Eğitim’e geçmek oldukça zordur, zaman ister.”
Transmisyoner Eğitim:
“Transmisyoner Eğitim, “devlet odaklı” dır. Eğitim, bir misyon
aktarmak üzere şekillenir. Çocuklar “rejim bekçisi” ve “sadık
vatandaş” olarak yetiştirilir. İster komünist ister faşist ister
krallık olsun, ülke rejimi
ince ince çocukların ruhuna işlenir. Bu sistemden mezun
olanlar, bilgi ile değil, hâkim otorite ve rejime sadakat ile iş
bulur, kariyer sahibi olur.”
Ne diyelim, Allah bizi
beterinden saklasın!
Ne
derler, Türk eğitim
sisteminde iki şey eksik:
Biri eğitim, diğeri
sistem.
HANGİSİ DOĞRU, HANGİSİ YALAN?
Orta yerde iki
çeşit karne var.
Biri MEB
karnesi, diğeri PISA karnesi.
Birinci karne
MEB karnesi:
MEB’e göre 17 milyon
öğrenciden 9 milyonu üstün başarı sahibi. (Bu yılın birinci
dönemine göre takdir ve teşekkür belgesi)
BRAVO eğitim
sistemimize, harika!
İkinci karne
PISA karnesi:
Ekonomik İş
birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) üç yılda bir yayınladığı
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)
PISA karnesine göre
Türkiye 70 ülke arasında 50. sırada.
70 ülkeden 15
yaşındaki yaklaşık 540 bin öğrencinin katıldığı sınavda Türkiye,
Fen’de 52.
sıra
Türkçe ’de
(Okuma becerileri) 50. sıra
Matematik’te
49. Sırada…
Siz söyleyin,
bu iki karneden hangisi doğru, hangisi yalan?
BU EĞİTİM SİSTEMİ(!) VE BU KADROYLA ÇOK ZOR
Müsteşar Bey, hangi gözlüklerle hangi açıdan bakıyor da böyle
pozitif şeyler görüyor
bilmiyorum.
Benim
bildiğim şey, yıllardır gördüğüm, içinde yaşadığım,
lime lime dökülen eğitim
sistemi.
Peki nedir bu ağır
sorunlar?
CILIZ RUHLU BİREYLERLE Mİ?
Eğer
bir ülke, eğitim sistemini gerçekçi temeller üzerine oturtamazsa o
ülkede ruhu cılızlaşmış
bireyler yetişir.
Bu
ruhu cılızlaşmış bireyler ahlak yoksunu olarak yetiştikleri için
iradeleri, zekâları ve vicdanları gelişmez.
Bilgiyi ve değerleri zekâyla,
ahlakla, vicdanla ve
iradeyle yoğurmayan toplumlar otoriterliğe kayar.
Ezberci, kuru ve sıkıcı
bir eğitim anlayışıyla nereye kadar gidebiliriz.
Eğer
biz, bireylerin inisiyatif alma becerisini kazandığı bir
okul düzeni kuramazsak
gelecekte toplumumuzu daha da büyük karmaşalar bekliyor demektir.
EZBERCİ, KURU VE SIKICI EĞİTİM
“Eğitim, insanın öğrendiği
her şeyi unuttuktan sonra geriye kalan şeydir!” der Einstein’ne.
Diğer
bir düşünür de “Eğitimin en büyük gayesi,
kişiye öz güveni öğretmek
ve kendi zihin dünyasının zenginliklerini kavratmaktır!” der.
Mevcut eğitim sistemiyle
duyarlı, donanımlı bir gençlik yetiştirmek neredeyse imkânsız
gibi.
Türkiye’nin tartışmasız
birinci gündem maddesi “eğitim” olmalı.
Ne
yazık ki aile ve okuldan soğumuş,
sanal alemde kaybolmuş,
boğulmuş, inanç ve kültürel değerlerinden habersiz bir nesil
yetişiyor.
YOZLAŞMA
Yozlaşma tam gaz:
Dilde yozlaşma,
Eğlencede yozlaşma,
Kılık kıyafette yozlaşma,
Sanatta yozlaşma.
Tüm toplumsal değerlerde
yozlaşma…
Müsteşar Bey mutlu ama,
okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, umursamaz, vurdumduymaz bir
nesil geliyor.
Biz
ne yapıp ne edip insan hakları ve
demokratik ilkelere
saygılı, sağlıklı, neşeli, okuyan, sorgulayan, farklı görüş,
düşünce, inanç, anlayış ve
kültürel değerlere hoşgörüyle bakabilen, donanımlı gençler
yetiştirmek zorundayız.
Ama nasıl, ne zaman?
Hangi sitem, hangi
kadroyla?
NOT:
Afişte bulunan rakamlar gerçek değildir. İçeriği desteklemek için
grafik amaçlı konulmuştur.
|