Günün
birinde birileri hiçbir hazırlığı ve iddiası olmadığı halde
senaryo gereği bir STK’nın
başına yönetici olarak gelivermiş.
İlk günden gayet memnun hali,
mütebessim çehresiyle, kocaman yumuşacık koltuğa oturuvermiş.
Hep
oturmuş, günlerce aylarca oturmuş,
sadece oturmuş.
Mutluymuş; çay, kahve içer,
geleni gideni ağırlarmış.
Zaman geçtikçe görevinin
sadece oturmak, muhabbet etmek, dedikodu üretmek olduğunu inanmış.
Göreviyle
ilgili bir şey soran olursa, kahkahayla güler, öyle bir şey
“Görmedim, duymadım, bilmiyorum!” der
üç maymunları
başarıyla oynarmış.
Ahaliden bazı kişiler de bu
halinden dolayı onu alkışlarmış.
Yakınları ve yardımcıları
da hemencecik alışıvermiş bu duruma.
Bu hâl böylece sürüp gitmiş.
Günler günleri, aylar ayları
kovalamış, bizimkisi ekibiyle yan gelip yatar, yiyip içip
oynarmış.
“Yahu senden önce burada
oturan kişinin çok güzel,
uyumlu, canlı bir orkestrası vardı, ne güzel parçalar
çalarlardı, sen hiç olmazsa biraz olsun davul sesi çıkart, ahali
çok rahatsız!” diyenlerin yüzüne tuhaf tuhaf bakar: “Doğru
söylüyorsunuz ama davulun
tokmağı bende değil ki ben nasıl çalayım davulu? dermiş.
Günler, oturup dedikodu
yapmak, kişileri eleştirmekle geçmiş.
Nihayet günün birinde
birileri dayanamayıp şöyle demiş:
“Yahu
arkadaş, bu durum durum değil, bu davulu çalmak zorundasın, bak
ahali senden bunu
bekliyor.
“Gel hiç
olmazsa davulu çalıyor gibi yap, davul sende
çomak başkasında nasıl
olur böyle şey?
“Yoksa tokmak, iki yıl
önce bu senin oturduğun koltuğa oturmak için
garip usuller deneyen,
ahalinin desteğini
alamayınca yeme içmeden kesilip deli divaneye dönen, haksız
eleştiri ve kaprisleri yüzünden toplumdan dışlanan,
iki senede yaşlanan o
malum zevatın elinde mi?”
Bizimkisi
susmuş, derin nefes
almış, yutkunmuş, terini silmiş ve başını yere eğmiş.
Adam
devam etmiş: “Üzgünüm ama eğer tokmak, küf kokan düşünceleriyle
benlik girdabında
boğulmuş, maskeleri düşmüş, yaşlarına yakışmayan hırs ve
hasetleri, sonu gelmeyen dedikodularıyla kredilerini tüketmiş
birkaç insanın
elindeyse bu kurumla birlikte hepimiz yandık demektir!”
Kocaman
koltuğunda kan ter içinde kalan şahıs kendi kendine: “Ben kimseye
davul çalma sözü vermedim ki ne tuhaf insan bunlar,
ne istiyorlar ki benden?”
demiş ve tebessümüne devam etmiş.
Sorusuna cevap bulamayan
adam, gördüğü manzaranın vahametiyle şaşkına dönmüş.
Kapıya
doğru yönelmiş, adımlarını hızlandırmış,
“Bir yöneticinin,
çaresizlik ve çözümsüzlükten dolayı konumunun hakkını veremeyişi
ne kadar acıymış.” diye mırıldanmış.
Adam, kendisini dışarıda
bulmuştu beyninde şu soru zonkluyordu:
“Ne işe
yarar bazı STK’lar, ne
iş yapar bazı yöneticiler?”
|