Geleceğimiz, gençliğimizle savrulurken, ilgisiz tavrımız, gayrı
samimi perişan halimizle şaşkın bir haldeyiz.
Oysa ilgisizliğin pençesinde kıvranan gençlerimizin hali, bir
kıymık gibi batmalıydı yüreğimize.
Dilsiz, kimliğinden habersiz, isteksiz, yörüngesiz gençler içimizi
kanatmalıydı.
Bu nahoş tablo karşısında kalbimiz sıkışmalı,
nefesimiz daralmalı, uykumuz kaçmalıydı.
Genç Nart’lara, güzel Setenay’lara güvenmiyoruz, onlara fikirlerini
soramıyor,
onlara örnek olamıyoruz.
“Gençler hep dinlesin,
hep itaat etsin!”
istiyoruz.
Gençler konuşmaya yeltenirse
“Yemuk!” diyoruz.
Eğer dernekte program varsa, festival yapılacaksa, salonda misafir
ağırlanacaksa, “Gel!”
diyoruz.
Gel bak sandalye taşınacak, gel bak tabak hazırlanacak, çay ikram
edilecek sonra da buralar düzenlenecek, temizlenecek… Hadi gel
sensiz olmaz diyoruz.
Ama kararlar alınırken, gelecek programlanırken “ Senin yaşın
müsait değil sen sus!”
diyoruz.
Daha da ileri gidiyor, gençler, ilgisiz, gençlik bilinçsiz, bunlar
dilini, tarihini, bilmiyor, diyoruz.
Diyoruz, tavrımızla diyoruz, duruşumuza, eylemlerimizle
sergiliyoruz.
Bilmem ki gençliğe ne verdik ki ne istiyoruz.
Acıdır, güvenmediğimiz, eğitemediğimiz, örnek olamadığımız
gençler, yorgun, kırgın, ümitsiz bir halde.
Biz büyüklerse cenaze alanlarında, düğün salonlarında mucize bekliyoruz.
Evet, bu acı tabloyu birlikte seyrediyor, bu feryadı birlikte
dinliyoruz ama ne yazık ki gerçeği görüp, gereğini yapamıyoruz.
HEP KAHIR, HEP KAHIR
Merak ediyorum, kaçımız gençlere kapımızla birlikte yüreğimizi
açtık da karşılık bulamadık?
Söyleyin hadi ne zaman gençlere inandık, onlara ne zaman
yetki ve sorumluluk verdik de pişman olduk?
Olur mu bizimkisi hep kahır, hep sitem.
Efendim gençler duyarsız, yeni
nesil isteksiz.
Efendim, gençler “xabze” yi bilmiyor, diliyle, kültürüyle,
kimliğiyle barışık yetişmiyor.
Yapmayın Allah aşkına, ne
verdik ki ne istiyoruz?
Kültür iletişiminde
gençlere ne kadar model olabildik?
Kimliği ve kültürüyle barışık bir gençlik için ne zaman
yüreklerimizi ortaya koyduk, ne zaman birikimimizi kullandık?
Ne zaman sabrımızı zorladık, kaç gece uykusuz kaldık?
Biz çok acı ama gençlerin
saçına, sakalına, eteğine takıldık ve diyalogu kopardık.
Bize düşen; çok söylemek yerine, sabırla, samimiyetle çok iyi
model olmak, gençlerin çığlığına kulak vererek onların
kalplerindeki feryadı daha derinden hissetmek olmalı.
Aksi
takdirde yeni nesil, “kâfe”
fon müziği eşliğinde hayatın çözümsüzlük girdabında boğulurken
büyükler de kültür meşalemizi tutuşturacak güzel gençlerin
özlemiyle kahrolup gidecektir.
Biz, ne yazık ki her
toplantıda bilgi ve birikimimizle övünüyor, Kafkasya’yı kurtarıyor
ama ilgisizlik ve ümitsizlik girdabında nefesi daralan yüreği
parçalanan öz evlatlarımız için fazlaca bir şey yapamıyoruz.
Ne acı ki bu konuda en duyarlımız bile, “biraz
realite, biraz hayal, yarı mektep, yarı medrese, yarı his, yarı
mantık yamaçlarında” yürüyor ve gönül eğlendiriyor.
Ruhu ve zihni aydın, diliyle, kimliğiyle barışık, kültürü
omuzlarında bayraklaştıracak dinamik bir nesil için, Allah aşkına
söyleyin bu güne kadar dert yanmanın ötesinde dişe dokunur ne
yapabildik?
GELECEĞİMİZ GENÇLİĞİMİZLE SAVRULUYOR
Bu işin asla şakası yok!
Yok oluşun ayak sesleri
geliyor, zaman hızla tükeniyor ve geleceğimiz gençliğimizle
savruluyor.
Gençlerin en verimli çağları boşa gidiyor,
geleceği kararıyor.
Biz, ya “Bakalım
gün doğmadan neler doğar!” diyerek cenaze alanlarında,
düğün salonlarında mucize bekleyeceğiz ya da gençlerle ilişkilerde
daha bilinçli daha sabırlı ve daha anlayışlı davranacağız.
Ya kahır ve siteme devam edeceğiz ya da ne yapıp ne edip
küsmekten, kızmaktan, kırılmaktan vazgeçip samimiyeti ve diyalogu
seçeceğiz.
Ama en önemlisi çözümün “Setenay”ların,
Nart”ların yüreğinde
olduğunu asla unutmayacağız.
|