Mutlaka ki,
Taksim olayları üzerine çok şeyler yazılıp söylenecek, fakat
asıl önemli olan her zaman için bu olayların bizi nereye
götürdüğüdür?
Taksim olaylarının, Anadolu’nun kardeşliği, bütünlüğü,
birliği, sulhu ve huzuru için ne şekilde hizmet ettiği veya
etmediğidir. Bizi ne kadar birbirimize ve nihayetinde
kendimizle buluşmaya yaklaştırabiliyor?
Elbette ki herkes kendi adına,
olaylara bakacaktır. Taksim olayları katılımcılarının
kendi adına bu olayın neresinde durduklarına bakmaları da
gerekir.
Herkesin yapacağı
özeleştirinin, bütünün hayrına hizmet edecek şekilde olması
temennimizdir.
Birbirimizi suçlamanın derin kuyuları ve olayların devamı bizi
çıkmaz sokaklarda bırakır.
Oysa
Bizim, Anadolu’nun ve bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin,
istisnasız herkesin yeni çağın oluşumunda bir hizmeti ve
önemli bir yeri vardır.
Biz
de nihayetinde kendi şahsımıza ait olan bir bakışı, sizlere
sunmaktan öteye gidemeyiz. Ki sufinin gönlü de her zaman aşk
ile dolu olduğu için, yangını başkadır. Ateşi yoktur ama
dumanı tüter, bu nedenle süptildir ama bir iki dünya kelamı da
etmek haceti doğduğundan, sürçü lisan ettiysek de afola deyip
yola koyulalım izninizle…
Dileğimiz aklı selim ve vicdanı hür
insanların, gittiği yolda birlikte dostlukla bir bütün olarak
sulh ve huzur içinde sessizce yürümek ve Anadolu’nun kaderi
Ol’An yeni dünyaya ve yeni İnsan’a adım adım ilerlerken, “yol”
da olanların yoluna bir kibrit
alevi kadar olan ışığı
yakabilmektir.
Öncelikle, Taksim olaylarının bir
yangın alevi olarak büyümesine neden olan
sosyal medyanın neye hizmet
ettiği veya
hayrımıza hizmet edip
etmediği mutlaka sorgulanmalıdır. Özellikle görünüşte insan
kıyafeti giymiş -ne olduğu belirsiz enerjilerin(?), sosyal
medyayı kullanmaları ve saçma sapan -yalan- haberlerle
insanları kendi açgözlülüklerinin
derin çukurlarının tatminine
yönelik olarak manipüle etmeleri ve olayları kullanmaları
Taksim olaylarında çok elem verici görünümlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Devletin, halkına şefkatle ve her kesime adilane yaklaşması
gerektiği ve hangi parti iktidara gelirse gelsin tüm halkın
“devleti” olduğu asla unutulmamalıdır.
Ayrıca devletin ve polisin olaylardaki hataları tespit
edilmeli ve giderilmesi gereklidir. Daha onurlu ve insana
değer veren sistemleri ve değerleri üretmelerinin kaçınılmaz
olduğu görülmeli ve demokrasinin her şekilde işlerliği
kılınmalı ve kendini ifade özgürlüğünün “özgür ama güvenli”
yolu oluşturulmalı ve gerçek eylenmelidir.
Hakkı
olan hakkını ifade edebilmeli ve hakkını da arayacağı sonsuz
kabulü ile adalet üzere bir toplum olabilmek için gayret sarf
etmeliyiz.
Hiçbir zaman bir olayın bir nedeni
olmaz. her olayda istisnasız aklımızın alamayacağı sayıda çok
etmen çok boyutlu olarak harekete geçer ve bazıları da
harekete geçirilir. Mesele “harekete geçirilen” olayları
saptamak ve bunları
etkisizleştirmektir. Tüm
bunlar olurken de fiziksel veya psikolojik zarar verici
davranışları en aza indirebilmek için her şekilde önlemler
almamız olayların hayırlı sonuçlara ulaşmasına neden
olacaktır.
Özgürlüğün güvenle ilişkisi olamamakla birlikte Taksim
olayları -güvenlik- konusunu da gündeme getirmiştir.
Güvenlik zihinle
ve dolayısıyla ego ile
ilgili bir kavram olmakla
birlikte, insanların oto kontrol sistemlerinin
geliştirilmesine yönelik eğitim sisteminin “nitelik” olarak
iyileştirilmesinin gerektiği de görülmeli ve araştırılmalıdır.
Belki
de tek çare her türlü şekilsellikten kurtulunması gerektiği,
özellikle siyasette eğitimde dinde ki şekilselliklerin çok
zararlı ve tehlikeli hale gelebileceği görülmelidir.
Daha
evrensel, daha halim selim, zekaları keskin, yürekleri sevgi
dolu, kendiyle barışık çevresiyle sulh için de olan insanlar
yetiştirebilmeliyiz ki insanlar manipüle edilemesinler.
İnsanların özgürleşmesinden korkmamalıyız.
Aslında özgürleşme adı altındaki “manipülasyonlardan”
kurtulmak için “özellikle” insanların özgürleşmesine hizmet
etmeliyiz.
Sulh odaklı birlik bütünlük
yönelimli ve kardeşlik bazlı yeni çağın yeni insanları için de
Evrensel değerleri
kazandıracak Evrensel bir
Anayasa hazırlanmasına olanak sağlamalıyız, gerek düşüncemizle
gerek hizmet ederek, bunun nasıl olacağını herkes kendisi
bilecek.
Öyleyse bundan sonra eğitim ve özgürlük asıl temadır, üzerinde
durmamız gereken.
Taksim olaylarını provoke edenlerin,
halkı aldatmanın kendi çıkarları
ve nefs tatminleri
doğrultusunda manipüle etmenin vebalini nasıl ödeyeceklerini
Allah bilir.
Taksim parkında yapılmak istenen “binaların” ve aslında
Anadolu genelindeki yapıların, yeşil alanları yok etmemeleri
gerekir. İçinde parkı olan şehirler değil, park içinde
şehirlerin kurulması gibi bir vizyona sahip olmak bizi gaia
ile uyumlu bir varoluşa getirecektir.
Gaia ile uyumlu yaşam alanları
oluşturmak ve doğayla bütünleşik yaşam olanakları yaratmak
üzerine düşündüğümüzde “faiz,
kar, rant ekonomisinin de” dönüştürülmesi gerektiği
kaçınılmazdır.
Dünyadaki ve ülkemizdeki kapitalist
sistemin mekanizmalarının nasıl ıslah edileceği
ve sürecin ve oluşanın adil
kılınacağı düşünülmelidir.
Bugün
dünyada bir küresel ısınma var ise çılgınlar gibi tüketen
insan kitleleri yaratılmışsa bu vahşi ekonominin eseridir.
Mc Donalds hamburger tüketiliyorsa,
Avm-lere gidiliyorsa, şekerden, sigaradan kurtulamamışsak,
Colayı içilmeye devam ediliyorsa, yiyecekler tv karşısında
tüketiliyorsa, dizilere bağımlı yaşanıyorsa bu sisteme nasıl
hizmet edildiğini de gözden geçirebilmeli ve
“kurtuluşun” yolları
aranmalıdır.
Neyse
diyelim ve devam edelim…
Çocuklar gibiyiz, her hikaye anlatana inanıyoruz. Ne kadar çok
korkuyoruz, korku içindeyiz. Ve işin kötüsü artık korkuyu
yaratmaya da ihtiyaç duyuyoruz, büyütüyoruz. Olaylar esnasında
ortaya çıkan asılsız haberler gibi, internet kesilecekmiş, yok
insanları, denize döküyorlarmış, portakal gazı v.s gibi
Ruhun
bir mücadele içinde olamayacağı, çünkü bir ve bütün olduğu bu
nedenle savaşılacak bir yerin bir şeyin olamadığı, tek
güvenliğin insanın kendini bilmek ve farkındalık olduğu ne
kadar aşikardır yol’un yolcusuna. Herşey bizim yansımamızdır.
Nerede samimiyet, masumiyet ve nerede dürüstlük?
İllüzyonda olanlar, diğer
realiteleri de etkiler. Çünkü realiteler birbirine bağlıdır.
Aşağısı nasılsa yukarısı da öyledir. Yani uyuyan
bir kimse kendisinin
“yaralanmasına” neden olabilir.
Nasıl ki lusid bir rüyada uyanmanıza
rağmen rüya devam etmekteyse ve sadece uyanmış olmanızdan
dolayı sizin o rüyada eyleyecekleriniz içinden sizin bütün
varlığınıza şifa doğabilecekse, işte
bu dünyada da “uyanık” olmak
hayrımıza hizmet eder ve tüm realiteleri aşağıdan yukarı
etkileme gücüne sahiptir.
Biz
bu dünya illüzyonunda bin bir asılsız hikaye ile dolu ve bu
hikayelere inanmış birisi olarak, zücaciye dükkanına girmiş
bir fiilden daha fazla zarar verebiliriz kendimize, çevremize
ve realitemize.
Zen
öğretisi der ki, “bu dünyada uyuyorsan çok büyük bir
kayıptasın”
Demiştik ya, çocuklar hikayelere inanırlar, maalesef büyümüş
NEFSler çok iyi hikaye anlatıyorlar…
Çocuklarımıza; hikayeleri
dinlememeleri gerektiğini, güven duymanın ne olduğunu ve ayırt
etme yeteneğini sorgulama ve araştırma sistemi ile nasıl
çalıştıracaklarını ve vizyonlarını büyük tutmaları gerektiğini
ve bu dünyanın sadece bizden oluşmadığını, birliğin bütünlüğün
Anadolu’nun bağdokusu olduğunu, buna bağlı kalarak ve bütünde
sulh içinde de kendilerini ifade edebileceklerini, Anadolu da
biz bize düşmanın olmadığını ama biz görünümünde ayırt
edilmesi ve topraktan çıkarılıp atılması gereken –ayrıkotları-
olduğunu,
bunun da bir süreç ve bir
arada ve bütünlükle dostlukla yapılmasının bizim hayrımıza
olduğunu öğretebilmeliyiz.
Atatürk’ün, istisnasız tüm
Anadolu’da yaşayanların Ata’sı olduğunu ve bugünlerimizin
aydınlığını dünlerden aldığını ama maske takanların bu
maskeleri de kullanabildiğini, geçmişte bunlara tanıklık
ettiğimizi, her insanın zaman zaman hastalanabildiğini ve
insanın hastalığın tek devasının ayırt etme yeteneğinin
geliştirilmesinden geçtiğini bunun da tek yolunun evrensel bir
bilinç, genişlemiş bir bilinçle mümkün olduğunu ve
genişlemenin ise -şüphe- olgusuyla devreye girdiğini
anlatabilmeliyiz…
Sosyal medyadaki her hikayeye inanmayınız…
Şüphe
duyunuz, hareket geçmeden önce araştırınız, bekleyiniz,
gözlemleyiniz.
Aslında hikayelere inanmayınız…
Tek
çaresi var “büyümek”.
Masallar bitti, meseller bitti. Gerçek; Halk olarak ve tek tek
hepimizin büyümemiz gerektiğidir.
Başında çatısı olanlar ve çatısı sağlam olanlar, yağan
yağmurdan etkilenmezler.
Aklı
selim, kalben uyanmış, vicdanı hür ve evrensel bilinci
taşıyanlar da, başında evrensel bilinçten bir çatı edinmiş
olanlardır.
Aklı selim sahibi olmak
bir meziyettir ki sadece aklı selim sahipleri özgür
olabilirler ve kendilerini gerçekleştirebilirler; bu dünyanın
konup göçülen bir rüya olduğunun farkındadırlar; bu nedenle ne
o tarafta ne bu tarafta olmadıklarından, kendilerinden anlayış
ve kabul gücü esirgenmez ve onlar kendi devrimlerini
“kendinde” gerçekleştirmekte Ol’anlardır.
Diğerleri haklı
ya da haksız bir hikayenin peşinde, o tarafta veya bu tarafta
ama her zaman karanlık bir kabusun içinde bazen kral bazen
dilenci olarak ve kendinden fersah fersah uzaklarda yok olup
gideceklerdir ki dünya kendi kendilerine yaklaşmaları için
verilmiş bir armağanken, onlar hep uzaklaşacaklardır.
Ne yazık ki hepimiz bir
vücudun hücreleri gibi bir arada olsak da, bazen hücrelerin
içindeki nefs depreşir ve fırsatını buldu mu sırıtır ve kaç
kat maske altından olsa da hemen belli eder kendini.
Çünkü her hücrede aynı DNA
yazılımı vardır. Yani her hücrede BİZ yazılımı Ol’duğu için
BİZ, BİZİZ’dir, yoksa nasıl aynı topraklarda doğabilir ve aynı
havayı teneffüs edebiliriz ki?
Öyleyse yok birbirimizden
farkımız, bu gün sana yarın bana ki değil midir
birlikteliğimiz vücudun çevrenincedir hay-at’ımızda …
Nasıl ki zaman zaman
vücuda dışardan bir hastalık bulaşırsa BİZ’de
hastalanabiliriz, öyleyse şifalanmanın en uygun yolu her
hücrenin kendi yazılımına bakmasıdır; tıpkı her insanın da
kendi içine bakması ve dışarıdaki yarattığı yansımasını
görmesi gerektiği gibidir…
Dualitenin karanlığı insanı
yüzyıllardır kör etmiştir. İnsan “görüş” sahibi değildir. Bu
nedenle gayya kuyusunda “körler” savaşındadır.
İnsan ne zamanki kendi
içinde devrimini gerçekleştirecek ve gözlerini içine
çevirecek, işte o zaman asıl görüşün ne Ol’duğunu
“görebilecektir” ve kardeşini de yanında görecektir…
Bizler kardeşiz, geriye
kalan her şey hikayedir…
Hikayeler varsa insan
kullanılıyordur, gerçek basittir. kardeşlik basittir.
İsa’nın dediği gibi,
“çokları çağrıldı birliğe bütünlüğe, kalbin içine ama çok azı
içeri girebilecek.”
Kalbe giren kişi kalbinde
ise kendi ile ve çevresi ile sulh olmuştur.
Kalp hücreleri gibi
şu dünyada tüm insanların ve börtü böceğin nasıl da yan yana
durduğunu ve aralıksız ve boşluksuz
Bir ve Bütün
OL’anı görmüştür…
Biz’i Bizde
Ve Bizi de
O’nda görmüştür…
Ötesi berisi dışarısı
ayrılığı haklısı haksızı tarafı tarafsızı yalandır,
hikayedir….
hepsi de “bizi” görmek
içindir
göremediysek, hata yine
kendi özümüzdedir,
her şey
Biz’dedir…
Bu nedenle Mevlana “gel ne
olursan ol yine gel” der…
Çünkü Hepsi
Biz’dir
ve
“Anadolu hepimiz böylece
Biziz”
Hadi
Bizi Bizde görmeye
ve
Sulhe, birliğe, bütünlüğe, huzura ve dengeye…
Nazar değmesin
bize ve Anadolu’ya.
|