Sonsuz bir
kitaplığın, sonsuz kitapları arasından birinin, bir sayfasının
mütemadiyen tekrarlayan satır aralarında yaşamak gibidir,
lineer zamanda yaşamak.
Bir sonraki satır da “sözde” geleceğimizi yaratacağızdır.
Fakat yaratılan da şimdi burada yaratılmakta olan satırın
nakaratı olmaktan ileri gidemez. Gidemeyecektir. Çünkü şimdi
ne isen biraz sonrada o olacaktır.
Tıpkı, lineer zamanda, “dün” ne isen, bu gün de dünkü olduğunu
ve yarın da yine bu gün olduğunu yaratacağın gibidir.
Ne zamanki yarın “maksatlı” olarak yaratılmaktan vazgeçilir,
işte o zaman zaten lineer zamanda bulunulmadığı için, her
zaman şimdi burada olduğun, oluyor olduğun ve olacak olduğun,
kısaca zihinsel olarak bölünmemiş ve parçalanmamış “bütünsel
zamanda”; olacağından, lineer zaman gibi zihinsel bir
projeksiyon da sonlandırılmış olacaktır.
Lineer zaman projeksiyonun sonlandırılmasından maksat,
toplumsal ve bireysel zaman algımıza asılmış, tüm o bağlı
olduğumuz illüzyonların çözülmesi ile ilgilidir.
İnsanlar ve toplumlar ya geçmişlerinde yaşadıklarından yada
sürekli geleceklerine yatırım yapmakla meşgul edildiklerinden,
bir türlü şimdi burada, bireysel ve toplumsal kendilerine
sunulanın, olanın bitenin farkındalığında olamıyorlar.
Zihinler sürekli anda geçmişe karışan haberlerle korkularla ve
endişelerle meşgul edilirken, gelecekle ilgili endişeler ve
beklentiler yumağı halinde yaşıyoruz.
Dünyası televizyonda seyrettiği dizilerden oluşan, dolayısıyla
duygusal bedenini dizilerde yaratılan dramlardan besleyen,
fikirlerini medyanın ve birkaç meşhur köşe yazarının hiçbir
yere varmayan düşüncelerine göre oluşturan, fiziksel yaşamının
yüklerini de sırtında zul olarak yaşayan insanın, paketlenmiş
bir toplumun, paketlenmiş üyesi olarak, sorunlarına çözüm
bulması ve içinde yaşayacağı bilinçli bir gelecek algısı
oluşturması düşünülemez…
Oysa bu dünyada şairin dediği gibi hayal ettiği müddetçe
yaşıyor insan.
Oysa lineer yaşamlarımızda zaman hızla akıp gitmekte…..
Zamana yetişemediğimiz gibi, hayal kumaya, hayallerimize kanat
takmaya zamanımız da kalmıyor.
Kim düşleyecek “geleceğin nasıl geleceğini”.
Gelecekleri, alternatif gelecekleri düşleyenler elbette ki
vardır.
Fütüristler.
Ama bu düşlenilenin içinden, kaosun içinden, nasıl bir
gelecek, gelecek.
“Nereye” ve “nasıl” varıldığının da bilinmesi gerekir.
Şu anda dünya ve dünya toplumları bir kaos içinde
kıvranmaktadır. Dünya ve toplumların sosyal ve ekonomik,
ahlaksal v.s gibi kaos içinde kıvrandığı dönemlerde, genelde
yeni bir “başlangıç” doğmaktadır.
Kaosun içinden, bir düzen doğacaktır.
Yeni doğan düzen haliyle “geleceğimiz”, bizden sonra gelecek
nesile, çocuklarımıza bırakacağımız “dünya” olacaktır.
Toplum ve bireyler, şu anda yaşadığımız kaosun içinde ister
istemez değişecektir.
Değişim, gelişimizin ne yönde olacağını da belirleyecektir.
Ve toplumların yaşamlarını ve gelişimini etkileyen en önemli
alanlardan birisi teknoloji alanında yapılan gelişmelerdir.
Teknolojik gelişmeler, zihinsel ve akıl ile olabilen, mekanik
aksamlı gelişmeler olduğundan, matematikseldir. Aslında
matematiğin mekanik kısmıyla alakalıdır.
Evrenin kendisi, matematikseldir. Gezegenler ve güneşler yerli
yerindedir ve dönmektedir. Tabiatın içinde olan her şey
ahenkle ve bir armoni içinde, ekolojik dengeyi, “dengesinde”
tutmaktadır. Doğadaki her şey bir tasarım harikasıdır. Ve bu
tasarım ince hatta anlayamayacağımız derinlikte evrenin
matematikle yaratıldığını bize ifade eder gibidir.
Sanki daha estetiksel, derinsel, şiirsel bir matematiktir.
Güzelliğin ve sevginin ortaya çıkarılışı ile ilgili bir
matematiktir.
Doğanın bizlerde bıraktığı izlenim sevgi, güzellik, mutluluk
ve aşk’tır. Doğanın ruhumuzda bıraktığı bir tınısı bir lezzeti
bir kokusu vardır. Sesler ve kokular doğaldır. Doğallığı
varlığın ne ise o olduğu haliyle alakalıdır.
Bir gül, gül ise güldür. Bir elma, elma ise elmadır.
Sergilediği özellikler ve oluş tarzı o varlığın doğasını ifade
eder.
Ve İnsanın, doğası da olduğu gibidir. Çok boyutlu, çok
ifadeli, çok düzeyli, mikro evren, sonsuz sınırsız v.s gibi
sayılamayacak düzeyde özellikler ile ifade edilebilir. En
belirgin özelliği de “canlılık” ve “zeka” ile ifade edilen
“insan üstü” düzeyi ve boyutudur.
İnsanlara gelecek biçen ve gelecekler yarattıklarını iddia
eden teknoloji yönelimli ve hedefli fütüristler, insana
mekanikliği ve insanın muhteşem vücudunu makine parçaları ile
birleştirildiği, insanın dijitalleştirildiği, bilincinin bir
bilgisayar verisi gibi aktarıldığı genelde teknik harikası
olmuş gelecekleri öngörmekte ve öngörülen gelecekler de ilgili
teknokratlar tarafından yaratılarak zaman süreçleri içinde
piyasaya aktarılarak insana, cep telefonundaki teknoloji
olarak, bilgisayarda google arama kolaylığı veya evinizdeki
herhangi bir elektronik aracın hizmeti olarak ve benzerleri
gibi yaşamalarımızda yerlerini almaktadır.(2)
Dünya şartlarında İnsanın hayatını kolaylaştıran ne var ise
iyidir. Ve ayrıca teknoloji de her zaman silah yapımı,
zihinsel kontrol aygıtları, deprem makineleri veya atom
bombası icadı gibi “kötü” şeyleri yaratmak, dünyayı sonu
gelmez kargaşaya sürüklemek, insanları kontrol etmek, insanı
insan doğasından ve yaşamın canlılığından uzaklaştırmak için
kullanılmayacaktır.
İnsanlar genelde, sözlerin ardındaki anlamlara ve bu anlamlara
ve buradan açılan yolun kendilerini nereye götürdüğünün
farkında olmadan yaşarlar.
Zannederiz ki, dünyayı kurtarmak isteyenler her zaman iyidir
veya bize sunulan iyilik her zaman “hayrımızadır”.
Şimdi biraz derinlemesine teknoloji ağırlıklı geleceklerin bir
kaçının içinde gezinince gördüğümüz manzara içimizi
daraltabilir.
Her konuda olduğu gibi bilinçte derinlikli olmak,
sorumluluğumuzdur.
Mesela ilginç olanı görebilmeliyiz ki; insanın tansiyonunu
ölçen ve sonrasında doktoruna veya kayıtlı olduğu hastaneye
bildiren dijital çoraplar veya insanın bedenine takılan cipler
gibi mekanik aksamlı insanlar yaratılırken, neden insanın hiç
hastalanmayacağı insanlardan oluşan bir toplum düşlenemiyor.
Hastalıksız bir bilincin veya “Bütünsel bir bilincin” parçası
olduğu bir gelecek öngörüsü tasarlanamıyor.
Neden insanın vücuduna, her dili çeviren bir cipin takıldığı
bir gelecek düşleniyor da, insanın “zekasını ve içerdiği
yetenekleri geliştirdiği ve artık “dil” denen mevhumun da
aşılabildiği bir gelecek tasarlanamıyor?
Neden ?
Çünkü günümüz teknolojisi meta içerikli ve zihin (ego)
yaratımlı bir teknolojidir.
Bu teknolojinin insanın büyümesi özgürleşmesi ile ilgili bir
vizyonu yok gibidir.
Ürünlerini satmak ve tüketimi çeşitlendirip geliştirip
körüklemekle ilgilidir.
Diğer çağlardaki insan köleliğinden farklı bir şekilde
köleleştirilmiş Teknoloji bağımlısı bir toplum yaratmakla
ilgilidir.
Teknolojinin bir pazarı vardır. Teknoloji pazarı ve ürünleri,
tıpkı hayatımıza reklamlarla sokulan ve aslında hiç
ihtiyacımız olmadığı halde bağımlısı olduğumuz, yiyecekler,
eşyalar gibi, insan da yeri doldurulamayan “anlam” boşlukları
ve “gelecek öngörüleri” yaratılarak yaşamımızda ve vücudumuzda
yerlerini alması istenmektedir.
Sanki adeta, insanın biyolojik, duygusal, zihinsel ve hatta
ruhsal gelişmesi istenmiyormuş, sanki insan mekanik bir
aksammış gibi öngörüler üretilmektedir.
Anlaşılır gibi değildir.
Gelecek elbette bir gün değil, her gün gelmeye devam
etmektedir.
Gelecek bir gün değildir.
Gelecek akışta olan “bütünsel bir zamanın” her An’ıdır.
Ve bu An bizlerin her An farkındalıkta ve İnsanı Düşünme ve
belirli bir Sorumluluğu bakış açımızla ifade etme ve ardında
eylemde olmamızı gerektirir.
İnsan aslında, özgür bir varlıktır.
Ama maalesef bilinçsizdir.
İnsan mekanik aksamlara, yaratılan sanal düşmanlıklarla
savaşlara-ölüme, tv, moda, tüm bize belletilenlerle
kalıplanmış bir zihne, kardan kar elde eden ekonomik sistemle
yoksulluğa, tutsak edilmeye çalışılmaktadır. Zaten tutsaktır
da.
Halbuki insan, kendinde yaratılış amacı olarak bir şaheserdir.
Tıpkı sevgili Mevlana’nın yüzlerce yıl öncesinden dediği
gibidir.
Fakat sürekli ne isteyeceği ve ne olacağı, zihnini
bombardımana tutan reklamlardan, subliminal etkilerden,
toplumsal bilinçten v.s den beslenmektedir. Bu kıskaçtan veya
matristen kurtulması için “kendisini” bilmesi elzemdir.
“Ey insan, ey ilahi sirlar nüshasi
Sahane güzellige aynasin sen …
Bu ne bahtiyarlik, bu ne bahtiyarlik
Sendedir alemdeki her varlik…
Ne istersen, iste kendinden”
Mevlâna
Teknoloji, tıpkı diğer sistemlerin de ait olduğu gibi insanın
yarattıklarının içindedir.
Teknoloji, insan içindir. İnsan, teknoloji için değil.
Teknoloji, insanı bölemez, parçalayamaz. Insana rağmen var
olamaz.
Teknolojinin, fiziksel insan vucudu ile bütünleşmesi, insanın
var oluş amacını abesle iştigaldir.
Teknoloji insana hizmet edebilir. Ama teknoloji insanla
bütünleşemez. Teknolojinin amacı insana hizmet etmektir.
İnsanın gelişmesine büyümesine, bu dünyada varlığını
anlamlandırmasına ve yaşamı hayattar kılmasına hizmet
edebilir.
Teknolojinin varlığının sebebi insan ise, teknoloji insanın
yarattığı ise, insanın varoluş amacına düşman olamaz.
Teknoloji insanın hizmetinde ise, insanı kullanmamalı, mekanik
aksamları insanın vücuduna monteleneceği saptırılmış bir
zihnin ürünü olmamalıdır. Ürünleri olmamalıdır.
Yinede teknolojinin ne olduğunu insanın kendisi karar
verecektir.
Teknoloji, insana ve doğaya hizmet felsefesi ve ürünleri ile
bütünleşmeli ama insanın ve biyolojik yapı ile bütünleşmeyi
hedeflememelidir.
Teknoloji insanın yarattıkları ile bütünleşebilir, ürettikleri
ile bütünleşebilir.
Ama kaynağı ve yaratıcısı olan insan, teknolojiyi kendi ile
bütünleştirmeye kalktığında, kendi doğasını yok etmiş olur.
Kendi doğasında olmayanlar, yüksek enerjili boyutlarda var
olamazlar.
Yüksek boyutlar ve evrensel ortamlar, insandan “kendisi”
olmayı bekler. Ortada bir insan yoksa, kendini teknoloji ile
bütünleşerek “gudubet” haline getirmiş, kendiliğini sakatlamış
bir yaratıkla ilgilenmezler.
Teknoloji eril bir sahadır. Teknlojinin insanında ait olduğu
“dişi doğalı” Doğaya saygılı olması ve artık doğaya Dünyaanaya
ve onun canlılarına hizmet etmesi ve hayattar kılması
gerekmektedir.
Doğaya hayat veremeyen, canlıların yaşamına yaşam katamayan
sistemlerin, dünyada yeri yoktur.
Doğal olarak, ahlaksal yapının ve toplum arasındaki “sevgi ve
dostluk” bağlarının çöktüğü zamanda insanlar
yalnızlaşmaktadır.
Günümüz toplumunda çocuklarımızın ve gençlerimizin
yalnızlaşması ve bu yalnızlıklarını bilgisayar ile cep
telefonları ile ve daha adını bile bilmediğimiz dijital
ürünlerle bir dijital dünyaya yol aldıklarını izliyoruz.
Zaman ayıramadığımız çocuklarımız, bizlerin doğal
yaşamımızdan, biz farkında olmadan dijital bir dünyaya doğru
çekilmekteler.
Eğer farkında olmazsak ve bilinçlenmezsek, bilinçli olarak
nasıl bir gelecek istediğimize karar veremezsek, içinde
yaşamak istediğimiz geleceği “düşlemezsek” ve bunun için
elimizden geleni yapmazsak, Teknorat Futuristler insan nesline
mekanik aksamlı, dijital parfümlü bir gelecek yaratmak
üzereler.
Gelecek seçilebilir mi?
Evet gelecek yaratılabilir.
Tansiyon ölçen çoraba ihtıyaç hissetmezseniz, tansiyon ölçen
çorabın olduğu gelecek var olamaz.
Ananenizin tarhana çorbasını içer ve devamını hayatınızda
sağlarsanız, DNA larınız bozulmaz. DNA larda bozulma olmadığı
için de dermansız hastalıkları yaratmazsınız. Uzun doyumlu
mutlu sağlıklı canlı ve doğal bir yaşam yaşarsınız.
“Gerçekten Yaşarsınız”. Ve Hayatın ne olduğu ve ne olmadığı
Hak ile görülmüş olur.
Dedenizin ve babaannenizin dostları gibi, dostlarınız olursa
ve bu dostluklara önem veriseniz, mekanik aksamlar parçanız
olmaz. Çünkü dostluk ve sevgi sizi besler. Dostluk canlıdır.
Canınıza “can” katarsınız. Canlanırsınız.
Makinalar canlı değildir. Mekanik aksam zihinsellikle
ilgilidir. Hizmet edebilir ama dostluğu yerini alamaz.
Aldığında insanı zihnine hapseder. Fiziksel büyüme ve ruhsal
gelişimiz durma noktasına gelir. Büyüme için mutlaka canlı
olanlarla etkileşimde bulunulması gerekir. Ancak canlılar
canlıların büyümesine vesile olabilir.
Teknolojiyi sevmeniz ve iyi kullanmanız, gelişkinliği
göstermez. Ruhsal yetkinliği ve olgunluğuda göstermez.
Ne kadar olgun ve gelişmiş ve tekamüllü olduğunuzu, insanlar
ile ilşikileriniz ve insanlığın, dünyanın ve evrenin ne kadar
sizing yüreğinizde düşlerinizde yer kapladığı ve dostunuz
olduğu ve hata “dostluk” içinde olduğunuz, gelişkinliğinizi ve
tekamülünüzü gösterir.
Dostluk edebilmenin yakınlığını geliştirmeniz ise ruhsal
gelişkinliğinizle, anlayışda derinleşmenizle ve nihaytinde
kalbinizde ne kadar yaşadığınızla alakalıdır.
Ne kadar “insan” olabildiğinizle ve “insan doğanızı” anlayıp
anlamadığınızla ilgilidir.
İnsanın kendinde derinleşebilmesi ise, artık sanal olanları
bırakması ve bu illuzyon çöplüğünden uyanması ile alakalıdır.
Dedelerimizin dostları gibi dostluklar geliştirmeyi, dostluk
edebilmeyi kültürümüz, ananemizin tarhana çorbasını içmeyi
yaşam biçimimiz, kalbi, cesur bilge bir insane olmayı
“kendiliğimiz” haline getirebildiğinizde, Ol’duğumuzda, kutsal
kitaplarda insane vaad edilen “cennet gelecek” gerçekten
“gelmiş” ve “gerçekliğimiz” Ol’muş olacak.
Kamil İnsanlardan oluşan bir topluluğu Birlikte Bütünsel
olarak oluşturabildiğimizde, Evrensel bir toplum olabilmemiz
ve dünyanın da bir cennet olabilmesinin önünde hiç bir engel
olamaz.
İnsan kendini ve yaşamı yaşatabilmeli…
Neden böyle bir “gelecek” olmasın…
Ol’abilmeli…
Gelecek, bilinçli sevgiyle dostlukla Ol’sun.
“Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları
işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır.”
Nazım Hikmet |