...................
...................
YAŞAM AĞACI - SEVGİNİN GÜCÜ

04.06.2010

Nilgün Nart
...................
...................

Sevilmekten ziyade maksat sevmektir.

Severek çoğalmak ve her 'an’da yaşamın tadında olmaktır. Yüzlerce yıldır ve halen günümüzde “sevgi” sözcüğü öylesine çok kullanıldı, öylesine gerçeğinden ayrı ifade edilir oldu ki, artık kimse sevginin ne demek olduğunu bilmiyor.

Sözcükler gerçek manalarından ayrıldıkları zaman illüzyonik algılamayı oluşturur ve beslerler. Sözcükler gerçek manaları (enerjisi) ile kullanıldıklarında “yaratırlar” ve gerçeklik alemlerini görünüşe çıkarırlar. “Sevgi” sözcüğü, kendi gerçek anlamından ve eyleminden ayrıldığı için, sevgiyi hissedemiyoruz. Hissedemediğimiz için de bir türlü varlığımızın ve bedenimizin içinde huzurla “var” olamıyoruz.

Sevgi “kullanıldı”.

Sevgi “var olmanın” ve “yaşamın” temel nedeni iken; menfaatlerimizi temin etmenin, egomuzu şişirmenin, pohpohlamanın, diğer insan kardeşlerimizi kullanmanın, güç almanın güç vermenin aracı haline indirgendi.

Sevgiyi araç olarak kullanırken amaçlarımıza ulaştığımızda yaşadığımız hayal kırıklığının ve yüzümüze patlayan tokadın faturasını yalnızlığımızla, sefilliğimizle, korku dolu kabuslarla öder olduk.
Dünyasal amaçlarımızı, maddi bağımlılıklarımızı, konfor alanımızı, inançlarımızı, yapıştığımız her şeyi o kadar çok sevdik ki, “sevgiyi” sevmeyi içimizde beslemeyi aziz tutmayı unuttuk. Sevginin ve aşkın hatırı için sevgi olmanın güzelliğini unuttuk. Mana “sevgideydi”. Sevgi bizim; gözümüz kulağımız, aşımız suyumuz, yolumuz varışımız, var oluşumuzdu.

Var oluşumuzdan, nedenimizden, gerçeğimizden ayrıldığımız için illüzyon olduk. Masal olduk. Hikaye olduk…

Varlığımızın, duygularımızın, düşüncelerimizin, eylemlerimizin nedenini sevgi yapmadıkça, sevgiden kaynaklanan nedenle, düşlerimizi gerçekleştirmek için yola çıkmadıkça evrenden bize kesilen fatura yalnızlık, pişmanlık, korku, sefillik acı ve belki de yok oluş olacaktır. Bu da pekaladır.
Eylem nedenimiz sevgi olmadıkça; kendimizi; düşlerimize ulaşmak için bulduğumuz nedenlerin ne kadar masum olduğuna ikna edersek edelim vardığımız yerin, başladığımız yer olması kaçınılmazdır.

Evrende her şey “nedenine” evrilir. Tekamül eder. Maksat “nedenin” tadının çıkarılmasıdır. Bilinir kılınmasıdır. Nedenin içinde genişleyen bilinçte kendi kendini keşfetmedir. Kendi kendinin sırrına, sırla birlikte sırrın ruhtaki lezzetine varmadır. Ruh içinde sevgi olmayan “şeyleri” bilemez göremez. Bilememesinin görememesinin nedeni “kendisi” olan sevgiyi aramasındandır. Bulamadığında aynı deneyimi başa sarar. Çünkü deneyimi tamamlanmamıştır.

Deneyimin içindeki “bal- sevgi”, ruha ince ince süzülmemiştir. Ruh sevgiden kendi ihtişamından ve gücünden, kamaşmamıştır. Derinleşememiştir. Maksat her an da “nedende” derinleşerek kendini, kendine bilinir kılmaktır.

Maksat sevmektir. Tıpkı kendimize nefes almamız, kendimize yemek yiyebilmemiz gibidir. Başkası bizim yerimize nefes alamaz.

Yürek için nefes, sevgidir.

Kalbimiz; “sevgiyi” teneffüs edemediğinde, an be an kendi karanlığına sarmalanır ve bir gun gelir anlar birikir, tamamlanmamış deneyimler birikir zamanı oluşturur ve yıllar gelir geçer. Ve beden olarak görünüşe “çıkan”, sevgiyi teneffüs edemediği için olur. ‘’Her an ruh’’ için bir başka olumdur.

Sevgisizlikten an be an nasıl da öldüğünün deneyimindedir. Sonsuzluğun sınırsızlığın nasılda sınırlı ve sonlu olabileceğini, nasıl son bulabileceğini anlar. Kendini kendinde yeniden sevgiyle var edebilmek için.

Sonsuz bir ‘an’dır ruhun içinde yaşanan. Ve “O” sonsuz ‘an’da sadece sevgiyle var olabilen ve kendini bilebilendir.


Bu nedenle “sevgi” ruhun kendisine verdiği, verebileceği yegane ‘’ol’ ‘’an’’ ve paha biçemediği armağandır.

Armağanın fiziksel görünüşe çıkmışlığı “yaşamdır”. Yaşam ağacıdır. Sevgiyle filiz veren ve her ‘an’da dalları gökyüzüne uzanarak; yaşam-sevgi için şükür ve zikir edendir.

Biz insanoğulları; yaşamı yayam eylemek için, değerli armağanımızı sevgiyle alarak ve kalbimizin tahtına gerçek anlamda oturtarak; her ‘an’da, yaşamımızda olan her şeyi yeniden bir kez daha sevgiyle yorumlayabilmeliyiz.

Yaşama, kendimize, “nedenimizin” hatırı için bir şans vermeliyiz.

Ne yaşamış olursak olalım, ne olmuş olursak olalım kendimizi her ‘an’da bağışlayabilmeli ve sevgiyle kendi elimizi tekrar tutabilmeliyiz.

‘An’ları ve deneyimlerimizi sevgiden uzakta yasayarak içimizde biriktirmemeliyiz. Deneyimlerimizi biriktirmekten maksat; deneyimlerimizle bize kalan ve ‘an’ın sevgiyle yaşanmamışlığını gösteren; endişe, korku, kızgınlık, öfke ve acı duygularıdır.

Bu nedenle; insanoğlunun yüreğinde ve deneyimlerinde; korkuyu acıyı endişeyi şüpheyi sefilliği ayrılığı tetikleyen ve insanın bu duyguları odağına getirmesine ve çoğaltmasına ve yasamasına neden olan; her kişi, her öğreti, her din, her kural, gelenek ne olursa olsun istisnasız “karanlığın aynası” olmaktan ruhu çürüten ve ölüme sürükleyen bir araç olmaktan başka bir şey olamaz.

Bu duyguları çoğaltanlar, kendilerine ne isim takarlarsa taksınlar, dillerine sevgiye de dolasalar, isterse kendilerini altın tepsinin içinde de sunsalar; altının içinde sunulan “karanlıktan ve ölümden” başka bir şey değildir.

Eskiden Ortaçağ’da insanlar bedenlerine kırbaçla vurarak ve canlarını acıtarak arınacaklarına ve günahlarından kurtulacaklarına inanırlarmış ve kendi bedenlerini kırbaçlarmış. 21 yy’da insanlar, Ortaçağ’a göre biraz da ruh olduklarının farkına vardıkları için, ruhlarını kırbaçlayarak acıtarak günahlarından kurtulacaklarına inanıyor. Ruhun kırbacı; korku, acı, üzüntü, keder ve öfkedir.

Günümüzde halen birçok kişisel gelişim metotlarının korkuların ve acıların deşilerek ve sürekli gündeme getirilerek temizlenmesi gerektiğine inanması ve uygulamalarını arınma seansları üzerine odaklaması, ruhun arınmak için kırbaçlanmasından ve bir kez daha bir kez daha üzülmesinden başka bir şey değildir.

Tabii ki korkularımızın farkında olacağız.

Basitçe korkularımızın farkında olmak istersek farkında ‘’ol’’uruz.

Korkunun ne olduğunun bir kez farkında ‘’ol’’unduğunda üzerine gidilmesine ve defalarca arınma çalışmasına gerek yoktur. Korkuyu samimi bir şekilde fark etmek yeterlidir. Arınma çalışmaları korkunun ve acının çoğalmasından ve bilinçaltının derinlerine itelenmesinden başka bir ise yaramaz. Uygun zamanı ve ortamı yakaladığında tekrar tüm haşmetiyle gündeme gelecektir.

Yapılması gereken; korkunun bir kez fark edilmesi ve bu farkındalıkta kalarak sevgi yolunda yürünmesi ve sevgiyi çoğaltacak eylemlerin içinde ve ortamlarda olunmasıdır. Ruh saf sevgidir ve güneştir. Güneş doğduğunda illüzyon kaybolmak zorundadır. Doğası budur.

Kendimizi sevmek ve “kendimizi” ruhumuzu üzmemek adına artık, ruhun arınması gerektiği fikrinden ve saplantısını bırakmalıyız. Ruhu arındırmak acıyla tekamül etmek demektir. Bir çuval keçiboynuzu yiyip sonunda belki de bir damla balın tadına bakacak halde ve neşede olamamak demektir.

Dünyamızın; galaksimiz ve tüm evrenle geldiği noktada bu tur metotlar eskidir. Eski enerjidir ve sistemdir. Artık acıyla tekamül etmeye ihtiyacımız yok.

Artik sevinçle neşeyle aşkla sevgiyle ve kuantum hızında tekamül edebiliriz.

Binlerce yıldır insanoğlunun çaldığı kapılar ardına kadar acıktır. Rahmet herkesin ve her şeyin üzerine istisnasız tüm gücüyle yağmaktadır. Yeter ki, artık acının ve korkunun gitmesi gerektiğine karar verelim, gereğini yapıp eyleme geçelim ve lütufla büyümeyi, genişlemeyi, kendimizi olduğumuz gibi sevmeyi seçelim.

Ve var oluşa “evet” diyelim. İyiliğimize ve güzelliğimize iman edelim. Her nerede ve her kimsek, evren bir şekilde çağrımıza yanıt verecek ve yardımımıza tüm ihtişamı ve sevgisiyle gelecektir. Yalnız değiliz. Unutulmadık. Sadece bizler kim olduğumuzu unuttuk ve unutturulduk. Şimdi hatırlama ve ayağa kalkıp yürüme zamanımız. Evrendeki bütün güneşler dünya gezegenindeki insanoğlu için doğuyor. Evrendeki her ruh sessizce insanoğlunun uyanışı için “selamda” hazır durmuş bekliyor. Uyanış seçilirse ‘’an’’ kadar yakın, nefesimizde bizleri bekliyor bütün alemler.

Bizler saf sevgiyiz. Pırıl pırılız ve Yaradan’ın gözbebeğiyiz.

Ne olmuş olursa olsun ve ne olmuş olursak olalım; kendimizi bağışlamayı ve şefkat göstermeyi öğrenmemiz hayrımızadır.

Bağışlamak ve şefkat her birimizin içinde ‘’ol’’an en büyük yetenek ve korunma kalkanımızdır. Yeniden başlamanın ve her ‘’an’’da yeni olmanın ivmesidir. Enerjisidir.

‘’Her An’’da yeniden başlamalıyız unutmalıyız geçmişimizi bir önceki ‘’An’’da olanları. Yoksa her ‘’An’’da yeni olamayız. Canlı olamayız.

Bitmiş olanların bilgisi (acı, korku, öfke) ile ‘’an’’da başlamadan bitemeyiz. Canlı olmak her ‘’an’’da yeni olmakla mümkündür. Bu demek değildir ki, ders almayacağız her şeyi unutacağız. Tabii ki unutmayacağız. Bu duyguları ve olayları bileceğiz. Ama bu duyguları silip kendimizi ‘’an’’da duygu olarak sıfırlamayı da bileceğiz.

Ve canlı ‘’ol’mak her ‘’an’’da yüreğimizde sevgiye ve aşka bağlılığımızla adanmışlığımızla mümkündür.
Her ‘’an’’da yeni olmak her şeyden kopuk olmak demek değildir.

‘’An’’da canlı olmak yaşamda olanlara her ‘’an’’da yeni gözlerle bakarak sevgiye aska güzelliğe iyiliğe bir kez daha bir kez daha “sonsuz kez” daha şans verme gücü cesareti ve iradesidir.

Ve bu “kendinin” sevgisidir.

Her ‘’an’’da geçmişin öfkesine nefretine küçük hesaplarına endişelerine ve korkularına ölmektir.

Çünkü sevgi her şeydir.

Ve her şey sevgiyle var olabilir.

‘’An’’da sevginin ve aşkın görünüşe çıkmasına eğer şans vermiyorsak, ‘’an’’ın ihtişamı ve ışığı içimizde doğmadan ölür. Tamamlanmamış kalır. Tamamlanmışlık insanı her ‘’an’’da yüreğinde yavaş yavaş yaşama ve “kendine “ öldürür.

‘’An’’da yaşanan sevgi hissedir her ‘’an’’ın balıdır.

Sevginin her şeyi affedebilme ve yeniden başlayabilme gücü vardır. Yeter ki, nedenimiz “sevgi” ‘’ol’’sun.

Çünkü sevgi; her ‘’an’’da sonsuz potansiyeller arasından görünüşe çıkmanın en yüksek potansiyeline-ihtişamına ulaşmaya çalışır.

Sevgi; her yerde “kendini” kendinde asmaya adanmışlıktır.

Sevgi; her kişide kendi aşkınlığını görmeye çalışan bir çift “sonsuz göz” gibidir.
Ve bu sonsuz “arayış”, “meylediş”; “sevginin gücüdür”.

Her an yeni bir var oluştur sevgide…

Dünyada ve ahrette; aşktan ve sevgiden başka her şeye doyulur. Sevgiye ve aşka asla doyulmaz. Çünkü bir tek sevginin gücü her ‘’an’’da eğer izin verilirse “kendini” aşabilir.

Ve her ‘’an’’ı yeni kılar.

Ve her ‘’an’’da muhteşemdir.

Benzersizdir.

Sevgin ve Aşkın sonsuz ve sınırsız oluşu her ‘’an’’da benzersiz ve daha derinleşen manada yeni olmasındandır.

Her şey eskir, yıpranır yorgun gönüllerimizde. Ama sevgiyle uzanan bir el, sevgiyle bakan bir çift göz, sevgiyle söylenen bir söz asla eski değildir.

Kendi coşkusundadır. Kendi sıcaklığındadır.

Çünkü güç; sevgidir.

Ve sevgi, güçtür.

“Kendini” aşandır, aşkındır.

“Sevgi; yüreğimizin güneşini, aşkınlığımızı; tutkuyla aşkla her daim yaşamın şafağına doğurmaktır”.