YAHUDİLER - ÇERKESLER

10.03.2014

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             


Konu ile ilgilenenler bilir. Konumuzun amatör politikacıları, özellikle dönüş karşıtları çok severler Yahudi örneğini dile getirmeyi.  İsrail’in İsrail’e dönen Yahudilerin nasıl karşılandıklarını anlatır, “Anavatan cumhuriyetleri-RF böyle bir yapı oluşturmadığı için Dönüş olmuyor ve olmayacak” demeye getirirler.

Çoğunluk Yahudi nüfusun İsrail dışında yaşadıkları ve Yahudi kalabildikleri derin araştırı sonucu elde edebildikleri az bilinen(!), bilgileri halkımıza sunarak “anavatana dönüş olmadan da Çerkes kalınabileceğini” kanıtlarlar güya.

İsrail’e dönüş yapanlara sağlanan bu olanakların kimler tarafından sağlandığı, diaspora Yahudilerinin mi yoksa İsrail’de yaşayanların mı katkılarının daha büyük olduğu sorularımızı da hep duymazdan gelirler.  

Kimi diplomalı bilgiçler de hiçbir bilimsel gerekçe ile temellendirme gereği duymadan Türkiye’nin Çerkes hareketinin merkezi olabileceğini savunurlar. Hele Yahudi dönüşünün ilk yılları ile bizlerin dönüşünün ilk yıllarını hiç karşılaştırmazlar.

Yahudilerin topraklarına nasıl yeniden yerleştiklerini anlatan sayısız yazı, sayısız kitap, sayısız program olduğunu kim bilmez. İşte tıkladığınızda okuma olanağı bulacağınız böylesi yazılardan birinin linki.

http://www.yorumla.net/konu/filistin-topraklari-nasil-israil-oldu.697694/

Bu yazının tarihsel olayı ayrıntıları ve bütün boyutları ile içselleştirmek için yeterli olmadığını bilmiyor değilim. Yine de bizim dönüşümüzle karşılaştırma olanağı verebileceğini düşünüyorum.

Örneğin;

MS 70 yılında Yahudi isyanı Romalı General Titus tarafından bastırılır ve Yahudilerin üçüncü büyük sürgünü başlar. Yahudiler dünyanın her tarafına dağılırlar.

Çarlık Rusya’sı-Kafkas savaşları 1864 Kbada’da son bulur. Adığeler Osmanlı topraklarına dağıtılır. Yahudi trajedisinde sadece sürgün vardır. Bizim trajedimizde ise iten kuvvet yanında çeken, özendiren kuvvet de vardır. Ve bizce olayın özü şudur:


“En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa; döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar da, yok olmamız pahasına bizleri savaştıranlar da dönemin dünya güçleri idi.

Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.


Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.

Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Boğazları ve Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha birçok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde de Boğazları korumak kaygısı ile savunma hattı olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkes'siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği, boğazları da ele geçirebileceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.

Osmanlı dağıldıktan sonra dilleri kültürleri yönetimleri farklı ülkelere parçalanmışlardır. Daha sonraki yıllar işçi olarak Avrupa ülkelerine yerleşenler olmuş 1967 savaşından sonra Golan tepelerinden sürülenler ise Tolstoy Vakfı marifeti ile Amerika’ya göçürülmüşlerdir.

Hz Ömer 638 de Kudüs'ü fetheder. Haçlı seferleri sırasında bir süre haçlı egemenliğine geçen Filistin Selahiddin Eyyubi tarafından yeniden ele geçirilir. Selahaddin Eyyubi Yahudileri Filistin'e davet ederse de Yahudilerin büyük çoğunluğu Filistin'e geri dönmez.

Davet edilmelerine karşın dönmeyenlerin daha sonra büyük bedeller ödeyerek dönmüş olmaları bugün dönüşler çok hızlı olmuyor diye dönüşten umut kesmenin ne kadar yanlış olduğunu kanıtlar sanırım.

1837 Yılında yapılan bir sayıma göre Filistin'de 9000 Yahudi yaşamaktadır hepsi de topraksızdır. 

Sürgün sonrasında anavatanda kalabilenler üzerinde anlaşılan sayı ile ancak 100 bin kadardır. Parçalıdır her bir parça kendi tarihsel topraklarında olmakla birbirlerine uzak düşmüşlerdir. Nitekim Sovyetler Birliği döneminde de ayrı yönetim birimleri oluşturulmuştur.

1840 yılında Britanya İmparatorluğu Kudüs'te bir elçilik kurduğunda İngiliz Lord Palmerston "Britanya İmparatorluğunun yüksek çıkarlarını korumak üzere" burada bir Avrupalı Yahudi yerleşim kolonisi kurma fikrini ortaya attı. Filistin’de kurulacak Müslüman olmayan bir devlet İngiliz emperyalizminin orta doğuda ileri karakolu olacak hem de Avrupa'daki Yahudi nüfus azaltılmış olacaktı..  

Küresel güçlerin Çerkesleri kullanma hevesleri hep oldu. Ancak hiçbir zaman Kafkasya’da bir Çerkes devleti kurdurmak gibi bir planları olmadı. Tam tersi daha çok Çerkesleri tarihsel topraklarını boşaltmaya özendirdi. Yeni yerleşim yerlerinin korumakla görevlendirdi. İlk büyük grubun Balkanlara yerleştirilmesi da daha sonra Balkanlar’dan çekilenlerin Arap ülkelerine yerleştirilmesi de hep bu amaçla olmuştur. 

Günümüzde de durum değişmemiştir. Küresel güçler kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri potansiyeli olmayan halkları gerçek anlamda destekledikleri görülmemiştir. Dolayısı ile küresel güçlerin, ne bulundukları diaspora ülkelerini ne de anavatanda RF’nu karıştırabilecek potansiyel gücü olmayan Çerkesleri ciddi anlamda desteklemeyecekleri kesindir. Bu temel üzerine geliştirilecek politikaları hüsranla sonuçlanması mukadderdir.

Filistin'de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860 ta kuruldu.

Sürgünün ilk günlerinden beri dönüş isteği, dönüş ateşi hiç sönmemiştir. Ancak ilk yıllarda Çar dönüş isteklerini kabul etmemiş yola çıkan grupları da Osmanlı engellemiştir. Yine de çeşitli yollardan kişisel dönüşler olabilmiştir. Hemen her yerleşkede, böyle bireysel dönüş yapmışların çocukları ile karşılaşmak mümkündür.

Filistin’e Yahudi göçü Rus çarı II.Aleksendr'ın öldürülmesi ile hızlandı. Ruslar çarlarının öldürülmesinden Yahudileri sorumlu tuttular. Rusya'da zaten güçlü olan Yahudi düşmanlığı suikasttan sonra iyice arttı. Rusya'da Yahudiler kendilerine ait mahallelerde oturuyorlardı. Ruslarla karışmıyorlardı. Yahudi mahallelerine karşı 'pogrom' denilen baskın ve öldürmelerin artması Yahudilerin Amerika, Avrupa ve az bir kısmının Filistin'e göçünü başlattı. Rusya'da o tarihlerde 3 milyon Yahudi vardı. Çara suikast sonrası başlayan göçün ilk duraklarından biri İstanbul oldu.

Burada yeri gelmişken diaspora ülkelerinden sürgün ile gerçekleşebilecek bir dönüş beklentim olmadığının altını çizmek isterim. Ben dönüşün, diaspora ülkeleri ile Rusya Federasyonu iyi ilişkiler temelinde ancak sağlıklı gelişeceğine inananlardanım.

Abdülhamit Anadolu ve Filistin'e yerleşme isteklerini kabul etmedi. Yardım ederek göçü Amerika’ya yönlendirdi.1881 ve 1891 yılları arasında 134.000 Yahudi Amerika'ya 5000 Yahudi de Filistin'e göç etti.1890 da Rusya ve diğer bölgelerden gelenlerle beraber Yahudi nüfus 42.000’e

Zor şartlar altında hayatlarını devam ettirmeye alışmış Rus Yahudileri Filistin'deki şartlara kolay uyum sağladılar. Yahudi yerleşimlerinin sürekliliğini sağlayan militan ana gövdeyi oluşturdular.1882de ikinci yerleşim bölgelerini kuran Yahudiler 30.000 dönüm toprak satın aldılar.

Peki, Abdülhamit engel olmasaydı Filistin’e yerleşen Yahudi sayısı kaç olurdu acaba?

Osmanlı devletinde Yahudilerin toprak satın alması yasaktı. Ticaret, tefecilik, bankerlik, kuyumculuk ve gümrüklerle ilgili işler yapabiliyorlardı.

Bizlerin toprak alması da konut alması da yasak olmadığı gibi oturma izni alan herkese 1500 metre kara arsa verilmektedir. Evet köyde su elektrik olmakla birlikte dağıtılabilen bölgelerde su da elektrik  de yok ama olanaklar toprak satın almanın yasak oluşu ile karşılaştırılamaz sanırım. Ayrıca oturma izni aldıktan sonra ki bunu geçici olanı başvurudan en geç 6 ay içinde sürekli olanı da geçiciden bir yıl sonra verilmektedir. Oturma izni olanlar RF vatandaşlarının tüm haklardan yararlanmaktadır. Hiç çalışmışları olmasa da erkekler 60 kadınlar 55 yaşında emekli aylığı almaya hak kazanmaktadır. Emeklilik başvurusu yapmış olmasına karşın ret edilen de olmamıştır

1882 yılında, Osmanlı Devleti hacılar hariç tüm Yahudilerin Filistin'e girişini yasakladı. Fakat bu önlem Yahudi göçünü durdurmak için yeterli değildi. Kendilerini hacı gibi gösterip giriş yaptıktan sonra kolonileştirme faaliyetlerine devam ettiler ve geri dönüş yapmadılar.

Evet, ne kadar da benziyoruz değil mi?

Anavatan dönebilmek için kendini hacı gibi gösteren Yahudiler ve anavatanını terk etmek için kendisini hacı gibi gösteren Çerkesler…

Bu bölümden sonra iki halkı anavatana bakış açıları yönünden karşılaştırmak çok anlamsız olur sanırım. En iyisi yukarıdaki linki tıklayıp yazının tamamını okumak olmalı.

Ben okudum döndüm bir kez bir kaz daha okudum ve şu sonucu çıkardım:

Her türlü engellemeye karşın anavatanına dönüp devlet kuran Yahudiler ve Rusya Federasyonu üyesi cumhuriyetlerine dönüşü soykırım ve sürgünün kabul edilmesi önkoşuluna bağlayan “sürgünümsü Çerkesler”.