BİLGİÇ 

03.03.2014

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             

“ÇERKESYA JEOPOLİTİĞİ : HER ŞEY FARKLI OLSAYDI” Sayın Aytek Kurmel’e hiç yakıştıramadığım bir yazı olmuş. Evet, “Çerkesya Jeopolitiği” demiş, epeyce edebiyat da paralamış, dahası biz sıradan okurların yardımsız anlayamayacağı epeyce şeyi de yazıya dolamış tüm bunlara karşın Çerkesya’nın geleceğine ilişkin hiç öngörüde bulunmamış. Dahası Çerkes halkının geleceğini de hiç dert edinmemiş.

Evet, Sayın Kurmel çok şeylerden söz etmiş ancak asıl sorunumuzun yakınından bile geçmeme becerisini gösterebilmiş. Bu arada ayırdında olunmayacağından çok emin olmalı ki anakronik (tarihle uyumsuz) olayları birbirine tersten bağlamaktan da hiç çekinmemiş.

Bir bilim insanını eleştirdiğim için kimilerin çok kızacaklarını bilmiyor değilim. Daha yenilerde KAFFED’in düzenlediği Dünya Adığe Dili Konferansında da bir araştırmacılardan birine haklı da bulunan bir soru sorduğum için çok kızmıştı dönemin KAFFED Başkanı Sayın Vacit Kadıoğlu. Nedense genelde de eleştirilerimin yerinde olup olmadığından çok eleştirenin ben olmam daha çok ilgilendiriyor birilerini. Yine de ben, Sayın Kurmel’in yazısını anlaşılır kılabildiğimde haklı görülebileceğimi umuyorum.

Yazıya şu paragrafla başlamış Sayın Kurmel:

“Her şey bugünkünden farklı olsaydı… Mesela, jeopolitik netameli bir kavram olmasaydı… Ratzel ve talebesi Kjellén’in geliştirdiği Organik Devlet Teorisi Haushofer’in Münih okuluna temel oluşturmasaydı… Rusya Federasyonu sınırları içinde barışçıl yollarla bir Çerkesya Cumhuriyeti kurulsaydı… Çerkesya’nın yakın ve uzak çevresi nasıl tanımlanırdı?.. Çerkesya ile çevresi arasındaki ilişkileri hangi dinamikler belirlerdi ? Çerkesya’nın hukuki varlığı nasıl bir tarihi ve coğrafi bilince denk düşerdi?”

Yazı genel okurlar için değil de sosyologların, bilinçli politikacıların katıldığı bir konferans metni sanki… Benim gibi konunun içinde olmayanlar için yardımsız anlaşılamayacak bilimsel(!) bir yazı. Dolayısı ile Sayın Kurmel’in herkeçe biliniyor gibi sözünü ettiği ancak az bilinen kişileri tanımak, tanımları daha iyi anlamak için internetten yardım aldım ben de. Paylaşayım sizinle de…

Jeopolitik, devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı.

Jeopolitiğin kurucusu sayılan Profesör Friedrich Ratzel (1844 - 1904), Münih ve Leipzig üniversitelerinde Siyasi Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamıdır. Ratzel diyor ki; “Devlet, bir hücreden meydana gelen bir organizmadır. Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletleri dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”

Hatta Ratzel, daha da ileri giderek; “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur.” diyerek, yayılmacı ve sömürgecilik ruhunu açıkça ortaya koymuştur.

Ratzel’in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların başında Münih Üniversitesinde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de “Zeitscrift Für Geopolitik” dergisini çıkaran Haushofer; Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler’in politikasında etkili olmuştur.” 

“Anthropogeographie” (Antropocoğrafya, 1882-1891), “Politische Geographie” (Siyasal Coğrafya, 1897) ve “Lebensraum” (Yaşam Alanı, 1901) gibi başlıca yapıtlarıyla toplumlar, devletler ve doğal çevre arasındaki karşılıklı ilişkileri araştırdı. Bazı halkları yayılmaya ve egemenlik kurmaya yönelten “mekân duygusu”nu tanımlamaya çalıştı. Görüşleri, kendisinden sonraki Alman jeopolitikçilerini derinden etkiledi.

Ancak 1904’te ölümünden sonra Almanya’da jeopolitiğin gelişmesinde önemli rol oynayan kişi ironik bir şekilde, dış politik yazılarını coğrafi yorumlara dayandıran ve “Jeopolitik” kavramını, ilk kez kullanan kişi İsveçli bir siyaset bilimci Rudolf Kjellén olmuştur. 1899 yılında “Ymer” adlı dergide İsveç’in sınırlarına ilişkin yayınlanan bir makalesinde bu kavramı kullanmıştır. Kjellén Jeopolitiğin isim babası olması yanında jeopolitiği karmaşık yapıdaki devlet araştırmasının bir parçası olarak telakki etmesiyle de önemlidir. Görüşleri büyük ölçüde Ratzel’ın “siyasi coğrafya”da ki devlet düşüncesine dayanmaktadır, siyasi olayların coğrafi verilere bağlı olduğu düşüncesini daha da geliştirmiştir.

C. Haushofer jeopolitiği içinde yaşadığı coğrafi bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında değişen siyasal hayat şekli olan devletin, üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi olarak tanımlar


Doğal etkenler içerisinde siyasi coğrafyayı birinci derecede etkileyen unsurlar, coğrafi mevki, saha, yer şekilleri, iklim özellikleri, sulardır. Jeopolitik, coğrafya ve siyasi coğrafyacıların çalışmalarıyla ortaya çıkmış ve siyaset bilimcileri de gelişmesini sağlamışlardır. Askeri stratejistler ise, jeopolitikten yararlanmış ve gelişmesine katkıda bulunmuştur, çünkü; dünyadaki global strateji, dünya hakimiyeti peşinde olan ve buna karşı savunan güçler arasındaki ilişkilere göre şekillenmiştir.”

Şimdi de bu bilgiler ışığında yukarıdaki paragrafa eleştirel bir göz atalım:

Sayın Kurmel;

 “…jeopolitik netameli bir kavram olmasaydı…” eğer, Çarkılık Rusyası sıcak denizlere inmek istemeyecek miydi?

“Ratzel ve talebesi Kjellén’in geliştirdiği Organik Devlet Teorisi Haushofer’in Münih okuluna temel oluşturmasaydı…” eğer, Çarlık Rusyası Kafkasya’ya savaş açmayacak mıydı? Yada Çarlar, Münih Okulunda “jeopolitiği”öğrendikleri için mi Rusya’yı büyütmek genişletmek istemişlerdi?..

Peki, Kjellén, en az yüz yıl süren ve 1864 de halkımıza vatanlarının kaybettirilmesi ile sonuçlanan trajedimizi 1864’de doğar-doğmaz nasıl olmuş da etkileyebilmişti?

1864’de nüfusunun onda dokuzunu kaybeden Çerkeler nasıl olacaktı da 1991’de kurulan “Rusya Federasyonu sınırları içinde barışçıl yollarla bir Çerkesya Cumhuriyeti kuracaklardı?

Ya da “Her şey bugünkünden farklı olsaydı…” Çerkeslerin bağımsız bir Çerkesya kuramaları mümkün olmaz mıydı?

Çerkesya Rusya Federasyonu sınırları içinde barışçıl yollarla bir Cumhuriyet olacağı var sayılırsa Rusya Federasyonu’nun değil de “Çerkesya’nın yakın ve uzak çevresi” ni tanımlama çabası saçmalık olmaz mıydı? Federasyon üyesi bir Çerkesyaya özgü çevre ilişkileri ve dinamiklerden söz edilebilir miydi?..

Gerçekte, “Çerkesya’nın hukuki varlığı nasıl bir tarihi ve coğrafi bilince denk düşerdi?” sorusuna da yukarıdakilere benzer bir soru oluşturacaktım ama doğrusu beceremedim.

Yazının bundan sonraki bölümü, sanırım günümüzü anlatmaya çalışıyor. Ancak yine benim gibilerin analayamayacağı kadar bilimsel ve benim gibi uzun yazı sevenler için bile uzun. 

Ancak yazının bu bölümünde de akla sorular getiren kimi cümlelerin altını çizmeden edemedim.

Örneğin;

Kosova eyaletinde iki ateş arasında kalan 200 civarında Çerkes 1998 yılının Ağustos ayında devlet yardımıyla Adigey Cumhuriyeti’ne kesin dönüş yaptı. Bu, Sovyetler sonrasında Çerkesya’ya ilk ve şu ana kadar tek toplu dönüş idi.  
(Eksik bilgi. Sovyetler sonrası değil sürgünden bu yana devlet yardımı ile gerçekleştirilen ilk ve tek toplu dönüş. Ancak Dönüş Çerkesyaya değil RF’ye ya da Adığey Cumhuriyetine yapıldı. Bilim insanının duygularına kapılmayacak kadar bilime saygısı olması gerekmez mi?)

Bugün Suriye, Ürdün ve İsrail’de koloniler halinde yaşayan Çerkesler’in tarihini geriye doğru işletirsek 19. yüzyıla uzanırız. Bölge ilk kitlesel Çerkes göçünü Balkanlar’dan aldı. Bunlar 1860’lı yıllarda Çerkesya’dan sürüldükten sonra Osmanlı İmparatorluğu tarafından Balkanlara iskan edilmiş göçmenlerdi.
(Burada biraz çarpıtma çabası sezilmiyor mu? Çerkesler önce sürüldü de sonra mı sürülen insanları Balkanlara iskan etti. Yoksa dönemin Küresel güçleri ile birlikte Osmanlı, Boğazları Çarlık Rusyası’ndan korumak amacı ile Kuzy-Batı Kafkasya’nın tama yakın boşalmasında etkin rol mü üstlendi?) Berlin Anlaşması (1878) uyarınca Balkanları da terk ederek (Balkanlar terk ettirilerek olmasın sakın?)

Suriye, Lübnan’dan sonra Ortadoğu’nun en zengin mozaiğine sahip.Bu mozaiğin parçalarından biri 100 bin kişilik Çerkes topluluğu. Nüfus açısından Suriye Çerkes diasporasında  Türkiye’den sonra ikinci sırada geliyordu. Yaygın bir kanaate göre Suriyeli Çerkeslerin tamamına ülkeyi terk ederek Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye sığındı.
(Böylesine önemli bir konudaki yargıya, sağlıklı verilerin değil de “yaygın kanaat”in temel alınmasını doğrusu, bir bilim insanına çok yakıştıramadım.) Bir yandan Rusya’nın çıkardığı engeller, diğer yandan Çerkesya’nın imkanlarının yetersizliği (Sayın Kurmel Çerkesya’yı kurmuş bile… Çerkesya diye sınırları belli bir ülke bir erk bir yönetim mi var Sayın Kurmel?) nedeniyle anayurda dönenlerin sayısı artmıyor. Birçok zorluğu aşarak anayurda dönüş yapmış olanların kaderi de Kremlin’e bağlı. (Bu kadar edilgin olmanız, anavatan kesiminde yaşayan Çerkesleri bu kadar yok saymanız kolay anlaşılır bir şey mi Sayın Kurmel? Gelecek adına bizim bilmediğimiz daha önemli şeyler mi üretebildiniz yoksa siz?..)

On yıllar boyunca Suriyeli Çerkesler’in diasporanın en ezilmiş unsurları olduğu önyargısı son üç yılda bitti. Çünkü Çerkesler ne Esad’a karşı ayaklandılar ,ne de kitleler halinde anayurda geri döndüler.1967 yılında Golan Tepeleri’nden göç onları yoksullaştırmış olsa da,her şeye sıfırdan başlayarak meslek, unvan, para ve mülk sahibi olmuşlardı. Farklı derecelerde de olsa statükonun bir parçası haline gelmişlerdi.
(Golan tepelerinden göçürülenlerin büyük bir bölümünün “Tolstoy Vakfı” aracılığı ile Amerika’ya göçürülmüş olmasından hiç söz etmeyişinizi de inanın çok yadırgadım Sayın Kurmel?..)

 
Türkiye’yi ön plana çıkaran sadece en kalabalık Çerkes nüfusuna sahip diaspora ülkesi olması değil. 200 yıl öncesine dayanan modernleşme çabasının ürünü olan demokrasi kültürü, yurttaşlık bilinci
(Eğer yurttaşlık bilinci ile anlatılmak istenen Çerkeslerin Türkiyelilik bilinci ise kim ne diyebilir. Ancak eğer Anavatan sevgisi Anavatan sorumlulığu ise gerçeklerden çok uzak olduğunu kim bilmez. Milyonlarca isnsandan turis olarak anavatanını ziyaret edenlerin sayısı Abhazya savaşında Türkiyeden gidip savaşanların sayısı bunu açıkça ortaya koymuyor mu Sayın Kurmel?..) piyasa ekonomisi, sivil toplum dinamizmi ve periferiden merkeze modernleşme dinamiği Çerkesler için de çok önemli kazanımlardır. Bu “yumuşak güç” unsurları sayesinde Türkiye sadece Çerkes diasporasının lideri olmakla kalmayarak; içinde anayurdun olduğu Çerkes dünyasının da “merkez ülke” haline gelebilir(Bizce yazının en saçma tespiti. Anavatandaki küçücük cumhuriyetlerde yaşayan, Çerkes nüfusunun daha az kesimi ile Türkiye’de yaşayan milyonları üretim ölçeğinde hiç mi karşılaştırmadınız Sayın Kurmel. Bense, “yaptıklarımız yapabileceklerimizin teminatıdır” politikacıların sevdiği ünlü sözün, Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramamış Çerkeslere, “Yapmadıklarımız gelecekte de yapmayacağımızın göstergesidir” diye uyarlamanın uygun olacağını düşünüyorum.)

“2014 sonrasında Afganistan’ın istikrarsızlaşma ihtimali Çerkesya’yı da yakından ilgilendiriyor. Kabardey-Balkar ve kısmen Karaçay-Çerkes’de cihatçılar ile devlet arasındaki çatışmalarda en büyük zararı siviller görüyor ; temel özgürlükler kısıtlanıyor ve insan hakları ihlal ediliyor.Ayrıca,sosyal doku zarar görüyor. (Olup bitenleri sadece Afganistan’ın istikrarsızlaştırma etkisi ile açıklamaya çalışmak çok saf olmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi Sayın Kurmel?...)


Sonuç 

Küresel güç ve ekonomik dinamizm Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Asya-Pasifik dünya siyasetinin merkez bölgesi oluyor. Atlantik ve Pasifik kıyılarını birleştiren Avrasya serbest ticaret coğrafyası olacak. Bu, Rusya Federasyonu’nun batı ile doğu arasında transit ülke haline gelmesi anlamına geliyor. Rusya Federasyonu  bu işlevi yerine getirebilmek için dışa açık, çoğulcu ve modern bir orta sınıf toplumuna dönüşmek zorunda. 

Bu,Çerkesya’ya dışa açılma ve evrensel normlarla tanışma fırsatı sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmek için Çerkes dünyasının yeni bir küresel sinerji yaratması gerekiyor. Küresel sinerji sayesinde Çerkes diasporası ile anayurdu arasında yapıcı bir ilişki egemen olabilir ve çoğulcu, demokratik “yurttaşlar Çerkesya’sı” doğabilir. 

Yükselen Asya-Pasifik’in verdiği mesajı göz ardı etmemek lazım; burası dünyada para ve teknolojiyle tanışıp asırlık bilgeliğini koruyabilmiş tek bölgedir. “Düşmek, etrafı görmemektendir” demiş Fikret.

Dileğimiz Çerkes halkının kentli, çoğulcu, modern bir orta sınıf toplumu haline gelmesi ve Çerkesya’nın Asya-Pasifik‘ten sonra Hint Okyanuslu ve Arktikli günleri de görmesidir.
(Bu dileğinizin yerine gelmesi için ne gibi bir sorumluluk üstlenmeyi düşünüyorsunuz?)

Şimdi söyleyin lütfen, Sayın Kurmel gibi gelecek kugusu olmayan, halkıın sorumluluğunu duymayan, ne gibi görevleri üstlenebileceğinden söz etmeyen, olayı laf kalabalığına getiren, asıl derdi çok biliyor görüntüsü vermek olan Sayın Kurmel benzeri okumuşlarımıza “aydınımsı” demekte haksız mıyım?