PROF. DR. BASKIN ORAN’IN AZINLIK HAKLARINI SAVUNASI, YOKSA BİR RİYA MI?...

03.03.2013

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Hadi gene beni aşan laflar ettim de Baskın Oran muhipleri klavye başına otursunlar. Ama bu kez lütfen bana değil de Baskın Hocalarına yanıt versinler. Ya da hocalarının söylediklerini bir Çerkes olarak, bir demokrat olarak onayladıklarını kamuoyuna açıklasınlar. Açıklasınlar ki halkımız ne kadar Çerkes, Türkiye kamuoyu da ne kadar demokrat oldukları konusunda aydınlansınlar… Aydınlatmak görev değil mi?..

Önce riya’yı anımsayalım. Riya olduğundan başka görünmek, bu şekilde kamuoyunu ama daha çok size inananları yanıltma, dahası karşısında oldukları, dillendirip durdukları olguları onlara farklı gösterme sanatıdır.

Videoyu dikkatle izleyin lütfen. Dönün bir daha izleyin… Eğer öyle yapmazsanız riyayı anlamakta zorlanır siz de Baskın Oran muhiplerine katılırsınız.



Bakın neler söylüyor Sayın Hocamız:

: “Azınlığın devletle, ev sahibi devletle ilişkileri.”

Yani Hoca’mız daha başlangıçta başlıyor riyaya. “Ev sahibi devlet”  nasıl bir kavram ola ki? At sahibine göre kişnemiyor mu yoksa?  Doğru söylem, azınlığın, ev sahibi, yani devletin sahibi din ile, ya da azınlığın, ev sahibi ulus yani devletin sahibi ulus ile ilişkileri değil midir? Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibinin Türk, Müslüman ve Sünniler dahası Hanefi Sünniler olduğu bilinmiyor mu? Bu gerçek konuşmanın daha sonraki dakikalarında kendileri tarafından dile getirilmiyor mu?

Yani gerçek, azınlığın sözü edilen dönmede devletin sahibi zihniyet ile ilişkileri değil midir? Görünürde devlet aynı devlet olduğu halde sahip olan zihniyetin değişmesi ile ilişkiler de yeniden düzenlenmiyor mu? Bunları her gün yaşamıyor muyuz? Baskın Oran Hoca hayranı kimi “eski-yeniyetmeler”, unuttukları birçok şey gibi unutmamışlar ise eğer, devletin sahip olanın devleti olduğunu bilmeleri gerekmez mi? Sayın Hocamız bunu bilmiyor olabilir mi? Bilerek yanlışı hem de doğruları söylüyor edası ile yanlışı söylemek riyanın ta kendisi değil mi?

Ancak Sayın Oran’ın asimilasyon konusunda söyledikleri çok daha ilginç, ilginç olduğu kadar da acınası. Önce bir benzetme ve nefis bir tanım.

“Burada iki tane temel politika görüyoruz. Biri entegrasyon biri asimilasyon. Asimilasyonu şöyle tarif edebiliriz: Benzin aldıktan sonra düğmeye basıyorsunuz sıfırlıyorsunuz ya kilometreyi işte o. Toplumsal belleğin sıfırlanması. Bir sürü şekillerde tanımlanabilir ve ayrılabilir ama esas olarak gönüllü asimilasyon ve mecburi asimilasyon diye iki grupta mütalaa edebiliriz. Zorunlu asimilasyon bir suçtur bir insanlık suçudur. Fakat gönüllü asimilasyon da bireyin hakkıdır.

Bir azınlık kendi hayatının zor olacağını düşünüyorsa, çoğunluğa asimile olmakla rahat edeceğini…  Ona kimse karışamaz. Gönüllü asimilasyon ayıp da değildir suç ta değildir bilmem ney de değildir. Zorunlu asimilasyon tatsız bir şeydir. Biraz önce o sözünü ettiğimiz Entegrasyon var ya, Entegrasyon ulus devlette genellikle asimilasyonun paravanası olarak kullanılır entegrasyon.

Üç durumdan bahsedilebilir:

Gönüllü asimilasyonda birey devletin kendisine empoze ettiği üst kimliği sübjektif kimlik olarak kabul eder ve benimser. Devlet memnundur

Devletin empoze ettiği üst kimliği ret eder. Memnuniyet tersine döner,  sonuç ta  travmadır. Ulus devlet için travmadır ayrılıkçı hareketler başlar. Azınlık için travmadır kırılma olur.

Anlamakta gerçekten çok zorlanıyorum. Koca koca adamlar bu saçmalıkları nasıl dinler ve benimser. Bu en büyük riyakarı en büyük insan hakları savunucusu olarak nasıl bağrına basar. Halkının temel haklarını savunduğunu söyleyen entellerimiz nasıl nereye varılmak istendiğinin nasıl farkında olmaz. Gerçekten anlamak çok güç..

Bakın ben ekleme yapmıyor sadece Sayın Hocanın söylediklerini tersten okuyorum:

Devletin empoze (siz dayattığı olarak okuyabilirsiniz nh. ) üst kimliği ret ederseniz ulus devlet için de travmadır (her zaman mı yoksa azınlığın yeterli nüfus yoğunluğu, uluslar arası desteği, alt edilemiyecek gücü olduğunda mı nh.) ama asıl azınlık için  travmadır. Azınlık için travma da kırılmak demektir. En azından hayatınız daha zor olacaktır. Devletin empoze ettiği üst kimliği kabul ettiğinizde ise devlet sizden memnun olacaktır. Özetle asimile olduğunuzda hayatınız daha rahat olacaktır.

Kabul etmediğinizde kırılacağınız için kabul ettiğinizde daha rahat edeceğiniz için devletin dayattığı koşulları benimsemek, empoze ettiği üst kimliği kabullenmek de “gönüllü asimilasyondur” Eh gönüllü asimilasyon da bireyin hakkı olduğuna, ayıp olmadığına suç ya da başka bir şey de olmadığına göre, kullanın bireysel hakkınızı, basın düğmeye, sıfırlayın toplumsal hafızanızı…

Bunu yapabildiğinizde bakın nasıl mutlu olacaksınız. Arada entel de takılabilir bireysel hak ve özgürlüklerden de söz edebilirsiniz.

Sayın Hocanın söylediği 3. Şıkka da aldanmayın sakın. Bize değil de Kürtlere seslendiği çok açık.

Sonuç:

Bir intihar olayı karşısında ölüm nedeninin gerçek bir intihar mı yoksa intihar süsü verilmiş bir cinayet mi olduğunun araştırıldığı, intihar olduğu sonucuna varılsa bile bireyi intihara götüren koşulların konuşulduğu bir dünyada, devletin oluşturduğu koşulların sonucu gelişen asimilasyonu gönüllü saymak bizce riyakarlığın en büyüğüdür.