ADDER  “DİL KURULTAYI” İZLENİMLERİM -1

19.11.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

ADDER bir dil derneği. Amacı da çok özel, bir o kadar da yaşamsal:  

Adığabzenin yaşatılması, geliştirilmesine katkı.

Bülündüğü gibi bu derneğimiz 15-16 Aralık 2012 günleri Ankara Tes-İş salonunda bir Dil Kurultay”ı düzenledi, ben de oradaydım.

Öncelikle belirtmeliyim ki çalışmalar çok büyük bir emek ürünü. Arkadaşlarımız özellikle de Ali İhsan Bey ancak devletlerin gerçekleştirebileceği, paha biçilmesi zor bir ürün ortaya koydular. Dilimizin bilgisayara tanıtılması, programlar, sözlük vb. ve kavrayamadığımız daha birçok teknik konuda yapılan bu çalışmaya; dilini seven, halkını seven, vatanını seven birinin saygı duymaması düşünülemez. Dahası bize göre bir Çerkesin bu çalışmayı değerli bulmaması, önemsememesi için önce “nankör” olmayı göze alması gerekir.

Bu hakkı teslim ettikten sonra toplantının “dil kurultayı” olarak adlandırılmasını da yanlış bulduğumu söylemeliyim. Çünkü “kurultay”ın birinci anlamı belirli bir konudaki bilimsel toplantıdır. Yine çünkü, çok büyük bir çoğunluğu ya da sayın Ahmet Cavit Bey’in deyimi ile “kahir ekseriyeti” alfabenin geçirdiği evreleri bilmeyen, Adığe dili üzerine Adğabze olarak bilimsel bir kitap bile okumamış olan, sunumdaki Kiril adığe alfabelerine ilişkin yanlışları fark etmeyecek kadar dile uzak kişilerin bir araya geldiği bir toplantı idi bu. Eh böyle bir toplantı da bilime önem verenlerce “dil kurultayı” diye adlandırılamaz sanırım.

Bizce bu, ADDER’in gerçekten her katılımcıda hayranlık uyandıran dil  çalışmalarını sunmak, derneğin alfabe politikasını belirlemek, daha doğrusu Latin temelli alfabe kararının ve de derneğin kullandığı Latin Temelli Alfabenin ortak alfabe olduğunu onaylatmak amacını taşıyordu. Katılımcıların çok büyük bir bölümünün alfabenin tartışılacağını sandığımız ikinci güne kalmamaları bu “kurultay” delegelerinin toplantıya, konuyu tartışmak için değil sadece önceden verilmiş kararı onaylamak için katıldıklarına yeterli kanıttır sanırım.

Dernek üyesi olmayan bizler de anlaşılan, sunulan Latin alfabesinin üyeler dışında da kabul edildiği görüntüsü verilebilsin diye çağrılmıştık. Sayın Fahri Huvaj da benim gibi farklı alfabelerin sunulacağı ve bu sunulan alfabelerin tartışılacağı bir kurultay olacağını sanmış olmalı ki kendi taslağını göndermişti Nalçik’ten gelen Abaza İbrahim ile birlikte. Benim sunmam ricasında da bulunmuş... Ancak böyle bir gündemi yoktu toplantının. Ben de sadece başarı dileklerinin iletilmesini sağlayabildim metni de Divan Başkanı Sayın Mustafa Saadetle konuşup okunamayacağını anladıktan sonra sunumu kendime sakladım.

Peki, herhangi bir örgüt düzenleyebilecekken adı dil derneği olan bir örgüt dil kurultayı düzenleyemez mi? Elbette düzenleyebilir. Ama eğer sorunu bilimsel boyutları ile tartışacak uzmanları bir araya getirememişse. Bir araya gelen kişiler tartışılması gereği duymadan alfbeyi oylayabileceklerini düşünmüşlerse, katılımcıları çoğu oylamadan hemen sonra da görevini yapmış olmanın mutluluğu ile evine dönebilmişse bu toplantının adı “dil kurultayı” olamaz.

Neyse ki alfabenin yetersizliği de üzerinde lehte-aleyhte konuşma yapılmamış bir konunun oylanmasının doğru olamayacağı anlaşıldı. Alfabenin son şeklini almadığı üzerinde çalışılması gerektiği vurgulandı ve Divan Başkanı’nın sadece dernek üyelerinin oy kullanabilecekleri çağrısından sonra ADDER’in çalışmalarda, Latin’i temel alacağı büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Toplantının sonuna doğru konuşmacıların biri gelecek yıl seçmeli derslerde Latin alfabesi kullanılması istemi ile Milli Eğitim Bakanlığına başvurulması temennisinde bulundu. Ancak temenni oylanmadı. Zaten oylama da bitmişti.

Ben dernek yöneticilerinin böylesine bir toplantıda alınacak olan kararın tüm Türkiye’de kabul edilebileceğini sanısı içinde olmalarını gerçekten çok yadırgadım. Milyonlarla ifade edilen bir nüfusun, yaşamsal bir konuda iki gününü ayıramayan bir avuç insan, elini kaldırdığı için Latin alfabesini öncelemeye başlayacağını sanmaları da yadırganmayacak gibi değildi.

Ama en çok da her adımda katkıya açık olduklarını söyleyenlerin ve onlara destek verenlerin en küçük bir eleştiri girişimimizi, güzelim çalışmayı baltalıyorum şeklinde yorumlamalarını yadırgadım. Bu nasıl eleştiriye açık olmaktı. Bu nasıl bir ortak görüş sağlama yöntemi idi anlayamadım.

Burada Sefer Ersin Berzeg için büyük bir parantez açmam gerekiyor. Biraz da beni iğneleyerek yaptığı konuşma ulusal konuların herhangi biri ile ilgilenen her birimiz için derslerle yüklüydü. Sefer Berzeg 1967’de Ankara’ya geldiğimde elimden tutan ağabeylerimden biri idi. Arkadaşlar Sefer beyin ne demek istediğini anladılar mı bilmiyorum ama konuşması boyunca benim kulağımda hep ilk günlerdeki eleştirileri çınladı: “Okumayan yazarlar”

Evet, gerçekten sunulan çalışma önceki çalışmaların incelendiği, karşılaştırıldığı izlenimi vermiyordu. Dahası çok eleştirdikleri günümüz adığe alfabelerinin bile bilinmediğinin kanıtları ile doluydu. Yani bir ön araştırma yapılmadan alfabe hazırlanmış tartışmaya açılmadan kabul etmemiz istenmişti.

Politik yaklaşımımızın epeyce farklı olduğunu Sayın Berzeg de ben de bizleri tanıyan herkesler de iyi bildiği için arada bir yaptığı birer cümlelik sataşmaları duymazdan geldim. Çünkü gündem dildi ve dil konusunda hemen her tümcesine imza atabileceğim güzel şeyler söyledi Sefer Ağabey. Yakından tanıyanların bildiğimiz üslubu ile ve  “bir adığe değil Uıbıx” olduğunun altını çizerek.

Bakın neler söyledi:

“Arkadaşlar daha önce de bu konuda yapılan değerli çalışmalar var. Onların mutlaka incelenmesi gerekir” dedi.  

Yani aynen benim de düşündüğüm gibi arkadaşlarımızın çalışmalarının yetersiz olduğunu dile getirdi.

“Arkadaşlar dil ancak Kafkasya’da yaşar yaşatılabilir” dedi.

Yani dilimiz adına bir şeyler yapma niyetiniz samimi ise anavatanı merkeze almalısınız Anavatandan kopuk dili yaşatamazsınız demiş oldu.

Bu yaklaşım Çerkes yurtseverleri adına sunum yapan Teğhuılen Yakup’un güzel söylemi ile de çakıştı. Sayın Teğhuılen önce Adığabze sonra da Türkçe olarak yaptığı konuşmasını  Çerkesçenin ancak ve ancak sokaklarında çocukların Çerkesçe konuştuğu coğrafyada yaşayabileceğini söyleyerek noktaladı.

Yani “Çerkes Yurtseverleri”ne göre de adığabze ancak Anavatan’da yaşatılabilirdi.

Yeri gelmişken eskinin “solcusu” şimdilerin “demokratları” -kimi “Çerkes Yurtseverleri” dahil-  arkadaşlarımızın bu coğrafya konusunu neden hep göz ardı ettiklerini anlamakta zorlandığımı söylemeden geçemeyeceğim. Öyle ya daha dün sanırım Lenin’den alıntı “kültürel özerklik sözde verilmiş bir özerkliktir, özerkliğin gerçek olması, anlamlı olması için özerkliğin mutlaka bölgesel olası gerekir” demiyorlar mıydı? Acaba ne değişti de şimdilerde coğrafya hiç ağızlara alınmıyor. Zımnen de olsa geçerli olduğu bir coğrafya olmadan da Adığabzenin yaşatılabileceği savunuluyor, “Anavatana ne gerek kendi göbeğimizi kendimiz keselim” demeye getiriliyor.

Sefer Bey Dünyada tüm sesleri yazılabilen dil olmadığının da altını çizdi.

Yani arkadaşlarımıza “her sese bir harf rüyası görmeyin” demiş oldu. Sanırım hiçbir dilin “fonetik alfabe” kullanmadığını yüzlerine vurmak istemedi. Çünkü “Google”e sorarak sizlerin de hemen doğrulayabileceğiniz gibi çok değilmiş fonetik alfabe sayısı. İşlevi de bir dili okuyup yazmaktan çok farklıymış. Her biri de uluslararası kullanım için üretilmiş. Telsiz, telefon konuşmalarında kullanılan Nato Fonetik alfabesi örneğin. Hani Türkçede de kodluyoruz ya söylediğimiz sözcüğün yanlış anlaşılmasından korktuğumuzda. Bunun ulusal olanı da varmış.  Alfabeyi bilenler Bursa’nın B si demek gereği duymuyorlar. Ankara dediğinizde (a) harfini kast ettiğinizi, bursa dediğinizde de (b) demek istediğinizi anlıyor karşınızdaki.

Bir de dilbilimcilerin kullandığı fonetik bir alfabe var. Tüm dünya dillerindeki her sesin yazılabildiği ve okunabildiği bir alfabe… Dil bilimcilerin bilimsel çalışmalarda kullandığı bir alfabe bu. Özetle arkadaşlarımız her sesin bir harf ile gösterildiği bir alfabe yapabilseler de bunun adı bilimsel terminolojide fonetik alfabe olmayacak.

Yine Sefer Bey, Anavatanda yaşayan kardeşlerimizin kısa dönemde hatta orta dönemde Latin temelli alfabeye geçme şanslarının olmadığını söyledi. Bu da Çerkesçe ancak anavatanda yaşatılabilir tespiti ile birlikte değerlendirildiğinde Latin alfabe konusunda biraz düşünün anlamına gelmez mi sizce de.

Sayın Berzeg’in günümüz Kiril alfabelerinin,  öğrenimi zorlaştırmak için yapıldığı görüşü de yüzde yüz katıldığım görüşlerden biri de idi. Gerçekten ben de dil ile daha yoğun ve daha bilimsel ilgilenmeye başladığımdan beri böyle düşünüyorum. Dahası, benzer sesler farklı karakterlerle gösterilerek Batı Adığabzesini konuşanlar ile Doğu Adığabzesini konuşanlar birbirini anlamaz hale gelsinler istendi sanki. Üzülerek tanık olduğumuz gibi bu bir ölçüde de başarıldı.

Sefer Bey ayrıca, bugün asıl yapılması gerekenin günümüz alfabelerinin hatalarından arındırılması ve daha kolay yazılıp okunan ortak bir Kiril alfabesi yapılması olduğunu da önemseyerek dile getirdi. Anavatanda göreceli de olsa birlik oluşmuş iken derneğin abdzax  ağzını önceleyen çalışmaların pek akıllıca olmadığını da Sayın Berzeg. Diyalekt dahası ancak ağız denebilecek farklılıkları yaşatmaya çalışmanın da… Yazın dillerinden birinde olmayan bir sözcüğün yabancı bir dilden alınmasında ise diğer bir adığe ağzından alınmasının daha akıllıca olduğunu da… Dili yaşatmak istiyorsak tek alfabeyle de yetinmeyip tek dile gitmemiz gerektiğini de...

Evet, yıllardan beri yapmak DÇB’nin yapmak istediği tam da bu idi. Anavatanda yaşayan adığeler aynı coğrafyada yaşıyor olsaydı, sorun da çoktan çözümlenmiş olacak,  birçok ülkenin yaptığı gibi Adığabze ağızların biri resmi Adığabze olacaktı.

Ancak yönetim birimlerinin ayrı olması bu olanağı tanımıyor. DÇB, “adığelerin anadilleri ile anlaşabilir olması” rüyamızın ancak üç aşamada gerçekleşebileceğine inanmakta ve bu doğrultuda çalışmaktadır.

Birinci aşama Batı ve Doğu Adığabzelerindeki aynı seslerin aynı harflerle gösterildiği ortak alfabenin kabulü.

İkinci aşama Sovyetlerin dağılmasından sonra başlayan ve hızla gelişen ilişkilerin daha da geliştirilmesi,  her adığenin her iki diyalekti anlar hale gelmesi.

Üçüncü aşama da her adığe her diyalekti anlar hale geldiğinde birinden birini yazın dili olarak kabulü.

Bu konulardaki çalışmalar ve gelinen nokta ve ADDER’in toplantısının neden bilimsel bir kurultay sayılamayacağı gelecek yazıların konusu olsun.