BİR DÖNÜŞ NEDENİ

27.10.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Suriye’deki Arap Baharı (!), gerçekte dünya güçlerinin yakın doğudaki egemenlik paylaşım savaşı ve bunun hızlandırdığı Anavatana dönüş artık herkesçe biliniyor. Ancak üzücüdür ki olay, yırtınırcasına çabalayan çok az sayıdaki gerçek kahramanlar dışında, sanal kahramanların gündeminden çoktan düşmüş görünüyor. Bu trajik olay, Suriye’den Türkiye’ye gelen kardeşlerimizle yakından ilgilenenler için ise, her günün gündemi.

Suriye’den anavatana dönüş yapmayı düşünenler için de plansız şok bir dönüş oldu bu.

Önce oturma izni almayı, olanak buldukça yaptıkları gezilerde neler yapabileceklerine ilişkin gözlem yapmayı, daha önce dönüş yapan kardeşlerimizle ortaklıklar kurmayı, bu arada Suriye’deki taşınmazlarını değerlendirmeyi, kimileri de önce çocuklarını eğitime göndermeyi planlıyordu gerçekten dönüşçülerin çoğu…  Ama felaket böyle geldi işte…

Felaket içinde bile Dönüş amacının geçici ya da kalıcı olabileceği pek ön görülemeyecek bir şey değil. Anavatana gelenlerden kimilerinin belirli bir süre sonunda, yani sular durulduğunda Suriye’ye dönmeyi düşünmeleri de çok doğal olmalı ve doğal karşılanmalı.  Yine yollara dökülenlerin yaşadıkları duygu fırtınaları ve onlara bu kararı aldıran gerçek nedenlerin birbirinin aynısı olmadığını söylemek de kehanet olmaz sanırım.

Ayrıca, özellikle yıllardır dönüş diyen dönüşü sayıklayan, dönüş için çaba gösteren, dönüşü yaşayan, yaşamını dönüşe göre programlayanları için dönüşe ilişkin hiçbir duygu fırtınası, hiçbir dönüş nedeni şaşırtıcı olmamalı değil mi? Ben de bu konudaki hiçbir gelişmenin beni şaşırtmayacağını sanırdım. Bu güne kadar da birilerini çok şaşırtan hiçbir gelişmeye çok şaşmadım.

Örneğin dönüşün önde gelenlerinin; dönüşten vazgeçmesini, Anavatana döndükten sonra yeniden “gönüllü sürgün” olmayı seçişlerini, yeniden anavatana dönüşlerini, dönüşü başarısız bulmalarını, dönüşe katkıda bulunmayışlarını, karşı dönüşçülere çanak tutuşlarını, en konuşulması gerektiği günlerde sessiz kalışlarını, eylemsizliklerini, dönüşçü kalanların yaptıklarını, yazdıklarını izlemeyişlerini, yıllarca kendisine izin verebilmelerini, yıllardan sonraki ilk nefes alışlarında izne ayrıldıkları gündeki heyecan ile yeniden olayı kazımaya başlamalarını, kimin ne yapması gerektiği konusunda ahkam kesmelerini… arada bir kızsam da çoğun bir “bilge” edası ile karşıladım. 

Kişiyi sarsabilecek can evinden vurabilecek tüm bu olgulara karşın Beni güvenle ayakta tutan, bana yapılan tüm saldırılara karşı koyma gücü veren şeyin, dönüşe olan sarsılmaz inancım olduğunu da bilmiyor değilim.

Daha dün yad ellerde, geleceğin bu denli aydınlık olmadığı, dönüşün olmazsa olmazlığının bu denli bilince çıkmadığı, dönebilme koşullarının bu denli elle tutulur gözle görülür olmadığı, dönüş ile Sovyetler Birliği çıkarlarının, (günümüzde Rusya Federasyonu) neredeyse birebir örtüştüğünün bilincinde olan dönüşçü ve politikacı sayısının çok az olduğu günlerde;   

“Sözün kısası güzelim,

Seni sarsmamalı 
en sağlam bildiklerinin yıkılışı
Yıldırmamalı seni 
en yılmaz bildiklerinin yılgınlığı
Ve yürümeli yürümelisin
inancın doğrultusunda 
sağlam adımlarla
Taaa ki...
ereğine varıncaya dek
ya da ölünceye...”
 

diye seslenirken; gerçeği söylemek gerekirse daha çok kendi özüme güveniyordum. Ama bugün tüm benliğimle daha çok dönüşün kendisine güveniyorum Öyle ki bugün anavatan dönmüş olanlarımızın hepimiz bir günde anavatanı terk etsek bile dönüşün kendi dönüşçülerini bulacağından hiç kuşku duymuyorum.

Başa dönersek dönüşe ilişkin duyacağım hiçbir şeye şaşırmayacağını sanıyordum ben. Ama dün akşam öyle olmadığını yaşadım. Öyle değilmiş kazın ayağı.  

Suriye’ye ateş düştükten sonra anavatana dönüş yapmış, Maykop’a yerleşmiş aynı apartman katında komşu, 2008’de Halep’e gittiğimde bana bısım olan iki aileye gitmiştim dün akşam bayramlarını kutlamak üzere. Bayram kutlamaları kısa sürse de ben uzun oturma için gitmiştim. Saatlerce oturduk… halkımızın geleceği, mutluluğu, Suriye’de düşülen durum..

Ailesi xabzeyi bilmekle kalmıyor uyguluyor da…  Saygın dost yetmiş beş yaşında… Temiz bir Adığece konuşuyor. Eklem ağrılarından yakınıyor. Bel ağrıları daha ciddi… Uzun süre ayakta durmak bir yana oturmak bile onu çok yoruyor. Çok güç durumda kalmamış olsaydı yeni bir yaşamı seçme gücünü bulamayacaktı,kesin…

Ama siz de yanılmayın can korkusu değilmiş, onu apar topar yola çıkaran. Halkını, vatanını kuşkusuz çok sevmesine karşın anavatan sevgisi de değilmiş…

“Artık savaş yayılmaya evimizin yakınına, yöresine top mermileri de düşmeye başlamıştı. Ama yine de yola çıkmayı göze alamıyordum. Ta ki kimi kadınların kimliği bilinmez kişilerce alıp götürüldüğü ve haberleri duyulmaya başlayıncaya kadar.”  Evde eşi ve henüz bekar iki kızı ile yaşıyordu. “Yine çok gürültülü bir gecenin sabahında kalktığımda evin üç kadınını gördüm birbirine sokulmuş yatan. Karaca olanı bembeyaz kesilmişti, sarı olanı kızarmış buğday tenlisi de morarmıştı.  Birden çivi gibi saplandı ‘ya duyduklarımıza benzer bir şey başıma gelirse” düşüncesi. Eşimi kızlarımı koruyamaz duruma düşersem. Alıp götürülmelerini engelleyemezsem… Daha kötüsü elimi kolum bağlanıp gözümün önünde…”  sonrasını o da sürdüremedi, ben de duymadım. Bir sessizlik oluştu bir boşluğa düştük sanki… Ne kadar sürdü boşlukta salınma bilemiyorum. Sis perdesinin içinden yeniden duydum yetmiş beş yaşındaki saygın dostun sesini… “Ölüm korkusu ile yaşayabilirdim. İnancı olan biriyim. Her nefsin ölümü tadacağını ama mutlaka tadacağını inançlı olup ilmemek mümkün mü? Ama ya… İşte ona dayanamazdım. Bu kuşku ile yaşayamazdım. Hemen harekete geçtim. Çok para kazanmak isteyen bir taksi şoförü, birçok geri dönüşler ve yön değiştirmelerden sonra bizi güvenli bölgeye ulaştırdı. 70 Suriye lirası ile gidilen mesafe için de bizden 2000 lira aldı. Ama çok şükür artık buradayız…”

Saygın dost, beynine saplanan ve kendisini Maykop’a getiren çiviyi benim de beynime çaktığının farkında mıdır bilmiyorum.  Ama çivi benim beynimi hala buruyor ve daha çok uzun süre de buracak gibi…

Sanal kahramanlarımız da Suriyeli kardeşlerimize destek dışında hemen her şeyle ilgileniyorlar. Levent Kaplan kardeşimizin çırpınışlarını duymuyorlar… Savaşın yoğunlaşması, sonuçlarının daha korkunç hale gelmesi ile ters orantılı olarak destek kampanyasını gevşetiyorlar.

Üstüne üstlük kendilerini hala vatansever, hala ulussever dahası kendilerini hala insan sayıyor, vatan millet edebiyatı da yapabiliyorlar…

Yazık ki ne yazık…