“YALAN VALLAHİ YALAN BİLLAHİ YALAN”

12.08.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

Diaspora Çerkeslerinin, özellikle de “Türkiyeli Çerkes Çemberi”ni kıramamışların, anavatana, anavatan insanına bakış açısını çok güzel vurgulan bir şarkı var biliyorsunuz. Biliyorsunuz diyorum sıkça dile getirdiğim gönderme yaptığım için. Yine de anımsayalım şarkıyı:  “Seni uzaktan sevmek/ Aşkların en güzeli/ Alıştım hasretine/ Gel desen gelemem ki”...
 

Uyarlaması da şöyleydi: Uzaktan sevilenin yerine  anavatanı koyun ve…  “Gel desen de gelmem ki”  ya da “Dön deme sakın dönmem ki.”… 
 

Bu yazdıklarıma kızanlarınız oluyor biliyorum. Ama ben, çok kızanlarınızın bile bu uyarlamanın, öznel konumunuzu çok iyi anlattığı görüşüme hak vereceğinizden hiç kuşku duymuyorum. Şöyle kendi kendinize kaldığınız, iç sesinizin sizi tutsak ettiği, hüznün üzerinize çökmeye başladığı akşam saatlerinde… Ya da tüm tellerinizi titreten bir ezgiyi, örneğin dayıoğlum Bsıblene Faruk’un ağlatan kafesini dinlerken… Özellikle de daha birkaç yıl önce katıldığınız sorunları kökten çözecek örgütlenmeleri tasarladığınız toplantılardaki ateşli konuşmalarınızı anımsadığınızda, birbirinize, özellikle de kendi özünüze verdiğiniz sözleri tutmamış olmanın utancını duyar gibi olduğunuzda… Kimileyin de  kendinizi, bu anılarınızdan kaçarken yakaladığınızda…
 

Evet, mutlaka hak veriyor ve biraz da buruk bir gülümseme ile izliyorsunuzdur, günümüzdeki örneklerinizi... Hani şu kerameti kendinden menkul olanları… “Şu gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur” özlü sözüne inat, her sözlerini daha önce hiç söylenmemiş özlü söz sananları. Sanal ortamlarda sanal devletler kuranları…
 

İç sesinizin dilinize vurduğu da oluyordur büyük olasılıkla… Şöyle kimselerin duymayacağından emin olduğunuz kuytularda, ya da güvendiğiniz arkadaşlarınızla birlikte şöyle iki kadeh parlatıp neşelenmeyi beklerken yürek burkulmaları yaşadığınızda … Ya da kendi konumunuzdaki  arkadaşlarınızla birlikte iken…
 

Ancak ben, bu şarkıyı coşkuyla söylemediğinizi bilmiyor değilim. Dolu dolu mutluk yaşayamadığınızı da biliyorum.  “İdeolojisini kaybeden insanlar” mutlu olabiliyor mu ki sizler mutlu olabilesiniz.  “Anılara Dolanık Yürümek” adlı kitabıma aldığım bir yazımda da söz etmiş,  daha doğrusu Elif Yıldız’ın  TYB öykü ödülüne layık görülen Necip Tosun ile söyleşisinden kimi bölümleri aktarmıştım. Elbette ki, değerlendirmeleri kendime yakın bulduğum için alıntılamıştım.

Elif Yıldız, “İdeolojilerini yitiren, savundukları ideolojilerinin gücünü yitirmesi ile yalnızlaşan ve mutsuzlaşan ve uyumsuzlaşan insanlara öykülerinizin kapılarını açmışsınız. …” diye sormuş Sayın Tosun da “Bir insanın uğruna ölümü bile göze aldığı rüyalarından bir süre sonra kopması, ayrılması bana hep dramatik gelmiştir. Bu hiç şüphesiz yaşamın, konjonktürün getirdiği bir durum. Bu insani olayı öykülerimde kınamaktan çok, bir olgu olarak aktarmaya çalıştım.”
 

Dikkatinizi çekmiştir, Sayın Tosun’un öykü kahramanları da ideolojilerini kaybetmiş insanlar. Ancak onların “ideolojilerinin güç kaybetmiş olması” gibi tutunabilecekleri bir dalları var. Oysa sizlerin böyle bir dalınız yok. Çünkü değişen dünya koşulları, zayıflatmak bir yana ideolojimizi güçlendirmiş, dönüşün olabilirliğini, olmazsa olmazlığını ortaya koymuştur. İşte  güçlenmiş bir ideolojiyi kaybetmiş olma gerçeği olgusudur sizleri daha bir mutsuz den, mutsuzluğunuzu süreç içerisinde daha bir dayanılmaz kılacak olan …
 

Takmayın ideoloji dediğime de. Dönüşün ideoloji olup olmadığı değil tartıştığımız. Öneri deyin, yol deyin, çizgi deyin, amaç deyin, araç deyin fark etmez… Çünkü olguya verilebilecek ad, dönüşü kaybettiğiniz ya da dönüşü hiç gündeminize almadığınız gerçeğini değiştirmeyecektir. Öyle ki mutlu olma şansınız dönüş gerçeğinden kaçabilmenize bağlıdır.  Kaçabildiğiniz, unutabildiğiniz ölçüde mutlu olma şansınız da büyüyecektir. 
 

Sürgünden bu yana, diasporada yaşayan halkımızın en büyük sınavını görmezden gelmenizin, destek çağrılarını duymazdan gelmenizin temelinde yatan da işte bu kaçıştır.  Türkçenin çok güzel anlatımı ile namazda gözünüz olmadığı için ezan sesini duymuyorsunuz. Belki de anavatana dönülebildikçe, başarılı olundukça daha bir rahatsız oluyorsunuz.  İlginçtir anavatana dönebilenlerin sayısının azlığını da, ezan sesini duymayan kendinize değil, anavatanda yaşam mücadelesi verenlere kesiyorsunuz.  Sesi, çok ancak hiç nefesi hiç yok Ortak akıl yada sadece Akıl arama toplantılarında sayı azlığını “diasporada bir baltaya sap olamamışların” daha önce dönmüş olması ile açıklıyorsunuz. “Balta sapları, siz buyurun” çağrımızı da duymazdan geliyorsunuz. 
 

En büyük sınavımızda dara düşen kardeşlerimize desteği “biraz sıkılarak, biraz da kendinize yakıştırmayarak”  isteyeceğinizi ilan ediyorsunuz.  Biraz sıkılarak, biraz da kendinize yakıştırmadan yapılan çağrının karşılığı da maalesef utanılacak düzeyde kalıyor.


Yine de siz benzer soruları daha önce hiç duymadığınız gibi şu soruları da duymayacaksınız:

- Hasta kardeşinizi yaşatma, darda kalan soydaşa destek çabası mıdır daha insanca olanı yoksa çok yıllar önce öldürülen atalara ağıt yakmak mıdır?

- Alevlerin sardığı konuttaki kardeşi kurtarmak mı olmalıdır önceliğimiz, yoksa bizleri bu durumlara düşürenlere dava açmak mı?

- Şaçe (Soçi) Olimpiyat Oyunlarına güya karşı çıkma oyunu oynamak mı daha yaşamsaldır yoksa ekmeğinizin yarısı değilse de bir kırıntısını olsun kardeşine uzatabilmek mi?

….

 

Sorular sayısı arttırılabilir ama sonuç değişmeyecektir kanımca…

Önceki yazılarımdan birinde Poligraf  yalan makinesinden söz etmiştim. Bağlandığınız makine söyledikleriniz konusunda ne denli samimi olduğunuzu ortaya çıkartabiliyormuş. Bir teknoloji harikası değil mi?  Gerçekte halkımız için böyle bir makine aramaya da gerek yok. Makine işte önümüzde …  Anavatana dönmek isteyen Suriyeli kardeşlerimize verebildiğimiz  destek.  Kendi kendinize de uygulayabilirsiniz testin, sonuçları da çok güvenilir inanın:

Olanaklarımızla yaptığımız desteği oranlayalım. Bu oranlamadan çıkacak sayı ne kadar büyük ise, ulusal konularda söylediğimiz güzel şeyler de o büyüklükte birer yalandır.
 

Bir şarkı uyarlaması ile başlamıştık. Son günlerde dilime takılıp duran çok sevilen hemen tüm büyük sanatçıların da okuduğu başka güzel bir şarkı, sanat güneşi Zeki Müren’in bir şarkısı ile  bitirelim:

Avuçlarımda hala sıcaklığın/ Sıcaklığın/ Sıcaklığın var, inan. "Unuttum" dese dilim; yalan./ Yalan.
Yalan. Billahi yalan, / Vallahi yalan.

Uyarlaması da şöyle olur sanırım:

“Unutmadım” dese de dilim; Yalan/ Yalan. Vallahi Yalan/ Billahi yalan.