GERÇEK NEDEN SORUMSUZLUK OLMASIN?

30.04.2012

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
30 04 2012 Sabah Saatleri...

CNN Türk’te Murat Yetkin söyleşisi. Irak’taki son durumu irdeliyor. Irakta artık biri Erbil olan iki başkent oluştuğunu, Maliki dışındaki tüm Irak liderlerinin, Barzani’nin inisiyatifi ile Erbil’de toplandıklarını, Maliki’ye karşı güçbirliği yapacaklarını anlattıktan sonra ekliyor. “Türkiye de Barzani’den yana. Çünkü Türkiye’nin PKK’ya karşı en büyük müttefiki Barzani.”...

Böyle durumlarda ben hep bizim güya “birlikçileri” düşünürüm. Tüm dünyada bir halk, bir ülke politik grupların birbirleri ile ilişkileri gelecek kurguları üzerine inşa edilirken, devletler gelecek planlamalarına göre kah düşman, kah dost olurken sadece Kuzey Kafkasyalı ya da sadece Adığe olmanın, Abaza olmanın birlik için yeterli olabileceğini ummak. Ummakla kalmayıp bunu sıkça terennüm etmek. Birlikteliklerin ancak kişilerin grupların, devletlerin gelecek kurguları örtüştüğünde oluşabileceğini, karşılıklı çıkar ilişkisi olduğu sürece de sürekli olabileceğini dile getirenleri de ayrımcılıkla suçlamak...

Bu durum arkadaşlarımızın çok sığ oldukları, dünyadaki gelişimleri hiç izlemedikleri, bilmedikleri ile açıklanabilir mi? Sanmıyorum. Çünkü konu diğer halklar ve diğer ülkeler olduğunda sağlıklı düşünüyor, olaya çağdaş yaklaşıyor bu arkadaşlarımızın çoğu. Ancak sıra bizim halklarımıza gelince üzücüdür ki saatleri duruyor... Nedeni de elbette ki - arada bir yarım ağız bir şeyler mırıldansalar da- halkımıza ilişkin bir gelecek kurgularının olmayışıdır.

Oysa 21 Mayıs’ı anma etkinliklerinden tutun da 2014 Soçi Kış Olipiyat Oyunları’na kadar halklarımızı ilgilendiren her konu karşısında alınması gerekli tavırda belirleyici olan, olması gereken gelecek kurgusudur, önceliklerdir. Örneğin ulusal kültürel varlığı sürdürmek gibi bir amacı olanların –dikkat olduğunu söyleyenlerin değil-, bu amacın ancak anavatanda gerçekleştirilebileceği, anavatadakilerle sürdürülebileceği bilincinde olanlar ile Türkiyeliliği ya da diasporada sürgit kalmayı seçmiş olanların 21 mayıs etkinlikleri farklı olacaktır olmak zorundadır. Olmaktadır da...

Bizler 21 Mayıs’ı en kısa sürede sağlıklı dönüşü sağlayacak politikaya temel olacak şekilde anarız. Dahası dönüş paradigması olanların, bulundukları coğrafyaya göre öncelikleri de farklı olmalıdır.
Ancak sözlü olarak dillendirmeseniz de bilinçaltı olarak diasporayı seçmiş olanlarınız, sürgün değil sürgünümsü olduğunuz gerçeğini kendinizden uzaklaştırmak çabası içinde olacak, anımsatanlara da kızacaksınız. Anma etkinliklerine de bu paradigmanız damgasını vuracaktır. Ruhunuzun parçalanmamsı için, yıllardan beri yapabileceklerinizi yapmamış olmanın doğal sonucu yürek burukluğunun baskısından kurtulmak için kendinizi Karadeniz kıyısında aşılmaz bir duvar olduğuna inandıracaksınız. Konfiçyüs’e inat elinizdeki “ipin kısa” olduğunu görmezden gelecek, hep, “ kuyunun çok derin” olduğunu haykıracaksınız. Kendiniz “bir ışık yakmayacak” sadece “karanlığa sövmekle” yetineceksiniz...

Dahası bu çağdışı yaklaşımın nedeni, bizce bilgisizlik değil umursamazlıktır. Sorunumuzun dert edilmezken det edilir gibi yapılmasıdır. Çünkü, çözüm aramak değildir amaç, ararmış gibi yapmaktır. Dolayısıyla, Karadeniz’in karşı kıyılarına geçmek amaçlanmadığı sürece, onbinler değil yüzbinler de toplasanız siz sürgünümsülerin etkinlikleri “yasımsı” olmaktan kurtulamayacaktır. Ki gerçekte amaç, ağlaşmak değil, daha güzel bir geleceğin nasıl kurulabileceğini düşündürtmek, gelecek umudunu büyütmek olmalıdır.
Üzücüdür ki bu aynı zamanda tıkanmanın da nedenidir. Çünkü kazanılmış haklardan yararlanmayanların dfaha güzel bir gelecek vaat etmesi ve buna insanları inandırması mümkün değildir.

30.04.2012 günlü gazetelerde manşetten bir haber:

“İsrail 30 bin askerini sınıra gönderiyor” Mübarek’ten sonra anlaşmanın bozulduğu ve İsrail’in sınırlarını korumak için sınıra 30 bin asker gönderceğinin ayrıntıları veriliyor haberlerde.

Satır aralarını okuyabiliyor ya da okuyabilenleri izliyorsanız eğer, bu satırların arkasında, tüm yaşananlara karşın Suriye’de Esad’ın hala erinde durabilmesinin gerçek nedeninin Çin ve Rusya desteğinden çok İsrail’in Esad sonrasından korkusu, kuşkusu olduğunu görebilirsiniz. Sayın Sedat Laçiner’in, bu köşede yayınladığımız “Ah bir yüzleşebilsek-3” başlıklı yazımıza da daha genişçe alıntıladığımız yazısını anımsar, Sayın Rektör’ün tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha düşünürsünüz:

“Son olarak Suudların desteğinde Müslüman Kardeşler’in, hatta uçlarda yer alan Selefi grupların Suriye’de iktidarı ele geçirmesi ABD ve İsrail’in korkulu rüyası. Bu durumda ABD Beşar Esad rejimini bile mumla arar hale gelebilir.”
(01. 04. 2012 günlü Star)

Ve de “Arap Baharı”nın iç dinamikler sonucu geliştiğini var sayan ve Rusya Federasyonu’nda da bir bahar olması gerektiğini savunan, bunda yararımız olduğunu düşünen arkadaşlarınıza bir kez daha acırsınız. Bu çağdışı yaklaşımların gerçek nedeninin, arkadaşlarınızın sığlığından çok halkımızın geleceğinü umursamamak oluşuna üzülmezlik edemezsiziniz.

29 04 2012

Gazetelerde okuduğum ancak bugün ne kadar aradıysam da bulamadığım ancak bilinen bir siyasetçi ile yapılmış bir söyleşiden çekilmiş bir cümle: Ayrılıkçılığı savunanları çağdışı oldukları anlamına bir cümleydi. Doğal ki bu her halkın kendi somutunda değerlendirilmelidir. Ancak ben eskiyeni-yetmelerimizin, ayrılıkçılık, birlik, ve dönüş konularına yaklaşımlarındaki çarpıklığı anlamakta zorlanmıyorum desem yalan olur.

Örneğin solu savunagelmiş eski-yeniyetmelere bakalım bir. Politik yaşamlarının çok uzun bir bölümünde “ezen halk sosyalisti ayrılma hakkını, ezilen halk sosyalisti de birliği savunur” düşüncesi ve kendilerini de ezilen halk sosyalisti sandıkları için hep birliği savunmuşlardır. Oysa şimdi, yüzdükleri kulvarda su kalmadığı dahası kulvar da hepten yok edildiği için Dönüş’e dönen eski yeni-yetmeler ilginçtir gizli ya da açık ayrlmayı, bağımsızlığı savunmaktadırlar. Oysa birlikten yana olmaları, en kısa sürede en çok sayıda insanımızın, anavatana sağlıklı dönüşünün sağlanmasını öncelemeleri, olayları hep dönüş paradigmasına göre değerlendirmeleri gerekmez mi?

Gelelim sağ görüşlü olarak bilinen ancak kendileri ile çelişen birleşikçilere, bağımsızlıkçılara... Kendilerini böyle tanıtanların kaçı katılmıştır acaba bağımsızlık savaşlarına? Bağımsızlıkları tanınan iki cumhuriyete yerleşenleri var mıdır acaba? Yeterli insan olmadan bağımsızlık sürgit olabilir mi?

Dolayısı ile bu görüşte olduğunu söyleyenlerin de Dönüşü öncelemeleri ve olayları bu paradigma ile değerlendirmeleri gerekmez mi? Ayrıca, suyunu içmiyor, toprağını avuçlamıyor, halen köylüsü ile birlikte yaşamıyorsa eğer, eski bir köylünün ne kadar akıllı olursa olsun köy muhtarı yani yönetici olması mümkün müdür? Yada seçilmiş yöneticilerin köyü, yılda bir kez bile köyü ziyaret etmeyen bu eski köylülerinin istekleri doğrultusunda yönetmesi düşünülebilir mi?
Söylem “birlik” olsa da dönüşü öncelememek, diasporada mutlu olabilmek birliğe karşı olmanın ta kendisi değil midir?

Sorunlarımızı tartışanların gelecek kurgumuzu en somut biçimi ile açıklamadığımız ve attığımız adımlar da paradigmamızın gereği olmadığı bilinmeli ki bu çelişkiler, kendini yadsımalar bitmeyecektir.
Söylem-eylem uyuşmazlığının nedeni de bilineki, bilmezlik değil sorumsuzluktur...